22 Haziran 2007 Cuma

Dıııtt... Dııııtttttttttttttttttttt...

Minik melek İzmir'den bildiriyor...


Sıcaklar başıma vurdu.. Ah yayla gibi Ankara ahhh.. Öldüm burada yaa..

Bez mez hikaye.. Cıbıl geziyorum bütün gün.. Şimdiye kadar iki "sulama" kazam oldu ama bebişim diye kimse ses çıkarmıyor.. ehe ehe..

Geceleri zaten çok düzenli uyuyordum ya (!) uyku düzenim hepten bozuldu.. Canavar sivrisinekler ve yakarcaklar mahvetti beni.. Annem gece ne kadar kalkıp kalkıp beni kontrol etse, üstümü örtse de ısırıyorlar işte.. Seneye kimse beni buraya getiremezzz... Hoş zaten facia gibi o yolculuktan sonra ben yalvarsam da annem gelmez :))

Sıcaklardan bunaldım, yemek yemeyi de tamamen bıraktım.. Biberon biberon su içiyorum.. Birazcık da emiyorum, öyle idare ediyorum.. Sıvı beslenme, hafif hayat :))

Şimdilik benden bu kadar.. İçerdeki herkes mıncıklamak için beni bekliyor.. Fotoğraflarım da makinede, eve gidince onları da ekleyecek annem.. Gerçi biraz cıbıllar ama olsun..

Sayfamı çok özledik.. Tabii sizi de.. Haftaya köyde olacağız inşaallah.. Oradan da yazmaya fırsat bulursak hemen yazarız size..

Hoşçakalın.. İzmir'e yaklaşmayın :)) Yanıyor burası..

18 Haziran 2007 Pazartesi


-Küçük "pok"emonum "nük"leer güçlerini kaybetti.. Buna üzülsem mi sevinsem mi bilmiyorum :))


Yusufcuk artık gülüyor çok şükür.. Bez tüketim hızımız normale döndü.. Geceleri de yatak yorgan yenilemiyoruz..


Allah tekrarından ve beterinden korusun minişimi ( ve tabii tüm bebişleri ) .. Bu doğduğundan beri geçirdiği en ciddi rahatsızlık olduğu için Ozan da ben de kaygıdan öldük resmen.. Ama şimdi iyi olduğunu görmek, tatlış gülücüklerini seyretmek herşeyi unutturuyor :))


- Şimdi iyileşti ya küçük bey, yeni keşifler yeni yaramazlıklar icat etmesi lazım.. Bugünlerde dondurmalara çok meraklıyız.. Yemek değil yanlız amacımız.. Şöyle bir elimizi daldırıp içindeki malzemeler tam karışmamışsa onları iyice karıştırmak..


- Büfemiz hala en cazip karıştırma mekanı.. Okuduğum bebiş kitabında "Eğer etrafı karıştırmaya meraklı bir bebeğiniz varsa bir dolabı ya da çekmeceyi ona zarar vermeyecek şeylerle doldurun ve karıştırmasına izin verin. Bu hem onun merakını giderecek hem de diğer eşyalarınızı koruyacaktır." diyordu. Ben de öyle yaptım. En öndeki dolabı ıvız zıvırla doldurdum ve karıştırmasına izin verdim. Ama artık tek kapak kesmiyor Yusufcuğu.. Aynı anda herşeyi keşfetmek istiyor :)) (Tabii iki kapağı birden açmaya çalışınca arada ufak kazalar da olmuyor değil.. Düşe düşe bağışıklık kazandı yanlız.. Artık eskisi kadar ağlamıyor!)



- Yusufcuk kendine bir arkadaş buldu evde.. Kim mi? Küçük Yusufcuk.. O da kim demeyin canım.. İşte cezveden sırıtıyor yaa :)) Benim henüz çözemediğim ve taklit bile edemediğim bir lisanla gayet rahat anlaşıyorlar valla..



-Sıcaklar herkes gibi Yusufcuğumun da başına vurdu.. Ayağından çıkarıp çıkarıp çoraplarını kemiriyor yavrum :))


- Efendim, biz şapkamızı taktık, tatil sezonunu açıyoruz :)) Yaşasın kum, deniz, güneş.. (Gidebilirsek tabii..)


Yarın sabah erkenden Yusufcukla İzmir'e doğru yola çıkacağız inşaallah.. Bir hafta sonra babamız da bize eşlik edecek ve birlikte köye gideceğiz. Bir süre buralarda yokuz yani.. Ama üzülmeyin(!).. Ben sizi habersiz bırakmam. Tamam annanecikimle dedecikimin evinde internet yok ama tatilde özellikle interneti olan akrabaları ziyaret edip şirin şirin sırıtarak "Bi mailime baksaydım.." demeyi düşünüyorum :)) O arada ne yazabilirsem kârdır artık..


Hoşçakalın..

Şair Kuaybe der ki :


"Biz tatile gider olduk

Şöyle garip bencileyin.."

15 Haziran 2007 Cuma

Saat: Gece 4 suları
Yer: Baştürkler'in evi
Kişiler: Anne Baştürk, baba Baştürk, bebiş Baştürk

Bebiş Baştürk saate bakar.. "Hıh, dörde geliyor.. İyice dalmıştır bu annem, böylesi daha zevkli oluyor, uykuyu bölme vakti geldi, ehe he hee.." diye geçirir içinden ve X. kere çığlık çığlığa bağırmaya başlar.. Anne Baştürk yataktan sıçrar ve kapalı olan sağ gözüyle uyumaya devam ederken açık olan sol gözüyle bebiş Baştürk'e bakar.. Susmaya niyeti yoktur.. Hemen kucaklar..

Bu sırada baba Baştürk de uyanmış, bebiş Baştürk'ün selameti açısından onu, yorgunluktan bir sağa bir sola sallanan anne Baştürk'ün kucağından almıştır.. Popiş bölgesinden ufak ufak gürültüler yükselmeye başlar.. Anne Baştürk biraz bekler ve "nük"leer faaliyetin bittiğine kanaat getirdiğinde bebiş Baştürk'ü altını değiştirmek için yatağa yatırır.. Henüz ne büyük bir hata yaptığının farkında değildir..

Bez açılır açılmaz serbest kalan bacaklar, bebiş Baştürk'ün bağırsaklarına baskı yapar ve zaten oldukça sıvı kıvamda olan son "nük"leer mahsül, anne Baştürk'ün pijamaları başta olmak üzere tüm yatak ekipmanlarıyla müşerref olur.. Anne Baştürk kısa süren bir şok ve cinnet gel-git sürecinden sonra toparlanır ve gayet rahatlamış bir şekilde yüzüstü yatağa uzanmış, yandan yandan gülen bebiş Baştürk'ü soymaya başlar.

Kombi açılır, anne Baştürk banyoya girer, kucağına bebiş Baştürk'ü oturtur ve baba Baştürk'ün de yardımıyla ishal sebebiyle pişik olan popiş itinayla yıkanır :)) Bu sırada bebeiş Baştürk ısrarla fıskiyeden çıkan suları yakalamaya çalışmaktadır.. Baba Baştürk bebiş Baştürk'ü kurularken anne Baştürk de baştan aşağı yatak yorgan ne varsa hepsini yeniler.. Biraz oyun, biraz emme, biraz naz.. derken bu "nük"leer facia sabahın ilk ışıkları yaklaşırken son bulur..

Bu hikayeden çıkardığımız dersler :

- Bebiş Baştürk tam bir "pok"emon oldu :))
- Siz de gecelerinizin renkli - sarıdan başlayıp kahverengiye uzanan geniş bir yelpaze - geçmesini istiyorsanız evde bir "pok"emon besleyin :))
- Yatak koruyucular çok faydalı, hiç bu kadar önemsememiştim.. Herkes birtane alsın, birgün sizi de kurtarabilir..

..........

Bebiş Baştürk az önce uyudu.. Hali ve neşesi yerine geldi çok şükür.. İshalimiz devam etse de sıklığı ve miktarı azaldı. Sanırım dün yedirebildiğim üç kaşıkcık yoğurtlu lapa ve birazcık muz işe yaradı. Biraz da sabah yedirmeyi başardım.. İnşaallah bugün son olur artık..

Üç gündür bez paketinin dibine vurduk :)) Çamaşır makinemiz de küçük "pok"emonun desenli(!) çamaşırlarıyla doldu :)) Şimdi anne Baştürk'ün çok çalışması lazım.. Akşama kadar tüm işler bitmeli çünkü bebiş iyi olursa bir kınaya gidip kıştan beri biriktirdiğimiz kurtlarımızı dökme planımız var :)) Zaten bizim bücür oynamaya çok meraklı, sallasın işte popişini sağa sola..

...........

Yorumlarınızı okuduk, çok mutlu olduk.. Sizi seviyoruz.. Çok teşekkür ediyoruz :))

14 Haziran 2007 Perşembe


Sabahtan beri ilk defa sakin bir uykuya daldı meleğim.. Bütün geceyi uykusuz geçirdik doğal olarak.. Çoğu zaman acı acı ağladı, hatta kendi sesinden bizi duymadı :(( Biraz babası kucağında gezdirdi, biraz ben emzirip kucağımda salladım.. Yata kalka sabahı ettik.. Şimdi de azıcık uyuyor, sonra acı acı ağlayarak uyanıp kıvranıyor ve en son aşama olarak da bezini son emici taneciğine kadar dolduruyor.. Az önce pijamalarımız bile nasibini aldı bu süreçten.. Galiba şimdi rahat rahat uyuyacak yarım saat..


Çok şükür sabahtan beri ateşi yok.. En son dün gece kustu, sanırım o da kesildi.. Sadece ishal kaldı.. Lapa ya da patates yedirebilsem belki o da geçer ama açmıyor ağzını iki gündür.. Yeni doğmuş bebiş gibi yarım saat bir saat arayla emziriyorum susuz kalmasın diye.. Bir de ishali sayıyoruz. Yirmiye ulaşırsa tekrar hastaneye gitmemiz gerekecek. Serum verilecekmiş.. İnşaallah gerek kalmaz..


Bir de çok halsiz tabii.. Emekleyemiyor bile.. Birkaç hamle yapıyor, yanıma oturtuyorum, pit diye ya sağa ya sola devriliyor.. Ben de kucaklayıp bastıra bastıra öpüyorum tatlış yanaklarını.. Oğlumu bu kadar durağan görmeye hiç alışkın değilim.. Çok garip geliyor..


Sizlere tek tek cevap yazamadığım için çok mahcubum, lütfen beni affedin.. Dua ve destekleriniz için çok teşekkür ederim.. Müsadenizle ben de meleğimin yanına uzanayım azıcık :)) Umarım bir sonraki yazı, minişimin gülen bir fotoğrafıyla başlar..

13 Haziran 2007 Çarşamba

Yusufcuğumuz çok hasta..
Dün başlayan fışkırır tarzda kusmaları bugün yoğun bir ishal ve ateş takip etmeye başladı.. Ben rotavirüsten şüpheleniyorum ama üşütme de olabilir tabii.. Umarım öyledir, hem daha çabuk hem de daha kolay atlatırız çünkü..

Bize dua ederseniz çok seviniriz..

12 Haziran 2007 Salı

* Yusufcuk sana birkaç sorum var..


- En minik bebişliğinden beri her ağladığında seni okşaya okşaya emzirip mis gibi "cüt"le karnını doyuran kim?

- Gece her uyandığında ağlamana bile fırsat vermeden seni kucağına alıp yeri geldiğinde sallayarak yeri geldiğinde emzirerek uyutan ve hatta küçükken gazını çıkaramadan uyuduğun için kusarsın da genzin tıkanır diye korkup kendisi sabaha kadar oturup seni üstünde uyutan kim?

- Envai çeşit diş kaşıyıcılarını beğenmediğin için bütün gün elini yıkayıp yıkayıp işaret parmağıyla dişlerini kaşıyan kim?

- Sen emeklerken ikide bir devrildiğin ya da koltuklara tutunup kalkmaya çalışırken dengeni kaybedip düştüğün için adım adım seni takip eden ve her düştüğünde elini başının altına koymaya çalışan kim?

- Mama sandalyenin karşısında sana bir kaşık daha fazla mamiş yedirebilmek için her biri en az bir saat süren cinnet süreçlerine dayanmaya çalışan kim?

- Popişine bir bez bağlayabilmek için türlü türlü soytarılıklar icat eden ve başarılı olamadığı zamanlarda da üzerine sanatsal çalışmalar yaptığın onlarca havlu ve pikeyi yıkayan kim?

- ............ kim?

- ......................... kim?

- ......... kim?

.

.


Tamam, "Tabii ki sensin annecimmm" dediğini duyar gibiyim.. O zaman sıra son soruya geldi..



Öyleyse niye "anne" demiyorsun da "babba" diyorsun yaaaaaaaa!!



Çatlamak üzereyim kıskançlıktan :((





* Gelelim bilgisayarımızdan mahrum geçirdiğimiz geçen haftaya..

Sondan başlayalım, bu haftasonundan.. Cumartesi günü ihtiyacım olan birkaç şeyi almak için alışverişe gittik. Gerçi güya benim için gittik, Ozan'a ve Yusufcuğa aldık birşeyler ama ben dolaştım dolaştım, istediğim gibi birşey bulamadım. Özellikle ayakkabı almak için biraz fazla oyalanınca minişim ne hale gelmiş, sonradan bakınca öldüm gülmekten..






* Pazar günü de Ozan'ın şirketteki arkadaşlarıyla toplanıp pikniğe gittik.. Yok gitmedik, aslında gittik de piknik yapamadık :)) Sabah hava açıktı, ona güvenip yola çıktık iki araba ama gittiğimiz yer şehre çok uzaktı - tabir yerindeyse dağın başıydı :)) - ve biz gidene kadar hava kapandı. Eşyaları bile indirmiştik belki yağmaz diye ama yağmur çiselemeye başlayınca tek lokma bile yiyemeden geri dönmek zorunda kaldık. Yolda yağmur durdu. Azimli (!) erkekler tayfası yeni bir piknik yeri buldu ve bu sefer de oraya yerleştik ama yine yağmur indirdi! Tekrar toplanıp aç aç evin yolunu tuttuk.. Tam bir fiyaskoydu yani :)) Yaklaşık üç saatimiz arabada geçti.. Minişim de 20 dakika uyudu, yuppiiii..




Gerçi piknik yapamadığımız iyi de oldu aslında.. Çünkü hava açsaydı iki aile daha gelecekti arkadan ve birisinin kızı hastaymış, su çiçeği geçiriyormuş.. Daha onlar gelmeden Ozan'la beni "Ya Yusuf'a bulaşırsa!" kaygısı almıştı zaten.. Ne düşüncesiz insanlar var yaa.. Çocuğun hastaysa senin iki bebeğin ve bir çocuğun daha olacağı bir piknikte ne işin var.. İlla karşı tarafın mı uyarması lazım.. Hem o çocuğa da yazık, hasta hasta yollarda perişan olacaktı. İnsan bazı şeyleri kendisi düşünebilmeli.. Cık cık..



* Bu aralar Yusufcuğun aşama aşama birşeylere ulaşma ya da ayağa kalkma fotoğraflarını çekmeye takmış durumdayım.. Zafer gülücüğü çok hoşuma gidiyor n'apiimm..






* Yusufcuk geçen hafta bir akşam coştu.. Pıtı pıtı emekleyerek yerde ne var ne yoksa dağıttı.. Yetmedi koltuklara uzandı ve ulaşmayı becerebildiği kuruyemiş tepsisini altüst etti.. Kabukları kemirdi.. O da yetmedi, en sonunda peçeteleri yemeye kalktı.. Korkuyorum artık yaa..



* Babamızın amcası bizi ziyerete geldi geçen hafta.. O gün onun sınavı olduğu için amcasını almaya Yusufcukla biz gittik AŞTİ'ye.. Böylece oğluşumla ilk toplu taşıma deneyimimizi de yaşamış olduk.. Allah'a şükür korktuğum kadar yaramazlık yapmadı yolda.. Ama ben çok hazırlıklıydım tabii.. Biberondan diş kaşıyıcısına, bisküviden oyuncağa kadar ne varsa aldım yanıma.. Her ciyakta bir diğer oyalayıcıya geçerek yolu tamamladık.. Dönüşte de iki kişi olunca daha kolay oyaladık zaten Yusufcuğu.. Demek ki mecbur kalsam otobüsle, minibüsle biryere gidebilirim artık..



* Yusufcuk teknolojik aletlere çok meraklı.. Hatta başka hiçbirşey onlar kadar ilgisini çekmiyor diyebilirim.. En favori oyuncakları mouse, telefon ve kumanda.. Çamaşır ve bulaşık makinesine de bayılıyor. Çamaşır makinesini çalıştırdığım zaman içindekileri yakalamaya çalışıyor elini çevire çevire :))


Bulaşık makinesini her açtığımda hangi odada olursa olsun sesi duyup son hız emeklemeye başlıyor ve çöküyor makinenin üstüne.. Doluysa içindekileri boşaltıyor!!! Boşsa üstüne çıkmaya çalışıyor.. Kapağını kapattığımda da çok kızıyor bana, "aaaıııı ggggeeeeeee ğğğğğğğuuuu" diye söylenip duruyor :))



Bilgisayar da çok çekiyor küçük beyin elinden.. Seneye Counter oynamaya başlar bu bebiş..



*Artık sadece çekmecelerim değil büfe ve dolaplarım da tehlikede.. Çok değil mesela ben sadece elimi yıkayana kadar ya da mutfağa birşey götürene kadar istediğine ulaşıp indiriyor yere.. Anlaşıldı, evin dekorasyonunda ve dolapların içeriklerinde köklü bir değişiklik yapma zamanı geldi..



* Yaşasın.. Çiçeklere meraklı bir oğlum var.. Acaba bu durum onun duygusal bir erkek olduğunu gösterir mi? Yoksa bu sadece keşfetme arzusu mu? Parçalamaya çalıştığına bakılırsa, galiba ikinci şık :P


* Gelelim İremmmmcimin sobesine.. Takıntılarım neler öyle mi? .. Bir düşünelim..

- Öncelikle birçok bayan gibi benim de renk uyumu takıntım vardır.. Eteğimle başörtüm ya da ayakkabımla çantam aynı renk olmalı mesela.. Ya da kıyafetim kendi içinde bir rengin tonları olmalı ki uyumlu görünsün.. Bu işi son zamanlarda Yusufcukla da uyumlu giyinme çabasına çevirmeye başladım.. Sanırım yakında kafayı yiycem..

Bu renk uyumu takıntısı sadece kıyafetler için değil ev için de geçerli ayrıca.. Örneğin salonuma asla mavi bir vazo koymam.. Heryer pespembe çünkü :))


- Yiyecekler konusunda bazı takıntılarım var.. Dışarıda asla heryerde yemek yiyemem.. Özellikle yemeği yapanın ya da servis edenin görüntüsü hoşuma gitmediyse.. Önce ellerine bakarım tabii.. Sonra da ortama ve malzemelere.. Bu kadar inceleme zahmetine katlanmaktansa da ya yemem ya da hep aynı yere giderim :))


- Çok fena böcek takıntım vardır.. Küçük, büyük, kanatlı, kanatsız farketmez.. ıyyy.. Hele o tüylü örümceklerden gördüm mü uzun süre kendime gelemem.. Bu korku da değil de bir çeşit iğrenme gibi birşey aslında.. İçim fena oluyor yaa.. Daha bu pazar - az önce anlattığım piknik fiyaskosunun ikici ayağında :)) - altına oturduğumuz ağaçtan küçük bir tırtıl düştü üstüme.. Kucağımda Yusufla çığlık çığlığa kaldım.. Bir teyze yetişip eliyle aldı ve attı sağolsun.. Yoksa ben dakikalarca bağıracaktım :)) Dokunamam ki hayatta..


- Simetri ve hiza takıntım var maalesef.. İlla herşey düz, birbirine paralel ve uyumlu duracak.. İlk evlendiğimizde Ozan bu huyumu farketmiş ve örneğin kütüphanedeki bir kitabı defalarca yamuk koymuş.. O koydukça ben de her geçişimde düzeltmişim usanmadan.. Anlatır anlatır güler.. Hala öyleyim.. Herşey benim koyduğum yerde olsun, düzgün dursun isterim.. Gerçi Yusufcuk büyüdükçe bu mümkün olmayacak galiba.. Kendimi bu fikre alıştırsam iyi olur..


- Bazı yemek ikilileri takıntı halindedir bende.. Örneğin kek yiyeceksem yanında mutlaka ılık süt ve çokokrem olmalı.. Ya da kısır yiyeceksem mutlaka turşu.. Gerçi benim turşu takıntım her yemek için geçerli ama olsun.. Özellikle o küçük acı biberlere bayılıyorum..


- Temizlik konusunda çok takıntılıyım. Aslında olması gereken benim yaptığım biliyorum ama çevremdekiler bana acayipmişim gibi davranınca kendimi kötü hissediyorum.. Örneğin dışarıdan gelince ilk işim elimi yıkamak olur, evde hiçbirşeye dokunmam ya da Yusufcuğa asla kendi yediğim kaşıkla yemek yedirmem, ayrı kaşık kullanırım.. Yeşillikleri yıkarken bir kaba su doldurup içine batırıp çıkarmam, ayrı ayrı yıkarım.. Tezgahta kullandığım bezle yerleri hatta dolapları bile silmem.. Ama bunlar "aşırı titizlik" miş, öyle diyor bazıları.. Hayır efendim değil.. Siz öyle yapıyorsunuz diye o doğru değil.. Olması gereken bu..


- İstemesem de insanlara da çok takıyorum bazen.. Saçma sapan hareketler ya da sözler çileden çıkartıyor beni.. Allahtan susan ya da sineye çeken bir yapım yok.. Yoksa bana Yusufcukla ilgili - hiç gerek yokken - akıl vermeye çalışıp duranlarla şu diyaloğu yaşayamazdım:

- Sizin çocuğunuz var mı?

- Evet..

- İyi, öyleyse onunla ilgilenin, benimkiyle değil..


Sanırım bu kadar.. Ben kimi sobelesem? Hımm..
Sevgili Aysun ve Annelog.. Hadi bakalım, sıra sizde.. Sobeeee...


Bu arada, bu kadar uzun bir yazıdan sonra en az bir hafta sayfaya uğramazsınız herhalde :))

9 Haziran 2007 Cumartesi

Ben artık bu sayfaya "Bilgisayara virüs girdi ve yine herşey - hatta bu sefer dergi için yazdığım yazılar bile - tehlikede.." yazmaktan ve bilgisayara formata attırmaktan bıktım ama bu virüsler bana musallat olmaktan bıkmadı :((

Beni teselli edense artık herkese yorum yazabilecek olmam.. Bu da benim bilgisayardaki sorundan kaynaklanıyormuş.. Artık halloldu :))

Yeni bir yazı ve güzel fotoğraflar yakında sizlerle.. Ama şimdi deliler gibi çalışmak zorundayım :(( Akşama görüşürüz..

4 Haziran 2007 Pazartesi


* Sevgili Koyubeyaz, bu yazın bugünlerde okuduğum en güzel yazıydı.. Çok içten.. Ellerine, yüreğine sağlık.. Bunları senin sayfana yazmak isterdim ama tıpkı Pratik Anne'ye, Pınar'a, Sertaç'a ve şimdilerde Afacan Minnoşlar'a ve Aysun' a yorum yazamadığım gibi sana da yazamıyorum :(( "Yorum Gönder"e basıyorum, "404 hatası, sayfa bulunamadı" diye bir ekran çıkıyor karşıma..



* Yusufcuğa birşeyler oldu son üç-dört gündür.. Gece saat sektirmeden uyanıyor.. Hatta bu uyanmalar "iiiyyyyyggghhhhh vuuaaaaaa eeeğğğğğğğmmmm" şeklinde çığlık ve ağlamalar eşliğinde olduğu için yerimden sıçrıyorum resmen.. İkimiz de zombi gibi geziyoruz evin içinde.. Emzirip uyutmayı başarınca yatağa "düşüyorum" resmen.. Yaklaşıyorum yatağa ve kendimi bir sonraki çığlığa kadar boşluğa bırakıyorum.. Dün gece oturma odasına yatak yaptım Ozan'a.. Sınavları var, o da uyuyamıyor garibim..




* "Bübh" baba demek değilmiş efendim.. Bugünlerde "übh, bübh ve abüf" kelimeleriyle anlaşıyoruz bücürümle.. Hangisinin ne anlama geldiğini hala çözemedik ama..




* Haftasonumuzu çok güzel geçirdik Allah'a şükür.. Parka gittik, gezdik, bücürüm orada iki cici bebe yedi :)) Uzun uzun oturduk güneşte.. Yanımızdaki bankta iki anne oturuyordu önlerinde bebek arabalarıyla.. Onlar güle oynaya sohbet ederken bebekler de güneşin altında mayışmış mışıl mışıl uyuyordu.. Biz giderken baktım, hala uyanmamışlardı.. Özendim valla.. Benim minişim kapanan gözlerini inatla açıp etrafı seyretmeye çalışıyordu çünkü :))


Bunlar da fotoğraflarımız..






* Yusufcuk son hızla evin değişik köşelerini keşfediyor bugünlerde :)) Piti piti emekliyor, "şip şip" sesler çıkarıyor elleri taşlarda :)) Ben odadan çıkınca arkamdan emeklemeye başlıyor, peşimden geliyor.. Kendimi "anne ördek" gibi hissediyorum :))



Yusufcuk banyoda.. Oraya ulaştığı için kendini alkışlamakta şu anda :))





Yusufcuk annesinin kütüphanesini karıştırıyor.. Şimdiye kadar iki zayiatımız var maalesef :((





Yusufcuk mutfakta.. Peki neden ağlıyor ?
Cevap : Annesinin kurabiye yapmak için kaba koyduğu unu döktü.. Annesi kızdı, onun için ağlıyor..

Dooğğğiiiiiiiiiiiiinnnkkkk... Yanlış cevap..


Unu döktüğü doğru ama annesi kızmadı tabii ki.. Eline bakıp bakıp ağladı.. Undan korktu galiba :))



* Küçükken yattığında sürekli kalkıp oturmaya çalışan Yusufcuk, şimdi otururken ya da emeklerken de sürekli ayağa kalkmaya çalışıyor.. Hedefimiz hep bir adım ileri yani :))




Tutunabileceği ne bulursa hemen hamle yapıyor dikey pozisyona .. İster salıncağı olsun, ister koltuk ister ütü masası.. Farketmez..

Evet o arkada görünenler de benim "ütülenecekler" dağım!!



* Yusufcuğu uyumadığı zamanlarda yatağında tutmak mümkün değil bugünlerde.. Koyar koymaz basıyor çığlığı.. Anlıyorum aslında.. Etrafta keşfedilecek o kadar çok şey varken ben de istemezdim küçücük yatağa tıkılıp kalmayı :))


İşte küçük mahkum..



* Ne zamandır meleğimin uyurken çekilmiş fotoğrafını koymamışım yaa.. Cık cık..




* Ozan'ın yıllık izni yaklaşıyor, yaşasıııınnnnnnn... Önce İzmir'e annaneciğimle dedeciğime, sonra da Ozan'ın köyüne gideceğiz inşaallah..



* "Salıncakta uyutma projem" başarıya ulaştı Allah'a şükür.. Artık gündüz hiç kucağımda sallamıyorum meleğimi.. İyice uykusu gelene kadar bekleyip sonra salıncağına koyup uyutuyorum. Gerçi bu bile yaklaşık yirmi dakika sürüyor ama olsun.. En azından kolum ve omzum uyuşmuyor :)) Kuluncum hala geçmedi bu arada.. Yer etti galiba, hep aynı yer sızlıyor.. Gidince annanem bir kupa çeker artık :))



* Bu kadar yeter di mi.. Biraz da çalışalım bakalım hazır Yusufcuk uyuyorken..