27 Kasım 2008 Perşembe

Üç gündür, bir kangurudan tek farkım gün boyunca yavruşumu karnımdaki bir kesede değil de kucağımın sağ ya da sol yanında taşıyor olmam.. Belimin sızlama durumuna göre pozisyonu ayarlıyorum artık :P


Kreş bize "merhaba" dedi sonunda ve ilk ağır hastalığını yaşadı Yusufcuk.. Buna hazırlıklıydım aslında, birçok kişi uyarmıştı beni kreşe yeni başlayan çocukların ilk haftalarda yeni bir ortama girmenin yol açtığı yeni hastalıklarla karşılaşacağı konusunda.. Ama bu kadar ağırını beklemiyordum :(( Altı gündür mikrobik, ateşli bir ishalle boğuşuyoruz..

Hasta olduğu için hafta başından beri evdeyiz Yusufcukla.. Yarın da göndermeyeceğim sanırım.. Araya bir de haftasonu girdikten sonra, Pazartesi günü ne yapacağız bakalım.. Tam da "alışıyor" derken herşey "sil baştan" oldu :((

Hastaneye gittiğimiz gece, tüm ateşine ve halsizliğine rağmen çok şirindi Yusufcuk.. Normalde daha kayıt yaptırırken bile basar çığlığı ama çocuğa öyle bir işledim ki "Doktor elindeki telefonla sana bakacak, karnına koyup "aloo" diyecek ve karnını dinleyecek.. Sonra boğazını ve kulaklarını kontrol edecek, anne temizlemiş mi diye :P Sonra da ilaç yazacak.. Ve sen hiç ağlamazsan çıkışta kocaman bir lolipop senin olacak.." diye, muayenede gıkını çıkarmadı Yusufcuk.. Sadece boğazına bakılırken biraz korktu ve "Doktoy, şen yapiyon doktoyyyy!!" diyerek odadaki herkesi kahkalara boğdu ama genelde iyiydi.. Ağlamasız sızlamasız ilk muayenemizdi, elhamdulillah.. Çıkışta aldığımız lolipopu da daha yolu yarılamadan kıra kıra yedi bitirdi minik canavar :))

İshal gerçekten çok ağır birşey.. Ne hali, ne iştahı ne de neşesi kaldı Yusufcuğun.. Doğduğundan beri ilk defa bu kadar halsiz ve keyifsiz gördüm onu.. Neyse ki bugün biraz iyiydi, toparlanmaya başladı.. Ama verdiği onca kiloyu, kaybettiği iştahı nasıl toparlayacağız, hiç bilmiyorum.. Allahtan ki hastaneye yatmasına gerek kalmadı.. Su içmeyi reddetmediği için serum taktırmadık.. Kusması da yoktu çok şükür.. Evde ben sürekli su, meyve suyu, bal şerbeti içirdim meleğime..



Kendi kendine uyumasını çok istediğim meleğimin, birgün kendi kendine uyuyup kaldığını gördüğümde bu kadar üzüleceğimi hiç tahmin etmezdim :(( Yatağa tırmanacak gücü bile kalmamış meleğimin, ayağının biri aşağıda kalmış!


İnşaallah yarın daha iyi olur.. Bir haftadır kursu ekiyorum onu kreşe bırakamadığım için ama yarın seminerler yeniden başlıyor ve onlara katılmamak gibi bir seçeneğim yok.. Sanırım onu da yanımda götüreceğim..



.......................




Volkan ve Kaldera kardeşlerin sevgili annesi, beni bu kadar geciktiğim için affeder umarım..
İşte sobesinin cevabı, çantamdakiler..


İki yıl sonra ilk defa küçük çantalar kullanıyorum bu aralar.. İçerik biraz az :P Yusufcuk kreşte olduğundan yanımda onunla ilgili pek fazla şey yok artık.. Birlikte dışarı çıkacağımız zaman yine eski bavulumsu çantama dönüyorum tabii, o ayrı :))

Yanımda neler varmış bakalım?

Cüzdanım, telefonum ve pasaportum (yeni aldım da :P), yavruşla benim gözlüklerimiz, zor zamanlar için minik bir araba ve lolipop, kurs kitaplarım, Yusufcuğun beresi ve bezi ( ne olur ne olmaz, di mi), lotus kokulu Fa kolonyam, not defterim- kalemim ve mendilim (olmazsa olmaz!), fotoğraf makinesi için yedek piller, aynam ve dudak nemlendiricim (havalar soğudu, yandım ben, çatlak çatlak olacak yine yüzüm!), flash discim ve evden çıkarken takmayı sürekli unuttuğum için artık yanımda taşıdığım saatim, künyem :))

Hatırlatıyorum, bu, çantamın küçük hali :P



......................



Aşağıda görünenler, Yusufcuğun "motorlu taşıt filosu"nun yarısının yarısıdır desem fazla abartmış olmam herhalde!!


Neredeyse her türden birtane var.. Kamyon, otobüs, uçak, helikopter, kepçe, ambulans.. Ama hala her gördüğü oyuncak aracı eve getirebilmek için ağlaya ağlaya yalvarıyor miniğim.. Bazen alıyorum bazen de "evde var" diyerek ikna ediyorum bir şekilde ama genelde kazanan Yusufcuk oluyor.. Bu hafta da üç gün boyunca "Mami motoy ikkiyom, evde yüycem motoyumu.." diye söylendi durdu.. Babası bir traktör aldı motor yerine, o gece oynadı ama ertesi gün yine başladı "mami motoy" serenatı.. Hasta diye kıyamadım aldım, napiim :P

Ama bir taşla iki kuş vurdum.. Motoru, saçlarını kestirmeyi kabul etmesi ve kuaförde ağlamaması şartıyla aldım.. Maşallah hiç ağlamadı miniğim.. Hem onun istediği oldu hem de ben artık saçları gözlerine girmeye başlayan fakat her kestirme lafı açıldığında köşe bucak kaçan Yusufcuğu "Nasıl traş ettiririm?" derdinden kurtuldum :))

Demek ki istediğimiz herşeyi ağlatmadan, zorlamadan yaptırabileceğiz Yusufcuğa.. Yeter ki onu ikna edecek makul çözümler bulalım :))


.......................


Ben daha önce bloga, benim için "stres =örgü" yazmıştım di mi?
Yine stres yükseldi hayatımda ve yine aldım elime şişlerimi..

Nasıl gideceğim?, Nerede kalacağım? Nasıl alışacağım?, Yusuf'a kim bakacak?, Ozan ne zaman gelir?, Öğretmenliği becerebilecek miyim?, Ya çocukların ne dediğini anlayamazsam?, Yabancı bir ülkeye ne kadar sürede alışırım?...... sorularına cevap olarak üst üste ilmekler ekliyorum bugünlerde örgüme.. Bitince Yusufcuğa şirin, arabalı bir bere olacak.. Umarım..


.....................



Yusufcuğun (tabii ki aslında düşünceli öğretmeninin) bana Öğretmenler Günü hediyesi..
Yavruşumun el izinden bir çiçek.. Daha güzel ne olabilir ki?

Yusufcuk hatırlamayacak, sadece fotoğraflarına bakıp tanıyacak büyüyünce ama ben onun ilk öğretmenini hiç unutmayacağım sanırım..


Dün ve önceki gün sorduğumda kreşe gitmek istemediğini söyledi Yusufcuk bana.. Çünkü kreşin manasını anladı artık.. Yeni oyuncaklar ve arkadaşlardan ziyade "anneden ayrılık" demek kreş.. Kreşe başladığından beri çok ama çok düşkünleşti bana.. Eski halini bile mumla arar oldum.. İstisnasız her an kucağımda oturmak istiyor, benim ona sarılmamı istiyor! Yeni sloganımız "Anne beni tucağna al.. Beni alçana anne.." Bıraktığım son gün çok ağladı arkamdan.. O ağladıkça ben geri döndüm, ben bırakmadıkça o daha da çok ümitlenip ağladı "bıyakma, ditme" diye :(( Geçen gece uykusunda da aynı şeyi söyledi melek yavrum, "Bıyakma, ditme"

Onu "bırakıp gittiğime" değer mi diye düşünüyorum bugünlerde.. Kreşten almaya gittiğimde "Meyek anne, bal anne, şekey anne, gül anneee.." diye benim onu sevdiğim kelimelerle beni sevişinden anlıyorum ne kadar özlediğini.. Üç yaşına bassa da, artık evde kalmasındansa sosyalleşmesi onun için daha iyi olsa da içim içimi yiyor..

Burada böyleyse, yarın öbür gün uzaklarda, babası da yanımızda olmayacakken üstelik, nasıl alışır bensiz kalmaya bütün gün, bilmiyorum..

Bir an herşeyden ama herşeyden vazgeçesim geliyor ama duruyorum yine de kararım(ız)ın arkasında.. En azından son iki yılımı sadece ama sadece ona vermiş olmak rahatlatıyor içimi.. "Alışacak" diye ümit ediyorum..







NOT: Aşağıdaki yazıma bıraktığınız tüm güzel yorumlar için ayrı ayrı teşekkürler.. Her bir yorumda ne kadar mutlu olduğumu, bana ne kadar güzel bir enerji verdiğinizi tahmin edemezsiniz!

Sizi seviyorum..

21 Kasım 2008 Cuma

Bu benimmmmm..

Doom günü hediyem :))



Tabii Ozan'ın da.. Hikayeyi bilenler biliyor, bilmeyenler için de tekrar not düşelim.. Ozan ve ben aynı gün doğumluyuz.. Yılı da aynı.. Sadece sekiz saat var aramızda kocaciğimle.. Ne güzel di mi :)) Gerçi ilk söylediğinde biryerlerden doğumgünümü öğrendi, beni kandırıyor zannetmiştim ama güzel bir tevafuk işte..

Evet evet, biz birbirimiz için yaratılmışız :P


Yukarıdaki kediciği artık bir kreş bebesi olan Yusufcuk yapmış bugün öğretmeniyle.. Minnoşum dört gündür kreşe gidiyor ve ilk şoku büyük oranda atlattı.. Bugün ilk defa tam gün kaldı ve öğretmenleri uyutmayı bile başarmış.. Binlerce şükür olsun Rabbime..

Kreşle ilgili yazmak istediğim çok şey var aslında.. Örneğin, ilk gün Yusufcuğun, öğretmenlerinin peşinden "teyje, teyjeeee.." diye koşuşturması ya da o akşam (ben gündüz yanında kaldığım için, ayrılacağımızı anlayamadığı için) yeni oyuncaklara boğulmanın sarhoşluğuyla eve gelmek istememesi gibi.. Sonradan ayrılışlarımız pek bi hüzünlü oldu tabii :((

Ama şu anda gayet iyi meleğim.. Alışmaya başladı.. Artık kahvaltı ediyormuş okulunda.. Sabah uyandığında da isteyerek gidiyor.. Sadece orada benden ayrılırken çok zorluyor beni.. Her defasında gözlerim doluyor kreşin kapısını arkamda bırakırken..

Bu akşam onu almaya gittiğimde "Yen delmediiin.." dedi bana.. Şimdiye kadar yarım gün kaldı hep, bugün tam gün kalınca ve alıştığı saatte beni göremeyince üzüldü demek ki.. "Gelmez olur muyum miniğim.. Seni evimize götürmeye geldim ben.." diye sarıldım yüzü öğretmeni tarafından turuncuya boyanmış ve yanaklarına eklenen üç bıyık çizgisiyle tatlı bir kediye dönüştürülmüş olan Yusufcuğa..

Yarın ilk veli toplantımız var.. Ayrıntıları orada konuşurum iyice öğretmeniyle.. Çok kısa sürede de olsa güzel şeyler öğrendiğinin farkındayım -Artık her karşılaştığı insana "Benim adım Husup Battük" diyor mesela ya da yemekten önce dua edileceğini öğrenmiş hemen- ama tam uyum sağlayıp sağlayamadığını bilmiyorum.. Öğretmen hanımı çok sevdim bu arada.. Gerçekten sıcak ve ilgili bir hoca.. Çok genç, belki tecrübesi azdır ama benim için önemli olan, oğlumun ayrılırken ona "Yeni cok yeviyom öğtmenim" demesi..


Pekiiiii.... Neden kreşe başladı Yusufcuk?
Şimdi gelelim kamuoyunun merakla beklediği açıklamaya :P

Çok kısaca özetleyecek olursam, bir arkadaşımın yurtdışında çalıştığı şirkete başvuru yaptım. Hem eğitim hem de yayıncılık üzerine çalışan bu şirket başvurumu kabul etti ve gidiş için işlemler başladı.. Şu anda vize işlemlerinin tamamlanmasını bekliyorum ve bir yandan da harıl harıl şirketin istediği hizmet içi eğitimleri almaya çalışıyorum.. On günlük bir seminere kaydoldum ve sonrasında da dil kursunda konuşma pratiği için dersler alacağım.. Yusufcukla evde çalışmam mümkün olmayacağından ve seminer süresince kimseye de bırakamayacağımdan, kreşe vermenin en iyisi olacağını düşündük.. Zaten gideceğimiz ülkede de ya bakıcı ya da kreş mecburiyeti doğacağından, bu durum onun için de benim için de bir ön alıştırma oldu..


Büyük ihtimalle iki ay içinde yeni işyerimde yani başka bir ülkede olacağım!!

Bunun olacağını biliyorduk ama bu kadar erken olacağını bilmiyorduk açıkcası.. Aniden geldi haber.. Bilsem evi boyar mıydım hiç :P

Biz Haziran gibi düşünmüştük gidişi.. Bu kadar erken olacağı için Ozan gelemeyecek maalesef.. Yusufcuk ve ben başbaşa gideceğiz, babamız okulunu bitirince yani en erken yaz başında gelebilecek..


Bazen kaygılansam da Rabbime güveniyor ve O'na inanan hiçbir kulunu, dünyanın neresinde olursa olsun yanlız bırakmayacağını çok iyi biliyorum..


Şimdi gelelim ödeve..
Bugünkü ödeviniz arkadaşlar, yine -herzamanki gibi :))- dua etmek..
Hem yeni yaşım(ız)ın hayırlı olması hem de karşılaşabileceğim her durumun hayırla ve kolaylıkla sonuçlanması için..


(Kendime not: Yirmiyediyi de devirdik be günlük!! Ama üzülme, yine harika bir hediye almış kocacığın.. Gittiğinde parmağına bakar bakar ağlarsın artık :P Senin kendine "Nasıl olsa bugün doom günüm.." diyerek yığdıklarını da saymıyorum, hadi yine iyisin :P )

18 Kasım 2008 Salı

Kısacık bile olsa bir yazı yazacak vaktim yok aslında ama konunun önemine binaen Yusufcuğun tüm protestosunu bir kenara itip oturdum bilgisayarın başına..

Her anne gibi beni de en çok korkutan, içimi en çok acıtan konulardan birisi çocuk istismarı.. Bu konuda elimden gelen ne varsa yapmak boynumun borcu elbette..

Bu kampanyadan Pelin Hanımın aşağıdaki yazıya bıraktığı yorumla haberdar oldum.. Kendisine teşekkür ediyorum ve sizi de imza atmaya davet ediyorum..

( Linki açamayanlar için adres, http://kampanya.annecocuk.com/ )


................


Sabah erkenden çıkıp gece ancak eve gelebileceğim zor bir hafta beni bekliyor.. Yusufcuk da ilk kreş macerasını yaşayacak muhtemelen.. Bizi merak etmeyin tamam mı..


...............



Sağdaki "İletişim" linkini güncelledim.. Artık bana kuaybebasturk@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz..

Hoşçakalın..

17 Kasım 2008 Pazartesi

Birilerinin, kesinlikle benimle bir alıp veremediği var!!

Mail adresim yine hacklendi..

Sağdaki iletişim kutusunu en yakın zamanda güncelleyeceğim.. Oradaki adresi dikkate almayın, minik.melek@yahoo.com.tr artık kullanım dışı..



( Yapanı bir bulursaaaammmmm!!! )

14 Kasım 2008 Cuma

Önemli birgün bugün..
Önemli bir sürecin başlangıç günü..


"Hayırlı olması"nı dileyerek kişisel tarihimize not düşüyorum..

( Tamam tamam, bir amacım da yine sizden dua istemek :P )


....................



Ülker firmasını ve Metro reklamını çeken acensi buradan şiddetle kınıyorum :P

Sayelerinde evde, "Mekyoooooo" diyerek karnımıza karnımıza yumruk vuran bir bebiş ortaya çıktı!! Biz "şişirmiyoruz abdominalleri" ama yumruklardan nasibimizi alıyoruz ne hikmetse :P

Bizdeki enerji "geliyorum" diyor anlayacağınız :))


...................




Babaannemiz dün gitti, aşağıdaki fotoğraflar hatıra kaldı geriye.. Onun her gelişinde açılışını yaptığımız "hamur günleri" hatıraları :))






.....................



Günlerdir oldukça kalabalık bir grup şeklinde uyuyoruz geceleri :P Yusufcuk, ben, bebeğimiz Durmuş, bir küçük polis arabası ve kepçe!! Bazen helikopter alıyor kepçenin yerini bazen de ayıcıklı pantuflar yerini alıyor yatakta.. Gece bir de uyanıp oramıza buramıza batmasın diye o oyuncakları topluyorum yastıkların arasından!!

Uyandıkça ilk sorduğu şey, o gece hangi oyuncakla uyuduysa o oluyor Yusufcuğun.. Off, bari yumuşak, peluş birşeye alışsa.. Yımışak yımışak uyurduk :P



..................



Yusufcuğun,


-Bi dağka annee..
-Bakçana anne..
-Teteptüy edeyim anne..
-Doğdüm, nemicem anne..
-Elimi lil anne..
-Elimi ğika anne..
-Hottatay anne..
-İze didiyom anne..
-Titabını biyak anne..
-Ağhay Ağyah annee..
-Oğmaş anne..
-Sazece bitağne anne..
-Ben toğkiyom anne..
-Bak boğle yağpiyom anne..
-Tendim yapicam anne..
-Yazaziiin!! Babam deldi anne..

ifadelerine çooook ama çoook gülüyorum bugünlerde..



....................



Çocuklu bir kadın için -özellikle de tamamlaması gereken bir sayfa sayısı ve hazırlaması gereken bir sunum varsa- kitap okumanın ne büyük bir lüks olduğunu farkediyorum bugünlerde.. Kayınvalidem varken yine iyiymiş, dün on sayfayı bile bulmadı okuyabildiğim :((


Hazır fırsat varken şimdi, ben kitap okumaya gidiyorum..



Haftasonunuz harika geçsin!!!

11 Kasım 2008 Salı

"Ben tötü adam oğdum!"

Benim miniş oğlum neden ve nasıl kötü adam oldu, hiç bilmiyorum :))

Ayrıca kendisi artık "bebiş diğil"miş, sadece "Yuvuş"muş.. Adının yeni hali bu, Yuvuş :))

Yuvuş bey "mannek"e yani markete pek meraklı bu aralar.. Canı ne istese hemen koşuyor yanıma, "Annezim manneke dideğim, zazız (sakız) ikkiyom (istiyorum).. Oğnaaaa, bayon ikkiyoom.. Oğnaaaa, oliğoptey (helikopter) ikkiyom.. Oğnaaaa...."

Bu "oğnnaaa"lar yani "sonraaa"lar hiç bitmiyor.. Aklına ne gelirse sıralıyor ard arda.. Bazen bir kepçe -inşaatlarda kullanılan kepçe- bile girebiliyor listeye :))


.........................



"Maşaallah" demeyene fotoğraflara bakmak yasak :P


İşte evin son hali bu..
Güzel ama zor bir işti.. Oldukça zor..


( Ozan'a, bir daha boya işine kalkışırsam beni istediği yöntemle engelleme yetkisi verdim :P)

..........................




Ben size mikrodalga fırında patates ve balık pişirdiğimizden, ikisinin de harika olduğundan bahsetmemiştim değil mi? Cık cık, nasıl da unutmuşum!!


İlk denememiz, daha önce annemlerde de yaptığımız patatesti.. Kalın dilimler halinde kestiğim patatesleri tuz, yağ ve karabiberle harmanlayıp geniş cam bir tabağa koydum. 16 dakika sonra sofradaydı. Daha fazla patatesle yaptığımda ise 19 dakika pişirdim.. Miktara göre süre değişiyor yani..



İkinci denememiz ise annemin ısrarlı önerisi üzerine hamsi oldu.. Hamsileri fotoğrafta görüldüğü gibi tabağa dizdim (güneş modeli :P) ve üzerine tuz ve yağ gezdirdim. İlk tabağı altı, ikinci tabağı ise onbir dakika pişirdim.. İkincisi daha güzeldi.. Ben daha çıtırımsı seviyorum çünkü hamsiyi.. İlki buğulama gibi olmuştu aynı..



Ben bu mikrodalgayı çok tuttum yaa!!!

Normal fırında 40-45 dakikadan aşağı pişiremezdim her ikisini de.. Hatta o kadar sürede bile tam pişmeyebilirlerdi, özellikle patates.. Mikrodalga, yiyecek kişi sayısı fazla değilse gerçekten ideal..


.....................




Küçük tamircim :))


......................




Çöp kamyonu delisi oğluma, tam da istediği gibi bir tişört.. Sonbahar tonlarında olması da cabası :)) Doğumgününde almıştım, bu aralar sürekli bu " e' tağvon"lu cicisini giymek istediği için buraya da ekleyeyim dedim..


Dün akşam çöp kamyonunu izledi yine Yusufcuk pür dikkat.. Sonra gitti babaannesine anlatıyor olanları.. "Babağne, adam töpü atti, paaağğğtt.. Benim tatamı atti.. E' piş.."



Hi hii..

Çocuğa her bez değiştirişimde "Bak şimdi bunu çöpe atacağım, akşam da çöp kamyonu gelip alacak.." dersem böyle olur.. Ama ne yapayım, başka türlü razı olmuyor ki yerinde durmaya :P


........................






Yürümekten yorulmuş, "adidik" dinlenen Yusufcuk :))



........................




Süüüpppeeeerrrr bir hafta sizin olsun!!
Siz de benim için aynısını dileyin olur mu..



7 Kasım 2008 Cuma

Zor ama güzel bir başlangıç için
gereken en önemli şeylerden birisi de nedir?

Tabii ki güzel insanların samimi, güzel duaları..

İşte önümüzdeki birkaç hafta için en çok bunu istiyorum sizden.. Buraya sık sık uğramaya fırsat bulamayacak kadar yoğunum bu aralar.. Herşey netleşince tabii ki yazacağım ama şimdilik çok dua edin bizim için olur mu?


....................


Aşağıdaki yazıyı okuyunca, bu tatlı hediyeyi göndermiş bana bu blogun sahibi tatlı hanım.. Bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum..

İnşaallah dediği gibi olsun, "Anneler üzülmesin"..



Çok gecikmiş bir teşekkürüm daha var.. Sevgili Aysun ve Minel'e Yusufcuğun ikinci yaşı için gönderdikleri hediyelerden dolayı çok teşekkür ediyorum.. Artık iki adet çakma ve tamir takımımız var :)) Yusufcuk bi biriyle oynuyor bi biriyle.. İkisi birbirinden farklı çünkü.. Yerleri ayrı yani :))

Ayrıca Minel, tatlış Ranamın annesi Emine'nin yazın gelirken bize getirdiği hediyeleri de göndermiş bana.. Eminecim sana da çok teşekkürler.. Şimdi mevsimi geçti ama yazın eminim çok ciciş olacak benim oğluşum o kıyafetin içinde.. Boyutlarının yine uyacağına eminim, ne de olsa pek hızlı büyümüyor benim bebiş :))




Bir teşekkür de bana yeniden Blog Dostluğu Ödülü gönderen arkadaşlarıma.. Kaldera ve Volkan kardeşlerin annesine, Uragan bacıma ve Zehra'ya çooookkk teşekkürler.. Sayfama yine kondu kelebekler :))




..................


Annesine küsmüş Yusufcuk :))


Bu küsme olayının bir de yüzüstü yere uzanıp yüzü de minik, tatlış ellerle kapatma modeli var ki işte ona bayılıyorum..



........................



Ben dün ve önceki gün dışarıda önemli bir işimi hallederken, tam dört-beş saat uslu uslu oturmuş babaannesiyle Yusufcuk.. ( Babaannemiz geldi geçen hafta, Yusufcuğa bakmak için)

Maşaallah.. Biraz kolay, biraz zor ama büyüyor işte :)) Şükürler olsun..


Geldiğimde kapıda karşıladı beni miniğim.. "Yeni öjjedim" ( Seni özledim) dedi bana, "Meyaba annezim" dedi.. Benim oldu dünyalar.. Ben de onu özledim, burnumda tüttü gün boyu tatlı kokusu.. Çalışan annelere, daha da kötüsü yavrusundan farklı sebeplerle ayrı olan annelere sabırlar diledim defalarca..


Neler yaptığını anlattı yine bana, yanında olmadığım tüm zamanlarda olduğu gibi :)) Tağvon çijmişler, "mama piş, tağnıma düş" ( mama piş, karnıma düş) demişler, aşağıda top oynayan abilere "oynamaaa, ben onnicaaaammmm" diye bağırmışlar :))


Yusufcuk konuşmaya başlayınca, annelik tahmin ettiğimden çok daha keyifli hale geldi benim için.. Özellikle de konuşmayı bu kadar çok sevdiği için :))


Dün gece ben bilgisayar başında dinlemem gereken bir dökümanı dinliyorum, babaannesi de Yusufcuğu oyalamak için mısır patlatıyor ve ona da gösteriyor nasıl patladıklarını.. O da babasına bağırıyor heyecanla, "Baba mişiy piğğt piiğğt piiğğğt yağpiyo, pattiyo!!"


( Daha sonra bebişimin onlarla mısır yerken bir anda tabağı alıp "Anneme götüycem" diye benim kapıma dayandığını ve bana elleriyle -ve biraz da zorla- mısır yedirdiğini de yazmazsam olmaz.. Düşünceli meleğim benim.. Bensiz boğazından geçmedi demek ki..)

Bir de bu aralar çok kullandığı bir cümle var: "Anne beni tuğğğttt.." Gidip bir yere tırmanıyor ya da koltuklardan baş aşağı sallıyor kendisini, sonra da avazı çıktığı kadar bağırıyor "Anne beni tuğğğtt" diye.. Ya da girip sıkıştırıyor kendini daracık biryere, "İmdaaaağğğt" diye bağırıyor.. Dikkat çekmek için daha neler icat edecek, hiç bilmiyorum!!


Haftasonu elimde kağıt-kalem görünce hemen yanıma ışınlandı Yusufcuk, bilimum motorlu taşıtları çizdirmek için :P Ben de kalemi ters çevirdim, kağıda yazar gibi yaptım ve gösterdim "Bak annecim yazmıyor bu, çizemem şimdi, misafirlerimiz gitsin, öyle.." diyerek.. Yusufcuk ne yaptı dersiniz? Uçlu bir kalemin ucunu açmak için birkaç kez basarız ya arkasına.. Eliyle o hareketi yapıyor bana, "Anne boğle yap, boğleee.." diye..


Yani gerçekten, bilmediği, anlamadığı, hakkında fikir sahibi olmadığı bir konu var mı, çok merak ediyorum..



......................




Bilgisayardaki fotoğrafları düzenlerken aradan seçtim aşağıdaki fotoğrafları.. Birbirleriyle ilgili değiller ama üçü ard arda çünkü üçünün de ortak noktası fotoğrafın üzerindeki metin :))


İstanbul'a gittiğimizde, annemlerde çektiğim bir poz..

Yusufcuk, evde ayırılan fazla giysileri koymak için getirilen kolinin içinde..

Siz hiç böyle "tuz ruhu" gördünüz mü?
:))




Bu fotoğrafı da yazın köyde çekmiştim..
Genellikle evlerin dışında olan tuvaletlerden birinin girişi..

:))



Son fotoğraf da yine İstanbul'dan..
Yazılar parlamadan dolayı tam görünmemiş ama aynen şöyleydi:


SATILIK ŞAYIN (ŞAHİN DEMEK İSTİYOR)
TÜP
ALERİM
ODAMATİK ÇAM
MOTOR ZIVIR (Burası benim sokak ortasında kopmamı ve bu fotoğrafı çekmemi sağlayan kısım..)

Anlaşılan abi arabasına güveniyor :))



.........................



Geçen haftasonu, Pazar gününü Eymir Gölü'nde geçirdik biz..

Bunlar da o günün hasılatı :))






Dönüş yolunda, dünyayı bir yarasanın bakış açısından görmeye çalışan Yusufcuk :P Böyle taşıttı kendini babasına..



Bunlar da o gece bir alışveriş merkezinde gördüğüm yağmur botları.. Çok ciciş geldiler bana.. Fiyatları da çok uygundu aslında ama almadım.. 3o YTL'di galiba.. Deichmann'da gördüm.. Belki siz almak istersiniz..





.......................




Ondan önceki gün ise İrem ve karakuzusuyla birlikte canım, tatlı arkadaşım Özlemlerdeydik.. Yeni evi için "hayırlı olsun" demeye gittik :)) Rabbim huzurla, güle güle oturmalarını nasip etsin inşaallah..


Herzamanki gibi güleryüzüyle, inanılmaz kibarlığıyla ağırladı bizi Özlem.. Yusufcuk ve Ahmet Emir, okulda olmasını fırsat bilerek Bera abilerinin odasını savaş alanına çevirdiler resmen.. Biz rahatsız olsak da Özlem çocuklara müdahale ettirmedi bizi.. Sonra Sena ve Bera'nın da okuldan gelmesiyle kadro tamamlandı ve biz harika bir gün geçirdik..

Çok teşekkürler Özlemcim..
Pembiş çiçeklerle süslenmiş güzel sofran ve emeğin için özellikle..



Bu da küçük oyun grubumuz :))



....................


Söz verdiğim beş yazıyı ard arda ekledim ve yazdım işte :)) Ben tekrar gelmeye fırsat bulana kadar bu postla idare edin tamam mı?

Gerçi hiç belli olmaz, çok ciciş bir videomuz var bilgisayarda.. Birşeyler dinlerken bir yandan da onu yükleyebilirim belki bu akşam..