28 Eylül 2009 Pazartesi

Doğumgünü ve bayram tebriği mesajları ve yorumları için çok ama çok teşekkür ederim.. Önemsenmek çok güzel..

Şimdi kısa bir Yusufcuktan seçmeler bölümüyle karşınızdayız.. Birkaç gün sonra uzun uzun yazmaya fırsatım olacak inşaallah..

Yusufcuk yeniden kreşe başladı bugün.. "Ne yaptın annecim okulda?" diye sordum, "Kankalarla buluştuk.." diye cevap verdi bana..

!!


Bayram dönüşü otobüste bir yandan zıp zıp zıplıyor babasının kucağında, bir yandan da bağırıyor muavine: "Muavinnnnn!! Kek istiyoyum bennnnn..." Susuturuyoruz olmuyor, uyarıyoruz olmuyor.. En sonunda dedim ki "Annecim, çok ayıp olur muavin diye bağırırsan.. Ya amca dersin ya da abi.. Muavin diye bağırılmaz.." Bana ne dese beğenirsiniz.. "Ama öğyetmiştin ya bana sen, muavin diye hatiyliyoyum ben onun adını.."

Haklı çocuk :P Giderken o abi ne iş yapıyor sorusunu muavin diye yanıtlamış ve dakikalarca da Yusufcuğu o kelimenin "muabi" değil de muavin olduğuna ikna etmeye çalışmıştım.. Doğrusunu biliyor ya artık, kullanacak illa biryerlerde :))


Geçen gün Facebook'ta bir video seyrederken yanıma geldi.. Küçük bir kirpi yavrusu vardı videoda.. Fotoğraflarını çekmişler.. Yusufcuk baktı, baktı "Küçük kiypileye bayılıyoyum ama büyükleye bayılmıyoyum.." dedi..

:)))

Küçük şeylere olan muhabbetine bir örnek de kucağından düşürmediği bebeği !! - Hani şu erkek, Durmuş bebek, eski okuyucular hatırlar.. Kendisi ördüğüm bir boleroya modellik bile yapmıştı bir zamanlar :)) - "Yavyucummm" diye diye nereye gitse götürüyor o bebeği evin içinde.. Yeri geliyor bisikletinin arkasına atıp gezdiriyor "Gel babam seni işe götiyiyim" diye, yeri geliyor kıyafetlerinin çıkarıp "Tülalete çis"ini yaptırıyor :)) Ben de annesiymiş bebeğin bu arada :P


Sonraaa.... Pek kibar bir çocuk ya benim oğlum, "Tecekküy edeyim.." lafı hiç düşmüyor dilinden.. Bir de "Unuttun di mi anne? Unuttun!!" lafı.. Birşey istesin benden ve saniyeler içinde geri dönemeyeyim mevzuya.. Hemen unutmakla itham ediliyorum!!


Babasından, koltukların arasına sıkıştığı için odadan çıkaramadığı bisikletini çıkarmasını istiyor Yusufcuk : "Baba luplen çıktıyıy mısın şunuuuuu!! "

Ya da uyutmak yerine "uydurmak" diyor bazen.. "Anne uyduycak mısın beni aytık?" Ettirgenlik-oldurganlık eklerini anlatmam lazım bu çocuğa tez elden :P

Ay unuttum.. Bir ek sorunu da "denir" kelimesindeydi.. "Anne buna ne diyenir? Ne diyeriz biz bu şeye?" Biz, mesela elma diyoruz oğlum ama sen ne diyersin, artık sen bilirsin :))


Şimdilik bu kadar.. Bir sonraki yazıda çok güzel haberler verebilsem keşke..

Keşke..

Olmaz mı? Belki olur.. Neden olmasın?

25 Eylül 2009 Cuma

Blogger'a birşeyler oldu yine.. Bir açılıyor bir açılmıyor.. Bazen sadece başkalarının yazdıklarını okuyabiliyorum, bazen o da olmuyor.. Hazır şimdi açılmışken hemen yazayım dedim birşeyler.. Birsürü de fotoğraf ekledim size..


İlki, tabii ki söz verdiğim doğum günü fotoğrafımız..

İşte karşınızda, üç yaşını dolduran minik adamım..


Aşağıdaki şımarıklıklarının fotoğrafını da eklemesem olmazdı..

Anneannesinin hediyesi "koğccaman kamyon"la..
( Gerçi hediye demek ne kadar doğru bilmiyorum, markette görüp yapıştı ve zorla aldırdı.. Doom günü hediyesi de o oldu :) )


Dedesinin hediyesi saatini gösterirken..
Yine kendi seçimi, daha doğrusu yapışıp bırakmadıklarından :P
Babam baktı ki çocuk kolunu ısırıp ısırıp doğal saatler yapıyor, "En iyisi saat alayım ben buna.." dedi :))



Bayramda gelen kuzenine güya sarılırken :P
Zavallı hala kuzusu !!



Bayramın ilk iki gününü İstanbul'da geçirdik Yusufcukla.. İnsanın bayramı ailesinin yanında geçirmesi gibisi yok.. Bir yandan vizem hala çıkmadı diye üzülsem de bir yandan da bir bayramı daha ailemle geçirdim diye için için sevindim..


Bayramda hava kapalıydı aslında.. Ama dedesi Yusufcuğa söz vermişti "Bayramda sizi Üsküdar'a götüreceğim.. Balık-ekmekle kutlarız doğum gününü diye.." Hatta çay da girmişti işin içine ama Yusufcuğun ısrarı sonucu "mevve suyu"nda anlaşmışlardı :))


İndirdi indirecek yağmura aldırmadan, "Ben boğazın yağmurlusunu da severim.." dedim babama ve ilk gün İkindi vakti düştük Üsküdar'a doğru yola.. Herhalde hava yağmurlu diye pek çıkmamıştı insanlar evlerinden, trafik o kadar tenhaydı ki inananamadım !!


İyi ki gitmişiz..
Biz biraz dolaşana kadar hava açtı ve çok güzel bir bayram günü geçirdik..


Emektar makinem de beni yarı yolda bırakmadı sağolsun..








Balığımızı, gün boyunca yanımızda gezen küçük turuncu kamyon eşliğinde yedik :))




Bir yaş daha devirmenin verdiği coşkuyla anladık ki, Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaşa az kaldı :))




................................



O gün, sanki ne kadar çok seyredersem o kadar geç özleyecekmişim gibi dakikalarca içime çektim İstanbul'u.. İçinde yaşayanlar için zor bir şehir biliyorum ama onu özleyenler için de eşsiz..




Sonunda, Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur..




...........................




Bayramın ikinci gecesi ise, hiç planda yokken Yusufcukla yola düştük köye doğru.. Babası ve babaannesi minik adamımı çok özlemişti çünkü.. Bayram bayram çok zor olsa da -otobüsle dokuz saat yolculuk- onlar da sevinsin istedim..

Oradada bir doğum günü kutlaması oldu Yusufcuğun.. Kayınvalidem hazırlık yapmış ve akrabaları davet etmiş.. Biz gittikten sonra Ozan'ın ebesi -anneannesi- de kocaman bir kazanda hayır aşı pişirdi Yusufcuk için ve dağıtıldı.. Ebelerle, dedelerle, arkadaşlarla ve o güne özel bahar gibi havada hoplaya zıplaya çok mutlu oldu bebeğim..


Köyde çektiğim fotoğrafları merak edenler bir önceki yazıya bakabilir çünkü düzenlerken onları önce yükledim..



Son olarak Yusufcukla arefe gecesi aramızda geçen diyalogu yazayım da kaçayım ben.. Zira biz, bayram dönüşü otobüslerde yer bulamadığımz için -Ozan nasıl olsa biz olmayacağız diye arabayla gelmemiş- daha dün akşam gelebildik eve.. Dünya kadar iş beni bekliyor!!


-Yusufum, bak sana ne diycem.. Yarın senin doğum günün biliyorsun.. Abi olacaksın artık..
- Hi hii abi olucam ben, abiiii :))
- Ama abi olacağın için artık bazı şeylerin değişmesi lazım.. Mesela bebek gibi anne babanla uyumamamn lazım.. Artık kendi yatağına yatıracağım seni, oyuncağını da vereceğim, onunla abi gibi uyuyacaksın tamam mı?
- Hayiy anne!! Hayiyyyyyy!
- Ama büyüyyemezsin ki o zaman.. Abi olamazsın..
- Büyümücem ben.. Hep senle uyiycam.. Doom gunum olmasın benim!!
-Ama büyürsen işe gidip kendine araba alabilirsin.. Hep istiyorsun ya..
-İstemiyoyum.. Bebek olup seninle uyiycam..
- Ama büyümen lazım..
- Ama büyüysem lego kuleley gibi devyiliyim!!


Allahım Allahım !! Çok büyürse lego kuleleri gibi devrileceğine inanan bir oğlum var.. Ya da beni, böyle inandığına inandırmaya çalışan bir oğlum.. Esas amaç benimle uyumak değil yani :P



Şimdilik hoşçakalın..
Blogger izin verirse eklerim yine birşeyler..


Köydeki doom günü kutlaması ve bayram tatilinden kareler..








Kankalarla buluşmak gibisi yok :))


19 Eylül 2009 Cumartesi

Koskoca bir Ramazan daha geldi de geçti bile işte..

Açlığın terbiyesiyle arındırmaya çalıştığımız ruhlarımıza, inşaallah yeni yeni pencereler açabilmişizdir bu ayda..

Tüm günü aç geçirsek de, akşama ne de olsa canımızın istediğini yiyebileceğimizin rahatlığıyla tuttuğumuz oruçlar, bize, yemek istediklerinden çoğu zaman mahrum olanların halini ne kadar anlatabildi bilmiyorum.. Yine de kısmen mahrumiyeti hissetmek, onları anlamaya yaklaşmak bir kazanç olmuştur inşaallah..

Şimdi sırada bayram var..

Anne olduğumdan beri, bayramlar sevinç ve huzur olduğu kadar hüzün de oluyor bana.. İstiyorum ki, oğlumun yüzündeki o cıvıl cıvıl mutluluk tüm çocukların yüzünde de olsun.. Elleriyle seçerek aldığı,durup durup çıkararak "Bayyamda giycem ben bunu.." diye diye evdekilere gösterdiği yepyeni bayram ayakkabılarının sevincini her çocuk duysun..


Çok da geç değil aslında birşeyler yapabilmek, kazanç hanesine birşeyler ekleyebilmek için..


Hepimiz kendi evladımızla birlikte, çok değil, ihtiyacı olan bir tek çocuğa bile bir bayram kıyafeti alsak, minik bir hediyeyle çalsak şimdiye kadar kapısını hiç çalmadığımız -ve aslında bir müslüman olarak üzerimizde hakkı olan- bir ailenin kapısını, kimbilir kaç çocuk için gerçekten bayram olur bu bayram..


Biz oğlumla, renk renk bayram şekerlerimizi paylaşacak minik arkadaşlar aramaya çıkacağız yarın..
Siz de bize katılmak ister misiniz kendi mahallenizde ?


Herkese Hayırlı Bayramlar..



NOT: Bu sene bayramın ilk günü, aynı zamanda Yusufcuğun 4. yaşına basacağı gün de olacağı için ayrıca özel ve güzel bizim için.. Oğlumun üçüncü yaşını da sağlıkla, sıhhatle tamamladığını gösteren Rabbime sonsuz şükürler olsun.. Doom günü fotoğrafımız için sabırla bekleyiniz lütfen :))

15 Eylül 2009 Salı

Yusufcuğun dün gerçekleştirdiği biri çok büyük diğeri nispeten ufak sayılan iki afacanlığı..

Onların aklıma getirdiği ve yaz başında bir gecemizi hastanede geçirmemizi sağlayan başka bir afacanlığı..

Ozan'ın krize girmeyeyim diye Ankara'dan gönderdiği eski, emektar ve kısmen bozuk olan -şöyle tepesine tepesine birkaç tık tık vurmadan çekme moduna gelmiyor :)) - fotoğraf makinamla çektiğim birkaç kareyi..

Ufak iki sanatsal çalışmayı..

Ve diğer ayrıntıları..

Hepsini ama hepsini yarına erteliyorum..


Bugün sadece " Kadir Geceniz kutlu olsun! " demek için uğradım.. Rabbim umduklarımıza ulaştırsın, korktuklarımızdan muhafaza etsin inşaallah hepimizi..

Bu gecenin, hayatlarımızı bir kez daha iyiye doğru sıfırlaması duasıyla..

Hayırlı "Kadir"ler..

14 Eylül 2009 Pazartesi

İstanbul'a geleli tam bir hafta oldu ve ilk defa bugün güneşli hava.. Buna bir de artık "fotoğraf makinası" travmamı atlattığımı eklersek -elhamdulillah- keyfim çok yerinde bugün..

Yanlız ufak bir ayrıntıyı itiraf etmeden geçemeyeceğim.. Dün, sahile indik akşamüstü annemlerle biraz.. Hem deniz havası alalım hem de Yusufcuk enerjisini evdeki koltukların kenarında barfiks çekerek atmak yerine sahildeki jimnastik aletleriyle oyalanarak atsın diye..

Manzara müthişti.. Parça parça bulutların arkasında, kırmızının her tonunda haleler oluşturmuştu batmaya yakın güneşin ışıkları.. İki eski yük gemisi yanaşmıştı küçük rıhtıma.. Banklar, ağaçlar, dalgalar gölge gölge tonlarla muhteşemdi..

Elim ister istemez çantama, herzaman fotoğraf makinamın durduğu yerdeki boşluğa gitti !!

İçimin sızladığını farkeder farketmez "Hadi gidelim.." dedim annemlere.. Fotoğraf çekemedim ya, sanki boşa gitti gibi geldi bana gördüğüm tüm o güzellikler..

Farkettim ki ben, hayatı kadrajda görmeyi seviyorum..




..................................



Çarşamba günü iki güzel şeyin gerçekleşmesini bekliyoruz.. İlki -inşaallah- kardeşimin askerden gelmesi.. İkincisi de o gün ya da gecesinde vize sonucumun açıklanması.. İnşaallah ikisi de hayırla, güzellikle gerçekleşir..




..................................



Aşağıdaki kısmı, geçen hafta yola çıkmadan önce yazmıştım. Tamamlayamadığım için taslak olarak kaydetmişim, kalmış.. Bari bugün ekleyeyim dedim, unutulup gitmesin arada..


Ben banyoda birşeyler yapıyorum - muhtemelen temizlik - Yusufcuk arkada, plağı sardırmış gidiyor:

- Anne napiyosun? Napiyosun? Napiyosun anneeee?

En kestirmesinden cevap veriyorum:

- İş !!

O da en afillisinden bir soruyla karşılık veriyor bana:

- Niye, iş makinası mısın sen?

- !!!!!!!!

............................




Eve, oğlunu çoooooook özlemiş bir şekilde gelen her baba gibi, bizim babamızın da tek isteği oğluyla biraz oynayıp vakit geçirmek, onu öpüp koklamak.. Ama Yusufcuk babasına kendini pek öptürmeyen, ben varken onun kucağına bile gitmeyen ve işine gelmediği zaman konuşmayan anneci bir kişilik.. Geçen gün babası eve geldiğinde öpmüş bir kere.. Sonra meyve yerken babası bir daha öpmek için kucağına çağırdı.. Çok bilmiş küçük bey ne dese beğenirsiniz?


"Salonda öptüm ya, daha ne istiyosun?"


Yok, estağfirullah, daha ne ne isteyelim çocuuum, sen lutfetmiş öpmüşsün bir kere :P




...................................




İki gün önce, ben mutfakta yemek yapıyorum, yine tatlı tatlı konuşuyor Yusufcuk eteğime yapışmış bir şekilde.. Dayanamadım, "O küçücük ağzını yerim seninnnn.." dedim. Bir adım geri çekildi hemen.. "Ama o zaman ben yemek yiyemem ki ağjım olmassaaa.." dedi !! Bu sefer de "Tamam o zaman, aklını yerim.." dedim. Yine bir adım geri çekildi ve cevabı yapıştırdı: "O zaman da oyucun bozuluyyy.."





................................



Ufak ve son bir ayrıntı daha..


Yusufcuğun, istediği birşeyi yaptırmak için son numarası..
Birkaç kez istiyor birşeyi.. Ama mesela, mutfakta sandalyeye çıkıp oradan da dolapların üstüne tırmanmak ve orada ne olduğuna bakmak gibi pek makul birşeyi :P Ben de doğal olarak "Hayır" diyorum tabii.. Yaklaşık on kere daha şansını denedikten ve on kere daha "hayır" kelimesini duyduktan sonra da bombayı patlatıyor :

"Ama yavlalıyoyummmm.."


Bu yalvarma bazı durumlarda işe yarıyor, itiraf etmeliyim.. "Yalvarmanı yerimmmmm." diye diye en yapmayacağım şeyleri yaptığım olmuyor değil :)))


Şimdilik bizden bu kadar..
Herkese iyi haftalar !!

12 Eylül 2009 Cumartesi

Bazı şeyler oluyor insanın hayatında, bazı garip şeyler.. Kontrolünün dışında.. Canını çok acıtan.. Aslında "ayna" olmak sadece onların görevi.. O şeyi yaşayan insana ayna olmak ve göstermek "asıl"ı, acı da olsa..

Ve bazen o aynaya bakmak sadece utandırıyor insanı..


..........................



Dün oturdum, gün boyunca yas tuttum fotoğraf makinam için.. Hatta gece bile kendime gelememişim ki uyku tutmadı.. Kalktım, dolandım evin içinde..

Mesele çok iyi bir makina olması değildi, fiyatı değildi, özellikleri değildi.. Mesele, çok sevdiğim, gerçekten uzvum gibi hissettiğim bir şeyi kaybetmiş olmaktı.. Onu birisinin, omzumda asılı çantadan, kimbilir nasıl almış olduğuydu.. Mesele, bana ait olan birşeye, hakkı olmadan uzanmasıydı bir elin..

Ve tabii, kendimi sorguladım durdum.. "Nasıl oldu da farketmedim?", "Nerede çaldırdım acaba?", "Kafam neredeydi ki benim çantama giren eli farketmedim?" Ve hatta, "Niye götürdüm ki o makinayı yanımda? Ellerimle niye koydum ki çantaya? Sanki foto-muhabirim.." diye diye söylendim bir yandan da hala olanı kabullenememiş bir halde evi ararken..

Ozan aradı durdu defalarca "Kendine geldin mi?" diye.. Hatta doğruyu söylemek gerekirse kızdı da biraz : "Bu kadar büyütecek ne var? Altı üstü bir fotoğraf makinası.."

Beni anlamadığı için ben de ona kızdım..

Sonra düşündüm, doğru söylüyordu aslında "Ya sana birşey olsaydı? Ya bıçaklasaydı seni alan kişi, ne olacaktı?" diye sorduğunda.. Evet, ya farketseydim ve direnmeye kalksaydım, bana birşey yapsalardı? İstanbul burası, insanların on lira için yeri geldiğinde trenden atıldığı, yeri geldiğinde arabayla sürüklendiği bir şehir..

Sonra annem girdi devreye.. Bir hikaye anlattı bana..

"Bir zamanlar çooook uzun bir ömür yaşamayı ve alemin tüm seslerini duymayı herşeyden çok isteyen bir adam varmış.. Allah'a yalvarmış, yalvarmış ve en sonunda duası kabul olmuş.. Allah ona çevresindeki tüm varlıkların seslerini duymayı bahşetmiş..

Birgün adam çiftliğinde çalışırken, tarlasının kenarında açlıktan orayı burayı didikleyen iki çakal görmüş.. Hayvanlar aralarında konuşmaya başlamışlar ve adam da kendisine bahşedilen özellik sayesinde bunları duymuş.. "Merak etme," demiş bir çakal diğerine, "Şimdi açız ama yarın bu çiftliğin sahibinin eşeği ölecek.. Etini yiyemeyecekleri için muhtemelen buraya bir yere gömerler, onunla karnımızı doyururuz.."

Adam bunu duyar duymaz hemen eşeği pazara götürüp iyi bir fiyata satmış ve böylece zarar etmekten kurtulmuş..

Aradan bir zaman geçmiş, adam yine birgün çiftlikte gezerken bu kez de kendi aralarında konuşan birkaç çiçekten ertesi gün samanlığın yanacağını ve tüm ekinini kaybedeceğini öğrenmiş.. Hemen elindeki tüm samanı satmış, zarar etmeden işi kurtarmış olmuş..

Günler böyle geçip gitmiş.. Bir gün öleceğini duyduğu ineğini satmış, bir gün kaybedeceğini duyduğu bir malını..

Ama bir gün gelmiş, Azrail Aleyhisselam dayanmış kapısına.. Bahşedilen özellik sayesinde adam onun da dediklerini duymuş tek tek..

"Seni almaya geldim.." demiş Hz Azrail..

"Ama" demiş adam, hani dualarım kabul olmuştu, uzun bir ömrüm de olacaktı benim.." O zaman Azrail Aleyhisselam durumu şöyle açıklamış ona: "Senin malına ve sevdiğin şeylere gelen her türlü kaza ve kayıp, aslında sana gelen eceli, musibeti engellemek içindi.. Ama sen her defasında ya sattın, ya savdın ve sana gelecek musibeti hep kendine döndürdün.. Artık kendinden başka, sana geleni karşılayacak hiçbir şeyin kalmadı.. O yüzden seni almaya geldim.."


Bu hikaye biraz kendime getirdi beni.. Yorumlarda da yazdığınız gibi, "Cana gelmedi ya, şükür ki mala geldi.." dedim.. "Sana Allah'ı hatırlatan, seni O'na yönlendiren bir kayıp, sana O'nu unutturan herşeyden daha hayırlıdır." dedim..

Sonra babam bir kez daha hatırlattı, bir müminin bir zulüm ya da afetle kaybettiği malının sadaka hükmüne geçtiğini.. "İnşaallah sadaka olmuştur." dedi, "Amin" dedim..

Sabah da evin kapısında, kilit gövdesinin yanında daha yeni, bıçakla açılmış oyuğu gösterdi bana.. "Oldukça uğraşmışlar eve girmek için.." dedi, "Artık gerçekten ne Allah ne de kul korkusu var insanlarda.."

(Allah'ım, bizi içinde Senin korkun olmayan insanların şerrinden koru !! Amin.. )


Ve sonraaa.... Bu haberi gördüm televizyonda.. İşte o anda bitti herşey !!


Benim kaybettiğim bir "şey"di..
Orada kaybolan ise bir can..


Dedim ya, insan bazen, yaşadığı bir olayın aynasında tüm çıplaklığıyla görüyor kendisini..

Ve ben, dün aynada gördüğüm Kuaybe'den çok utandım..

10 Eylül 2009 Perşembe

Moralim sıfır..
Maltepe'de fotoğraf makinamı çaldırdım !! Hediyeydi, en güzel makinemdi.. Hala kabullenemiyorum, elimle çantaya koyduğum halde, "Belki buralarda biryerdedir.." diye evi arıyorum :((

9 Eylül 2009 Çarşamba

Oh bee..
"Şimdi İstanbul'da olmak" varmış..

Dışarda bir deli yağmur, havada mis gibi toprak kokusu..

5 Eylül 2009 Cumartesi

Salı : İftarda 15 kişilik arkadaş grubunu ağırlama

Çarşamba : Bir üniversite arkadaşımı iftarda misafir etme

Perşembe : Kocacığıma ve fuar arkadaşlarına dokuz kişilik iftar yemeği hazırlama ve ardından işyerine gitme, orada arkadaşlarla iftar etme, ardından bir kına gecesine katılma

Cuma : Neredeyse sabahtan öğlene kadar süren bir hediye alışverişi ve sonrasında işyerinde biraz takılıp oradan Kızılay'a gitme, biraz dolaşma ve sonrasında kreşten Yusuf'u alma, sonra tekrar işyerine gitme, orada arkadaşlarla buluşma ve bir iftar davetine gitme

Tüm bunların ardından şu anda hissettiğim, ayaklarımın ve belimin sızısı, günlerdir uykuya hasret olmanın verdiği beyin uyuşukluğu - bu gece de olduğu gibi, her gece sahura kadar oturup sonra yatıyor ve sabah erkenden Yusuf sayesinde yataktan zıplıyorum!! - ve iç sesimin "Yarın tüm günü yatarak geçirmeyen ne olsun!!" çığlıkları..

Ay ben n'aptım kendime yaa !!
Oruçlu oruçlu bayılacaktım az daha bugün..

Ama işin güzel yanı, bugün son iş günümün olmasıydı.. Üç hafta tatilim.. Yeni döneme de Allah kerim bakalım.. Ayın 15'ini bekliyoruz vize meselesi için.. Sonrası ona göre şekillenecek artık..

Haftaya inşaallah İstanbul'dayım..
Bu sene de Eyüp'te iftar etmek nasip olacak mı bakalım?


Not: Bir önceki postta, ebruyu asıl yapan o hanım, öğrenen de Ozan.. Tam tersi gibi anlamış bazı arkadaşlar :)) O sadece ilk ebru denemesiydi..

İkinci not: Maviş kombinimde ucundan accık görünen etek, geçen hafta bahsettiğim terzi mamüllerinden biri :)) Belden korsajlı, kloş bir etek.. Bir de beyazı var, bir ara fotoğraflarını çekip eklerim inşaallah.. Çok cici oldu ikisi de..