26 Aralık 2009 Cumartesi

Biz bu elden gider olduk
Kalanlara selam olsun..
Bizim için hayır dua
Kılanlara, selam olsun..

Mahzun Kuaybe söyler sözün,
Yaş doldurmuş iki gözün,
Bizi bilmeyen ne bilsin,
Bilenlere selam olsun..

( Yunus Emre'den, bozulmuş haliyle..)


Türkiye'de son gece..
Herzamakinden kısa, uykusuz ve mahzun..

Yol uzun malum, gidip de dönmemek, gelip de görmemek de var..
Hepiniz hakkınız helal edin olur mu?

Sizi seviyorum.. En kısa zamanda yeniden haberleşebilmek ümidiyle..
Hoşçakalın.. Dua beklediğimizi unutmayın..

24 Aralık 2009 Perşembe

Türkiye'de son üç günüm..

Çok ama çok ağlamaklı/duygusal/depresif/agresifim..

Kelimelere dökemeyecek kadar hüzünlüyüm..

Sevdiğim, sevmediğim..
Değer verdiğim, vermediğim..
Kıymetini bildiğim, bilemediğim ne varsa, kim varsa geride kalıyor tek tek..

Ben neye "evet" demişim, yeni yeni anlıyorum daha !!


Aslında anlatacak ne çok şey var ama anlatacak hâl yok bende..
Gece gece, bir iç dökme sadece bu.. Ara ara ıslanan gözlerini nasıl saklamaya çalışıyorsa benden annem, ben de bunları saklıyorum ondan dudaklarımı ısıra ısıra..

Şimdiden gurbet.. Ahh gurbet !!

10 Aralık 2009 Perşembe

Hani insan tam kaybedecekken anlarmış ya birşeyin kıymetini ve o şey belki olduğundan bile daha değerli gelirmiş ya ona, işte aynen o durumdayım.. Yarın sabah teslim ediyoruz bilgisayarı ve benim şu anda deliler gibi yazasım var !!



Ankara'da son üç günümüz.. Cumartesi taşınıyoruz inşaallah.. Nakliyeyi ayarladık.. En geç 25 Aralık da uçuş tarihimiz, bilet de yarın kesinleşecek inşaallah..



Önce köye, oradan İzmir'e ve sonra da İstanbul'a.. İstediğim kadar uzun kalamayacağım annemlerle ama buna da şükür.. İnşaallah en kısa ve hayırlı zamanda, güzel sebeplerle Türkiye'ye gelmek nasip olur.. Bu yaz zor ama Allahtan ümit kesilmez..





Seyhan'ın aşağıdaki yazıya yaptığı yorumdan aldığım cesaretle annemin hediyesi olan fincanı ve arkasında görünen ve benim için çok özel olan saati götürmeye karar verdim.. İnşaallah kırılmazlar.. Yarın hazırlayacağım son büyük valizin en ortasına yerleştireceğim itinayla :))


( Ozan ve ben :P )




Bir de bu şirinlikleri götüreceğim.. Bunları da annemle barber almıştık bir fuardan..

Yusufcuk yumurtasını bunlarla yemeye bayılıyor.. Ona da Türkiye'yi sürekli hatırlatan birşeyler olsun istiyorum.. Kitaplarının da bazılarını alacağım zaten.. Küçük oyuncakları da sırt çantasına doldurduk mu tamamdır :))



.....................



Büyüklerin deyimiyle, "Allah kimseyi gördüğü günden geri koymasın.." Bayrama giderken, bulaşık makinemi ve mikrodalga fırınımı İstanbul'a götürdüm, anneme.. ( Diğer beyaz eşyalarımı da kayınvalideme vereceğim zaten.. Beyaz eşyalar durmuyor çünkü, kullanılmazsa oksitlenip bozuluyor bir süre sonra, daha önce tecrübe ettim, oradan biliyorum.. ) O günden beri evde birşey yenecek diye ödüm kopuyor :P Bulaşık yıkamayı unutmuşum resmen ! Zaten sevmezdim, bu kadar uzun bir aradan sonra hiç istemiyor canım.. Neyse ki iki üç gün kaldı şunun şurasında :))


( Ay kayınvalidem duymasın :P Kendisi bulaşık makinesinin icadına bile karşı bir hatundur.. Bulaşığı elde yıkamayan kadın, kadın değildir ona göre!! Ben alınca pek bir direndi başta, hatta makine dururken elinde yıkadı doğuma geldiğinde bütün bulaşıkları ama şimdi en azından alıştı biraz.. Ay gece gece niye dedikodu yaptıysam ben şimdi :P )


Ne diyordum? Haa, gördüğünden geri kalmamak.. İnşaallah Amerika'da da çamaşır ve bulaşık makinesi olan bir evim olur yoksa gerçekten ne yaparım bilmiyorum.. Orada yaşayıp yazanlardan biliyorum, çok zor bir durum.. Evler lüks, herşey var ama çamaşır makinesi yok !! Ay ne biçim anlayış yaa..

.....................



Son olarak birkaç sorum var tecrübeli arkadaşlara valizlerle ilgili..

Uçakta el bagajında ne taşımaya izin veriyorlar? Yani kastettiğim, mesela bakliyat, baharat ya da salça gibi şeyler koyabilir miyim? Ya da sarma yaprağı veya pekmez :))


Sonraaa.. Krem, parfüm gibi şeyleri el bagajına ya da çantama mı almam gerekiyor yoksa uçağa vereceğim valize mi? Birinde yasakmış ama hangisi bilmiyorum..


Ve son olarak da.. Valiz en fazla kaç kilo olabiliyor? Kilo sınırını aşarsa ne kadar ödeniyor kilo başına? Bilgisi olan var mı?



Hoşçakalın cicikler..
Yolculuk öncesi yeniden görüşürüz inşaallah..


8 Aralık 2009 Salı

Ozan da aldı vizesini çok şükür.. Ciddi ciddi sonuna geldik bu işin be günlük !!



Aslında yarın da kalan iki dişini aldıracaktı ama cerrah bir konferansa katılmış galiba, hastanede olmayacakmış bir süre.. Zamanın bizim için herşeyden daha önemli olduğu şu dönemde hiç olmadı ama bu.. Zaten pek niyetliydi aldırmaya (!) vazgeçmesi hiç de zor olmadı yani :P



Evi hemen taşıyoruz inşaallah.. Hatta Ozan'a kalsa yarın taşıyoruz ama ben toparlanamam ki iki günden önce.. Dünya kadar ayrıntı var daha halledilmesi gereken..



Bu arada not düşeyim buraya da, en zoru kitaplarımı toplamak oldu benim için.. Ve elemek, istemesem de.. Benimle gelecek olan birkaç şanslı hariç hepsi kolilerde bekleyecek beni kimbilir ne zamana kadar :((



Ve bir de ufak tefek ama herbiri bir hatıra taşıyan minik eşyalarım çok zorladı beni.. Annemin aldığı bir fincan mesela.. Kahvemi, sıcak çikolatamı hep onda içerdim ben.. Biliyorum, onu arayacak elim rafta her kahve içişte.. Hani kırılmayacağını bilsem götüreceğim :(( Sonra mesela bazı kalemlerim, minik süslerim ve tahta çiçeklerim, kalın diye elediğim kazaklar ve hırkalar.. Bavula attığım birkaç miniş haricinde hepsi geride kalacaklar.. Pöhüüü..



Bazı eşyalarıma bu kadar bağlı olduğumu bilmiyordum.. Sanırım ayrılma ihtimaliniz olmadan siz de bilemezsiniz..





********




Aklıma gelmişken işimizle ilgili ayrıntıları da yazayım kısaca.. Sonra fırsat olmayacak çünkü.. Ozan istifasını verdiği için yarın ya da öbür gün araba, bilgisayar ve interneti teslim edecek şirkete.. Yani sayın okur, bir süre yazamayacağım maalesef.. Yorumları ve mailleri de İstanbul'a gittikten sonra cevaplayabilirim ancak sanırım..


Ben birkaç kere bahsetmiştim burada da, üniversiteden bir arkadaşım var Amerika'da.. Beş senedir orada yaşıyor ve çalışıyor.. O bana daha önce de bahsetmişti orada Türkçe öğretmenliği yapabileceğimden ama ben Ozan henüz okulunu bitirmediği için hiç bulaşmamıştım meseleye.. Geçen sene -yani Ozan son sınıftayken- tekrar Türkiye'ye geldi arkadaşım ve tekrar konuştuk bu meseleyi.. Benim aklıma yattı.. Özellikle o dönem bazı yayınevleriyle -hem ödemeyle ilgili hem de mesaiyle ilgili- sorunlar yaşayıp da çalışmayı tamamen bıraktığım için çok yattı :))


Amerika'da bazı okullarda seçmeli Türkçe dersleri var.. -Türk Koleji değil, normal Amerikan devlet okulu bunlar, hükümete bağlı- Ben de bu okullardan birine başvuru yaptım ve kabul ettiler.. Vize için başvurdum.. Gerisini de biliyorsunuz zaten.. Bir seneye yakın bekledim ve sonra Ozan da başvurdu mezun olunca.. Şu anda şükürler olsun, ikimizin de vizesi hazır.. Sadece buradaki işleri halledip Amerika'da 4 Ocak'ta başlayacak olan ikinci dönem derslerine yetişmek kaldı..


Amerikalı öğrencilere Türkçe öğreteceğim yani, işin özeti bu..

Başka sorusu olan ?



********



Ben şimdi kaçayım, biraz daha toparlanayım.. .. Aşağıda bir yazı daha var zaten, ikisini ard arda ekledim.. Dediğim gibi, fırsat olursa yazarım ama yazamazsam bilin ki ben artık bilgisayarı ve interneti olmayan zavallı bir bloggerım :P Krize girip de bir internet kafeye dalmazsam öncesinde, İstanbul'a gittiğimde görüşürüz..



Kendinizi ve etrafınızdakileri sevin, sevindirin..
İsteyen beni de sevindirebilir tabii :P


Ve en önemlisi de dua beklediğimi unutmayın.. Her konuda kolaylık diliyorum Allahtan, dualarınızla bana yardımcı olun olur mu?


Ses veren-vermeyen bütün okuyucularım, sizi seviyorum ..
Hoşçakalın..

"Yusufcuktan Seçmeler" ve Yusufcuk'ta aşk kavramı" demiştim ya hani, buyrun efendim..


- Rüyalarını anlatıyor bu ara bana Yusufcuk sabahları kalktığında..
(Rüya ve gerçeği ayırt etmesine de bayılıyorum bu arada.. "Uyuyken göyünenler yüya"ymış :))

Örnek :
"Yüyamda lolipop ağacı göydüm.."
"Yüyamda gemi göydüm, süsleyin üstünde yüzüyodu.."




- Bizim ev tam bir mimarlık-mühendislik harikası, daha önce bahsetmiştim :P Yatakodamız yan dairenin mutfağına bitişik ve bu durum ne gece ne gündüz rahat bir uyku uyutmuyor insana!! Yan komşum vardiyalı çalışan bir çift, karı koca güvenlik görevlisi.. Bir de bebekleri var.. Evin ne gecesi var ne gündüzü, sürekli faaliyetteler :)) Su şıkırtısı, bardak tıkırtısı, tencere tava katırtısı ne ararsanız var günün her saati :P Ay çok zor inanın! Özellikle de benimki gibi en ufak çıtırtıyı sensörleriyle anında algılayan bir bebeniz varsa, vay halinize -yani vay halime- !!

Geçen sabah yandan gelen "kıt kıt kıt" benzeri ritmik bir sesle uyandık Yusufcukla.. Yatağın içinde doğruldu ve sesleri dinledi bir süre.. Sonra "Anne bu ney sesi?" diye sordu bana.. Ben de kahvaltı hazırladıklarını, onun sesi olduğunu söyledim.. Ne dese beğenirsiniz?

"Çekiçle mi hazıylıyoylay kahvaytıyı?"

Gerçekten de aynen çekiçle birşeyi çakarken çıkan ses gibiydi gelen ses.. Belki de sarmısak dövüyordu kadın ne biliyim :P




- Son günlerin son bombası:
"Yeniden bebek olmak istiyoyum ben.. Yine emcem !"

Ay tabii, başka bi emriniz ?

:P

İki sene sana yetmedi galiba Yusufcuk bey ama bana yetti de arttı bile !!



- Kokulara çok duyarlıyız!!

" Mis gibi bişey kokuyoy anne, makayna mı kokuyoy?"

" Ay bu otopayk da çok esgos kokuyoy !" ( Egsoz dedi, anladınız siz )

" Boya kokuyoy buyası ama güzel kokuyoy boya, seveyim ben.."






- Arada da sevecenliğimiz de tutuyor..
"İçimde annemin sevgisi vay, babamınki vay, kaydeşiminki vay, (hangi kardeş diye sormak istiyorum hemen :P) teyzeminki vay, (hangi teyze, yok ki teyzemiz.. belki de blog teyzeleridir :P) kayınvalideminki (buna da sadece ünlem koymak istiyorum !! ) vay.. Hepsi buyda, kalbimin içinde.."

......................




Aşk konusuna gelirseeeeekkkk....



Bu biraz karmaşık.. Bu aralar Yusufcuğun dilinde sürekli bir "ask" lafı var.. Bana "Senin askın kiiiiiiğğğmmm?" diye soruyor, ben de "Biliyorsun sen kim olduğunu.." deyince, "Hii, babitim.." diyor hemen :)) ( Babit=baba bu arada :P )


Ona göre babasıyla sarılmamız, şakalaşmamız, yan yana oturmamız bile "ask yap.mak" !!


Olayı şöyle özetliyor: Biz ask olmusuz, ben gelin olmuşum, sonra o benim kaynımdaymış, sonya da doktoylay onu almış :)) Farklı zamanlarda anlattığım şeyleri böyle birleştirdi kafasında..


Televizyonda ya da afişlerde falan gördüğü süslü, özellikle de rujlu kadınların genel adı da "ask" !! Olayı çözmüş çocuk :P


Bayramda televizyonda bir program vardı, sunucu kadın ve erkek konuk oturmuş konuşuyorlar.. Beni çekti televizyonun önüne, diyor ki "Anne bak, ask aska otuyuyoylay.."

:))



Bir de "du.dakla.şma" meselesi var ki onu hiç sormayın !! Anladınız siz onu..


Biz normalde evde çok dikkat ediyoruz Yusuf'a televizyonda falan uygunsuz bir sahne seyrettirmemeye ama herkes aynı özeni göstermiyor maalesef.. Bir yerde uygun olmayan bir sahne gördü ve o günden beri onun adı dudaklasma !! Yanaktan öpmeye de yanaklaşma diyor kendisi :P


Ve kural, sadece asklar dudaklasırmıs !!

Allahım!


Cinsel kimliğinin bu yaşta gelişmeye başladığını biliyorum ve onu yanlış bir bilgi ya da duyguya yönlendirecek açıklama ya da tavırlardan kaçınıyorum ama açıkcası tam olarak ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum.. Bugünlerde de bu konuda okumaya yoğunlaşmam lazım ama fırsat da yok ki !!



Hadi size bol "ask"lı günler bakalım..
Varsa bilgisi, önerisi, açıklaması olan, yorum kısmına alalım :))

6 Aralık 2009 Pazar

Bir haftaya uzattığımız bayram tatilinin ardından yine Ankara'dayız..

Ama galiba bu, Ankara'da son haftamız.. Babamız Salı günü vize mülakatını geçer ve Çarşamba günü de kalan iki yirmilik dişini aldırırsa, ayaklanır ayaklanmaz evi taşıyoruz inşaallah.. Ondan sonra da önce köydekilerle vedalaşma, sonra İzmir ziyareti ve en son da annemlerle son İstanbul keyfi.. Şimdilik gidişimiz Aralığın son haftası olarak görünüyor.. Yeni yıla yeni bir ülkede gireceğiz galiba bu sene..

Gelelim tatil ayrıntılarına..

Bu fotoğraf, bayram tatilinin en eğlenceli anlarından birini hatırlatacak bana..

Yusufcuğu pazarda oyalamak için aldığım ama kısa bir süre sonra patlattığı "Spayyıy men" annemin ellerinde operasyondan geçmekte..


Annem, ağlama sesiyle pazarı çınlatan Yusufcuğu "Evde ameliyat edicem ben onu, üzülme sen.." diye susturdu !!
İnanmadım ama resmen ameliyat etti balonu :P İçine gazete doldurup kenarlarını dikti !! Yusufcuk da heyecanla ameliyattaki hastasının başını bekledi :))

Sonuç: Spayyıymen bir süre "O eski haaağğğğlimdeennn eser yok şimdiiiiii.." modunda dolandı ortalıkta sonra da bütün dikişleri patladı Yusufcuğun elinde oradan oraya atılmaktan !!

Yusufcuk oyalandı ve mutlu oldu ya, daha ne isterim :))


Gelelim pazar maceramıza.. İki gün üst üste pazar gezmekten -ki ilk gün abartısız dört saat dolaşmışız !- o akşam bacaklarımın ağrısından duramadım.. Hani olur ya, insan çok yorulunca böyle su akar gibi bir his olur bacaklarında, işte o hisle kıvrandım yatakta :P


Ama bunlar için değmez mi?


İkisi anne hediyesi bu ciciklerin.. En alttaki kemanlı-notalı da uğruna o kadar saat dolaştığım, bulana kadar pes etmediğim eşarp :))


Özellikle bu trençkotlu olana Victora'nın sayfasında gördüğümde bayılmıştım zaten.. Ama benim tercihim herzamanki gibi pembe olandı :)) Kırmızısı olsa onu da alabilirdim :P


( Trençkot demişken.. Bugün bu, bu, bu ve bu trençkotu buldum linkten linke gezerken.. Özellikle buna ve buna bayıldım.. Demek ki böyle şeyler alabileceğim Amerika'da.. Oleyyyyy.. )


Ayrıca çok güzel gömlekler, bir tunik ve iki de etek aldım ki kimse inanmaz pazardan aldığıma.. Zaten normalde de pazardan alıyorum bazı kıyafetlerimi ama kimse inanmıyor !! İstanbul'un pazarları bambaşka.. Abonesi olduğum birkaç amca var :)) Ünlü markaların seri sonlarını getiriyorlar etiketlerini kesip.. Ben de belki onda bir fiyatına alıyorum aynı şeyi, fena mı?



....................




Yusufcuk bayramı "zırvana"ya ulaşmış bir şekilde geçirdi.. Eve döndük, hala tam olarak kendine gelebilmiş değil !! Şımarıklık yaşla artan birşey, buna kanaat getirdim :P


Özellikle trafikte olduğumuz iki gün, arabada sıkılmanın da olayı abartmasıyla bana çok zor anlar yaşattı.. Bir yandan bize bağırıyor, bir yandan tükürüyor, bir yandan şımarık şımarık oraya buraya atıyor kendini.. Ayy benim masum, sevecen bebeğim nereye gitti?

Benim bilmediğim bir "üç yaş sendromu" falan mı var acaba ?

Artık ne güzellikle ne de azarlamayla anlamıyor ya da yapmıyor maalesef istediklerimizi.. Öyle bir inatlaşma ve terslik dönemine girdi ki anlatamam !! Umarım bu geçici bir dönemdir ve bu agresiflik çabucak biter yoksa ikimiz de birbirimizi çok yıpratacağız, kaçış yok :((


Çok şımardığı gün annem dedi ki aradabada, "Yusuf niye böyle yapıyorsun annanecim, dur eve gidelim de çocukluğuna bir inelim senin :P " :)) Tahammülü son noktasına gelen Ozan önden atladı hemen: "Ne inmesi? Çocukluğuna indiricem ben onun indiricem, hele eve bi gidelim !! :))

Durum vahim yaa, cidden vahim !!



.....................



Hani Anadolu Feneri'ne gitmiştik ya bayramda.. Ozan köye annesinin yanına gidip de toplantı için tekrar İstanbul'a döndüğünde yine bir gezi düzenledik hemen.. Bu kez de hatırı kalmasın diye Rumeli Feneri'ne gittik..


Fenere giden yol..



Fenerin hemen yakınında, bana Lost'u hatırlatan orman :))
Ağaçlar o kadar uzundu ki başımı tamamen arkaya yatırmadan tepelerini göremedim !!



Ve bu ormanda da bulduk şu şirin orman çileklerinden..
Sanatsal çalışmalar yaptım çektiğim fotoğraflarla :P



Rumeli Feneri




Fener Kalesi





Ve kalenin ön tarafında da Karadeniz..

Sahil çok ama çok güzeldi.. Kuzey sahilleri gibi aynı, kayalık ve bembeyaz dalgalı..
Twilight'taki sahili hatırlattı bana :)) (Yedinci seferi de annemle izledim bu arada!!)



Şimdilik bu kadar.. Kalan birkaç fotoğrafı da daha sonra yüklerim artık.. Bir de "Yusufcuktan Seçmeler" ve "Yusufcuk ve aşk kavramı" !! yazısı hazırladım ama önce biriken işi gücü halletmem lazım..


Salı ve Çarşamba günü için ayrıca uğrar, dua isterim artık..
Hoşçakalın..