27 Şubat 2007 Salı

Bugünlerde birçok yenilik ve değişiklik var hayatımızda..


Örneğin, artık diş kaşıyıcımızı ciddi ciddi kemiriyoruz :(


Sonra...

Yeni "kucakta duruş şekilleri" icat ediyoruz :)


Emziğimizin ucunu emmiyor, kenarını kemiriyoruz :)


Yatağımızda zinhar düz yatmıyor, yanlamasına yatıp ayağımızla "kenardaki tahtalara tekme atmaca" oynuyoruz :)


Veee.. Tatlı portakalların suyunu büyük bir zevkle emiyoruz :)

..................

Bunlar iyi de sanırım kötü olan 3-4 gündür minik meleğimin sürekli bağırması, ağlaması ve huzursuz olması.. Biz dişten şüpheleniyoruz ama doğrusunu doktor teyzemiz söyleyecek tabii..

22 Şubat 2007 Perşembe

Siz hiç bebek arabasında, battaniyesine sarılmış, sıcacık, tıngır mıngır giderken uyumak yerine cin gibi gözlerle etrafı inceleyen bir bebek gördünüz mü? Hem de beş aylık bir bebek !
Ben görmedim..

Daha doğrusu düne kadar görmemiştim :)

Dün ilk defa anne oğul dışarı çıktık bücürümle.. Ankara'da hava bahar gibiydi.. Bezimiz de bitmek üzereydi zaten, akşama kadar babamızı beklemeyelim dedik..

Dışarıda olduğumuz bir saat boyunca miniş hayretle etrafı inceledi.. Emzirip çıkmıştım uyusun diye ama nerdeee.. Gerçekten de Yusuf Aslan, bebek arabasında uyumayan ilk bebekti gördüğüm.. Benim "Uyumazsa arabasına bindirir, biraz dolaştırırım, sonra hooopp uykuya" planlarım da suya düştü böylece.. Haftasonu babasıyla çıktığımızda da uyumadı çünkü hiç !

Maalesef bu başbaşa ilk gezimizin hiç fotoğrafı yok! Makineyi yanıma almayı unutmuşum çünkü.. Zaten ilk sefer acemiliği vardı üstümde :) Girişteki merdivenleri çıkamadım arabayla.. Birisi bana bebek arabasıyla nasıl merdiven çıkılır anlatabilir mi acaba? İnmek kolay da, içinde Yusuf Aslan'la koca arabayı kucaklayıp o beş-altı basamağı nasıl çıktım hala inanamıyorum..
..........


Sabahları babamız işe gittikten sonra birlikte uyuyoruz oğlumla.. Zaten gerçek anlamda uyuduğumuz saatler de o saatler :) Onu görerek uyanmak öyle güzel ki !

19 Şubat 2007 Pazartesi

Önce günün haberi... Hala oluyorummmmmmmm :)))))

Allah'ım ne değişik bir hismiş.. Kardeşimin bir bebeği olacak, kardeşim baba olacak.. Alt alta, üst üste boğuştuğumuz, saç-baş yoluştuğumuz günler daha dün gibi :))

İnşaallah hayırla, sağlıkla alırlar bebeklerini kucaklarına.. Ben şimdiden hayaller kurmaya başladım bile yeğenimle ilgili..

.......

Yaşasın, artık Yusuf üşümesin diye kanepede yatmak zorunda değilim :)

Üç gündür evi tekrar "yaşanabilecek" hale getirmeye çalışıyorum! Haftasonu buzz gibi olan yatak odamızla sımmmsıcacık oturma odamızın yerini değiştirdik.. Ev birbirine girdi tabii.. Taşınmış kadar olduk neredeyse.. Herşey baştan yerleşti, elden geçti.. Hatta o karışıklıkta minişimin hırkasını bulamayınca bakın bücür ne hale geldi :)



Casper'ın henüz desteksiz oturamayan versiyonu :)

.............

Dünyanın en zor işlerinden biri, tek başına bir bebeğin tırnaklarını kesmeye çalışmakmış.. Bugün bunu tecrübe ettim, bir daha denememeye karar verdim :)

.............



Son fotoğraf da entellektüel bir anımızdan..

Em, uyu, ağla.. Bir yere kadar..

Biraz da ilim tahsil etmek lazım :)

16 Şubat 2007 Cuma


Allah'a binlerce şükürler olsun, dün arabasını aldık oğlumun..

Ozanım, al sana kıskanacak birşey daha, oğlun senden önce araba sahibi oldu :)


Minik Patiklercim, senin ısrarlı tavsiyelerin üzerine Maclaren aldım :) Zaten tanıtan bayan da bu markayı çok güvenerek sattıklarını ve hiç şikayet almadıklarını söyledi. İçime sindi yani.. Gerçi Chicco'nun bu modeli aklımı çok çeldi ama yinede Maclaren'i tercih ettim. Bu araba daha uzun süre kullanılabilir gibi geldi bana.. Reklamdan çok tecrübeye güvenmek lazım tabii :) Sağol Minik Patikler..

Peki minik melek ne yaptı arabası alınınca ?

Önce bir güzel inceledi orasını burasını..




Sonra da bir güzel uyudu :)
Böylece biz de arabanın konforundan ve rahatlığından emin olduk :)

Yanlız ben bu arabanın tentesini hep kapalı tutmak zorunda kalacağım galiba, yanımızdan geçen herkes minişime bayıldı çünkü.. Hatta bir turist bile "Kağğiç yasinda?" diye sorup minişi sevmek istedi.. Portbebede ya da kucağımda taşırken yüzü bana dönük oluyordu, "mıncık" olaylarından korunmuş oluyorduk. Şimdi ne yapacağız bakalım?


Bu arada, saat sekizde yorgun argın eve gelip yemek bile yemeden bizi bücürün arabasını almaya götüren babamıza çok teşekkür ediyoruzzz...

15 Şubat 2007 Perşembe


Dün akşam Ozan eve elinde bir hediye paketiyle geldi..

Geçen günkü kuru patlıcan faciasından sonra ben herşeye hazırlıklıyım tabii.. Paket de yassı olunca ben kendimi erik pestili ya da ne bileyim halı kaydırmaz gibi şeylere hazırladım :)

Ama içinden bu ciciler çıktı..

İpek bir şal ve hep almak istediğim gibi mavi şile bir tunik :)

Teşekkürler kocacım..

14 Şubat 2007 Çarşamba









Geçen gün okudum..

Bir bebek elini tuttuğunda, o bırakana kadar bırakmazmış Peygamber Efendimiz (s.a.v), kendini terkedilmiş hissetmesin diye..

Merhametine kurban olayım..


12 Şubat 2007 Pazartesi

Uzun bir aradan sonra tekrar bilgisayarıma ve bloğuma kavuştum Allah'a şükür.. Artık, formatlanmış, virüslerinden arınmış cici bir bilgisayarım var.. Allah yeni virüslerden korusun :)

Benim hamilelik görüntülerim ve bücürümün ilk görüntüleri de kurtuldu bu arada.. Yavruşun ilk banyosunu izlerken hayretler içinde kaldım.. Ne minikmiş yaa!.. "Ben nasıl tutmuşum onu, nasıl giydirmişim, nasıl yıkamışım?" diye hayret ettim..

.........

Geçen gün Ozan elinde bu hediye paketiyle eve geldi..

Şaşırmadım desem yalan olur.. Hiç adeti değildir çünkü bana hediye almak. Özel günleri bile es geçip o gün hediye alması beni çok şaşırttı.. Kendisi "Doğumgünü hediyesi mi? Ne gerek var yaa, doğalı 25 sene olmuş zaten.." modunda bir insandır sağolsun :)

Neyse.. Paketin içinden ne mi çıktı? İşte..


Ona Hatice'nin bu tarifini okuyunca almasını söylediğim kuru patlıcanlar!..

Daha da kötüsü, işyerinde bu patlıcanları paketlerken "Hediye paketi yapayım da hediye aldım sansın gariban.. " diye dalga geçmiş benimle.. Ahali çok gülmüştür halime.. Evde kendisi de çok güldü zaten !!! Zavallı ben heyecanla - ve neler umarak - paketi açtım, içinden bir ip dolusu patlıcan çıktı :) Alacağın olsun Ozan, bu maçın rövanşı da var unutma!

...........

Dün karşı komşumuza bebek görmeye gittik.. Daha bir haftalık Enes Kaan.. Minik meleğimden sadece 5 gram fazla doğmuş.. Onu kucağıma alınca doğum yaptığım günlere gittim.. "Allah'ım sen ne büyüksün!" dedim defalarca.. O halden bugünlere.. İnşaallah bir gün koca adam olarak da çıkacaklar karşımıza, baba olacaklar, dede olacaklar.. Allah tüm yavrucuklara hayırlı uzun ömürler versin..






Bu da Enes Kaan'ın doğum çikolatasının süsü.. Bunu nasıl değerlendirdiğimi de önümüzdeki günlerde gösteririm..



.............

Minik melek nasıl öğrendi, nereden öğrendi bilmiyorum ama "tükürmeyi" öğrendi :) Özellikle oyun oynadığımız zaman ya da şımardığı zaman ağzıyla "biiuu bup bup birppp" diye sesler çıkarıp tükürükler atıyor :) Yooo, hiç iğrenç değil.. Aksine öyle tatlı oluyor ki dudacıklarını yiyesim geliyor..

..........

Bebitaya bir araba alma zamanı geliyor artık.. Evde ikimiz de çok bunaldık.. Havalar yumuşadı mı doooğru parklara bahçelere :) Tecrübeli anneler, ne tavsiye edersiniz? Hangi bebek arabaları daha kullanışlı oluyor?

...........

"Ben kıj diyiliiiiiimmmm, eykekim eykekkkkk"...
Eminim içinden böyle bağırmıştır minik meleğim bu hafta kendisini kız zanneden herkese.. Özellikle hastanede herkes "Ay ne tatlı kızmış bu!" diye sevdi bücürüğü :) Eminim çok bozulmuştur bizimki..

Hoşçakal günlük.. Bu kadar şimdilik oaln biten..

8 Şubat 2007 Perşembe

Öncelikle 2-3 hafta önce annemle aramızda geçen şu diyaloğu yazmadan olmaz :)

..........

Anneş: Eee, kızım ne var ne yok, minicik nasıl?

Kuaybe: İyi anne, Allah'a şükür.. Ama bu ayki doktor kontrolünde kalbinde üfürüm saptandı, onu araştırmaya başlayacaklar..

Anneş: Üfülü mü? O ne?

Kuaybe: Üfülü değil annem, üfürüm.. Normal kalp sesinin dışında duyulan ve kalbteki delikten ya da damar problemlerinden kaynaklanan bir ses. Ama masum da olabilirmiş, yani hiçbir hastalığa bağlı olmayabilirmiş. Bazen bebekler hızlı büyüdüğünde de duyulurmuş..

Anneş: Haa, anladım.. Aman kızım ihmal etmeyin, korkma ama birşey olmaz, Allah korusun bebeğimi.. vs, vs..

.............

Bu diyaloğun ardından akşam ortanca kardeşim bana soruyor:

- Abla, üfürük hastalığı ne? Annem Yusuf 'ta üfürük hastalığı varmış dedi de sabah :)))))

.............

Umarım test sonuçlarından sonra da böyle gülebilirim.

Bugün yine uzun bir hastane macerası yaşadık.. Gerçi geçen sefer sabah sekizde gidip akşam beşe doğru geldiğimiz düşünülürse, bugüne şükretmek lazım.. En azından öğleden sonra evdeydik..

Geçen ayki kontrolde oğlumun tatlış doktoru Neşe hanım, kalbinde üfürüm olduğunu söyledi. Bizi kardiyolojiye yönlendirdi. İlk muayeneden sonra röntgen ve EKG çektiler, "Ayırıcı tanı EKO ile konulacak" dediler. Bugün yine kontrol vardı. Üfürüm devam ediyor ama Neşe hanım içimi rahatlattı biraz. "Birden altıya kadar dereceleri var bunun, Yusuf'unki birinci derece.. Ben altından kötü birşey çıkacağına inanmıyorum." dedi. İnşaallah..

Beni evhamlandıran katılmaların da olması.. Normalde altı aydan sonra başlarmış. Minicik onbir günlükten beri katılıyor sürekli ağlarken.. Öyle çok ağlayınca da değil, yarım dakika yetiyor bazen.. İlk katıldığında elimde öldü zannettim hatta.. ( Ay, Allahım sen koru, yazması bile insanın içini ürpertiyor..) Annem yanımdaydı Allahtan.. Annanesinin popocuğuna vurduğu tokatlardan sonra açıldı nefesi.. Sonra hemşirelerden öğrendim ki yüzüne yavaşça üflemek lazımmış katılan çocuğun..

Katılmalar kansızlıktan da olabiliyormuş.. Zaten kanı düşük çıktı, demir damlası kullanıyoruz bir aydır.. Neyse şu EKO'yu çektirelim de benim de içim rahatlasın inşaallah.. Bizim için dua edin olur mu..

6 Şubat 2007 Salı


Benim doğum hikayem biraz yanlız, biraz buruk bir doğum hikayesi aslında.. Ama önce taa geçen sene bugünlere, içimde taşıdığım "minik can"dan ilk haberdar olduğumuz günlere gidelim..

5 Şubat sabahı aslında Elmadağ'a karda piknik yapmaya gidecektik Ozan'ın akrabalarıyla.. Ama ben kalkar kalkmaz banyoya zor yetiştim o sabah.. Kendimi bildim bileli sadece iki-üç kere istifra eden ben, o gün bu sayıya bir üç daha ekledim! Midemde ne varsa son molekülüne kadar çıktı.. Sonra da fenalaştım tabii..

Hemen acile gittik.. Doktor muayene etti, ne olduğunu anlatınca da "Hamile olabilirsiniz, test yapsanız iyi olur, şimdi ilaç vermeyelim." dedi.. O anki heyecanımızı anlatamam.. Eve gider gitmez Ozan hemen test aldı, heyecanla sonucu bekledik.. Vee.. Evet, iki taneydi çizgi.. Hamileydim !...

Ozan'ın ilk tepkisi "Allaaaaaaaahhhhh" diye bağırmak oldu.. Bense her zamanki gibi "kaygı" yönünden yaklaştım olaya.. "Ya test yanlışsa, ya dış gebelikse, geçen hafta kolum incindiği için merhem kullandım, ya bebeğe zarar verdiyse???????" Kafam soru bombardımanına tutulmuş gibiydi.. Ozan telefonu kapıp ailelerimize, akrabalara, arkadaşlara, neredeyse tanıyan tanımayan herkese haber verdi "minik can"ı.. Ben hala "Ya?" ile başlayan sorulara cevap arıyordum kafamda..
Pazartesi hemen hastaneye gittik. Kan testi ile hamileliğim kesinleşmişti. Yedi haftalık bir "hücreler topluluğu" taşıyordum içimde.. Şimdi sırada iyi bir doktor belirlemek vardı. Ozan'ın bir müdürü Saime hanımı önerdi, onun eşinin takibini ve doğumunu o yaptırmış, çok memnun kalmışlar. Randevu aldık ve şeker doktorumuz Saime hanımla tanıştık. O haftasonu girdiğim ultrasonda bir pirinç tanesi kadardı minik meleğim.. Ama bir sonraki ultrasonda ( 11. hafta ) parmaklarına kadar heryerinin görünmesi, vücudunun tam olarak oluşmuş olması beni hayrete düşürmüştü. İçimde büyüyen bu minik can, beni her ikimizi de Yaratan Yüce Allah'a daha çok yaklaştırıyordu. Resmen bir mucize yaşanıyordu hergün içimde.. Bir gün "olmayan" sindirim sistemi gelişiyor, başka bir gün oğlumun güzel gözleri şekilleniyordu.. "Yok"tan varediyordu işte Allah, daha açık bir örnek olabilir miydi?

Onaltıncı haftada bir oğlumuz olacağını öğrendik. Gerçi ne benim ne de Ozan'ın kız olsun, erkek olsun diye bir takıntımız yoktu. Rabbimiz takdir etmiş yaratmıştı, bize karşı çıkmak düşer miydi hiç.. O günden sonra sanki daha bir somutlaştı içimdeki "minik can". "Bebeğim, miniğim" diye sevdiğim meleği şimdi "güzel oğlum, tatlı Yusuf'um diye" adıyla sever olmuştum.. Daha bir yaklaşmıştı sanki anneciğine...

Hamileliğim "Allah herkese benimki gibi bir hamilelik versin." diyebileceğim kadar güzel ve sağlıklı geçti çok şükür. Sadece yedinci ayda bir erken doğum tehlikesi atlattık ama o ay taşınmıştık ve ben çok yorulmuştum. İki haftalık bir yatak istirahatiyle o da geçti çok şükür.. İlk beş ay çalıştım. Hatta işyerimin merkezi İstanbul'da olduğu için ve benim de ayda bir orada olmam gerktiği için her ay yolculuk yaptım. Beşinci ayda hem çalıştığım yerle yaşadığım bazı sorunlar yüzünden hem de yoğun bir "dinlenme ihtiyacı" sebebiyle işten ayrıldım. Ondan sonra hamileliğim evde canımın çektiği börek ve yemekleri pişirerek, bebek bakımı kitapları okuyarak ve uyuyarak geçti :)

Son aya girdiğimizde artık merak ve heyecanım had safhadaydı. "Oğlum kime benziyor? Onu kucağıma almak nasıl bir his olacak? Onu ne zaman öpüp koklayacağım?.." deyip duruyordum. Rüyalarım bile hep bebeğimle ilgiliydi. Tabii uyuyabildiğim nadir zamanlarda gördüğüm rüyalar. O Ağustos ayı hayatım boyunca unutamayacağım kadar zor geçti çünkü. Çoğu zaman nefes almakta güçlük çektiğim için uyuyamadım bile.. Oturuyordum yatağın içinde bütün gece.. Sıcak bir yandan, rahmin baskısıyla küçülen ciğerler bir yandan.. Doğum ne zaman gelecek diye gün sayıyordum artık..

38. haftada son rutin kontrolümüze gittik. Bebek iyi görünüyordu ama amniyon sıvısının içinde oldukça büyük partiküller vardı. Bu Saime hanımı biraz endişelendirdi. Üst üste çekilen iki NST de non-reaktif çıkınca ( yani bebek hareketleri hissedilmeyince ) doktorum hemen hastaneye yatış verdi. "Durum böyle devam ederse seni hemen bu gece sezaryene alırım." dedi. O görünen partiküllerin de "mekonyum" yani bebeğin dışkısı olabileceğini söyledi. Bebekler anne karnında herhangi bir sebeple oksijensiz kalıp sıkıntıya girdiklerinde hemen kakalarını yaparlarmış!

Muayenehaneden çıkar çıkmaz hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bebeğime birşey olması ihtimali beni mahvetmişti. Daha annemler de gelmemişti. Hemen arayıp durumu anlattık, "Yola çıkıyoruz, doğuma yetişiriz merak etme ." dediler. Apar topar eve gidip bebek çantasını ve benim eşyalarımı aldık. Acile gidip giriş yaptırdık. Saime hanım hastaneyi arayıp bilgi vermiş. Beni "Yüksek Riskli Gebelik" servisine çıkardılar. O tabelayı okuyunca neler hissettiğimi anlatamam. Demek ki oğlum büyük bir tehlikedeydi. Arada hafif hafif Yusuf Aslan'ın hareketlerini hissetsem de "Ya oğluma birşey olursa?" düşüncesi içimi kemiriyordu. Kan tahlilleri, serum, NST'ler derken o gece sabahı ettim. Sabaha doğru Yusuf iyice hareketlenmeye başladı. ( Eee, o kadar serumu yiyince.. ) Sabahki NST de çok iyi çıktı Allaha şükür. Ama beni hala çıkarmıyorlardı. İşin kötüsü Saime hanım Kayseri'ye gitmek zorunda kalmıştı ve bana başka bir arkadaşı bakıyordu. O da sürekli telefon edip durumu soruyordu. Kordonda bir düğümlenme ya da bası olabileceği ihtimaline karşı bir de Doppler çektiler, problem yoktu.

Öğlen ziyaret saatinde Ozan, annem ve babam geldi. Annemler gece gelmişler. Bembeyazdı anneciğimin yüzü. O da evladına birşey oldu diye merakta kalmış. Annelik bu işte, evladı herşeyi oluyor insanın.. Çekilen son NST yine iyi çıkmayınca beni taburcu etmediler. Oysa ne hayaller kurmuştum annemlerle eve dönerim diye.. "Bebeği riske atmayalım, acil birşey olursa evden yetişemeyebilirsiniz ama burada hemen müdahale edilir. " dediler, ben de kaldım tabii..

Üç gün kaldıktan sonra haftasonu Saime hanım beni taburcu etti ama hergün NST'ye gelmek şartıyla.. Bu arada Ozan'ın annesi ve İsviçre'de bu sene doktorluğa başlayan amcasının oğlu da gelmişti. Herkes heyecanla doğumu bekliyordu. Pazartesi NST'de herhangi bir sorun çıkmadı. Ben normal doğum istediğim için Saime hanım "Bebek iyi oluğu sürece bekleyelim o zaman.." dedi. Ne de olsa daha 2-3 haftası vardı.

Ertesi sabah yine NST için hazırlandım. Giyindim, sıkı bir kahvaltı yaptım. Çünkü NST için tok olmak gerekiyor. Anne açken bebek hareket etmeyebiliyor. Tam kapıdan çıkacaktık ki bebeğin suyunun gelmesiyle beraber yoğun bir kanama başladı. Ben çığlık atmaya, Ozan ve annemler etrafta koşuşturmaya başladı. Doğum çantasını kaptığımız gibi arabaya koştuk. Ozanın o araba kullanışını hiç unutamam herhalde. Allahtan sancım yoktu ve filmlerdeki gibi çığlık falan atmıyordum. Yoksa hastaneyi zor bulurduk.

Hastaneye varınca beni acile aldılar. O ana kadar nisbeten rahat olan ben doğum masasına yatınca titremeye başladım. Hemşire "Doğum başlamış ama kanama çok fazla" dedi. Bu sırada Saime hanım geldi. "Hemen bebeğin kalp seslerini dinlemek istiyorum" dedi. O öyle deyince ben ortada tehlikeli bir durumun olduğunu anlamaya başladım. Kalp atışı vardı. Saime hanım "Kuaybe, bu durumda seni bekletemem, hemen sezaryene alıcam" dedi. Siz bilirsiniz" dedim ama aklıma sezaryen için en az 6-8 sattlik açlık gerektiği geldi. Tok karnına ameliyata girildiğinde mide içeriği akciğerlere kaçıyormuş ve hasta kaybediliyormuş. "Saime hanım daha yeni kahvaltı ettim." dedim. Saime hanımın "Eyvahh!" deyişi hala kulaklarımda. "En az 3-4 saat beklememiz lazım." dediler. Saime hanım "Sezaryen katına çıkartın, orada bekleyelim." dedikten sonra beni yukarı çıkarttılar.

Doğum katında beni NST'ye bağladılar ve ameliyata kadar öyle yattım. Bu arada hemşireler ve doktorlar sürekli gelip beni kontrol ediyor, bebeğin kalp seslerini dinliyorlardı. Saime hanım son geldiğinde artık hiç halim kalmamıştı ve çok korkuyordum. Duruma son birkez daha bakıp "Daha fazla bekleyemeyiz, ben anestezistle görüşmeye gidiyorum siz "şu, şu, şu" iğneleri yapın, ameliyata hazırlayın." dedi. O iğneler mide refleksini ve kusmayı engellemek içinmiş. Ama Saime hanımın doğumdan sonra söylediğine göre tehlikeyi ortadan kaldırmazmış, sadece azaltırmış.

Beni ameliyata hazırladılar ve beklemeye başladım. Ama gelen giden herkesin "Annenin de bebeğin de hayatı tehlikede.." şeklindeki fısıltılarını duya duya o yatakta yatmak nasıl bir histi anlatamam.. O an Allaha yalvarmaya başladım sessiz sessiz.. "Rabbim" dedim, "Eğer ömrüm bu kadarsa ve ben bebeğimi göremeden öleceksem senin takdirine razıyım ama ne olur yavruma hayırlı uzun ömür ver, sağlıkla sıhhatle doğmasını nasib et. Ona güzel bir hayat ver..." Gözyaşları içinde yalvarırken hastabakıcı geldi ve beni tekerlekli sandalyeye oturttu. Şehadet getire getire ameliyathaneye gittim, sanki doğuma değil de kabire girer gibi..

Gözüm koridorlarda hep Ozan'ı aradı ama yoktu. Hani olur ya hep, doğuma giderken elini tutar ve "Korkma ben buradayım, bekliyorum, seni seviyorum " falan der eşler.. O anda en çok ihtiyacım olan şey buydu ama Ozan yoktu. İlk ultrasondan son NST'ye kadar yanımdaydı ama o an yoktu işte.. Eve gitmiş, annesinin yanına. Geldiğinde de Yusuf doğalı iki saat olmuş zaten. Yani ameliyatta bize birşey olsa ya da ne bileyim kan falan lazım olsa kapıda haberimizi alacak kimsemiz yokmuş maalesef.. En azından anneciğimi getirip bıraksaydı bari.. O olsaydı yanımda..

Ameliyathanede herkes vızır vızır koşturuyordu bir o yana bir bu yana. Beni masaya yatırdılar ve hemşire damar yolu açmaya başladı. Bir yandan da bana "Bak tatlım, biz çabuk hareket etmek zorundayız. Sen bizim hızımıza bakıp panik olma sakın.." diyordu. "Ben zaten panik olacağım kadar oldum.." diyemedim ona.. Narkoz verilmeye başlanmıştı. Duyduğum son sözler Saime hanımın "Bebek doktorunu bekliyorum hemen.." sözleri oldu.. Sonradan doğum dosyama baktım, saat onda ameliyata almışlar beni. Hastaneye gittikten bir saat sonra yani.. Ancak o kadar bekleyebilmişler demek ki..

Gözümü açtığımda - ya da yeniden doğduğumda diyelim, çünkü ben aynen öyle hissettim- saat 11:35'ti. Yoğunbakımdaydım. Karnıma baktım.. Yusuf'umun yerinde kocaman bir boşluk ve kocaman bir sızı vardı. Ama benim gözüm acı falan görmüyordu. Herkes "Canım yanıyor!" derken ben bebeğimi soruyordum hemşirelere.. Tansiyonumu ölçen hemşire "Bebeğin yaşıyor merak etme, az sonra emzirmen için getirecekler." dedi. O andan sonra ne acımı ne şunu ne bunu hiçbirşeyi önemsemedim artık. Bebeğim de ben de yaşıyorduk ve ben şükrediyordum durmadan..

Az sonra kucağında üç bebekle hemşire geldi. Bana doğru yaklaştı ve fındık kadar, bembeyaz bir dünyalar güzeli bıraktı koluma. Emzirmem için yardımcı oldu, daha sonra oğlumu bırakıp diğer annelerin yanına gitti. Miniciğim beni emerken ben de onu okşadım durmadan. "Küçük kul, tatlı melek, hoşgeldin hayatıma.. " dedim yavruma. Sonra Yusuf'u alıp götürdüler ve "Az sonra odalarınıza çıkaracağız sizi.." dediler.. Tekrar uyumuşum..


Odaya gitmeden hemen önce Saime hanım geldi beni kontrol etmeye.. Nasıl olduğumu sordu, "İyiyim.." dedim. "Kuaybe sen de bebek de yarım saatle köşeden döndünüz. Eğer geç kalsaydınız ikinizi de kaybedebilirdik çünkü bebeğin eşi ayrılmıştı.." dedi.. Bunu duyunca bir kez daha şükrettim Allah'a.. O istemeseydi kimsenin bizi kurtarmaya gücü yetmezdi çünkü..


........

Anne olmuştum işte.. Anneciğimin gözlerine her baktığımda daha bir evlat, Yusuf'umun gözlerine her baktığımda daha bir anne hissediyordum artık kendimi...

Bana bu günleri gösteren Rabbime sonsuz şükürler olsun.. Ve Rabbimden dileğim bu tadı yaşamak isteyen ama yaşayamayan herkese "minik melekler" göndersin hayırlısıyla..

2 Şubat 2007 Cuma


Evet yaşasın misafirler..
Çünkü kendimi yine eski günlerdeki gibi hissettim, evim tertemiz oldu, güzel güzel ikramlar hazırladım.. Ozan'ın yardımlarını da unutmamak lazım tabii.. Dün bütün akşam boyunca onun kucağındaydı Yusuf Aslan.. Ben bir o tarafa bir bu tarafa koştururken onlar da oynaştılar baba oğul..
Tüm bu hazırlık bugün bebeğimi görmeye gelen komşularım ve ev sahibim içindi..











Hazırladığım ikramlardan en çok alkış alan tahmin ettiğim gibi bu "lezzet topları" oldu..








Peki bu lezzet topları nasıl yapılıyor? Çok kolay.. Bir adet bol hindistan cevizli ve kakaolu kek yapılır. Daha sonra bu kek BİM'den alınan "Peripella" isimli kakolu krema ile yoğurulur. ( kek sertse biraz süt eklenir ) Sonra yoğrulan karışım elle top top yapılıp üstüne hindistan cevizi serpilir.. Yiyen herkes bayıldı, benden söylemesi.. - Bu tarifi, iki üç gün durup bayatlamış kocaman bir keki ne yapacağımı kara kara düşündüğüm bir akşam uydurdum :) Kekin tarifini de isteyen olursa veririm -
.............

Anne ve bebişi'nin hediye ve broşürlerini görünce çok özenmiş, "Ne kadar güzel şeyler, keşke burada da her hastanede verseler." demiştim.. Bugün ev sahibim gelirken bana bunları getirdi..






Böyle minik hediyeleri özellikle küçücük ambalajlarından dolayı çok seviyorum. Mesela bu şampuanlar yolculuk için ideal..














Yanlız acayip bir durum var çünkü ben bu hediyeleri kimin gönderdiğini bilmiyorum.. Paketin üzerinde kişi adı yok. "............." dağıtım diye bir adres ve adını daha önce hiç duymadığım bir şirketin adresi var..
Şu anki ev sahibim, eski yan komşum. Bugün eski eve kargo gelmiş ve -doğal olarak- beni o evde bulamayınca onun kapısını çalmışlar.. "Kuaybe hanıma gelmiştik" demişler, o da "Burada oturuyordu ama taşındı, ben kendisine gidip geliyorum, bana bırakın." demiş. Adamlar da "Doğum yaptı mı?" diye sormuşlar. "Evet" cevabını alınca da paketi bırakıp gitmişler.. Tanımadığım birileri beni yakından tanıyor anlaşılan.. Hatta "Yeni adresini bize bildirsin, diğer hediyeleri oraya götürelim. " diye de sıkı sıkı tembihlemişler.. Üye olduğum bebek sitelerinden birisi mi acaba bunları yollayan? Ama ben hiçbir yere adres bırakmadım ki.. En iyisi yarın paketteki numarayı arayıp işin aslını öğrenmek..

Bu arada "Keşke o an Allah'tan başka bişey isteseymişim!" diye düşünmedim de değil.. Şöyle güzelinden, otomatik vites bir araba mesela :) Küçük olsa da farketmez, bebecikumla ikimiz sığsak yeter.. (Buradan bu gizli firmanın yetkililerine duyrulur )
...............

Minik paşa dün uzuuuun bir televizyon keyfi yaptı.. Yaklaşık 10-12 dakika :) Sonra sıkıldığını gayet açık bir şekilde belli etti ses tellerinin de yardımıyla..


Immmm... Ne seyretsem acaba? Bu satte de hep kadın programları var be kardeşim !..

...........


Vee günün son fotoğrafı..



Bu görüntü beni alıp taa Gaziantep'in dar sokaklarına, tek derdimizin "en hızlı kimin kayacağı" olduğu günlere götürdü.. Mahalledeki çocukları kartondan bozma kayaklarıyla gülüşe oynaşa kayarken görünce dayanamadım, çektim :)