27 Ekim 2009 Salı

Ne zaman bir hissettiği bir hissettiğine uyan bir insan olacağım hiç bilmiyorum !!

Herhalde üç-dört seferi buldu durup durduk yere ağlamalarım, gözlerimin dolması.. Neden? Bundan bir beş-altı ay sonrasını hayal ediyorum bir an da ondan.. Ailemi özleyeceğim geliyor aklıma, evimi, sokağımı, abone olmuş gibi bazı şeyleri hep onlardan aldığım dükkanları, komşularımı, çalıştığım yeri ve tabii arkadaşlarımı.. Alışkanlıklarımı özleyeceğim biliyorum..

Daha nice ayrıntılar var aklıma düşen.. Eşyalara baktıkça, onları yavaş yavaş derleyip topladıkça hepsi söz birliği etmiş gibi başka başka şeyler hatırlatıyorlar bana.. Albümlerime ve mektuplarıma elimi sürmedim daha.. En sona bıraktım onları.. En vurucusu da onlar olacak sanırım :((

Keşke şöyle kocaman bir gemimiz falan olsaydı bizim.. Doldururdum içine sevdiğim herkesi, herşeyi giderken.. Geride bırakmak, çok ağır geliyor şimdiden :((

Neyseki gidişimiz ertelendi bir süre daha.. Aslında benim vizemin çıkması birlikte gidebilmemiz için yeterli ama biz Ozan'ın da çalışma vizesinin onay almasını beklemeye karar verdik.. Onun eş durumundan gelmesi, vizesinin etkileyebileceği için ben de biraz daha vakit kazanmış oldum işte.. Yaşasın :))


..............................



Haftasonunu, gidince en çok özleyeceğimiz yerlerden birinde geçirdik.. Artık klasik haftasonu durağımız olan dağda :))

Yine çok eğlendik ve belki de -mevsim nedeniyle- son gelişimizdir diye iyice tadını çıkardık.. Ama belli olmaz, tam gideceğimiz hafta Ozan ani bir veda turu düzenleyebilir mekana :))




Bana "Ucunu çıkayıysan delmeci oluy.." diye kepçesinin ucunu çıkarttıran ve ağacı delmeye çalışan Yusufcuk :)) Sanırım böceklere ev yapıyordu :P




Böceklerin evi(ymiş)..



Yusufcuk iyice inceleyip bitirdikten sonra, bu tabure kütük bana kaldı :))



Ben de ne mi yaptım?
Tabii ki keyif :))

Kitap ayracım nasıl ama?



Bu da buraya her gelişimizde buz gibi suyunu içtiğimiz, hatta doldurup eve götürdüğümüz çeşme.. Özellikle de yürüyüş sonrası suyunu içmek harika oluyor..


Çeşmeden aşağının görüntüsü..



Bu da çeşmenin taşları arasında bitivermiş bir ot..
Arkadaki suyu "ümit" olarak metaforlarsak, "Yeter ki tutunacak bir ümidin olsun, taşların arasında da bitiverirsin.. diyebilir miyiz acaba?

(Edepiyat yaptım, farkındayım, pişman diilim :P )



Aşağıdaki ise, eve dönmeden çıktığımız kuşburnu toplama seferimizde karşılaştığımız manzara..

Erik ağaçları tüm meyvelerini dökmüş.. Görünce nasıl içim gitti.. Hemen koşup iki ısırık attım eli yüzü düzgün olan bir iki taneye, içimin gitmesi bir anda gitti!! Meğer zehir gibi acıymış, yabaniymiş erikler.. Ozan demişti ama !!



Biz kuşburnu toplarken, bir köstebeğin tümrüsünü kazan Yusufcuk..




"Toypak oynamayı çok seviyoyummmmm!!"



.........................




Bir önceki yazıya gelen yorumlar için çok teşekkür ederim.. Tek tek listeledim "Mutlaka getir.." denilenleri.. Ama şu valizlerdeki kilo sınırlaması işi beni oldukça zorlayacak gibi.. Planımda Yusufcuğun valizini de kendi ıvır zıvırımla doldurmak var :P Ne de olsa orada çocuk kıyefetleri çok bol ve ucuzmuş.. Buradan pahalı pahalı alıp bir de taşımaya gerek yok di mi?.. ( Nasıl rahatlattım vicdanımı iki dakikada, kendime inanamıyorum! )


Şimdi biraz alışveriş yapmam lazım.. Etek almıştım bolca zaten orada bulamam diye.. Birkaç renk kaldı eksik.. Ama birkaç yazlık tunik (mevsimi de geçti yaa) ve özellikle de başörtüsü konusunda eksiklerimi tamamlamam lazım.. ( Şimdi İstanbul'da olmak vardı..) Amerika'da istediğim renk ve kalitede ipek eşarp bulabileceğimi pek sanmıyorum.. ( Varsa da ben bilmiyorum ) Ben ne olur ne olmaz diye bol bol başörtüsü götüreceğim.. Gömlek, kazak tarzı genel kıyafetleri sorun etmiyorum, oradan alırım.. Benim derdim orada bulamayacağım şeyleri almak.. Buna klasik ayakkabılar da dahil.. Oradaki kalıplar bizimkinden çok farklıymış ve fiyatlar da yüksekmiş duyduğum kadarıyla..


Bu arada, nereye gideceğimizi soran arkadaşlar oldu.. Hemen cevaplayayım, bir başkentten diğerine.. Aşağısı kurtarmadı :P

Gideceğimiz yer, bu linkteki fotoğraflardaki gibi bir yermiş.. Gidince ben de bol bol çeker, sizin için eklerim inşaallah..


Şimdilik bana müsade.. Ayrıntı gibi görünse de çok iş var yapacak.. Sadece evdeki kitap, dergi, fotoğraf, CD ve DVDleri ayıklamak ve düzenlemek bile ne uzun sürüyor anlatamam!!


Dağılmak, yerleşmek kolay ve sıcak..
Toparlanmak ise bir o kadar zor ve soğuk bir his..

22 Ekim 2009 Perşembe

Ben size demiştim di mi "Belki bir ışık yanar.." diye!
Vallahi yandı.. Hem de taa Amerikalardan yandı :))

Binlerce şükür olsun, vizeme onay geldi.. Bir de evraklarımı teslim alır ve konsolosluktaki mülakatı geçerseeeeeeemmm..

Neredeyse bir yıldır süren bekleyiş son bulacak artık..

İnanamıyorum!

Haberi aldığımda dizlerimin bağı çözüldü resmen, hâlâ bir garip hissediyorum kendimi..
İnşaallah hayırlı olur, inşaallah hayırlara vesile olur..

Ve bir kez daha anladım,
gerçekten de en karanlık an, şafak sökmeden hemen önceki anmış!!


( Yavaş yavaş toparlanmaya başlarım ben artık.. Eşyalarımı uzun süre duracak şekilde tek tek güzelce paketlemem lazım.. Bu arada götürülecekleri de ayarlamam lazım tabii.. Amerika'daki arkadaşlardan -özellikle güney bölgedekilerden- neler götürüp götürmemem gerektiğiyle ilgii tavsiyeler bekliyorum.. Ve tabii bilmediğim ve karşılaşabileceğim farklı durumlarla ilgili de.. )

Dua eden herkese kocaman teşekkürler ve öpücükler..

19 Ekim 2009 Pazartesi

Yazamadım ne zamandır.. Çok meşgul olduğumdan mı? Hayır!
Tam tersi aslında.. Boşluktan..

Ve bu boşluğun beni sürüklediği depresyondan :P

Artık yeniden bir ev hanımıyım sanırım.. Dönem ortasında vizemin çıkması ve ayrılmak durumunda kalmam sebebiyle vazifeyi devrettim.. Artık evdeyim..

Hem yavaş yavaş -maalesef- içine düştüğüm ümitsizlik (vizeyle ilgili) hem de yeniden evde olmak bana hiç iyi gelmedi :(( Kendimi çok "boş" hissediyorum.. Aslında böyle hissetmemem gerek biliyorum, yaptığım ve yapacağım dünya kadar şey var ama işte insan alıştığı -ve sevdiği- düzen değişince birden boşluğa düşer gibi oluyor gerçekten..

Neyse ki artık yeni bir fotoğraf makinem var.. Bana kıyamayan kocacığım sağolsun :)) İnşaallah bunu sağ, salim uzuuuuuun süre kullanabilirim..

Sonbahardan kareler çalmaya çalışıyorum bugünlerde, kırmızı, turuncu, sarı..
Dün Eymir Gölü bunun için idealdi mesela.. Henüz bilgisayara yüklemedim ama inşaallah paylaşacağım sizinle de birkaç fotoğrafı..

Ama onlardan önce sırada, geçen hafta gittiğimiz Konya'dan, daha doğrusu Konya'nın bir köyünden kareler var.. Haftasonu iki günlüğüne, kayınpederimin taa gençliğinden av arkadaşı ve dostu olan bir aileye misafir olduk.. İlginç bir deneyimdi benim için.. Hiç tanımasam da bana kızları gibi davranan bir aileyle iki gün geçirdim.. Köyü karış karış gezdim, onlarca fotoğraf çektim.. Benim için çok özel bir köydü.. Teknolojiden olabildiğince uzaktı çünkü.. Hala tarlalarında kimyasal ilaç kullanılmayan, ulaşım ve taşıma için eşeklerin kullanıldığı, evlerin çoğunun taş yapı olduğu ve hala kadınlarının kendi diktikleri rengarenk kadife kumaşlardan gömlek ve elbiseler giydikleri bir köy..

Yusufcuk çok ama çok eğlendi ve benim için en önemli olan da buydu.. Hafif hastaydı çünkü yola çıktığımız gece ve ben kabus gibi bir haftasonu geçirmekten korkmuştum ama hiç de umduğum gibi olmadı çok şükür.. "Anne gitmeyelim, hep buyda kalalım oluy mu?" dediğine göre köy ona iyi geldi :))

Köyün çocuklarıyla sanki şimdiye kadar birlikte büyümüşler gibi sıkı fıkı olan miniğim, gün boyunca neşeyle oynadı.. Onlarla birlikte meyve yedi ağaçlardan, yavru kedileri sevdi.. Benim favorimse, çamurdan, yapraktan yemekler yapıp hayali bir ziyafet gerçekleştirdikleri kısımdı..


Yusufcuk, çorbalarını tanıtmakta..

Bu da makarnaymış :))

Yavrucağızım sadece toprakla beslenmedi tabii :P Bize çok iyi baktılar sağolsunlar.. Sadece bahçelerinin o doğal, mis gibi sebze meyveleri bile yeterdi ama ev halkı çok daha fazlasını sundu her Anadolu evi gibi misafirine.. En unutulmazı ise, şimdiye kadar hiç görmediğim şekildeki tandırlarında pişirdikleri mis gibi sıcacık ekmekleriydi..

Bu köyün tandırları, içine doğru kazılarak yapılıyormuş..
Tam bir kuyu tandır yani..
Ekmek yapmak için önce tandırın içinde kuvvetli bir ateş yakıyorlar..


Daha sonra da ateşin köze dönmesini bekliyorlar..



Bu arada, önceden mayalanmış hamur, parçalara ayrılıp hazırlanıyor..
Bu parçalara beze deniyor..


Ateş hazır olunca bezeler simit şekline getirliyor,
elde yuvarlana yuvarlana..


Daha sonra, üzerine çörekotu sürülüyor ve tandırın sıcak duvarına yapıştırılıyor tek tek..



Ekmekler, tandırın sıcağıyla yavaş yavaş pişmeye başlıyorlar..





Ve pişince de.. Ekmek sepetlerine doldurulup uzun süre saklanıyorlar..



Tabii bu arada misafire ikram ediliyor, zevkle yeniyorlar :))



Bitti mi sandınız?
Hayır...
Ateşin kalanı, akşama kurufasülye için yeter de artar bile..
Ben şimdi gideyim..
Bu fotoğrafların üstüne ne yazsam boş zaten :))
Gidip biraz daha depresyona gömeyim kendimi :P
Belki bir ışık yanar !

7 Ekim 2009 Çarşamba

Bu yazıya link vermeden geçemeyeceğim..
- Aaa, aydede ışıklarını açmış!!

(Dolunayı bu şekilde tarif etmek hiç aklıma gelmemişti :P )




- Annecim kaynım ağyiyo benim.. Taş attılar galiba içine..

( Hani birine taş atınca canı acır ya, işte bizim de biryerimiz acıyorsa bunun sebebi oraya taş atılmış olmasıdır mantığından yola çıkarak kurulmuş bir cümle bence :P )




- Başka anne alcam artık kendime.. Başka baba da alcam.. Bu eve de gelmicem, başka ev alcam!!

( Tek sebebi, gece -ve öyle erken bir saatte de değil, bire doğru- uyumasını istememiz! )




- Allah bana anne baba veymiş, sükyediyoyum ben.. Güzel ev de veymiş, bana oyuncak veymiş, elma da veymiş, bu kopee (köpeği) de veymiş, duvay da veymiş (!).. Sukyediyoyum ben hep..

( İlk kısım, anladığınız üzere aramız güzel olduğu zamanlarda söylenen bir cümle :P )




- Aaa, uyanmıs mı minik ellim benim? Aaa, gozleyini açmış yavyum..

( Burada bahsi geçen "minik elli yavyu", plastik, yeşil, zeytin kadar bir tavşan.. Surpriz yumurtaların birinden çıkmıştı.. Bu aralar onun babası oldu Yusufcuk bey.. Yemek yerken, uyurken, birşey yaparken hemen o yavyu da yanında yerini alıyor.. Onunla bir güzel konuşması var ki anlatamam.. Benim kendisine hem kızarken hem de severken söylediğim herşeyi o da yavyusuna söylüyor.. Örneğin, bak tavşanım, hemen oyaya yatıp uyu, yoksa seninle kusmezsem ben de Yuşuf diilim!! Tabii siz burada, arka planda "Ay Yusuuuuufffff, hemen yat ve uyu artık, bak yoksa seninle küsmezsem valla Kuaybe değilimmmmm!! diye çığrım çığrım çığıran blog yazarınızı hayal ediyorsunuz :P ))



Şaka bir yana, ne zamandır yazmak istediğim bir konuydu aslında "küçük kaydediciler" meselesi ama araya birşeyler girdi hep.. Bugün Ayça'nın sayfasında da okuyunca bununla ilgili birşeyler, artık zamanı gelmiştir diye düşünüyorum..


Ne zamandır dikkatimi çeken birşey bu.. Olaylara genelde nasıl tepki verdiğimi, şimdiye kadar farketmediğimi farkettim..

Mesela ben, iki elimi nasıl götürüyorum ağzıma bir şeye şaşırınca veya nasıl bir parmak sallama hareketi yapıyorum kaşlarımı çatarak bir şeye kızınca, artık biliyorum..


Çünkü Yusuf da öyle yapıyor..
Aynı benim gibi..


Küçükken çok sevdiği kedilere artık dokunamıyor.. Çünkü ben hayvanlara dokunamıyorum..

Espri yaptıktan sonra, aynı babası gibi kikirdiyor mesela.. Ya da aynen onun gibi gezerek, oda oda dolaşarak konuşuyor telefonu eline aldığında.. Kızdığında, aynen onun ifadeleriyle, aynen onun gibi elini kaldırarak kızıyor!



Yani, bizi kaydediyor..



Eee, ne var bunda? Her çocuk yapıyor, demeyin..
Biliyorum, her çocuk yapıyor..
Önemli olan da bu zaten..

Biz de yaptık.. Kaydederek büyüdük ve şimdi neysek o olduk yavaş yavaş..

Hangimizin memnun olmadığı tarafları, tepkileri, alışkanlıkları yok ki?


Beni korkutan işte tam da bu..
Çünkü tepkiler tavırlara, tavırlar da alışkanlıklara dönüşür.. Ve aslında hepsi, genelde bakış açımızı, bizi ortaya koyar en açık haliyle..


Bir insan yetiştiriyorum.. Hayata hazırlamaya çalışıyorum onu.. Ve artık çok daha iyi biliyorum ki, ben neysem, bir yansımam olacak o da..

En iyi ihtimalle, olumsuz yanlarımı en az, olumlu yanlarımı en iyi şeklide yansıtacak bir insan olacak.. Ama şurası kesin, bugün iyi veya kötü, ne aktarabildiysek ona, birşeyler yerleşecek ve ilerde onu Yusuf yapan değişmezlerden olacak..


"Öyleyse.." diyorum kendi kendime, "hala çok geç değil.. Bir insanı eğitmek için, önce kendimi eğitmem lazım en baştan.. Sil baştan.." Çünkü, işaret ettiğim yere gitmeyecek benim oğlum da diğer çocuklar gibi.. Onun yerine, benim ayak izlerimi takip edecek..


Nerede yürüdüğüm ve nasıl yürüdüğüm işte bu yüzden herşeyden çok daha önemli artık..


Onun kitap okuma alışkanlığı olan bir insan olmasını istiyorsam mesela, hergün beni görmeli en az bir saat kitap okurken.. Görmüyorsa, ilerde "Neden kitap okumuyorsun?" diye sorma hakkını bulamayacağım kendimde.. Başkalarının hakkında konuşmasını istemiyorsam, dedikodunun ne kadar kötü birşey olduğunu anlatmamın -kaç kere yaparsam yapayım- ona bir faydası olmaz, biliyorum.. Onun yerine, bir kere bile görmemeli beni oğlum başkasının arkasından ileri geri konuşurken.. Görürse, o şey onun için de "yapılabilir" hale gelir artık..


Bunlar gibi, hatta çok daha derin meselelere inen yüzlerce örnek var zihnimde.. Ve sorumluluğumun bu kadar büyük olacağını hissedebilseydim önceden, hiç anne omazdım belki de..

Ciddiyim..


Çocuk yetiştirmek, aynaya bakmaya benziyor aslında.. O minicik aynada kendini gördüğünde, insan her zaman gurur duyamıyor maalesef..


Ve beğenmediğimizde, görüntüyü suçlamak hiç de mantıklı değil..

6 Ekim 2009 Salı

İstediği kadar uçuklasın dudağım -üst üste minik minik altı tane gibi bir rekora ulaştık :P- istediğim kadar uğraşayım, didineyim, çabalayayım..


Ben istediğim zaman değil, O istediği zaman olacak ne olacaksa..

2 Ekim 2009 Cuma

"Dünyada sanki bir gurbetçi veya yolcu gibi ol. Akşama yetiştiğinde (salih amelleri yaparım diye) sabahı bekleme. Sabaha kavuştuğunda da (sonra yaparım diye) akşamı gözleme. Sıhhatin yerindeyken hastalık vaktini, ömür sermayen varken de ölümü düşün ve hazırlık yap."
Buhari


"Altın, gümüş, kadife ve kostüme kul, köle olanlar perişan oldular. Böyle (gözlerini dünya bürümüş) kimselere istedikleri verilirse memnun olur, verilmezse kesinlikle memnun olmazlar."
Buhari


"Vefat eden kişiyi kabre kadar üç şey takip eder; aile fertleri, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri kalır. Aile fertleri ve malı geri döner, ameli (ölyle birlikte) kalır."
Buhari

(Riyazu's Salihin, Muhtasar)