30 Kasım 2009 Pazartesi

Bu yazı, geçen yazının yorumunda kendini acındıra acındıra yalvaran Firdevs için gelsin :P

Pek severim kendisini, kıramadım aşağıdaki ilk yorumuna rağmen :P Güveç tarifini mailine istemiş aslında o ama belki tarifi almak isteyen başkaları da olur diye ben buraya yazıyorum..

İşte karşınızda, şu bizim meşhur güvecin tarifi ve püf noktaları.. Hazır Kurban bayramı yeni geçmişken, evlerde "Ne yapsak?" diye düşünülen etler de varken bu tarif işe yarar sanırım.. Hakiki tat için odun ateşi gerekse de evde de oluyor aslında.. Ben kışın evde yapıyorum zaten..

Aslında tek bir malzeme listesi yok güvecin.. En azından bizim için yok, mevsime göre değişiyor ama ben favori tarifimi yazacağım.. Genel olarak malzemeler; patates, et, soğan, sivri biber, domates , tuz ve birkaç baharat..

İlk püf noktası, güvecin tabanına bol sıvıyağ dökmek ve onu iyice kenarlara da gezdirmek.. İkincisi ise, yatay olarak çok ince doğranmış patateslerle güvecin tabanını tamemen kapatmak.. Çünkü her halükarda güvecin dibi tutuyor toprak olduğu için ama böyle yapınca yanan sadece patatesler oluyor..

Sonra başlıyoruz tabanı kaplanan güvece malzemeleri koymaya.. İri küpler halinde doğranmış patatesler ilk sırada.. Üstüne soğanlar ve sivri biberler -istenilen boyutta- doğranıyor.. Sonra sıra ete geliyor.. İster kırmızı et kullanın ister tavuk eti, ikisinin lezzeti de ayrı ayrı güzel oluyor.. Ama etlerin kemiksiz olması tavsiye edilir, yerken konforlu olsun :)) Daha sonra biraz daha patates ve en üste de doğranmış bolca domates.. Güveç bu şekilde dolacak.. Malzemeleri güvecin büyüklüğüne göre siz ayarlayacaksınız artık :))

Güvecin içiyle ilgili son aşama ise yemeğin suyunun ayarlanması.. Ben büyükçe bir kaseye su ve içine de salça koyuyorum bolca.. Sonra tuz, pul biber ve tatlı toz kırmızı biber -lezzeti çok artırıyor- son olarak da bolca kekik ekliyorum.. Biraz da sıvıyağ döküp hepsini güzelce çırpıyor ve doldurduğum güvecin üzerine gezdiriyorum..


Fotoğrafta görünen ise son püf noktası.. Vaktiniz varsa, güveç tenceresi ile kapak arasını hamurla kapatmanızı tavsiye ederim ( daha doğrusu ederiz, güveç ustası kocamla ben :P ) Vakit yoksa da mutlaka bir bez ya da en azından alüminyum folyo kaplama olabilir.. Böylece yemeğin buharı hiç dışarı kaçmaz ve yumuşacık pişer herşey..

Son aşama ise pişirme.. En küçük ocakta ve kaynadıktan sonra kısık ateşte yaklaşık üç saat kadar pişecek yemek.. Çok yanık kokunca kapatın altını :P

Sonrası mı?
Ee, afiyet olsun !!

29 Kasım 2009 Pazar

Bugünkü gri ve ıslak İstanbul'a inat, dün tam bayramlıktı hava..

Biz de tadını çıkardık Anadolu Feneri ve Anadolu Kavağı'nda.. İyi ki çıkarmışız çünkü bugün dışarıyla tek ilişkimiz, Yusufcuğun, sabah benim bir-iki dakikalık yokluğumu fırsat bilip açık yatakodası camına tırmanması ve yağmuru ellemeye çalışması oldu !! Ses kesilince koştum ve hala hatırladıkça içimi fena eden haliyle yakaladım onu.. Açık pencerede ve olabildiğince dışarı uzanmış, sevinçle "Yağmuyu ellediiiiimmmm!!" diye bağırırken !! Ayy, Allah korudu..

Yok yok, benim bu yaşlı kalbim daha fazla dayanmicek bu çocuğun atraksiyonlarına.. Bigün çat diye gidivereceğim, haberiniz olsun.. Uzun süre ses seda çıkmazsa sayfada bilin ki bi atraksiyon var ortada !!


Neyse, ne diyordum?

Anadolu Feneri..




Gördüğünüz gibi, eşarbım gezimizin deniz temasına pek uygun, çapalı çapalı :P



Bu renk, nereye gitsem beni buluyor, çıkıyor karşıma..
Ne iyi ediyor !!

Bu ev uzun süredir metrukmuş (yani terkedilmiş).. Baktım baktım içim gitti.. Sahibine buradan seslenmek istiyorum.. Kardeşim, oturmayacaksanız oturacaklar var :P Ay verin bana, bak nasıl cillop gibi yaparım ben bu evi :)) Böyle durmasın, manzarasına yazık !!


Fenere giden yolda, aniden arabayı durdurdu Ozan ve bir ağaca doğru hızla koştu.. Ben de arkasından tabii.. Meğer taa ne zaman Karadeniz' de yediği ve bana anlattığı bir meyveyi görmüş :))

Orman çileği


Başka bir adı daha varmış annemin dediğine göre, Frenk birşeyi ama ben bilmiyorum..
Ben daha önce gördüm mü bu meyveyi bilmem ama dalda tam olgunlaşmamışları da vardı ve aynı o hep gördüğümüz at kestanelerine benziyorlardı.. Dışı da dikenli gibi olduğundan sanırım Ozan göstermese yenen bir meyve olduğunu bilmez ve yemezdim..


Tadı mı?
Harikaydı.. Aynı jelibon gibiler.. Dışı hafif pütürlü gibi ve sert, içi yumuşak ve tatlı.. Anadolu Feneri'ne gidenler yol kenarındaki ağaçları boşaltsınlar hemen :)) Valla adamın biri minik bardaklara doldurmuş, 2TL'ye satıyordu meydanda !

( Ay Firdevs yine öldürcek beni :P Ama napiim, vardır bacım orada da dağlarda, arasın bulsun kocan :P )

Bu kadar şirin birşey bulmuşken, dünya kadar da fotoğraf çektim tabii :))
Ama korkmayın hepsini eklemedim..


Jelibonun elinde jelibon :))

Orman çileğinin arka planı Anadolu Kavağı... Fenere çok yakın.. Marmara Denizi'nin Karadeniz'e açıldığı yer.. Yani Anadolu Yakasının en ucu..

Aşağıdaki fotoğraf da esas hali :))



Bu kadar şimdilik.. Orman çilekleri sağolsun, bugünü de kurtardık :P


Ben Ayşe Şule ablanın dediği gibi, "stoklama" yapmakla geçiriyorum bu bayramı.. Kavurma, çikolata, anne sevgisi, baba ilgisi, kardeş bıdı bıdısı, İstanbul havası, arkadaş sofrası, biraz kıyafet biraz da lokum :)) Hepsini ama hepsini çok özleyeceğimi biliyorum..

Hoşçakalın şimdilik.. Dönüşte görüşürüz..

27 Kasım 2009 Cuma


Herkese
bol kavurmalı,
çikolatalı,
gülücüklü-kahkahalı
güzel bayramlar..


İsteyen "çikotala"mızdan üç-beş tane alabilir, sizin için aldık :))



24 Kasım 2009 Salı


Tam da Öğretmenler Günü'nde, öğretmenlik yapacağım ülkenin vizesini almak nasip oldu..
Hamdolsun, şükrolsun..


Artık benim de Öğretmenler Günüm kutlu olsun..
Gün bitmeden hediyeleri aliim :P


( Ayrıntılar biraz gecikecek galiba.. Eve daha yeni girdik sayılır.. Yuısufcuğumu yatırmam lazım.. Nereye gidiyorum, ne yapacağım vs. hepsini anlatacağım ama.. Vakit lazım vakiiittttt !! )


( Dua eden herkese teşekkürler, hissetmedim sanmayın, hepsi yanımdaydı, çepeçevre sarmıştı beni.. )

23 Kasım 2009 Pazartesi

Pasaportum, online formum, nüfus cüzdanım, ıvırım zıvırım, vesairemmm.. Hepsi yanımda olmalı, hepsini götürmeliyim yarın sabahki vize mülakatı için konsolosluğa..

Ama en çok da..

Dualarınızı götürmeliyim..


Hayırla ve kolaylıkla vizemi onaylatmam için bana dualarınızı yoldaş edersiniz di mi?
Hepsini bekliyor olacağım..

21 Kasım 2009 Cumartesi

Babasının acılarını dindirmeye çalışan merhametli kuzucuk :))




- Babammm, Allah şifalay veysin.. Disci niye böyle yapti ki seni ? Duy babam, (dur demek istiyor :P ), ben sana kitap okiyim biyas, ağyısı geçsin.. Biy vaymış biy yokmuşş... vs. vs..


Az sonra..


-Duy baba, şimdi de oyuncak yapiim sana.. Legodan düybün yapiim mi? İstey misin?
( Konuşamayan baba kafa sallar ! )

İki dakika sonra legodan dürbün hazırdır hasta babanın yatağının başucunda.. ( Yapımı çok basit: Bir uzun sekizli legonun iki ucuna, küçük dörtlü kare legolardan takılır ve ortaya çıkan patlak gözlü bir kurbağa suratına benzeyen nesne dürbün diye babaya yutturulur :P )


Biraz daha sonra..

- Duy babam.. Öpiiimm de geçsin, duy seviiimm..

( Ve bu aşama son aşama olur merhamet gösterisinde !! Dikişli yanağı sevilen (!) baba acılarıyla baş başa bırakılıp bebe hemen yatakodasına kaçırılır ve uyanınca Spiderman izletme vaadiyle uyutulur ! )


Çok şükür ikisinden kurtuldu Ozan yirmilik dişlerin.. Cerrah sadece ikisini almış.. Zaten kendisi de ameliyata girmeden önce, sadece bir diş aldıran ama yüzü, kafasının yarısı kadar şişimiş olan bir kızcağız görünce vazgeçmiş "dört, dört, dört" fikrinden :P

Tüm ısrarlarıma rağmen ne yaptı ne etti beni yanında götürmedi hastaneye..
Şu erkek gururu denen şeyi anlamam mümkün değil !

Eve kendisi geldi arabayla.. Ağrıdan duramıyordu ama yine de korktuğumuz kadar olmadı Allah'a şükür.. İlk günü tamamen buz tamponları, ballı süt ya da blendırdan geçirilmiş hurmalı süt gibi karışımlarla geçirsek de bugün yavaş yavaş yemek yemeye başladı diğer tarafıyla.. Bütün gün boyunca arkadaşıyla dışarda olduğunu da hesaba katarsak, şükür kolay atlattık..

İnşaallah enfeksiyon vs. gibi bir problem olmaz da bayramdan sonra diğer iki taneyi de aldırır sağlıkla..


Bu sabah takılıyorum Ozan'a, "Bu sene de böyle bir doğum günümüz olması nasipmiş.. Doğum günün kutlu olsun bitanem.. Gerçi bazı eksiklerle girdin bu yaşa ama olsun, ben seni eksiklerinle de seviyorum :P" diye :))


Evet, doğum günümüz bugün bizim..
"Nasıl yağğğğniiii?" diyenleri, bu açıklama yazısına alalım hemen..


Elektrik İdaresi bugün yine bize tüm gün elektriksizliği reva gördüğünden , ne pasta yaptım ne de hayalimdeki böreği.. Akşamın şu saatinden sonra uğraşmayı da canım hiç istemiyor.. Yanlız yanlız hiç tadı olmaz zaten, geç gelecek Ozan.. Bir "tüp çokokrem" var evde, onu sıkarım ağzıma artık doom günü pastası niyetine :P


Bu arada, sabah konuştuğumuzu duyan Yusufcuk hemen dahil oldu konuya.. "Doom günün kutyu olsun annecim.." dedi, "Ben sana hediye alcam bugun.." Ne alacakmış hem de biliyor musunuz? Bir çiçekli, bir arılı bir de polisli toka :))

Babasını da unutmadı tabii.. Ona önce "Arabanı değiştiyiyim senin.." dedi, sonra düzeltti, "Tekeylekleyini değiştiycem, tamiyciyim ya ben.."
:)))


Allah yavrumla, eşimle ve sevdiklerimle beraber hayırlı ve huzurlu bir ömür geçirmeyi nasip etsin inşaallah.. Hem kendime, hem aileme, hem dinime hem de milletime faydalı bir ömür geçireyim, daha ne isterim?



Bu da dünün sürprizi..


Mustafa Merter'in kitabını bulamadığımı okuyunca, Esra sağolsun taa İstanbul'dan gönderdi bana.. Yanında Yusufcuk için de şirin bir hediyeyle hem de..


Esracım bir kez daha teşekkürler.. Hem çok mutlu hem de çok mahcup ettin beni..

29 yaşına bu kitabı okuyarak başlamak çok güzel !!



Hoşçakalın.. Herkese mutlu haftasonları..

19 Kasım 2009 Perşembe

Yarın büyük gün..
Sabah 10:00'da Ozan'ın operasyonu..

"Sen gelmeyeceksiiiiiiiinnnn.... şeklindeki tüm söylenmeleri, "Geliyorum, tartışma bitmiştir!" şeklinde püskürttüm ve şimdilik sükunete erdi evin içi :P

Tamam serde erkeklik var, cengaverlik var biliyorum ama birinin de gelip cerrahla makul bir konuşma yapması gerekiyor di mi ? Önce bir ikisini aldır bakalım, diğer ikiye Allah Kerim..


Dua bekleriz sayın okur..
İnşaallah kolay ve ağrısız -ya da en az acıyla diyelim- atlatırız bu süreci..


( Bu arada, merak eden arkadaş için yazayım, ben dolgumu Fatih Üniversitesi Hastanesi'nde, Çankaya binasında yaptırdım.. Dişçi, Merve hanımdı.. SSK anlaşması olduğu için muayene, dolgu artı diş taşı temizleme hepsi 12 TL tuttu, gerisini sağolsun SSK ödeyecek.. Başka yerlere dünya kadar para ödemeyin yani.. Ben orayı kesinikle tavsiye ederim.. Randevu sistemiyle çalışıyorlar ama, gitmeden mutlaka aramak gerekli..)

17 Kasım 2009 Salı

Yaklaşık üç yıldır ertelediğim şeyi yaptım bugün..
Gittim ve bir dişçinin koltuğuna oturdum titreyerek !!
Nurtopu gibi bir dolgum var artık :P

Tıbbi müdahale fobim olduğu için - kan aldırıken bile fenalaşn bir tipim maalesef, nasıl doğum yaptıysam ! - kesin bayılırım diye şartlanmıştık Ozan da ben de ama sonuç korktuğum gibi olmadı Allah'a şükür.. Birincisi, dişçinin eli gerçekten çok hafifti.. İkincisi iğne çok etkiliydi ve hiç ama hiçbir şey hissetmedim.. Üçüncüsü ise Ozan'ı düşünmekten kendi derdimi unuttum ve olaya konsantre olamadım ( :P ) diyebilirim..

Ozan'ı düşünüyordum çünkü dişçi hanım muayeneden sonra filme gönderdi bizi gözden kaçan bir arayüz çürüğü falan var mı diye.. Bende zaten bariz çürük vardı ama Ozan'da görünmüyordu.. Ama derdin büyüğü ondaymış.. Filmler bir geldi, doktor bile şaşırdı.. Tam dört tane gömülü yirmilik dişi var ve ikisinin pozisyonu çok kötü.. Eti yaramadığı için zaten dışarı çıkamıyor ya bu yirmilik dişler, bunlar hem çıkamamış hem de çıkış yönünü değiştirmiş.. Resmen diğer dişlere doğru gelişmişler, yani şunun gibi -ıııııııı- , iki yandan alt çenedeki tüm dişleri sıkıştırıyorlar.. Ayrıca enfeksiyon olasılığı da varmış..

Sonuç: Hepsi alınacak !!

Amerika'ya gitmemize çok az bir süre kaldığından belki de dört beş aya yayılması gereken bu işlem bir günde olacak.. Daha doğrusu cerrah iki iki almayı teklif etti ama Ozan aynı gün hepsinin alınmasına dayanabileceğinde ısrarlı.. Ben cerrahtan yanayım, bakalım ne olacak son durum Cuma günü :(( Bir taraftakiler alındıktan sonra diğer taraf için ağzını açacak mecali kalacağını sanmıyorum.. Aldıran arkadaşlardan biliyorum çünkü nasıl birşey olduğunu.. Resmen dikişli, ağrılı ve zor bir operasyon..

Rabbim yardım eder inşaallah, hem ona hem bana.. Eğer hepsi alınırsa yaklaşık bir hafta on gün pek birşey yiyemeyecek çünkü.. "Ödem ve enfeksiyon olur.." dedi cerrah.. Ayrıca ağrıdan dolayı çiğneyemeyecek hiçbirşey.. Gerçekten üzülüyorum ve korkuyorum..

Ama bunda da vardır bir hayır diye düşünmeden edemiyorum - daha doğrusu edemiyoruz.. Belki oralarda daha büyük işler açılacaktı başımıza.. Gitmeden burada hallettirmek en güzeli..


Günün eğlenceli olayı ise, bu hengamenin arasında Ozan'ın ünlü olması oldu :P

TRT çekim yapıyordu biz muayene olduğumuz sırada ve Ozan'la da ufak bir röportaj yaptılar dişçi koltuğunda.. "Bayramda rahat rahat et yiyebilmek için diş bakımı yaptırdığını" söyledi muhabirin manipülasyonuyla :)) Pehhhhh :P


........................



Çok hoş bir sayfa buldum linkten linke gezerken..
Dekorasyona ilgisi olanlara bir göz atmalarını tavsiye ederim.. Hoş ayrıntılar ve fotoğraflar ekleniyor hergün..

Aşağıdaki fotoğrafı da oradan aldım..

Tam hayalimdeki yatak odası..
Aydınlık, sade, işlevsel, huzur verici ve ayrıntı olarak da yatak yüksek değil, Japon tarzı, yere yakın.. Umarım böyle bir odam olur Amerika'da..


Bu da bir tasarım harikası bence..
Eski bir valizi böyle değerlendirmenin herkesin aklına geleceğini sanmıyorum..
Ve böyle sıradışı fikirlere bayılıyoruuummmmmm :))



........................



Bu da Martha Stewart'ın sitesinde gördüğüm bir atkı-boyunluk..
Vaktim olsa ince bir yünle kesinlikle örerdim..

Çok şık durmuş.. Sizce?



....................



Sevgili Meltemle aynı süreçten geçiyoruz bu aralar.. Onlar da yeni bir iş, taşınma ve yeni bir hayat telaşında, biz de.. Bir diğer ortak nokta ise, taşınmaya gerçekten tepki veren, kaygılanan bebişlerimiz.. Yusuf sürekli "Peki oyuncaklarım noğğlcak?" diye soruyor bana.. "Yatağım noğğlcak? Kitaplarım noğğğlcak? Beni nerede beklicekler?" Ben de dafalarca ama defalarca herşeyimizi babaannesinin evine taşıyacağımızı ve bizi uslu uslu orada bekleyeceklerini anlatıyorum gözlerindeki endişe geçene kadar..

Son sorusu ise evi nasıl taşıyacağımızdı.. "Kesip kesip mi taşicaz evi anne?" diye sordu bana :)) Çok büyük ya, ufaltırsak daha kolay olur tabii taşımak onca eşyayı :P

Aşağıdaki yapraklar Meltem'den esinlenme.. Gideceğim yere birkaç yaprak götüreceğim ben de.. Kuruyorlar şu anda..

Can çekişen yaprak..


Onun kadar becerikli olmadığım için bir tablo yapamayacağım ama zar zor eleye eleye götürmek için seçtiğim birkaç kitabın içinde gelecekler benimle birlikte..


Hoşçakalın.. Ve bize dua etmeyi unutmayın olur mu?

16 Kasım 2009 Pazartesi

Mum ışıkları eşliğinde romantik bir haftasonu geçirdim.. İki gün bizimle resmen oyun oynayan elektrik idaresi sağolsun!!

Cumartesi, neredeyse sabahın nurunda gitti elektrikler.. Geldiğinde de akşam dokuz civarıydı saat.. Yaz olsa neyse ama kış günü, kombi yanmıyor.. Saat dört dedi mi hava kararıyor, ki ben eşya yerleştirme krizlerindeyim ! Giydirdim Yusufcuğu kalın kalın, mumları da yaktım dört bir yana, anne oğul takıldık evin içinde :P Neyse ki misafirlerim evde değildi tüm gün, gece onlar döndüğünde elektrikler çoktan gelmişti..



Esas sürprizi ise elektrikler gelince yaşadım aslında.. Ne ocağımın çakmağı çalışıyordu, ne mikrodalga fırınım ne de kombi.. Sinirden öldüm evin içinde "Gider ayak başıma iş açtılar yaa.." diye.. Ama voltajla ilgili bir durummuş galiba, diğerleri düzeldi, sadece mikrodalga fırın arızalı.. Tam o çalışırken gitmişti elektrikler, birşeyler oldu galiba.. Onun servisini çağırmam lazım bir ara, hoffff !!


Bu arada hiç eğlenmedik de değil hani.. Yanan minik bir mum, minik bir yaramazla buluşunca gayet eğlenceli oluyor :)) Ayrıca pek de güzel fotoğraflar çıkıyor ortaya, aklınızda bulunsun..




.......................



Başta Rümeysa olmak üzere ismimin ( Kuaybe ) anlamını merak eden herkesi, anasayfada sağ kolonda yer alan "Kuaybe ne demek?" isimli köşemize alıyoruz, buyrun..

Ayrıca sayfamızda "Her yoruma bir cevap" kampanyası başlamıştır nihayet, bilginize..


......................




" Çöp kamyonum benim.."

Dün bu iltifatına maruz kaldım Yusufcuğun !! Gayet sevecen bir yüz ifadesiyle ve elleriyle de yanağımı okşayarak söyledi :P

Her akşam pencerenin tam karşısına yanaşan çöp kamyonunun sesini duyar duymaz hangi odada olursa olsun fişek gibi salonun penceresine fırladığına ve o gidene kadar "Anneeee, ayy ışıkları da dönüyo baaaaağğğkk.." , "Biğğp biiiğğppp diyo bana baaağğğkkk..", "Kocaman bu kamyon yaa, koccccaaaaamannnn..." diye çığrındığına ve büyüyünce de "çöp kamyoncu" olmak istediğine göre, onun çöp kamyonu olmak iyi bişey di mi, iyi bişey :P



........................




Geçen gün gülüyordu, "Gülücüklerini yerim senin.." dedim Yusufcuğa, "Ama o zaman hep ağlayım ki ben.." dedi bana !


Neredeyse bir hafta, hasta olduğu için yanımda yatırdım Yusufu yine.. Ateşlenirse hemen anlayayım diye.. Pek hoşuna gitmiş beyefendinin, sabah uyanıyor, keyifle şöyle diyor hemen: "Ben hastayım, annemle babam kıyamadı bana, yanına aldı.."

Ay bu durumu da kullanmasa bari.. Bir ara tutturmuştu çünkü her yatma vakti "Kaynım ağyıyoooo.." diye.. Maksat bana karnını ovdura ovdura yanımda uyumak..Sabah kalkıyoruz birşeyi yok çünkü :))

Ama uyumadan önce kurduğu "İyi yağatlıklaaayyy.." cümlesi herşeye bedel.. "İyi geceler" ve Allah rahatlık versin"in ortaya karışık versiyonu oluyor bu :))


Bir de ailemizi şöyle tanımlıyor bu aralar: "Bu benim babam.. Bu da benim annem.. Ben de onların çoğğğcuuuuuyum.."

Kendini tanıtmaya da pek meraklı.. "Bunlay benim gösleyim.. Allah bize göymek için veymiş.. Ağzımı da yemek yemek için veymiş.. Dilimle de ağzımı yalıyoyum bööööyleeee - bu arada sanki birşeyler yemiş de ağzının etrafında birşeyler kalmış gibi bir güzel yalanıyor :)) - dişleyimi de veymiş.. Hem olmasa fıyçalayamasdım ki !!

Bu aralar gelen giden bol olduğundan ard arda dinliyoruz bunları :))



......................




Son inci ise Tv'den..
Geçen gün Ozan kanallrı zaplıyor, ben de salona girip çıkıyorum iş yaparken.. Mehmet Ali Erbil'in programı vardı son girdiğimde.. İzleyicilerin birini seçmiş, sorular soruyor, bilirse hediye veriyor, bilemezse alttan elektrik veriyor koltuğuna!!

Ben girdiğim anda soru şuydu :
- Papa'nın yaşadığı şehir?

Ve cevap da şuydu:
-Papua Yeni Gine mi?

:)))))))))))


İnsanımızı seviyorum.. "Bilmiyorum" demek yakışmaz bize, pratik zeka itinayla devreye sokulur :)) Sonuç ise, en fazla böyle rezillik olur..


Hadi iyi haftalar herkese..

Ben şimdi bir arkadaşımla alışverişe gidiyorum.. Bir kitap var listemde, onu bulmaya çalışacağım gitmeden.. Mustafa Merter'in, Dokuz Yüz Katlı İnsan.. Tanıtımını okudum, mükemmeldi.. Bu çağın en büyük sorunlarından biriyle, anlaşılmaz bir ruh hastalığı olan Kaliforniya Sendromuyla, "tüm değer, kavram ve pozitif yönlerini kaybedip ruhsuz, umarsız bir canavara dönüşme"yle ilgiliymiş.. İnşaallah bulurum..


Hoşçakalın..

13 Kasım 2009 Cuma

Aşık olsun da vampirden olsun bee :P


Twilight'ı beşledim.. Gerçi hala Ozan'ın Spiderman'i yedi kere seyretme rekorunu kırabilmiş değilim ama azimliyim.. Bi on kere daha seyretsem yeter herhalde :))

Neyse ki serinin ikincisinin ( New Moon ) vizyona girmesine bir hafta kaldı.. Doom günü hediyesi olarak onun biletlerini aldırıciim Ozan'a!! Bir süre de ona takılırım artık.. Hemen kopya bi de DVD bulmamız lazım :P Ne de olsa evde sinema keyfi başka..

( Bu arada her gece bir sinema iyi hoş da -seyrettiğim başka şeyler de var tabii, sadece Twilight değil- yanında yediğim o koca tabak dolusu mısırlar n'olcak hiç bilmiyorum!! Ama onsuz da tadı olmuyor yaa.. )



....................



Aşağıda, bugün hastalığı atlatmış gibi görünen Yusufcuk var.. Üzerine "hafif" birşeyler almış gördüğünüz gibi :)) Malum içerden ısıtma sistemi çalışıyor dört gündür, pek giydiremiyorum kendisini.. İyileşti galiba ama belli olmuyor ki işte, tam geçti diyorum, gece bir bakıyorum ateşler içinde yine!


Ellere dikkat lütfen!

Pek sevecen, sevgi pıtırcığı bir oğlum var gerçekten :P
El ele Batman izliyorlar dayısıyla :))



........................




Bu hafta misafirden yana oldukça kısmetliydim.. Önce kardeşim vardı bir hafta (gerçi o misafir sayılmaz ama neyse- o gidince de dün Ozan'ın arkadaşlarını ağırladık akşam yemeğinde.. Söylemesi ayıptır tüm yemeklere bayılmışlar ama favori yine fix olarak her misafirime yaptığım karamelli muhallebi oldu :)) Gelenler beş kişiydi ama ne olur ne olmaz diye iki ölçü yapmıştım.. İyi ki öyle yapmıştım, dolapta sadece üç tane tatlı kaldı!! ( İki ölçüden normal kaseyle yaklaşık 7 tatlı falan çıkıyor ) Ard arda gönderdim tatlı tabaklarını içeriye :))

Bu akşam da kayınpederimi ve kaynımı bekliyoruz haftasonu bizde kalmaları için.. Kalan tatlılar da onların nasibi artık :))



.........................




Aşağıdakiler ise geçen haftasonunun fotoğrafları.. Bugün yükleyebilmem ne güzel!
Film izlemekten vakit kalmamış anlaşılan :P

Yusufcuk keyifle "toypak" oynamakta yine..


Yine anneanne yapımı orjinal bir süveter..
Temamız yine "kış"..



Bu da ön taraf.. Yusufcuk bu kardanadama kafayı takmış durumda.. Engin baba şefkatiyle onu da bağrına bastı, yavrucuklar listesine ekledi.. İkide bir "Şimdi bu kardanadam üşüyor mu?" diye soruyor bana :)) Ateşliyken en büyük tartışmamız da bu süveter yüzünden oldu.. Tutturdu "illa giyiceemmmm" diye.. Gel de laf anlat! En sonunda dolabın üstüne attım, ben de alamıyorum zannedip sesini çıkarmıyor :))


Bundans sonraki fotoğraflar hamileler ve "canı çekme" olasılığı olanlar için tehlikeli..
Lütfen hızlı hızlı aşağı kayın ve yazının devamını okuyun :P


Son güveç şenliğimiz..






.......................




Günün haberini sona sakladım..


Evraklarım iki gün önce geldi Amerika'dan.. Bugün de Ozan'ınkiler gelmiş.. Konsolosluğu arayıp mülakat için gün aldım hemen.. Bu ayın sonuna doğru, çok da manidar bir günde vize mülakatım var.. İnşaallah alırım ve size de hem haber verir hem de anlatırım niye manidar bir gün olduğunu :))

Siz şimdiden dua edin olmaz mı? Herşey yolunda gitsin..



.....................



Vee son olarak...



Esra gel artık...

Bak "Pona" da ona Pona adını koyan Yusufcuk da seni bekliyor..
Evi topluyorum hızla.. Çayını kolilerin üstünde içmek istemiyorsan elini çabuk tut!!


Herkese iyi bir haftasonu diliyorum..
Hoşçakalın..



12 Kasım 2009 Perşembe

Tam da şu ortalığın domuz gribinden kırılıp geçtiği dönemde, aniden hastalanan ve iki gün ateşler içinde yanan Yusufcukla uğraşmanın, binbir türlü vesveseyle boğuşmanın yanında ev-eşya toplamak hiçbirşeymiş gerçekten..

Allahtan bu sabah biraz kendine geldi ve "Çokokıyeeeeeeeemmm" diyerek uyandı :)) "Çokokıyem yiycem ben, veyiy misin anne?"

Geceki ateşler içinde yanma-ıslak havlu ve ateş düşürücü işbirliğiyle soğutma çalışmalarından sonra, en az çokokrem kadar tatlı geldi bu cümle bana :))

"Rüyanda mı gördün oğlum, bu ne acele?" dedim, "Evet, yüyamda yiyodum ben onu, çok canım istiyoooo.." dedi..

Eli mahkum verdim ben de aylardır çok yiyip de alerjilerini tekrar kabartmasın diye köşe bucak sakladığım çokokremi..

Ciddi bir boğaz enfeksiyonu var ama doktora götürmedim henüz.. Götürmeyi de düşünmüyorum.. Hastaneler hiç güvenli gelmiyor bana bu aralar, özellikle de çocuk bölümleri.. Evde ıhlamur, elma çayı, nane ve birkaç farklı doğal yöntemle geçiştirmeye çalıştık bu sefer.. İnşaallah atlatır da gitmeye gerek kalmaz..

Allah hiçkimseyi evladının acısıyla, yokluğuyla imtihan etmesin..
En ufak bir ateşte bile "Acaba onu kaybeder miyim, kötü birşey olur mu?" diye kaygılanmayı, ancak anne olan anlar..

8 Kasım 2009 Pazar

Eşya toplamaca - yorulmaca - bi çay-kahve molası - kolilemeye devam - arada Feridun Düzağaç ya da Kıraç - biraz da yatakodasına el atayım - film arası gelmiş, kardeşi (bir haftadır bende olan en küçük numara) bekletmek olmaz (Twilight'ı üçledim, azimliyim 27 kere daha izleyip 30'a tamamlayacağım :P, her gelenle bir kere daha, bir kere daha..) - aa hala yarısı duruyor bu kütüphanenin, kim aldı bu kadar kitabı? - akşama yemeğe ne pişirsem ki? - Ozaaaaan, kolibant bitttiiiii!! - Yusuuuuuuffff, in çabuk o kıyafetlerin üzerindennnnnn!! - "Bende bulduğun aslında benim de aradığımdı (Enver Ercan) - yok yok, çıkarayım bu masa örtüsünü, yerine bir etek daha koyayım, lazım olacak - Bir Özbek çadırı keyfi mi? Tabii ki hayır demem! - Aaa, bunlar benim ortaokuldan kalan mektuplarım! - Kaç koli daha lazım, acaba kaç koli daha lazımmmmmm?


Bir sobe arası vermenin vakti gelmiş anlaşılan!!
Son sobe Ayça'dan geldi ama ondan önce sırada SananAki BaNAneSaN ve Öykücü'nün büyük ihtimalle kendilerinin bile beni sobelediklerini unuttuğu sobe var.. ( Gerçi Öykücü'nün unutmamış ve hatta üzerinden yaklaşık çeyrek asır geçmesine rağmen yazamamış olmamdan dolayı bana küsmüş olma ihtimali var!! Öykücü, küsmedin di mi? )

Konular aynı aslında, yedi ilginç özellik.. Ama ilki benimle, ikincisi Yusufla ilgili..

"Ladies first" diyorum ve önceliği kendime veriyorum :P ( Ama itiraf edeyim, insan düşün düşün bulamıyor bir çırpıda yedi ilginç özellik falan.. Ozan'a sormaya da korktum, sıralar şimdi yediyüz tane, ne olur ne olmaz! )

* Hımm, çok ayrıntıcı bir kişiliğim ben.. Hayatı gayet rahat modda yaşayan insanlara göre bazı konularda çok "kasan" bir insanım yani.. Ayrıntılar bütünden daha önemlidir benim için.. Daha doğrusu, birşey, ayrıntıları bana hitap ediyorsa önemli ve güzeldir.. O yüzden bazı konularda çok çekilmezim, biliyorum! Şimdi bunun nesi ilginç demeyin.. İlginçlikler olayların sonunda patlak veriyor.. Vanilyalıysa dondurma yemem mesela, çikolatalı olmasıdır çünkü benim ayrıntım.. Ya da örneğin mavi rengini arıyorsam bir şeyin, kırmızısını almam, gerekirse tekrar üretilene kadar beklerim! İster küçük olsun ister büyük, ayrıntıları önemserim..

* Yusufcuğun banyo yaptıktan sonraki kokusunu değil de, kesinlikle banyo yapmadan önceki o hafif terli ama kendine has kokusuna bayılırım.. Elimden gelse hiç yıkamayabilirim çocuğu hep bana öyle koksun diye :P Aynı şey Ozan için de geçerli aslında.. Şehir dışına çıktığında kesinlikle giydiği bir kıyafeti alır, onunla uyurdum eskiden..

* Birşeyi sevmem yeter benim için.. Abartırım işin geri kalanını.. Farklı zamanlarda üç kere okuduğum oldukça kalın bir kitap var mesela.. Ya da yukardaki Twilight örneği.. Sevdiğim bir filmi defalarca izleyebilirim.. Mp3 çalarımdaki beş şarkıyı ard arda aylardır dinliyorum mesela her açışımda.. Ne zaman bıkarım diye merak etmiyor da değilim!

* Bazen kendimi bambaşka hayatlarda hayal ederim.. Kimi zaman laboratuvarda, incelediği lamelin başında sıkıntıdan patlayan bir laborant olurum kimi zaman da bir otel odasında yaşamaya çalışan yanlız bir ayakkabıcı.. Hayatı onların gözlerinden görmeye çalışırım.. Onlarmış gibi konuşur, onlarmış gibi beklentilere sahip olur, onlarmış gibi hayal kurarım.. Bu aslında işime yaramıyor da değil.. Yazmamı kolaylaştırıyor.. Ne hikayeler çıkıyor bu hayallerden..

* Genel Türk kadını portresinin aksine sayılabilecek pek çok yaklaşımım var :P Şu marka yemek takımı şart, bu kadar parçalı yatak odası takımı olmadan olmaz, porselenim şuradan olsun, kristaller şart, muhakkak da şu köşede dursun, havlularım mutlaka işlemeli olsun vs. takıntılarım yoktur.. (Olmasın da!) O yüzden zannedilenin aksine yurtdışında mutlu olabileceğimi düşünüyorum bu açıdan.. İlla KRC olması gerekmiyor tencerelerimin, yemeğimi pişirmeme yarayacak herhangi bir tencereyle de gayet mutlu olabilirim.. Buradan taşımayacağım!

Dantelden de hiç hazzetmem mesela.. Ne konsolumda, ne mutfağımda ne de sehpamda göremezsiniz kendilerini..( Kendi evim için konuşuyorum, aman kimse yanlış anlamasın, kimsenin zevkine ya da seçimine söz söylemek bana düşmez.. ) Annemin de kayınvalidemin de hazırladığı çeyizler yalan-ziyan oldu sayemde.. Dokuz senedir dolaplarda bekliyorlar.. Şu eşya taşıma devresinde karambole getirip kayıp mı etsem ne yapsam :P

* "Sıradışı" olanı, farklı olanı özellikle tercih ederim.. Örneğin evimdeki tüm mobilyalar beyazdır, yani akağaç.. O renklerde istediğim gibi mobilya bulana kadar az dolaşmadım! Ya da ne bileyim, sezonun moda renklerini değil de kendi modamın renklerini tercih ederim giyinirken.. Kış günü, civciv sarısı etek ve aynı tonlarda başörtüyle dolaşmak var sicilimde mesela, grilere, siyahlara inat.. Eminim açık bir bayan olsaydım, herkes bakıra boyatıyor diye, ben gider kızıla boyatırdım saçımı.. Birbirine benzemeye çalışmak, bir hastalık gibi geliyor bana !

Altı oldu bunu da yazınca biliyorum ama başka bulamadım gece gece.. Zaten uzun uzun yazdım, bu kadarı da sayılır di mi kızlar :))


Şimdi sırada, Yusufcuğunkiler var:

* İlk madde, sobenin sahibi Ayçanın bir maddesiyle ortak aslında.. Maşaallah, yaşına göre çok güzel ve anlamlı konuşuyor Yusufcuk.. Arada öyle ilginç cümleler kuruyor ki, benim olmadığım zamanlarda biri mi öğretiyor diye düşünüyorum :P Örneğin, geçenlerde ben arkadaşlarımla beraberken Yusufcuk da bizimleydi. Kalabalık bir gruptuk yemekte, bir de Mozambikli bir arkadaş vardı Türkiye'ye üniversite okumaya gelen.. O da bizimle sohbet ederken Yusufcuk döndü ve "Kııızzz, Türkçeleri mi biliyon sen?" dedi.. Reyyan dahil hepimiz gülmekten öldük.. "Çikotala" renkli bu ablanın aslında Türkçe bilmemesi gerektiği kaçmamış demek ki gözünden :P

* Gece tam 732 farklı pozisyonda uyur benim oğlum :P Yattığı yerden kalkan çocuklardan değildir, olmayacaktır da!

* Tam bir şair ruhu taşır.. En ufak bir kızgın mimikte ya da ses yükselmesinde ruhunda derin yaralar açılır, elindekileri atar, hayata kahreder, o küçük jelibon dudağı büzülür ve insana "Allahım, nerden kızdım yaaa.." dedirten ağlama krizleri başlar..

* Acılı, ekşili, baharatlı ve ağır yemekler daha da ilgisini çeker Yusufcuğun.. "Zorlayarak başka şey yedirmektense madem istiyor bunu yesin" mantığıyla hareket ettiğimizden iyice alıştı Antep mutfağına :P

* Kurallara, o kuralı koyandan daha fazla önem gösterir Yusufcuk.. Mesela bir kere "Gece film seyredilmez, erkenden uyunur.." dediysek ona, bu yandığımızın resmidir.. Her sinema keyfimizde bize "Hani gece fiym seyyedilmezdi? Siz de uyuyun bakiimm" der, içimize fenalık getirir.. Ama bu, işine gelmeyen kurallar için geçerli değildir.. Onlar çiğnenebilir :P

* Yaramazlık yapmaktan geri durmaz ama yaptığını da hemen gelip haber verir :)) Bu sabah yataktan fırlar fırlamaz gece dayısının aşağıda biryerlerde bıraktığı makası bulmuş ve onunla oynamış mesela.. Ben daha odadan çıkmadan koşup "yayamaşlık" yaptığını söyledi ve parmaklarını da açıp açıp kapatarak "Makaşla oynadım, gösteyiyim mi?" dedi !! Kendi kendini ispiyonlayan yegane şahsiyet :P

( Bunu yazarken aklıma daha önce de bahsettiğim bir-iki yaramazlık geldi.. Yazmam lazım onları da.. Hem unutmamak için hem de kamu hizmeti olsun.. Biri var ki tam akıllara zarar.. Hastanede geçirtti bana geceyi, korkudan öldüm öldüm dirildim o gün ! )

* Kesinlikle takıntılı bir çocuktur Yusufcuk.. ( Benim oğlum olduğu için olabilir mi acaba :P ) Kitaplarını hep aynı yere koyar, belli oyuncaklarının belli yerleri vardır.. Sütüne bal koymazsam içmez, öyle alışmıştır çünkü.. Kafası benim yastığıma kaydığında geri çekilir, "Niye ?" diye sorarım, "Bu benim yaştıım diil" der.. Birşeyleri hep aynı yapmayı, hep ilk öğrendiği şekliyle uygulamayı sever.. Mesela, hep önce sağ ayağını kaldırır giydirirken, hep aynı hareketi yapar dişlerini fırçalarken.. Söz verdiysek bir konuda, onu da gerçekleşene kadar asla ama asla unutturmaz bize!
Ne güzel :P


İşte bu kadaaaaarrrr..
Ay üstümden büyük bir yük kalktı vallahi :))
Gidip gönül rahatlığıyla uyuyabilirm artık..
İyi Pazarlar size..

2 Kasım 2009 Pazartesi

Ozan'ın vizesini aldığı bugünü, hemen kayda geçelim günlükçüm.. Artık içimiz rahat bir şeklide birlikte gidebileceğiz inşaallah..

Sevenleri ayırmayan Emerikan hökümetine de teşekkürler :P

1 Kasım 2009 Pazar


Kış geldi !!
Haftasonunu evde, mütemadiyen yağan yağmuru seyrederek, "Eyvah, karardı yine günler, nerede benim yaramaz güneş ışıklarım?" diye diye geçirdim.. Ozan da sürekli "Ahh, dağa gidemedim.." modundaydı.. Yusufcuk ise hasta hasta, oyuncaklarıyla ve yavrusu minik tavşanla oynadı durdu.. Yakında girerim ben olağan kış depresyonuma.. ( Ben girmeden Ozan'ın vizesi çıksa ve gitsek keşke.. Austin sıcakmış ya, ondan :P Ben kesinlikle yaz insanıyım, bakmayın Kasım günü doğduğuma.. )

Gerçi dün Polatlı'ya gittik ama Yusufla ben neredeyse tüm gün arabada olduğumuzdan pek bi atraksiyon olmadı.. Yukarıdaki fotoğraf, o anlardan hatıra..

Son iki günün en güzel yanı ise, ne zamandır aradığım renk bir eşarbı bulmuş olmamdı.. Aker'in bir serisonu mağazasından aldım.. İki renk kaldı geriye ısrarla aradığım :P Azimliyim, onları da bulacağım gitmeden..

.........................



Domuz gribi salgını sebebiyle Yusufcukla evdeyiz bir haftadır.. Kreş tatildi geçen hafta, sadece bir kere akşamüstü alışverişe gittim.. Bu hafta da verip vermeme konusunda karasızım. Ozan gönderme taraftarı ama ben -evhamlı kişilik- bir türlü karar veremedim..


Evde kendimce tedbirler aldım gribe karşı.. Bol sarmısaklı, limonlu ve karabiberli tavuk çorbaları yapıyorum mesela.. Salatalara mutlaka sirke ekliyorum ve bol bol mevsim sebzesi kullanmaya çalışıyorum.. Her sabah yeşil çay-ıhlamur-nane ve karanfilden oluşan bir çay demliyorum.. Bazen içine çörekotu da atıyorum.. Geçen hafta topladığımız kuşburunlarını da meyve suyu yaptım, içiyoruz hergün.. Fındık ve kuru üzüm takviyesini de es geçmeyelim tabii.. Kaseye doldurup koyuyorum Yusufcuğun yanına, oynarken gidip gelip yiyor farkında olmadan :))




Bu fotoğrafı Cuma günü hastaneye gittiğimizde çektim.. Hem salgından korkup hem niye virüsün en çok bulunabileceği yere, hastaneye mi gittim? Çünkü aile boyu göz muayenemiz vardı ve randevu o güneydi.. Amerika'ya gitmeden göz ve diş tedavilerimizi mutlaka tamamlamamız lazım.. Orada hem çok pahalıymış ( bir diş çekimi 2000 dolar civarıymış örneğin ) hem de bazı bölgelerde sistem çok kötü işliyormuş, aletler resmen ilkelmiş!!

İyi de oldu gittiğimiz.. Babamız ve ben gözlüklerimizi yazdırdık, Yusufcukta da şimdilik bir tedavi süreci gerektirmese de gizli şaşılık olduğu kesinleşti.. Aynı babası gibi, normalde değil ama çok yorulduğunda istemsiz olarak kayıyor sol gözü.. Ama sevindirici olan, bunun görmesini engellememesi.. İnşaallah ilerde de problem olmaz..

Yusufcuk maskeyi taktığına çok mutlu oldu.. Gripten falan anladığı yok tabii yavruşun, "Doktoy oldum beeennnnn.." diye bağıra bağıra gezdi hastanede :))


.....................





Evi yavaş yavaş toplamaya başladık.. İlk olarak çekmece ıvır-zıvırlarından ve evin her köşe bucağına dağılmış onlarca oyuncaktan başladım.. Doğru mu yaptım bilmiyorum o oyuncakları kolilemekle... Aklına geldikçe birşeyler isteyip duruyor Yusufcuk.. En son dün "Homuyumu vey bana, Homuy neyde?" diye taktı kafaya gece vakti.. Bir Homer oyuncağı var, onu istiyor :))



...........................



Yukarıda, "Dün Polatlı'ya gittik ama atraksiyon yok.." yazmıştım ya ben.. Şimdi aklıma geldi dün akşamın atraksiyonu.. Ankara'ya dönüşte, gece karanlığında, yağan yağmura aldırmadan arabayı bana kullandırdı Ozan.. Ayy, acemilik, yağmur, kısalar-uzunlar, silecekler ve bir de yanımdan yönümden geçen arabalarla o bir saat resmen işkenceydi !! ( Yol boş olmalı ben kullanırken, başka arabaya tahammülüm yok, geriyor beni :P ) Ama Yusufcuğun gayet çaresiz bir ses tonuyla sarfettiği şu cümle macerayı özetlemeye yetti: "Babaaa, annem sana veysin aytık ayabayıı yaa.." Şehir merkezine yakın bir yerde direksiyonu hemen devrettim tabii..

Bir an önce şu araba kullanma işini halletmem lazım.. Amerika'da arabasız biryere gidilemediğinden ve oraya yerleşenlerin herşeyden önce bir araba aldığını duyduğumdan beri daha da korkuyorum.. Ozanla ayrı yerlerde çalışacağız ve mecburen kendi başımın çaresine kendim bakacağım orada!!



......................


Günün son fotoğrafı yine kışın geldiğinin bir göstergesi..
Anneanne ürünü, elma ağaçlı bir kazak.. Taa Yusufcuk sünnet olduğunda örmüştü annem.. Giyebilecek kadar ancak büyüdü..

Özellikle yere düşen elmalar çok şirin geliyor bana :))


Bu da ısrarla, elmalarını görmeye çalışan Yusufcuk :))



Herkese iyi haftalar..