31 Mayıs 2008 Cumartesi

Dünkü tarzı sevdim.. Yine öyle yazmak istiyor canım :))


- Yusufcuğun dilinin ucunda, benim de dudağımda bir uçuk var.. Anne-oğul uçuk kaçık idare edip gidiyoruz :))



- Koyubeyazcım, seni okuyamıyorum :((



- Bir evi, gerçek bir ev görüntüsüne kavuşturan halılarmış.. İki gündür bir acaip görünüyor evim gözüme.. Sanki yeni taşınmışız ya da her an taşınacakmışız gibi..



- Babamız arkadaşlarıyla pikniğe gidecek az sonra.. Yusufcukla ben evdeyiz.. Sepeb: Artık bende iyice paranoyaya dönüşen kene korkusu!! Özellikle Ayşemin yavruşlarının başına gelenleri de okuyunca gözüm çok korktu.. Ozan her ne kadar "Tedbir alırsak birşey olmaz, yatıp yuvarlanmayacağız yerlerde.." dese de Yusufcuk için bunu garantilemek çok zor.. Bakalım köydeki tatilde ne yapacağız?



- Kendime şirin, küçük bir gece lambası almak istiyorum.. Yusufcuk artık daha erken uyuyor sanki geceleri (23:00'te!!) ve ben, bana kalan bir saatte kitap okumak istiyorum.. Ne de olsa bünye oniki-bir gibi uyumaya alışkın :))



- Yusufcuk öyle tatlı dondurma yiyor ki anlatamam.. Yeri geliyor, külahtan parmağıyla çıkarıp ağzına doldura doldura, yeri geliyor çenesinden akıta akıta.. "Birazcık da bana ver annecim.." diyorum, herşeyini paylaşan bebe, hazine saklar gibi kaçırıyor külahını benden!!



- Balkonumdaki iki büyük boş saksıdan birine akşam sefası, diğerine de sarmısak ektim.. Çok alakasız oldu biliyorum ama biri bakmak biri yemek için :)) Sarmısak bizim mutfakta en çok tüketilen şeylerden biridir çünkü.. Özellikle tazeyse bayılırım ve neredeyse her yemeğe, her sosa koyarım.. İnanılmaz bir lezzet katıyor yemeklere.. Küçük bir saksı daha alıp ona da fesleğen ekmek gibi bir niyetim var.. Bakalım ne zaman?



- Hadi ben kaçıyorum.. Ocakta yemeğim var :P

30 Mayıs 2008 Cuma

Tikkat tikkat.. Bu yazıda lütfen bir bütünlük ve mantık birliği aramayınız sayın okur..
Aklıma ne gelirse yazasım var :P


- Yusufcuk artık bezli.. Söylenecek en güzel şey: Oh beee.. Tamam reklam repliği taklidi oldu biliyorum ama zaten her reklam kuşağını seyretmekten normal diyaloglarımı da reklam replikleriyle yürütür hale geldim.. "Anlatsana Beypiliç'i.." diyorum, o gün nasıl geçti, ne yaptı anlatıyor Ozan :)) "Hayır diyemeyeceğin tek lezzet buradaaa.." diyorum uyutmak için Yusufcuğu emzireceğim zaman, hemen geliyor yavrucak :))



- Dün bütün halılarımızı yıkamaya gönderdik.. Sabah da bütün evi çamaşır sularıynan sildim :)) Artık oraya buraya "iz bırakan" bir bebem de yok çok şükür.. Çiş silmeye son!! Cinnete son!!

Bu arada, bez bağlamayla ilgili sevgili Sühendan'ın tavsiyesini uyguladım ve çok işe yaradı.. Normalde bez bağlayınca değip acıtıyordu ve ağlıyordu Yusufcuk.. Ama şimdi küçük şeffaf bozdolabı poşetlerini parçalara ayırıyorum ve bolca kremleyip (Furacin) önce onunla sarıyorum pipişi.. Üstüne bezi bağlayıca hem krem dağılmamış hem de bez tahriş etmemiş oluyor..

Yusufcuk gayet memnun halinden.. Spidey moduna geri döndü.. Sanırım hiç acımıyor artık, elhamdulillah..



- Oturduğum apartmandaki gözetleme ve haber alma ağını hala çözebilmiş değilim.. ( Hatta mahalledeki!! ) Dün akşamüstü Yusufcukla marketten dönerken bir komşu "Halıları kaça yıkatıyorsun, kaça verdin?" diye sordu bana.. Ağzım açık kaldı hayretten.. Ya ablacım sen nereden biliyorsun onların benim halılarım olduğunu? Aynı katta bile oturmuyoruz, hani kapının deliğinden falan gözetlesen!! İnsan önce "Senin miydi o halılar?" diye sorar bari, ayıp olmasın :P



- Yusufcum baban ne yapıyor?
- Değhh..

Bugünlerde babasını sadece ders çalışıyorken görüyor garibim :))



- Yusufcuk can sıkıntısı başına vurdukça kapının yanına gidip minnoş ayakkabılarını geçiriyor ayağına :)) Bir de "attağğ" diye buyuruyor bilmiş bilmiş..



- Kelebeği okudukça Yusufcuğun ilk yedi aydaki kolik dönemi geliyor gözümün önüne!! Allah yardımcısı olsun, çok zor gerçekten o ardı arkası kesillmeyen ve bebekten çok anneyi perişan eden ağlamalara dayanmak..



- Bu haftasonu mutlaka ama mutlaka Uluslararası Türkçe Olimpiyatları'nın ödül törenini izlemek istiyorum.. Size de tavsiye ederim.. Özellikle Türk Sanat Müziği okuyan Letonyalı genç kız kendine hayran etti beni..



- Sünnet kıyafeti küçülene kadar, Yusufcuğu gittiğimiz her gezmeye o kıyafetle götürmeyi düşünüyorum :P Hatta sünnet kıyafetimizi, bir ay sonra gittiğimizde köye, sonra İzmir'e dedemlerin yanına, sonra da İstanbul'a annemlere götürmeyi de düşünüyorum.. Yusufcukla sünnet fotoğrafı olmayan kalmasın :)) Eee, çok acı çekti ama, haketti çocuğum bu lüksü :P



- Acaip bir yazı olacak demiştim di mi?

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Sünnet sonrası iyileşme sürecindeki Yusufcuktan haberler :

Beş gün oldu bugün sünnet olalı ve Yusufcuğu oyalamak, oturmasını sağlamak ya da en azından dikişlerine zarar verecek hareketler yapmasını engellemek imkansız hale gelmeye başladı.. Hergün yeni bir oyuncak ortaya çıkarıp onunla oyalamaya çalışsam da bir süre sonra ona da ilgisini kaybediyor ve yeniden hoppiş hoppiş oynamaya başlıyor koltuk-vitrin tepelerinde!! Sürekli arkasında dolaşır vaziyetteyim.. Dün Ozan gelene kadar yemek bile yemedim, düşünün artık.. Sadece bir iki saniyelik bir gecikmenin ( Allah korusun ) geri dönüşü olmayan zararlara sebep olabileceğini biliyorum çünkü..



Ahmet Aydın abimiz ve ailesinin sünnet hediyesi olan motorumuz..
Ama Yusufcuğun deyimiyle "bihh" yani bisiklet :)) Üstündeki de "bebe"ymiş.. Bebe, bihe binip an ann yapıyormuş :))



Sürekli Yusufcuğun peşinde gezip onu sakınma pozisyonunda olmak ve bu arada da oraya buraya gerçekleşen çiş vak'alarını temizlemeye çalışmak çok ama çok geriyor beni iki gündür.. Yanlız da olduğum için sakinleşecek bir yarım saatim bile yok.. Dün heralde şimdiye kadar hiç bağırmadığım kadar bağırdım Yusufcuğa :(( Sonra da oturup ağladım bir güzel, "Çocuk zaten sünnetli, bir de ben bağırdım üstüne.." diye.. Ama önce çiş yapıp sonra da ellerini uzatıp onunla oynamaya kalkması, hızla kaçıp o çişli çoraplarla oraya buraya basması tam cinnetlikti gerçekten..

Dün öğlen ilk banyosunu yaptırdım sünnetten sonra.. Ilık su dolu bir kovada uzun süre oturuttum onu.. Yaranın üstündeki kabuklar iyice yumuşadı.. Sonra temziledim onları acıtmadan.. Yusufcuk uyuduktan sonra da "Batticon"layıp kremleyecektim -önceki gün öyle yaptım, uyanıkken olduğundan çok daha rahat oldu çünkü- ama uyandı hemen Batticonu dökünce.. Uykusu gözünden akar vaziyette ikindiye kadar peşinde koşturdu beni.. "Gel yatalım.." diyorum, "İdağğ" diyor bana.. Yatınca ilaç sürüyormuşum yani :))
Bugünlerde en büyük korkusu bu ilaç mevzuu zaten.. Acımadığına eminim ama sırf korkudan dakikalarca ağlıyor her krem sonrası..


...........................



Dün bu çiş meselesinin beni fazlaca gerdiğini farkettiğimden ve bir de Minel'le konuşup onun Orhan Kerem'i hep bezli şekilde gezdirdiklerini öğrendiğimden Yusufcuğa artık bez bağlamaya karar verdim.. Uyurken yavaşca bağladım bezini.. Uyandığında biraz mzırdandı ama "Attağ" gitme vaadiyle sustu :)) Başlarda hiç problem etmedi.. Babasıyla oynadı, etrafı karıştırdı.. Hatta çok yakındaki bir markete bile gittik "attağ" vaadimiz yerini bulsun diye.. Ama sonra her iki çiş yapışta da acı acı ağlayınca yine dayanamadık, çıkardık bezi :(( Yaranın üstü tamamen soyulmuş zaten, kanamasına gönlüm razı olmadı.. Birkaç gün daha sabredeceğim sanırım.. Bir kurusa şu dikişler..






Bezi çıkarınca yeni bir çözüm buldum Yusufcuk için..
Kendi bodysinin üztüne benim bodylerimden giydiriyorum, elbise gibi oluyor :))
Diğer türlü üşüyor gibi geliyor bana çünkü.. Bacakları soğuk soğuk dolaşıyor etrafta :))




Her çiş yapışta bir de body ekliyoruz kirli sepetine tabii, o ayrı :P )






Sünnet sonrası "geçmiş olsun" ziyaretlerimiz başladı.. Ev sahibimiz ve Ozan'ın iş arkadaşı Aytaç abiler geldi ilk olarak.. Dün de iki minik komşu kızı ve alt komşum.. Bu akşam da İzmir'den gelen eniştemi misafir edeceğiz kısmet olursa.. Evi iyice havalandırayım bari :P


.........................



Son olarak da birkaç kelime ve diyalog yazayım Yusufcuktan.. Arada kaynayacak, unutacağım çünkü..

- Niye yemiyorsun annecim, doydun mu?
- Doğdü..

Ptente: prenses (küçük oyuncağı)
Vaye: Fare
Ottüğğğ: Otur ( Oturmamızı istediği yeri gösterip böyle buyuruyor bize :) )
Patateğğ: Patates
Heğide: Hediye :))
Dodüğğ: Dondurma

Bir de tabii "ığğh" var ki bu da çiş ya da kaka yapınca söyleniyor!! Ama yapmadan önce değil, yaptıktan sonra.. Kaç gündür hazır bezi yokken tuvalete alıştırayım Yusufcuğu diyorum ama kesinlikle hazır değil daha.. Özellikle çişinin geldiğinin farkında değil, yapmaya başlayınca anlıyor.. Tuvalete götürünce de tutyor kendini, oraya yapmıyor niyeyse.. Neyse yaza tekrar deneriz artık..

Şimdilik hoşçakalın.. Dualarınıza da hala çok ihtiyacımız olduğunu unutmayın olur mu?

25 Mayıs 2008 Pazar

Bir perşembe gecesiydi..

Ertesi sabah sünnet olacaktı Yusufcuk.. Ve öğlen onun son muayenesini yapan doktor, "Gece yarısından itibaren yemek içmek yok.. Emmek de yasak tabii.." demişti.. O sırada "Hiğğğ!!" demişti anne, "Peki ben nasıl uyutacağım bu bebeyi? Emmeden uyumaz ki benim bücürüm.." Boynunu büküp çaresizce bakmıştı doktora..

Bu uyarının ardından, "Ah, gece aç kalacak, sabah da ameliyat olacak.. Dayanamaz.." diyen babaanne elinde muzdan leblebiye, salatalıktan helvaya zengin bir menüyle ardı sıra koşarak habire beslemeye çalıştı Yusufcuğu.. Bir yandan o da "Ahh" çekiyordu anneyle beraber.. "Ah nasıl geçecek bu gece?"

On bire doğru Yusufcuğu uyuttuktan sonra saat biri beklemeye başladı anne.. En geç o zaman emzirebilecekti yavruşunu çünkü.. Bu arada baba "Gel bak vazgeçelim, büyüyünce yaptırırız, n'apalım.." demekteydi hala.. Anne "Hayır.." dedi, "Gün bile aldık, herşey kesinleşti.. Hem şimdi olursa acıyı sadece biz hatırlayacağız, o hatırlamayacak bile.. Daha fazla iltihaplanmayla uğraşmak istemiyorum.. Doktorlar en uygun zamanın şimdi olduğunu söylüyor.."

Saat bire çeyrek kala son kez emdi Yusufcuk.. Uyuyup kaldığında tekrar uyandırdı annesi, tekrar emsin diye.. Belki uzun uzuuuun uyur diye..

Ama dedik ya, belki..

Saat tam üçtü uyandığında.. "Memeğğğğğ.." diye bir serenat başladı evde.. Ne ayakta sallamakla uyudu Yusufcuk ne de çarşafta sallanarak.. Annesi ortadan kayboldu bir ara, kendisini görmezse babaannesinin kucağında uyur kalır belki diye.. Bir ara da uyuyor numarası yaptı ama nafile.. Şiddeti her an artan ağlamalar krize dönmeye başladı..

İşte o an, anne de "Acaba vazgeçsem mi? diye geçirdi aklından!! Saat beşe geliyordu çünkü ve Yusufcuk ağlamaktan bitap düşmüştü.. O halde ameliyata girmesine gönlü hiç razı değildi..

Bir kere daha çarşafla sallamayı denediler ve saat beşbuçukta sızdı Yusufcuk.. Annesi de tabii..

Yedibuçukta hastanedelerdi.. O kadar ağlamanın etkisiyle derin derin uyuyan ve arabaya binince bile uyanmayan Yusufcuk orada uyandı.. Biraz kendine gelmişti.. Pil şarj olmuştu :)) Sekizde açılacak ameliyathaneyi beklemeye başladılar.. Biraz çocuklarla oynadı biraz etrafı karıştırdı Yusufcuk.. Arada aklına emmek gelse de annesi ve babaannesi tarafından itinayla unutturuldu bu istek :P






Beş çocuk vardı sünnet olacak ve ikinci sıradaydı Yusufcuk.. Aslında en geç dokuzda girmesi lazımdı ameliyata ama bir lösemi ameliyatı ve bir de bisiklete binerken arabanın çarptığı bir çocuğun ameliyatı girince devreye sünnet operasyonları gecikti biraz.. Bu sırada Yusufcuk susuzluktan ve uyumak istediği için daha çok yalvarmaya başladı "Memeğğ" diye.. Bir ara da "Buhhh" diye ağladı yavruş bir kadının elindeki su şişesini görünce.. Annesiyle babaannesi yanlarında getirdikleri battaniyeyle salladılar onu.. Şirinbabasıyla, gözlüğüyle, sünnet olacak başka bir abiyle oynattılar.. Zor geçti bekleme süreci, zoooorrr... Ama geceden beri uykusuz olan Yusufcuk, en sonunda uyudu kaldı yine..

Saat on buçuk civarında anons edildi Yusufcuk.. Annesi yavaşça uyandırıp muayene odasına götürdü onu.. Soyup yeşil ameliyat önlüğünü giydirdi ve gözlerinden süzülmeye başlayan yaşları ona belli etmemeye çalıştı.. Daha yeni uyandığı için mahmurdu Yusufcuk.. "Attağğ.." demeye başladı annesi onu giydirirken.. Cicilerini giyip attaya gideceğini zannediyordu çünkü.. Seni" çooook seviyorum annecim.. Uyandığında yanında olacağım ben, tamam mı.." dedi annesi yutkunarak..

Doktor amcanın kucağına da aynı sevinçle gitti Yusufcuk.. Ve koridorda uzaklaşmaya başladılar birlikte.. Annesinin hafızasına kazındı o görüntü.. Yeşil ameliyat kıyafetiyle Yusufcuğu kucaklayan, arkasını dönüp yürüyen doktor ve onun omzundan, taa kapıdan girene kadar annesine bakan fındık Yusufcuk..

Yusufcuk içeri alınınca tuttuğu hıçkırıklarını da gözyaşlarını da bıraktı annesi.. Bir yandan şükrede şükrede bir yandan da içi burkula burkula ağladı.. Şükrediyordu çünkü hemen arkasındaki camekanlı bölmede yatıyordu lösemili çocuk.. Onun saçları dökülmüş küçücük kafası, boncuk gözleri gitmiyordu aklından.. Ama içi de burkuluyordu.. Çok ağlayacaktı yavrusu, canı çok yanacaktı, "Anniğğğğ" diye bağıracaktı anestezi onu uyutana kadar ama nereye bakarsa baksın göremeyecekti annesini.. Yanında olamayacaktı annesi o acı çekerken..

Babasını aramak için saate baktı annesi Yusufcuk ameliyata girince.. 10:35'ti saat.. Büyük bir tevafuk olmuş ve saat 10:35'te doğan Yusufcuk, yine aynı saatte sünnet olmuştu..

Yarım saat kırk-dakika sonra ameliyattan çıktı Yusufcuk.. Tam da annesi su ve yiyecek birşeyler almak için aşağı inmişken.. Haber gelince üçer beşer çıktı merdivenleri annesi.. Söz vermişti bebeğine uyandığında yanında olacağım diye..

Yeni yeni ayılıyordu Yusufcuk.. Sesinin çıkabildiği kadar bağırıyor, gücünün yettiği kadar çırpınıyordu.. "Buradayım bebeğim.. Yusuf, geldim annecim.. Bitti bebeğim, bak bittiiii.." diyen annesi duymuyordu bile.. O ilk panikle elini ayağını nasıl tutacağını şaşıran annesinin ve babaannesinin acemiliğinden yararlanarak pansumanı yerinden çıkarmayı bile başardı hatta!!

Yusufcuğu o halde gören babaannesi de fenalaştı ve o da başladı haykıra haykıra ağlamaya.. Daha da telaşlandı anne.. Hangisini önce sakinleştireceğini şaşırdı çünkü.. O ağladıkça Yusufcuğun korkup daha da fazla ağladığına ikna edemedi babaannesini.. Bir sürü de sitem işitti "Niye bu kadar küçükken çektirdiniz bu acıyı ona.." diye..

İşte o anlar, annenin de içinde büyük bir pişmanlık duyduğu anlardı.. "Yoksa yanlış mı yaptık gerçekten?" diye sordu kendine defalarca.. Doktorlar "Sünnet ettirmeniz lazım.." dese de bekleseler miydi acaba iyice büyümesini? Yavruşun bu kadar acı çekmesi onun suçu muydu gerçekten?

O mu daha çok acı çekiyordu acaba Yusufcuk mu?
Terden pardesüsü bile ıslanmıştı!!

Tekrar pansuman yapılırken daha da fazla çırpınmaya, hatta zaptedilmez hale gelmeye başladı Yusufcuk.. Ameliyattan sonraki ilk üç saat beslenme yasak olduğundan emziremiyordu annesi.. Emse hemen sakinleşecek, uyuyp kalacaktı, biliyordu.. Kolları annesinin, bacakları babaanesinin elleri arasındaydı Yusufcuğun.. Buna rağmen bazen kalkmayı, bazen dönmeyi başarıyordu!! Bir bebeğin nasıl bu kadar kuvvetli olabildiğine bir kez daha hayret etti annesi..

O sırada kontrole gelen doktor Yusufcuğu ve ondan önce sünnet olan daha küçük bir bebeği muayene etti .. Bu ağlamanın acıdan ziyade narkoz etkisinden kaynaklandığını, çok etkili ağrı kesiciler verdiklerini fakat bilinç tam olarak yerine gelene kadar bebeklerin korkudan bu şekilde ağladıklarını, ne yapacaklarını bilmedikleri için de çırpındıklarını söyledi.. Biraz rahatlamıştı annenin içi.. En azından sadece Yusufcuğa has bir durum değildi bu ve normal olduğunu öğrenmişti..

Bir saatten fazla çırpınıp ağladıktan ve annesini de babaannesini de heyecan ve üzüntüden mahvettikten sonra dalıp kaldı Yusufcuk.. Annesinin elini sıkı sıkı tutmuştu.. Hiç bırakmadı uyanana kadar.. Kulağının üzerine battaniyesini örttü annesi.. Çünkü bir bebek daha gelmişti dört yataklı odaya ve o da ağlıyordu bağıra bağıra.. Yavruşunun uyanmasından ödü kopuyordu.. Dinlenmesi lazımdı.. Kendine gelmesi lazımdı.. Sakinleşmesi lazımdı..






Uykusu hafifleyince, diğer bebeğin ağlamasını duyup uyandı Yusufcuk.. Doğrulmaya, sünnet bölgesine bakmaya çalışıyor, biz elini ayağını tuttuğumuz için bize kızıyordu.. Yine bir ağlama ve çırpınma devresi başladı ama daha bilinçliydi Yusufcuk.. En azından annesinin sesini duyunca biraz sakinleşiyor, kediyle kuşla ilgili şarkılarını dinleyecek kadar sabrediyordu.. Sonra acısı galip geliyor, yeniden ağlamaya başlıyordu!!

Annesi büyük bir umutsuzluğa kapılmıştı.. Sürekli böyle mi olacaktı Yusufcuk? Hiç hafiflemeyecek miydi acısı? Babası hayatta dayanamazdı onu böyle görmeye.. Bin pişman olacaklardı bu işe kalkıştıklarına..

Odada ağlayan bir bebek daha vardı artık, Yususfcukla yaşıt.. O da gelince içerisi iyice kalabalık olduğundan güvenlik görevlisi gelip bebeklerin anneleri hariç herkesi dışarı çıkartmak istedi.. İşte o an başından aşağı kaynar sular döküldü annenin.. Tek başına imkanı yok zaptedemezdi Yusufcuğu.. Tamam yan yataktaki bebek de çok ağlıyordu ama çırpınmadığı, yarasını elllemeye çalışmadığı için sadece annesi yetiyordu ona.. Oysa Yusufcuk iki kişi tuttuğu halde kolundaki kelebeğin bandajını çıkarmıştı az önce.. Çok hareket ediyordu çünkü..

Babaannesi dışarı çıkmak zorunda kalacağı için hastabakıcılar gelip kollarını ve ayaklarını yatağa bağladılar Yusufcuğun.. Hareket edebiliyor ama kendisine dokunamadığı için yaraya zarar veremiyordu.. Sonra diğer bebekleri bağladılar.. Diğer ikisi de kelebeklerini çıkartmışlardı çünkü ellerinden..

Ondan sonra biraz rahatladı Yusufcuğun annesi.. En azından artık ellerini Yusufcuğu tutmak için değil de onu okşamak için kullanabiliyordu.. Ara ara canı yandıkça ağladığında saçlarını seviyor, yanaklarından öpüyor, kulağına eğilip ninni söylüyordu.. Azıcık daha uyusaydı keşke.. Acısını biraz daha unutsaydı..

İkinci saatin sonunda daha da sakinleşmişti Yusufcuk.. Artık derdi acıdan çok susuzluğuydu.. "Buhh.." diye ağlıyordu çünkü yeniden.. Annesi yanında getirdiği oyuncaklarla oynattı, kitapla oyaladı, şirinlikler yaptı ona.. O da Yusufcukla beraber dakikaları sayıyordu.. Onu emzirebilmeyi hiç bu kadar çok arzu etmemişti galiba daha önce..

Son kontrolden sonra üç saat de dolunca hemen biberonunu verdi annesi Yusufcuğa.. Kana kana, dudaklarından akıta akıta suyunu içti Yusufcuk.. Hem de neredeyse bir buçuk su bardağı su içti!! O içtikçe, annesinin içine doldu sanki onun ferahlığı..

Suyunu içer içmez kendi kendine uykuya daldı yeniden Yusufcuk.. Artık sakinleşmiş, kendine gelmişti.. Annesi de daha iyi, daha umutluydu artık.. Ama ne ellerinin ne de vücudunun titremesi hala geçmemişti!!





Babası onları almaya geldi o sırada.. Uyurken gördü bebişini.. "Küçük oğlum, aslan oğlum benimmm.." diye sevdi yatağında bağlı Yusufcuğu.. Taburcu işlemlerini yaptırdı.. Doktor kontrol edip çıkışına onay verince, hemşire uyanan Yusufcuğun kolundan kelebeği çıkardı.. Aldıları sünnet külodunun önündeki plastik muhafazayı çıkartıp bezin içine yerleştiren anne, yavruşunun altını bağladı ve nazlı Yusufcukla evlerine doğru yola koyuldular...

........................




Yusufcuk üçüncü gün itibariyle gayet iyi maşaallah.. Dayısının sünnet hediyesi olan müzikli taksiyi parçalamakla meşgul :)) Dün akşamdan beri hiçbir ağrı yada acı belirtisi yok çok şükür.. Kendi oluşturduğu küçük acılar hariç tabii.. Daha bu sabah yatakta tepişirken pipişi kenara sürtüp azıcık kanatmayı başardı mesela!! Pipişimiz artık açıkta çünkü.. Dün sabah kendi kendine çıkan pansumanını yenilemedi doktor, gerek yok diye.. Yaranın kurumasını bekliyoruz..

İlk gün, hastaneden geldiğimiz andan uyuduğu ana kadar neredeyse hep emme pozisyonundaydı Yusufcuk.. Nazlı nazlı sızlandı durdu.. Narkozun da etkisinden olsa gerek, pek kalkmadan yatmaya razı oldu.. Ama sonra aşama aşama normale dönmeye başladı..

İlk gün en büyük problem çiş yapmaktı.. Her çiş yapışta çığlık çığlığa bağırdı!! Hele ilk yapışını hiç unutamam sanırım.. Ayağa kalktığında dizleri titriyordu resmen korkudan ve acıdan.. Ellerini tuttum, cesaret vermeye çalıştım ama yine de çok ağladı yavrum.. Ama dün pansuman çıktığından beri çok rahat ve acısız yapıyor çişini maşaalah..

Çiş yapmak demişken..
İşte zurnanın zırt dediği yer tam da burası :P

Her ne kadar doktorlar gevşek şekilde bez bağlayabilirsiniz dese de hepsi yaranın açık kalmasının daha iyi olacağını, hem kanamayı engelleyeceğini hem de kurumasının çabuklaşacağını söylediler.. Tamam yarayı açık bıraktık ama Yusufcuk henüz tuvalet eğitimi almış bir bebek değil ki.. Üç gündür bu çiş mevzuunda felsefesi "Nerede geldi, oraya bırak" şeklinde!! Tamam biliyorum, belki bunu yazmam geçmiş olsun ziyaretine gelmek isteyenleri caydırabilir ama paylaşmak istedim acımı sizlerle :P Ama merak etmeyin, bu hafta sonunda tüm halılar yıkamaya gidecek.. Adamlara da sıkı sıkı tembihleyeceğim "Bir yıkama paklamaz bunları, iki olsun lütfen!" diye..

Üç gündür "Kuaybe koş koooşşş.." komutuyla harekete geçiyorum.. Önce kuru beze sıvıyı emdir, sonra sabunlu bezle sil, sonra durula, sonra tekrar kurula.. derken yeniden çişi geliyor zaten Yusufcuğun!! İki de kaka vak'amız var ki onlardan hiç bahsetmeyeyim şimdi.. Allahtan genelde bu işler için koltuğun arkasındaki parke kısmı kullanıyor.. Yoksa ne olurdu halim hiç bilmiyorum..

"20 aylıkken sünnet yaptırmayın.." sözümün bir sebebi bu.. Büyük çocuklarda tuvalet problemi olmaz en azından.. İkinci sebep de hareketlilik mevzuu tabii.. Yusufcuk sadece uyanıkken değil uyurken de çok hareket ettiğinden ve genelde uykuda yüzüstüne döndüğünden iki gecedir her hareketine uyanıyorum, onu çeviriyorum.. İlk gece tamamen nöbet tuttum hatta başında..

Gündüz kendisi dikkat ediyor aslında pipişini bir yere vurmamaya ya da fazla hoplayıp zıplamamaya.. Sakınıyor yani kendini, maşaallah.. Ama yaptığı hareketlerin sonuçlarını öngöremediğinden bazen tehlikeye girebiliyor pipiş.. Yine de söylediklerimizi anlaması büyük avantaj.. Birşey yaparken "Pipiş acır!" dediğimizde duruyor hemen.. Ama yine de çok hareketli olması, iyileşme sürecinde dezavantaj.. Dikişler her an kanayabilir.. Büyük olsaydı yatıp iyileşmeyi beklemeye razı olurdu belki..

Ama işin iyi tarafına bakarsak o da şüphesiz Yusufcuğun, bunların hiçbirini hatırlamayacak olması..

Tabii bir de çok dar ve yapışık olan sünnet derimizden ve içinde toplanan iltihaplardan kurtulmuş olmamız.. Sünnet ettirdiğimizi duyan herkes bundan sonra Yusufcuğun daha hızlı büyüyüp serpileceğini söylüyor.. Çocuklar bir anda büyürmüş sünnetten sonra.. Bakalım, inşaallah..


.............................



Yusufcuğun sünnetten beri en çok kullandığı kelime tabii ki "acıdi". Dün Neslihan teyzesine tatlı tatlı "acıdi" diyordu telefonda :))

Ve tabii yeni bir kelime de girdi literatüre: Bipi :))

Eğilip eğilip pipişine bakıyor, "Bipi bittiiğğğ" ya da "Daah bittiiii" diyor bana.. Bu "daah", hastanede kolların bağladıkları bez.. Korkmasın diye "Teyze saat takıyor sana.." demiştim, onu anlatıyor bana saatimi çıkarttılar diye.. Haa bir de tabii "doğto" var ki bu da doktor oluyor :)) "Doktor ne yaptı sana?" diye soruyorum, kolundaki iğne yerini gösterip "Ah" diyor bana.. Ah etmiş pis doktorlar çocuğumu :P

..........................


Elhamdulillah bunu da atlattık..

Gerçi belki henüz erken böyle demek için ama şimdilik iyi ya Yusufcuk, ben de seviniyorum.. Daha da iyi olur inşaallah..

Tekrar "Oldu da bitti, maşaalah" diyorum.. Darısı sünnet olmayanların başına..

Arayan, mesaj çeken, yorum yazan herkese sonsuz teşekkürler..

Çalıştığı yerden daha fazla izin alamadığı için bugün yolcu ettik babaannemizi.. Giderken bile hala söyleniyordu bize "Oğlumu küçücükken sünnet ettirdiniz, onca acı çektirdiniz.." diye :))

Şimdi o olmadığı için, Ozan'ın da yarın finalleri başladığı için Yusufcuk tamamen bana kaldı!! Yeni oyun ve aktivitelerle onu oyalamam lazım..

Hoşçakalın..

( Meraklısına son not: Üç yaşına kadar "Yusufcuk" demeye devam :)) Sünnet olduğuna bakmayın, daha çok minnoş benim oğlum.. )

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Oldu da bitti maşaallah :))

Annesi vakit bulunca Yusufcuğun tüm sünnet serencamını anlatacak inşaallah..

Sadece şunu söyleyelim kaçmadan.. Çok hareketli bir bebişiniz varsa, üstüne üstlük bir de çok nazlıysa.. Sakın onu 20 aylıkken sünnet ettirmeyin!! Mümkünse yirmi yaşını bekleyin :P

Daha iyi gibiyiz ama Yusufcuk pansumanı da çıkarılan pipişine aldırmadan takla bile atmaya kalktığı için başında sırayla nöbet tutuyoruz.. Daha doğrusu benim nöbetim daim, yardımcılarım sıra değiştiriyor..

Dualara devam.. İnşaallah hemen iyilşesin Yusufcuk :))

22 Mayıs 2008 Perşembe

Çok kısa yazmak zorundayım maalesef çünkü henüz hastane çantamız bile tam olarak hazır değil..

Bugünkü kontrolün ardından yarın sabah saat sekizde Yusufcuğu operasyona alacaklarını söyledi doktor.. Operasyon dediğime bakmayın, onun deyimiyle konuştum işte.. Yarın sabah sünnet için hastanedeyiz yani..

Çok ama çok dua istiyorum sizden..

Ve belki çok garip gelecek ama yarın sabahtan çok bu geceden korkuyorum.. Sünnet genel anestezi ile yapılacağından, yaklaşık 7-8 saatlik bir açlık gerekiyor ve gece hiçbirşey yiyip içmemesi lazım Yusufcuğun.. Doktora emdiğini ve emmeden de asla uyumadığını söylediğimde "En geç gece birde emzirebilirsin ama ondan sonra asla.." dedi!! Uyumaması hatta bütün gece ağlaması bile problem değil benim için ama operasyona bitkin girmesini istemiyorum.. İnşaallah korktuğum gibi olmaz ve saat birde emzirdikten sonra ayağımda sallayarak uyutabilirim uyandığında.. En kötü ihtümalle de çarşafla sallayarak..

Ozan hala "Gel inat etme, vazgeçelim şu işten.." demekte bana..
Tüm sorumluluk bana ait yani.. Bu da ezici bir durum.. Rahat hissetmiyorum kendimi!!

Off.. Hayırla bitse de "Oldu da bitti, maşaallah" desem ben de..

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Benim bu oğlum var yaaaa....



Çooooooooğğğğğkkkk..



Yummurcak..

Yummurcak..

Yumurcaaakkkkkkkk...

Yummurrrcaaaaakkkkkkkkk...

Cakkk..

Caakkkk..

Caaaakkkk...

Cağğğğğğğğrrrkkkkkkk..
( İşte tam burada benim kayış kopuyor :P )




Aşağıdaki fotoğrafta,
Bir adet kayısı kurusunu ezip
onu doğal bir parmak boyasına çeviren ve
resim yeteneğini itinayla camlarımızda sergileyen Yusufcuğu görüyorsunuz..

Birisi bana, "yaramaz bebiş"in tanımını yapabilir mi acaba?


Bir bebeği "yaramaz" yapan nedir?
Çok hareketli olması mı? Fazla meraklı olması mı? Sonucu çok tehlikeli ya da zararlı şeyler yapması mı? Yoksa bunları bilerek yapması mı?

Ben çıkamadım işin içinden..

Yusufcuğu "yaramaz" olarak nitelendirmiyorum çünkü yaptıklarını kötü niyetle yani zarar vermek amacıyla yapmadığını biliyorum.. Zaten nasıl kötü olabilir ki niyeti? 20 aylık bir bebekten bahsediyoruz!! Ama çevremdekiler "Aaa, ne yaramaz çocuk.." dedikçe, onlara karşı Yusufcuğu tanımlayacak bir kelime de bulamıyorum :P

Yumurcak nasıl ?

20 Mayıs 2008 Salı

"Bu fotoğraf, Pazartesiye kadar beklemez.." diye başlayıp ciciş ciciş birşeyler yazacaktım Cumartesi sabahı ama fırsat bulamadım işte..

Korkunç bir gecenin ardından sabah erkenden uyandı Yusufcuk o gün.. Öyle korkunç bir geceydi ki arası bir saati zor bulan kapris ve çığlıklar, diğer odada yatan babamızı bile yanımıza getirdi "Ne oluyor?" diye.. Kendi kendime ne (tutamayacağım) yeminler ettim anlatamam.. "Sünnet geçsin, seni sütten kesmeyen ne olsuuuuuuun..", "Artık atıcam seni odana, ağlasan da gelmiyceeeeemmmmm..", "En olmadı, annaneye-babaneye şutlayıp bir hafta rahat ediceğğğğmmmmm" diye bağrınıp durdum :(( Ozan da kıs kıs gülüyordu bu arada, belirtmeden geçmiyciimm.. Ertesi gün bana, "Seni de bu halde gördüm ya, artık gam yemem.." dedi.. O ilk defa duyuyor galiba böyle bağrındığımı.. Gündüz ben kendi kendime hallediyordum o faslı genelde :P

Neyse o sabaha dönelim.. Son uyanışında, artık Yusufcuğu emzirecek mecalim yoktu ve yüzümü iyice yastığa gömüp uyuyor numarası yaptım.. Yüzüm yukarıda olunca parmağını sokup açmaya çalışıyor çünkü gözkapaklarımı, ayıra ayıra!! Biraz "Anniiii" diye seslendi, biraz üstümde debelendi.. Sonra baktı ki ben kararlıyım uyanmamaya (!) kendi kendine yatakta dönmeye başladı.. O da çok uykusuzdu çünkü.. Sonra yatağın yanındaki komidinin üstünde duran ütüyü gördü küçük bey.. Kalkıp kucakladı "uti"sini ve ona sıkı sıkı sarılıp yattı.. Sonra da yavaşca eliyle ütüye piş piş yapmaya başladı!!

Bir baktım dalıyor bizim afacan..


Ama ben tam "Anaa, demek sarılıp yatacak birşey arıyormuş bu bebe.. Ayı falan mı alsam acaba?" projelerine girişmişken kafamda, "pik" diye gözlerini açtı numaracı!! Gece çığlıklara gelen Ozan, bu sefer de benim kahkahalarıma geldi yatakodasına.. Numaracı Yusuf çok güldürdü beni çoookkk.. O şirinlik, o bilmişlik enerji yükledi sanki bana.. Geceyi meceyi unuttum :P

İkinci enerji yüklemesini, kapıyı çalan postacıya borçluyum.. Şirin bir paketten, daha da şirin notlarla bir bileklik ve kelebekli bir buzdolabı süsü çıktı Eda'nın hediyesi olarak.. Çok ama çok mutlu oldum.. O günden beri de takıyorum firuzeli ve Yusufcuk modelli bilekliğimi :))

Üçüncü enerji yüklemesi de ikindide aldığım bir haberle geldi.. Canımız cicimiz Fetiş teyzemiz, eşiyle beraber Kızılcahamam'a gelmişti ve ben çok istememe rağmen Yusufsal sebeplerden dolayı gidememiştim yanına.. Ama o eşiyle konuşmuş ve o akşam bize geleceklerini haber verdiler..

Hemen işe koyuldum ve ufak tefek birşeyler hazırladım.. Evi toparladım, Yusufcuğu sakinleştirdim -kendisiyle ilgilenmediğim için beni şiddetle protesto ediyordu çünkü- ve son olarak kısırı yapmaya başladım.. O sırada kapı çaldı ve "Gülteeeennnnn" diye bir cevap geldi benim "Kim o?" soruma karşılık!! Salih bebişler de Bursa'dan Ankara'ya gelmiş ve bize sürpriz yapmışlardı.. Daha sonra Fethiyeler de geldi ve iki bebiş, üç aile çok güzel bir akşam geçirdik..

Evde birşeyler yiyip içtikten ve Yusufcuk artık zaptedilemez hale geldikten sonra dışarı çıkmaya karar verdik ve Estergon Kale'sine gittik hepberaber..




Çooook uzun bir süre yer boşalmasını bekledikten sonra, tam geri dönmeye karar vermişken Özbek Çadırında yer bulduk ve onların geleneğine uygun şeklide, kuru üzüm eşliğinde yeşil çay içtik.. Çadırdaki canlı müziğin cazibesine dayanamayan Yusufcuk, oturduğu yer dar gelince masanın üzerine çıktı ve orada döktü kurtlarını :P




Pazar günümüzü, daha önce yazdığım gibi şirket pikniğinde geçirdik.. ( Ayşe Şulecim, arabada boş yer yoktu, o yüzden alamadık sizi.. Kırılmayınız pliiz .. Hem zaten genç de değilmişsiniz ya, ondan :P ) Ozan'la daha önce gittiğimiz yere gittik hepberaber.. Bu sefer çeşmenin başı boştu Allahtan.. Yoksa üç bebiş peşlerinde ne hale gelirdi o inekcikler, hiç bilmiyorum..





Yusufcuk, heyecanla bekledi babasının salıncağı kurmasını..
Kendisini nasıl bir keyfin beklediğini biliyordu çünkü..



Bütün salıncak keyfini erkeklere bırakmadık tabii.. Biz de çığlık çığlığa, uça uça sallandık gayet ergonomik salıncağımızda.. Erkekler ateşi yakıp yiyecekleri hazırlarken de yakantop oynadık hatta.. Tutulan kolum daha dün açıldı!! Sonra da oturup keyif yaptık bir güzel..

Yemek yerken günün en "acı" olayı yaşandı.. Biz Havva ablayla domatesleri doğrarken, yanımda oturan Yusufcuk tabaktan bir biber yürütmüş ve ağzına atmış hemen!! Önce tiz bir çığlık, ardından da "aciiiii" bağırışları arasında gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülen bir bebe!! Yoğurt yedirdim olmadı, domates verdim olmadı, küp şeker verdim olmadı.. En sonunda onu kucaklayıp ilerdeki ineklerin yanına götürdüm nefes nefese tepeye çıkıp.. Onları görünce sustu Allahtan..
Sonra çay içeceğim diye tutturdu Yusufcuk.. Bardağın dibine döküyorum azıcık, tepesine dikip içiyor.. Yarısı içeri yarısı dışarı tabii :)) Ama uslu uslu çay içmek Yusufcuğa yakışmayacağından, annesi de döküyor diye çay vermediğinden.. Yusufcuk çareyi, bardağa toprak doldurup onu içmekte buldu!!

Parmaklarımla temizledim ağzından o toprakları, ıyyy..


Bu da gün boyunca koşup oynayan, her santimetre kare toprağı elleyen, tırmanabildiği yerlere tırmanıp düşebildiği yerlerden düşen Yusufcuğun
"gün sonu" hali :))

Tam olarak uyumak için yine babasının kucağındaki yürüyüşü bekledi
ama böyle bekledi işte..
Kalkıp yürüyecek hatta oturacak hali bile kalmamıştı çünkü..



Günü yine uzun ve güzel bir yürüyüşle tamamladık ve piknik dönüşü de otogara gidip sünnette bize yardımcı olmak için gelen babaannemizi karşıladık.. Amcamız şimdilik gelmedi, hatta gelmesi bizim yazın köye gidişimizi de bekleyebilir, hatta hiç gelmeyebilir de.. O mesele biraz karışık yani.. Babaannemiz de sünnetten sonra hemen dönmeyi düşünüyor ama ben Yusufcuk tam olarak iyilşeip normalleşene kadar onu göndermemekte kararlıyım :))

Şimdilik hoşçakalın..
Markete gitmek için beni bekliyorlar aşağıda..
Ve Yusufcuk babaannesini delirtmek üzere.. Bu sabahtan beri üçüncü "attaa" ve kadıncağızın pili bitti sanırım..


( Yazıyı ikindide yazmıştım ama tüm fotoğrafları yükleyememiştim, öylece kaldı.. Şimdi tamamlayıp yayınlıyorum.. Bu arada "attaa" sayısı beş oldu gün sonuna kadar!! )

16 Mayıs 2008 Cuma

Dün gece, saatlerce uyuması için gözünün içine baktıktan ve sonra güç bela onu uyutmayı başardıktan sonra, Ozanla buzdolabının kapağının önünde, Yusufcuğun fotoğraflarını severken bulduk kendimizi..

Anne baba olmanın eşsiz birşey olduğunu anladım bir kez daha..

Evladını uyurken bile özlüyor insan.. Ötesi var mı bunun?


..........................



- Yusufcum ne yemek istiyorsun annem?
- Bup.. (dut kurusu)
- Başka?
- Yebyebii.. (leblebi)
- Üzüm de vereyim mi?
- Üdüüü..

- Peki meyvelere geçelim.. Muz ister misin?
- Muh.. ( önceden "mih"ti )
- Bu ne peki?
- Eldaa (elma)

- Benim saçımdaki ne peki?
- Toda ( toka, saçlarımı da beraberinde yolarak çıkarıp oynuyor!!)

- Bu gazetedekiler kim annecim?
- Abiğğ, abya, teyde, dede :))

- Sakız nasıl patlıyor peki?
- Batt..

Maşaallah, iletişimimiz her geçen gün artıyor bizim bebişle..

Kendi küçük kelime kombinasyonları da var ayrıca.. "Hop diye düşersin.." diye diye, "huttiğğ" diye bir kelime uydurdu çocuk.. Her düştüğünde ya da yüksek bir yere çıktığında "huttiğğ" diyor artık..

Özlemcim, senin aldığın inek de "müü" ayrıca.. "Müü"sü elinde dolanıyor peşimde..


......................


Bugünlerde yine inanılmaz bir dalgınlık ve unutkanlık var üzerimde.. Dün az daha dolmayı ocakta unutup çıkıyordum Yusufcuğu bisiklet sefasına götürmeye.. Son anda biberonu almak için mutfağa girdiğimde gördüm ve girmesem asla hatırlamayacağımı dehşet içinde farkettim.. Ondan önceki gün de kapıyı kilitlemişim çıkarken ama anahtarı üzerinde bırakmışım!! Dönüşte aradım aradım, anahtar yok ne çantada ne de ceplerimde.. Aklıma kapıda unutmuş olabileceğim geldi ki öyleymiş zaten.. O anda çok gariptim ama, anahtarı kapıda mı unutmam iyiydi yoksa yolda mı düşürmem, karar veremedim :P Her ikisinin de ayrı ayrı korkunç yanları var çünkü..


.....................



Dedeciğim hastaneden çıktı çok şükür.. Artık evde dinlenecek iyileşene kadar..

Açık kalp ameliyatı geçirdiği için dikişleri tamamen iyileşene kadar yatması yasak ama.. İki ay kadar oturarak uyuyacak.. Haftaya Cuma, Yusufcuk sünnet olurken onun da dikişleri alınacakmış inşaallah.. Durumu iyi olunca, annem eve dönmüş dün..

Dedeme sıkı sıkı tembihledim.. Temmuz'a kadar iyileşecek inşaallah, sonra ben gideceğim ve küçük Aslan'ımı salacağım üstüne :)) Biletimi aldım şimdiden, gitmek nasip olur inşaallah..


......................


Pazar günü, Gençlik ve Spor bayramımızı hakkıyla kutlamayı düşünüyoruz.. Ozan'ın işyerindeki arkadaşları ve aileleriyle pikniğe gideceğiz yine :))

Hem genciz hem de spor yapacağız, oley :))

İnşaalah yine bir durak bulup bulutları seyretmeyi ve sizin için harika fotoğraflar çekmeyi düşünüyorum.. Pazartesiye kadar hoşçakalın..

Herkese iyi haftasonları..

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Güya arayı açmadan hemen yazacaktım! Ama o fırsat nerdeeeee?


Yusufcuk büyüdükçe ve daha da hareketlendikçe ben daha önce yapabildiğim ve ufak gördüğüm şeylerden bile gittikçe daha da uzaklaşmaya başladım.. Artık kek yapmak - dün verdim bu kararı - ya da blog yazmak bile lükse dönüşüyor galiba benim için :((

Umarım bu durum, "Neden sayfama uğramıyorsun?, Neden geldiğin halde bana yorum yazmadın?, Neden benim linkimi listene eklemedin?" gibi beni çok üzen mail ve yorumlarla da birleşip yazmayı tamamen bırakmama neden olmaz..

( Gizli gizli sitemimi de etmiş oldum böylece :P )



Neyse.. Önce haftasonumuzu anlatayım biraz, sonra da "Yuduu"nun maceralarını..

Cumartesi günümüzü, gece yoldan gelmesine ve tam dinlememesine rağmen gününü bize adayan babamızla geçirdik.. Önce salonumuzun şeklini değiştirdik yine çünkü Yusufcuk konsolun üzerinde duran televizyonun üstünü mekan edinmişti artık kendine!! Durup durup televizyonun üstüne çıkıyordu ve en sonunda da düştü kaçınılmaz olarak.. Tahmin ettiğim için yakın markajdaydım zaten, ucuz atlattık çok şükür.. Yanlız o başını vurmasın diye kolumu arkaya hızla çevirip onu tuttuğumdan, benim bileğim mor biraz!! Fazla sert yapmışlar bizim mobilyaları :P


Mekan değişiminin arkasından evin erkeklerini uyutunca etrafı toparlayıp temizlik yaptım bir güzel.. Bir de şu kendi kendine "fıs fıs" yapan oda spreylerinden koydum salona, ohh, miss gibi oldu evim :))


Canlarım uyanınca yemek yedik, hazırlandık ve hemen çıktık.. Önce kermese uğradık, Havva ablanın yanına.. İhtiyacı olan öğrenciler yararına yapılan mantıdan yedik, birkaç parça birşeyler aldık.. Hatta bir ara Havva ablanın yerine geçip satış bile yaptım :)) Ve Yusufcuk doğduğundan beri uzak kaldığım bu gönüllü işleri ne kadar özlediğimi farkettim.. Sırf Allah rızası için yapılan bir işin, insanın ruhunu ne kadar tatmin ettiğini bir kez daha hatırladım..


Oradan çıkışta Ozan'ın okuluna uğradık.. Aslında niyetimiz bahar şenlikleri için kurulan oyun alanlarına uğramak ve Yusufcuğa "atraksiyon" yaşatmaktı - burada enerjisini atıp evdeki tırmanma alanlarından vazgeçsin diye- ama şenlikler bittiği için sökmüşler herşeyi :(( Biz de sadece kampüsü turlayıp döndük..



Bu çiçeklerin istisnasız hepsi,
Yusufcuğun engin sevgisinden ve okşamalarından nasibini aldı..

Doğasever ve dahi ot-böcek uzmanı kocacığım, benim yanından geçtiğim halde görmediğim mantarları Yusufcuğa gösterirken..


Okuldan çıkışta, iki gündür heyecanla beklediğim ziyarete gelmişti sıra.. Lise arkadaşım Banu ve eşi Hakan abi bizi bekliyorlardı çaya.. Giderken nasıl heyecanlandım anlatamam.. Yıllarımı aynı sıralarda, birlikte geçirdiğim canım arkadaşım gelin geldi Ankara'ya.. Karşılıklı oturup çayımızı içerken ikimiz de birbirimize bakıp bakıp kikirdedik :)) Daha önce, ben hamileyken o bana geldiğinde de aynısı olmuştu.. Çok garip ve inanılmaz gelmişti yıllar sonra birimizin, diğerinin evinde olması..

Çok sıcak bir karşılamanın ardından hediyesini verdim Banu'ya.. Ama Yusufcuk biraz hırpalamıştı kendisini, kusura bakmadı artık :)) Paket ve üstündeki süsümüz arabada oyuncak olmuş Yusufcuğa.. Orada da bir ara hediyenin paketiyle oyaladık zaten afacan oğlumu.. Oyuncakları, limon sıkacağını falan doldurduk içine..

O akşam eve dönünce Ozan'la, bir daha Yusufcukla yeni evli ya da çocuksuz bir çiftin evine gitmemeye karar verdik :P Hani kimsenin gözünü korkutmamak açısından.. Gecenin sonunda Banu'nun evindeki manzara şuydu : Vitrin, konsol ve sehpaların üstündeki tüm süsler masanın üzerine istiflenmiş, odalardaki oyuncaklar salonda sağa sola saçılmış, limon sıkacağı, tatlı kaşığı, çay tabağı vs. zararsız mutfak ekipmanı orta sehpaya sıralanmış, Yusufcuğun oraya buraya tırmanmak için basamak olarak kullandığı küçük sandık koridora çıkarılmış, anne ve babanın pili bitmiş, kibar ev sahiplerimiz belli etmese de hayrete düşmüşlerdi :))

Yine de harika bir akşamdı, sağolun Banucum..


............................



Pazar günü ne yaptık bilin bakalım?
Evet evet, aynen tahmin ettiğiniz şey :))

O günü normal bir piknik gününden ayıran ise, oturduğumuz yere -çeşmeye çok yakındık- su içmeye gelen bir inek sürüsü ve "Yusufcuğun içindeki çoban"ın ortaya çıkışıydı :))
Minnoş bir bebeğin, kocaman bir sürüyü tedirgin edip yer değiştirmesine sebep olabileceğine şahit olduk!!



Sabah evden çıkmadan, Hilmi Yavuz'un "Bulutlara Bakmak" yazısını okumuştum..
Onun üstüne harika oldu bu piknik..
Ben de kendime bir "göğe bakma durağı" tayin ettim ve manzaranın tadını çıkardım..



Montessori Grubu'nun "bahar" aktivitesini de gerçekleştirdik tabii bu arada..
Yusufcuk, oradaki çoban amcanın "birşey olmaz.." teminatıyla içine bıraktığımız ekinleri bir güzel inceledi,
toprakları avuçladı, biraz yemeye çalıştı, biraz havalara saçtı..
Ama çok eğlendi..



Daha sonra babamızla yaptığımız uzun yürüyüşte
uzaktan bir tilki, bir tavşan ve iki de angut gördük..

Dönerken de karşımıza bu minnoş kır kuşu yumurtası çıktı..Maviş yumurtanın ne kadar minik olduğunu anlayın diye, uyuyan Yusufcuğun elini uzattırdım babasına, öyle çektim fotoğrafı :))

O yumurtanın içinden nasıl cicik bir kuşun çıktığını tahmin bile edemiyorum!!


Vee.. Değişmeyen gün sonu manzarası :))




Aslında Ozan'ın odun ateşinde demlediği çay harika bir anneler günü hediyesiydi bana ama piknik dönüşü Anneler Günü fuarına uğradık benim ısrarlarım sonucu :))

Hediyemi kendim seçtim ve babamızı da unutmadım tabii.. Ona da üzerinde "World's greatest dad" (Dünyanın en harika babası) yazan bir fincan aldım.. Gerçi üzerindeki "Homer" resmine bozuldu biraz "Benimle ne alakası var.." diye ama olsun.. Ben biliyorum ne alakası olduğunu :P


...............................



Yusufcuk bir haftadır ekstra huysuz ve huzursuz.. Sabah baktım, üst ara boşluklardaki iki diş kabarmış sanki.. Galiba onların sıkıntısı.. O şimdiden böyle olunca Ozan da ben de sünneti düşündükçe geriliyoruz.. Sabah akşam "Adıdıı, adıdıııı" diye ağlayacak gibi geliyor bize.. Aksi gibi, sünnetin olacağı hafta aynı zamanda Ozan'ın finallerinin de başlayacağı hafta.. Acil bir çözüm planı bulmam gerekiyor aksi halde okulun kütüphanesinde konaklayacak kocacığım :P


Babaannemiz haftaya gelecek galiba.. Artık biraz o biraz ben her istediğini yapacağız Yusufcuğun iyileşene kadar.. İki de yeni oyuncağımız var.. Şimdi sakladım, sünnet olunca çıkaracağım, onlarla da biraz oyalanır, acısını unutur diye düşünüyorum..


Bu arada, Yusufcuğun sünnet kıyafetiyle şöyle güzel bir pozunu da koymadığımın farkındayım ama daha çekemedim ki :(( Hiçbirşeye fırsat bulamıyorum demiştim di mi !!



...............................



Küçücüğüm beni üzüyor üzüyor, sonra yanıma gelip başını arkaya atıyor ve "kaymaktan" bir öpücük veriyor bana, herşeyi unutuyorum :)) Artık oranın adının "kaymak" olduğunu da öğrendi, "Gel annecim kaymaktan öpücük alalyım.." deyince hemen öptürüyor bana başını arkaya eğip..


"Baba"sal krizlerimiz devam ediyor.. Her gece "baba" diye ağlayarak uyuyup her sabah "baba" diye ağlayarak uyanan bir oğlum var!! Zannettiğimden daha çok özlüyor galiba babasını ve haftaiçi evde olduğu sınırlı sattlerde doyamıyor babasına..


Buyda (burada), huyda (şurada) ve neyde (nerede) demeyi öğrendi.. Bir de Havva teyzesine tatlı tatlı "Habva" diyor, içini eritiyor :))


Günüm gecem Yusufcuğun döküp saçtıklarını temizlemekle geçiyor!! Dünkü sütü hallettim de salondaki halıya döktüğü pekmezli şerbetin lekesi üç kere silmeme rağmen hala çıkmadı.. Mucizevi bir formülü olan varsa yazsın lütfen.. Halım beyaz ayrıca, bildiririm :P


İşine gelmeyen birşey yaptığımda eliyle de ittirerek "gihh" diyor bana !! Az önce dedi mesela, onu koltuğun tepesinden indirdim diye..


Çorap ve pijamalara hiç tahammülü kalmadı.. Çıkarıp çıkarıp duruyor.. Buralara daha tam anlamıyla bahar gelmediğinden üşüyecek diye korkuyorum.. Ah yaz gelse de, giydirsem ciciş şortlu takımlarını.. O da rahat etse, ben de..


Son olarak da dün yaptığı birşeyi yazıp kapatayım artık bilgisayarı.. "Attaa" götüreceğime söz verdim, mızmızlanıp duruyor yanımda.. Dün kaka yapınca hemen yanıma geldi Yusufcuk.. "E ee" dedi ve eliyle kötü bir koku duyulunca yapılan hareketi yaptı "öff" diyerek.. Sonra da koşa koşa yatakodasına gitti, poşetinden bez alıp tutuşturdu elime.. En son olarak da altını değiştirirken serdiğim örtüyü koydu yatağa ve işaret etti bana.. Ee, rahatsız oluyor çocuk artık, ne yapsın ?



Şimdilik hoşçakalın.. Gece Yusufcuğu uyutunca ben de sızıp kalmazsam uğrarım :))

8 Mayıs 2008 Perşembe

Sabahtan öğlene kadar heyecanla dedemden gelecek iyi bir haberi beklediğim, öğlen nihayet uyandığını ve hatta konuşabildiğini öğrendiğim, sonrasında Ayşe'nin Ankara'ya geldiğini haber verdiği ve Özlem'le de anlaşıp buluştuğumuz, hepberaber kültür merkezindeki Anneler Günü fuarını gezdiğimiz ve sonrasında Özlem'in evinde güzel bir çay sohbeti yaptığımız, içimdeki sıkıntının nihayet dağıldığı, dönüşte pazara uğradığım ve Yusufcuğun da günün yorgunluğuyla erkenden (22:40) uyuduğu bir günün ardından yatmak çok cazip geliyor aslında ama yazmak iyi gelecek sanırım..

Özellikle son iki günüm o kadar üzüntülü ve gergin geçti ki bugün biraz nefes aldığımı hissettim çok şükür..

Canım dedem tekrar açtı sevecen gözlerini hayata.. Onu kaybetmekten o kadar korktum ki.. Sanki onu kaybetmek, çocukluğumu, içimdeki o neşeli yanı, ceplerimde taşıdığım şekerleri, birlikte beslediğimiz koyunların "mee"leyişlerini.. Hepsini ama hepsini kaybetmek demekti benim için.. O da hiçkimse gibi sonsuza kadar yaşamayacak biliyorum, ama insan erteleyebildiği kadar ertelemek istiyor işte sevdiklerini kaybetme ihtimalini bile..

Öğlen annem arayıp da "Deden uyandı.." dediğinde, rahat rahat hazırlanıp çıktım evden.. Hayat kaldığı yerden yeniden başladı sanki deveran etmeye..

Özlem'le Ulus'ta buluşup fuara gittik ve Ayşelerle orada buluştuk.. Çok orjinal hediyeler, harika, rengarenk stantlar vardı.. Ben çok istiyordum zaten gezmeyi ama Ozan'la vakit ayırmayı başaramamıştık.. Bugüne nasipmiş..

............................


Gelelim "Yuduu"ya..
Artık adını biliyor benim meleğim.. "İsmin ne senin annecim?" diye sorduğumda,
"Yuduu" diyor :))


Babasına öyle bir "Babacimmm" deyişi var ki,
insan kıskanıyor..
Her sabah "babağğ" diyerek uyanıyor, evin içinde dolanıp onu arıyor ve bulamayınca da bariz bir şekilde mutsuz oluyor :((


Son günlerde, aşağıdaki vaziyette hayvancıklarını emzirir oldu..
"Ne yapıyorsun oğlum?" diyorum, ağzıyla emme hareketi yapıyor bana..
Sonra da boynuna sıkıştırıp "nennii" yaptırıyor bebeciklerine :))



"Hadi" ve "Bin" kelimelerini öğrendiğinden bahsetmiştim ya.. Sebebini sonra yazarım demiştim.. İşte sebebi aşağıda.. Annemin Yusufcuğa sünnet hediyesi.. ( Yani henüz olmamış sünnetimizin hediyesi :P Ayın 23'ünde olacak inşaallah.. Daha erkene alamadık maalesef..)



Bu bisikleti aldığımız gün ve ertesi sabah, kargalar ve dahi biz kahvaltı etmeden sokaklardaydık Yusufcukla.. Gözünü "Annn attaaa" diye açtı afacanım.. Ekmek almaya bile bisikletimizle gider olduk!! Sadece dışarda binmekle doyulur mu "an ann"a, hayııırrrrr.. Eve gelince de tekerleklerini silip odaları dolaştık tek tek akşama kadar!! Akşam babası devraldı nöbeti.. "Hadi" ve "bin" demeyi o gece öğrendi işte.. Her binmek istediğinde bağırdığından, babası "hadi" demeyi öğretti ona.. Her "hadi" deyişinde de Yusuf'u gezdirmekten canı çıktı o gece!!

Yanlız bisikletimiz artık balkonda.. Şimdi sadece her akşamüstü parka giderken biniyor Yusufcuk.. Evde kullanması tehlikeli boyutlar almaya başladı.. Bisikletini "tırmanma aracı" haline getirdiğinden evde binmesini yasakladık.. Çıkmak istediği yerin kenarına getirip üstüne tırmanıyor ve sonra da tekerlekler kaydığı için yere düşüyordu çünkü.. Ama almak isteyenlere tavsiye ederim.. Arkada annenin kontrol etmesini sağlayan bir dümen olduğundan gayet güzel gidiyor ve tehlikesi yok gibi.. Pusetten çok hafif ve aynı işlevi görüyor bizim için bir haftadır.. Markete bile çok rahat gidiyoruz Yusufcukla.. Ayağa kalkmaya hiç yanaşmıyor zaten çünkü kalkarsa hemen duracağını biliyor "an ann"ın :))


Annanesi aldığı bisikletin yanısıra bir de harika bir kazak ördü Yusufcuğa buradayken..
Yusufcuk da bu süreçte hiç yanlız bırakmadı onu.. Bisikletine kurulup cicisini sevdi :))
Daha sonra kazağı ayrıntılı fotoğraflayacağım inşaallah.. Harika oldu çünkü..
Dallarından taşıp yerlere bile düştü o elmalar :))



Sanırım daha fazla direnemeyeceğim uykuya.. Yorum yazan herkese teşekkür ederek yatmaya gidiyorum.. Keyfim yerine geldi nasıl olsa, arayı çok açmadan yine yazarım inşaallah..

Rabbim, yüreği daralanları feraha erdirsin.. Amin..

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Elhamdülillah dedem ameliyattan sağ çıkmış öğlen..
Şu anda yoğun bakımdaymış.. Hayatî tehlikeyi atlatması için yarın sabaha kadar uyanması gerekiyormuş.. Bekliyor annemler..

Şükürler olsun..
İnşaallah yarın daha da iyi haberler verebilirim..
Canım dedem hastanede ve ağır bir kalp ameliyatı geçiriyor şu anda..
Dün yapılan anjıyo sonuçsuz kalmış..
Bir gün yatıp çıkacaktı oysa..

Annem gece apar topar İzmir'e gitti haber gelince..
Ameliyat sabah çok erken başlamış, girmeden görememiş ama babasını..
Şimdi bir koridorda, dün çok umutsuz konuşan doktorlardan, umut verici bir haber bekliyorlar..

Ben de evde..

Hem çaresizliğin eziciliği var üzerimde hem de uzakta olmanın acısı..

Rabbim, n'olur duymak istemediğim haberi duymak zorunda bırakma beni..
İçimdeki sıkıntıyı hayra çıkar..
Amin..

2 Mayıs 2008 Cuma

Yusufcukla bu akşamki diyaloğumuz..

- Yusufcum, biz dün nereye gittik annecim?
- Attaağğ..
- Ne gördün orada?
- App..
- Ne yedin peki?
- Mama..
- Neyle gittik balım?
- Ann ağğnnn..
- Nasıl uyudun arabada?
- ( İki elini üst üste koyup, başını eğip yanağını da onlara dayayarak) nenniiğğğğğ..

:))


Biz dün gezmeye gittik teyzelerimiz.. Hem de öyle böyle değil, sabah yedide evden çıkıp akşam yedide ancak döndüğümüz, ana duraklar olarak Polatlı, Eskişehir ve Beypazarı'nı, ara duraklar olarak da onlarca köyü ve bir de kuş cennetini içeren bir gezi.. Kısaca "Ozan'la Geziyorum" yaptık :))

Bizim babiş işi gereği birçok şehri geziyor. Dün de Eskişehir'de işi vardı ve biz de takıldık peşine :)) Kardeşim orada okuyor, hem onu görmek için hem de dönüşte benim ne zamandır istediğim Beypazarı'na nihayet gidebilmek için.. Annem için de sürpriz oldu, hem kızını hem oğlunu görmüş oldu Ankara kaçamağında..

Yola çok erken çıktığımız için Yusufcuk herzamankinden daha erken kalkmak zorunda kaldı ve biraz huysuzdu ama idare ettik küçük beyi.. Arabada peynir-zeytin-simitten müteşekkil kahvaltının ardından türkü çığıra çığıra (:P) önce Polatlı'ya vardık.. Gezilip görülecek pek biryeri olmadığından oyalanmadan Eskişehir'e devam ettik.. ( Polatlılılar kızmasın şimdi bana.. Vardı da biz göremedik diyeyim bari :P )

Eskişehir'de babamızın işlerini halletmesini ve kardeşimin dersinin bitmesini bekledikten sonra bir öğrenci lokantasında öğle yemeği yedik :)) Kendi öğrencilğimde bile yememiştim o tarz biryerde, ilginç bir tecrübe oldu :P Her yemeği seçişte adam soruyor "Yarım mı, tam mı?" Annemle ben de birbirimize bakıyoruz!! Meğer yarım ve tam porsiyonların fiyatları farklıymış ve öğrenciler genelde ucuz diye yarım porsiyon tercih ediyormuş.. Ah, valla acıdım gariplerime..

Ne o yemekte ne de daha sonrasında tek kare fotoğrafı yok Yusufcuğun dayısıyla.. Çünkü kendisi o sırada babasını kaldırımda bir o yana bir bu yana peşinden koşturmakla meşguldü!! Hiç oturmadı diyebilirim..

Eskişehir'den ayrıldıktan sonra eski karayolundan Beypazarı'na doğru yol almaya başladık.. Burası daha uzun olsa da manzara bakımından daha zenginmiş, babamız öyle dedi.. Uzun bir süre gittikten sonra bir çeşme gördük, zaten susamış olduğumuz için hemen mola verdik.. Arabadan inmeden birşey için telefon lazım oldu bana ve ta taaaammmmm!! Günü olayı, telefon yok!! Her bir nesnesinin belli yerleri olan, işi bitince onları mutlaka oraya koyan ve kolay kolay birşey kaybetmeyen ben acı gerçekle yüzyüze geldim.. Telefonum düşmüştü.. Büyük ihtimalle de yemek yediğimiz lokantada düşmüştü.. Cebimdeydi çünkü, en son kardeşimle konuşmuştum oraya gitmeden.. Mola verdiğimiz çeşmede, kaybolan telefonumu üzerine soğuk bir su içtim..

Ozan canımı o kadar sıktığıma kızsa da çok uzun bir süre ağzımın tadı kaçtı :(( Yusufcuğu uyutup etrafı seyrettim güya ama aklım hala telefondaydı.. İşin kötüsü kendimi arayamıyorum da.. Annem şarjı olmadığı için telefonunu evde bırakmış, Ozan da sabah evde unutmuştu zaten.. ( Belki de ona güldüğüm için başıma geldi bu olay, kimbilir..)



Yol üstünde gördüğümüz onlarca leylekten biri..
Havada da gördük ama merak etmeyin :))


Bir süre sonra Mihalıççık diye bir ilçeye vardık.. Ozan yiyecek birşeyler almak için alılşveriş yapmak istedi, ben de oradaki Telekom'dan kardeşimi aramak için indim.. Hemen lokantaya gidip telefonu sormasını isteyecektim.. ( Bu arada, bu cep telefonları facia gibi birşey hafıza için.. Dakikalarca kardeşimin numarasını hatırlamaya çalıştım arabada.. Telefona kaydediyorum diye ezberlemiyorum hiçbir numarayı ama sonra böyle ters bir durumda çok kötü oluyor işte.. Oysa eskiden, ooo ooohhh, onlarca numarayı telefon defteri gibi sıralardım hafızamda :P) Ozan "Önce kendini bir ara, belki arabadadır.." deyince pek ihtimal vermedim - koltuk altına kadar heryere bakmıştım çünkü- ama aradım kendimi.. Veee.. Arabadan müjdeli haber geldi :)) Koltukla kapının arasındaki ufacık bir yere, döşemenin arasına kaçmış telefonum.. Nasıl becerdiği konusunda bir fikrim yok, önemli olan kavuşmamızdı :P

Yolun geri kalanında telefonumu bulmanın hafifliği ve Yusufcuğun hala uyumasının sevinciyle manzaranın tadını çıkarıp güzel güzel fotoğraflar çektim ben de..


İşte memleket manzaraları :))









En son fotoğraftaki göl, "Davutoğlan Kuş Cenneti ve Doğal Hayatı Koruma Alanı" içinde yer alan göl.. Orada da bir mola verip birşeyler yedik..
Yusuf da her fırsatta ışık hızıyla göle koşup "buuuğğ" diye naralar attı :))
Suyu bu kadar çok seven bir bebişimin olması iyi birşey sanırım :P


Montessori grubunun su etkinliğine dahil olur mu bilmem ama Yusufcuk bir "göle taş atma" etkinliği gerçekleştirdi kendi çapında.. Oldukça da başarılıydı..
O taşlar suya düşüp "currpp" yaptıkça o da minik kahkahalar ekledi o "currp"lara :))





Karnımızı doyurup artık Yusufcuğu da zaptedemez hale gelince yine yollara düşmeye karar verdik :)) Beypazarına'da az kalmıştı zaten..

Beypazarı'nı çok sevdim ben.. Ününü hakediyor bence :)) İlçenin heryeri tarihi evlerden oluşmuyor tabii ama çoğu insan gerek mimari anlamda gerekse geleneklerini yaşatma anlamında hassas davranmış ve doğal bir turistik ortam var ilçede.. Hani bazı yerlerde olur ya, sırf turizme açmak için inşa edilir yapılar ya da aslına uymayan restorasyonlar yapılır.. Beypazarı öyle değil.. Oranın doğal hali olduğu gibi zaten..












Bunlar ünlü Beypazarı şalları.. Çok farklı bir bağlama şekilleri var..
Yaşlı-genç pekçok kadında gördüm.. Bu geleneği de devam ettirmeye çalışıyorlarmış..



Bu da ünlü "Beypazarı kurusu"..
Çok sert, defalarca fırınlanıp kurutulan bir hamurişi.. Altı ay kadar dayanıyormuş..
Ehh camdaki reklama da dayanamadık, aldık tabii :))

Aslında başka şeyler de aldık ama hem hamilelerin hem de yutdışındakilerin canı çekiyor biz yazınca, onun için korkuyorum anlatmaya..


Ozan kendi işlerini halletmek için bizi bırakıp gittiğinden annem ben ve Yusufcuk dolaştık Beypazarı'nı.. Sokak ve çarşıları gezdik ama Yusufla bu müzeye girmeye cesaret edemedim..
Bir dahaki sefere inşaallah.. Ozan yine gidecek nasıl olsa :))


Önünden geçtiğimiz lokumcudan dört kere lokum isteyen, bizi iki paket lokum almak zorunda bırakan ve sonra onları afiyetle yiyen Yusufcuk :))

Eve vardığımızda yorgunluktan ölmke üzereydik ama ne acı ki bu durumda olan sadece annemle bendim.. Arabada sabahtan beri üç kere uyuyan ve tüm enerjisini geri kazanan Yusufcuk tam performans daldı eve :)) Gün bitse de yastığıma kavuşsam diye az dua etmedim :P

Bu arada, Sorkun diye bir köyden iki tane güveç tenceresi aldım.. Ne zamandır aklımdaydı ama gerçek bir güveç istiyordum, fabrikasyon değil.. Bunlar el yapımı ve çok dayanıklı oluyorlarmış..
Belki leziz güveç tariflerim gelir yakında :))

Şimdilik bu kadar..

Bir de Yusufcuğun bugün öğrendiği üç kelimeyi yazayım, biter bu yazı..

Hecelerine ayıra ayıra, ağ-na-neğğğ.. Annemin keyfini tahmin edersiniz sanırım :))
Bir de "hadi" ve "bin" demeyi öğrendi ki neden olduğu fotoğraflarıyla beraber sonraya kalsın artık..