29 Haziran 2008 Pazar

Sefkili günlük, rapor veriyorum..


Perşembe: Ozan'ın ebesiyle ve yengesiyle, "bişirgilik" yani pişirecek birşeyler almaya pazara gittik biz.. Birkaç sebze ve biraz meyve aldık.. Diğerlerinden değil de "kelek" ve "tüylü toparlak"tan bahsetmek istiyorum sana.. Bildiğimiz kavun ve şeftali aslında bunlar ama burada isimleri böyle :)) Gençler değil tabii, yaşlılar böyle diyor genelde.. Ben de duyduğum tüm bu ilginç isimleri not ediyorum bir yere.. Başka nerede terliğe "şipirdek", seccadeye "namazlağ", tencereye "haranı" denildiğini duyabilirim ki, di mi?

Aslında burada neredeyse herkes sebzesini ve meyvesini kendisi yetiştiriyor ama ekilenlerin bazıları henüz olgunlaşmadığı için, bazı meyveler de bu iklimde yetişmediği için her hafta pazar kuruluyor köyde..Dolaşırken çok ilginç tezgahlarla karşılaştım pazarda.. Örneğin bir adam sadece iki farklı çeşit fare kapanı satıyordu.. Bir başkası da tırmık, tırpan, kürek vb. tarla aletleri.. Eee, heryerin ihtiyacı kendine göre değil mi..




Cuma: Köyün çeşmesine su doldurmaya gittim ben!!
Giderken ne hayaller kurdum bilemezsin sefkili günlük.. Birbirine uzaktan mahcup bakışlar atan, sevdiceğinin yolunu gözleyen küçük köy aşıkları görecektim güya ama bir iki inekten başka kimsecikler yoktu :P Anlaşılan birçok şey gibi, bu küçük aşıklar da eski Türk filmlerinde kalmıştı!! Çok üzüldüm sefkili günlük, çooookkkk :((


Köy usülü nakliye :))



Cumartesi
: Bugün babamız geldi sefkili günlük.. Sabah uyandığında onu gören Yusufcuk, hop hop, zıp zıp oynadı yatakta :)) Yeni öğrendiği tüm şımarıklıklarını sergiledi.. Bunlardan biri de gözlerini kaydırmak!! Çok sevilince ya da bir suç işleyince -yani duygularını çok yoğun yaşadığı zaman- hemen gözlerini yukarı yukarı kaydırıyor afacan farem.. Üstüne gittikçe ya da gülen oldukça da daha fazla yapıyor!! Evde olsak, ben "görmemezlikten gelme" yöntemiyle unuttururdum belki ama burada herkes "Ayy çoook şiriiiinnn.." dedikçe iki fazla yapıyor!! N'apıcam bilmiyorum günlük..

Bir "yusufçuk" ve ardında köyümüz..
Bu yusufçuğu görür görmez hemen eve koştum ve makinemi kaptım..
Benim Yusufcuk bacaklarıma yapışık vaziyette mızmızlanırken, ben diğerinin fotoğrafını çekmeyi başardım.. Bu zoom çok harika birşey yaa :))


* Yusufcuğa şirin bir lazımlık aldık, telkin ve yönlendirmelere başladık ama "Hadi annecim, artık çişini buraya yapacaksın.." deyince cevabı "I ııı.." oluyor.. Bezine yapmaya devam edecekmiş!!


* Bu böcük ve benzeri hayvanatlar da olmasa, köy hayatı gerçekten çok dingin ve güzel.. Ama gece bir kırkayak tarafından ısırılma ihtimali ya da yakarcaların hart hurt kaşındırması mahvediyor beni yaa.. İlaç vs. de etkilemiyor bunları, bağışıklık kazanmışlar artık!! Gece defalarca kalkıp kalkıp Yusufcuğun çevresini kontrol ediyorum yatakta..


* Ben gidiyorum günlük, hoşçakal.. Sana hayal ettiğim kadar vakit ayıramadığım için çok üzgünüm :((

26 Haziran 2008 Perşembe

Böhüüüü :((
Bir rüya daha bitti...

Öngörülen oldu ve yenildik.. Bence en iyi oyunu sergilediğimiz ve ilk yarıda bile gol attığımız iyi bir maçtı ama olmadı işte..

Gitti benim bütün yaz kırmızı-beyaz gezme hayallerim :P

Ama şu anda kaybettiğimize üzülmekten ziyade, maçı izlediğim ortama ve duyduklarıma gülüyorum hâlâ.. Hayatımın en ilginç tecrübelerinden birini yaşadım bu akşam :))

Geldiğimizden beri ilk defa evdeydik bu akşam, Yusufcuk, ben ve babaannesi.. Yemekten sonra Ozan'ın yengesi, annanesi (bundan sonra "ebe" diyeceğim kendisine, burada öyle deniyor çünkü) ve kuzenleri, daha sonra da uzaktan akrabaları olan biri genç biri yaşlı iki teyze daha geldi.. Kahvelerimiz yaptık, kuruyemişimizi hazırladık ve maçı izlemeye koyulduk.. Yaşlı teyze başladı can-ı gönülden dua etmeye.. O sırada ben Yusufcuğu emziriyordum ve biraz arkada oturuyorum, tam duyamadım dediklerini.. Ama emind,m çok hoşuma gidecek, beni çok güldürecek şeyler duyacağımdan.. Az sonra Yusufcuk kucağımdan kalkınca yanaştım hemen :)) Teyze yalvarıyor, "Allaağm, bu gokulu cavırlara bizi yendirme.." diye :)) Güle güle öldüm.. Güzel teyzem, nereden biliyorsun koktuklarını yaa?

İlk gol geldi.. Ben kucağımda emen ve uyumak üzere olan Yusufcuğu unutmuşum, ayağa fırladım!! Ebeden ve o yaşlı teyzeden kartı yedik hemen "bebeyi korkuttun" diye :P Neyse, benden gaza gelip kuzenler de sevindi.. Biraz bağırıştık, anaaa o da ne? Bu sefer de golü biz yedik!! Yusufcuk artık iyice sersemlemeye başlayınca ben onu uyutmaya gittim yatakodasına.. Onları da sıkı sıkı tenbihledim, gol atarsak çığlık atıp bana haber vereceklerdi :))

İkinci yarıyı yanlız seyrettim.. Misafirler arada gidip kayınvalidem de yatınca pek tadı olmadı.. Üstüne bir de yenildik, pek bi depresifim yani :P

Ama olsun..
Bu da bir başarı..
Tebrikler millilerimize..


............................



Bizim köy bebesine gelecek olursak..
Geldiğinden beri her böğürüşlerinde "nööööööö" diyerek ineklerin olduğu taraftan kucağıma doğru kaçıp kendini saklayan Yusufcuk, bugün kendini aştı.. Şu aşağıdaki ineklerin arasına dalmaya çalıştı!! Üstelik de hayvanlar birbiriyle tepişirken.. Dört koldan koşup yakaladık afacanımı..

Ayrıca önceden "mööööö" diyordu ineklere, artık "nöööö" diyor :))
Demek ki biz yanlış yansıma yapmışız.. Sesi duyunca doğrusunu keşfetti çocuk :P
Bundan sonra "İnekler nasıl bağırır?" sorusunun cevabı "Nöö"dür, ona göre..


Meyve tüketimine son hız devam ediyoruz..
Bu gidişle babamız gelene kadar ağaçlar boşalmış olacak :P



Pencere kenarlarında çubuk kraker keyfi yapmayı da ihmal etmiyoruz tabii..
Köyde, kentte.. Evde, sokakta.. Gece, gündüz..
En büyük, çubuk krakeeerrrr :))



...................................




Şimdi tam hasat zamanı olduğu için akrabalarımız hep ovada..
Tarlalar biçiliyor, ekinler ayrılıp samanlıklara yerleştiriliyor.. Misafir olduğumuz için tüm yardım tekliflerimiz geri çevrildiğinden, bize de biraz yaramazlık yapmak, biraz fotoğraf çekmek kalıyor..







..................................





Yarın yeni bir tuvalet eğitimi sürecine başlayacağız inşaallah.. Sünnet sonrası denememizin nasıl sonuçlandığını sanırım hatırlıyorsunuzdur :P

Yusufcuğa küçük bir lazımlık alacağız ve günün neredeyse tamamını dışarıda geçirdiği için, olabilecek küçük kazaları da eve dahil olmadan halledeceğiz :)) Eğer yine başaramazsak, üç dört ay sonra tekrar denemeyi düşünüyorum..

.............................


Köye gelince yapmayı planladığım diğer birşey de Yusufcuğun gündüz emmelerini tamamen kesmekti ama bunu da eylem aşamasına geçirmedik henüz.. Bant usulünü denemeyi düşünüyorum -iğrendirmeden bıraktırabilmek için- ama gündüz bant ver diye emmeye emmeye, gece de vazgeçip tamamen anne sütünü bırakmasından korkuyorum.. İki yaşını doldurana kadar emzirmek istiyorum çünkü ve daha üç ay var doğumgününe.. Çok kararsız kaldım..

İki ay daha emzirip öyle mi kessem acaba?

Tabii, daha bant bile yapıştırmadan, aynı odada olduğumuz halde, bir saat emmedi diye aniden krize giren bir bebe için plan yapmak ne kadar doğru, ona da karar verebilmiş değilim.. Gören herkes aynı şeyi söylüyor, "İmkanı yok, sen bunu kesemezsin memeden!!"

Amaniiinnnn..

Çocuğu kocaman olduğu halde emzirdiği için kimseyi kınamadım, başıma gelmez diye umuyorum ama bu işin garantisi yok tabii.. Örneğin, Ozan'ın bir akrabası var burada.. Oğlu geçen sene yedi yaşındaydı ve hâlâ emiyordu annesini!! Emeceği zaman da "Sütaş meyvelim, gel bakiim yanıma, seni bi emeyim.." diyormuş kadına.. Okuldan gelince ilk işi, annesini emmek oluyormuş!! Bu sene henüz karşılaşmadık, gidince soracağım, memeden kesmeyi başardı mı küçük buzağısını :P

.........................


Şimdi yatmam lazım ama size bir adet "köy izlenimleri" yazısı hazırlıyorum, bilginize..

NOT: Aysuncum soben de aklımda ama vallahi düşündüm düşündüm, şöyle "yomantik bi şüpliş" gelmedi aklıma.. Yok mu acep? Ben biraz daha düşüneyim :))

24 Haziran 2008 Salı

Bacılar mirak etmeğen, biz köye vardık gali, şincik dinleneyoz :))


Allah'a şükür dün köyümüze geldik, yerleştik, şeker gibi kayısıları mideye indirip karıncalar gibi harıl harıl harman kaldıran akrabalarımızı seyrettik.. Akşamüstü balkonda oturup, saçlarımızı savuran rüzgarı, yaprakların ona cevabını dinledik.. Gece pırıl pırıl yıldızlara bakıp hayaller kurduk ve bunu en az iki hafta daha yapabilecek olduğumuza şükrettik :))

Didem abla, bu fotoğraf özellikle senin için..
Özlemişsindir memleketciğini :))


Yolculuğumuz oldukça zorluydu diyebilirim.. Yusufcuk çok bunaldı otobüste.. Ne küçük hayvanlı kitabı ne de muavin abisinin ikinci postayı ikram ettiği dondurma kandıramadı onu.. En son deli deli çığlıklar atıyordu, onu hatırlıyorum :P Tam molaya yaklaşınca uyuyakaldı ama molada otobüs durunca sensörleri bunu algıladı ve cin gibi açıldı hemen o gözleri yeniden!!

Buradan yetkililere sesleniyorum..
Bu bebeyle otobüs yolculuğu çok zor oluyor..
Lütfen köyümüze bir havaalanı kondurunuz :P
İşlemez diye korkmayınız, söz biz her yaz geleceğiz, hi hii :))

Otobüsten çektiğim için görüntü pek net değil ama Afyon'da heryerde bu ağaçlardan görünce dayanamadım.. Gerçek ismini bilmiyorum ama Ozanla ben "lolipop ağaç" koymuştuk onların adını.. İstanbul'daki evimize çıkan yokuşta, yol boyunca vardı bunlardan.. Taa o günleri hatırlattı bana, ah ahh..

Bu da otobüsün camına dayayıp başını titreten Yusufcuk!!
Kikir kikir gülmesine bakmadım, çektim hemen..
Ağaçkakan değil ki bu yavrucak, kafatasıyla beyni arasında süngerimsi dokusu olsun :P
Neme lazım, zararlıdır falan..


Köy tam anlamıyla harika bu mevsimde.. Ne çok sıcak ne çok serin.. (Gerçi hala akşamları yorganla yatılıyor ama gündüz bahar gibi) Bütün meyveler ya olmuş ya da olmak üzere.. Kimin evine yaklaşsak hemen bahçesine, ağaçlarına davet ediyor bizi.. Eh, biz de hayır demiyoruz tabii :)) Kayınvalidemin evinin önünde de onlarca meyve ağacı var.. Şeftali ve üzümlerden gitmeden tadabilir miyiz bilmiyorum ama erik ve kayısılar çoook lezzetli..






NOT: Geçen hafta, sonunu beklemeden postu bitirdiğim Hırvatistan-Türkiye maçı harikaydı tek kelimeyle.. Biz daha yediğimiz gole üzülemeden, attığımız golle galeyana geldik :)) Ozan da ben de sessiz çığlıklar attık o sırada uyumakta olan Yusufcuktan kırmızı kart almamak için :)) Sıra penaltılara geldi.. Her atışta bizrimiz bir tarafa sıçrıyoruz, birimiz diğer tarafa! O gece , iki buçuğa kadar susmadı kornalar.. Bağırışlar, tezahüratlar dinmedi.. Ben yattım, millet hala halay çekiyordu bizim sokakta :))


Maksat, millilerimize destek..
Kırmızı beyaz takılıyorum bu ara..
Hele bir kupa gelsin, bütün yaz böyle gezmeyen ne olsun :P

Şimdilik hoşçakalın.. Biz Yusufcukla hamağı kurup şekerleme keyfi yapmaya gidiyoruz :))

20 Haziran 2008 Cuma

Arada konuyla alakasız fotoğrafların olduğu karışık bir yazı bu :))

Önce rapor veriyorum:
-Ütülerin bir kısmı tamam.. Masa hala ortada, gece devam edebilirim..
-Dergi yazılarımı bitirdim..
-Evimi temizledim..
-Pazarı ektim ama kocacığıma bu akşam güzel bir sofra hazırladım..
-Çamaşırlar tamamdır..
-Yusufcuğun keyfi yerinde..
-Masalımı yazmadım ama tatil dönüşüne uzadı süre, köyde yazacağım inşallah.. Hatta bir seri yazacağım :P
-Bebiş ziyaretini de bugün gerçekleştirdik çok şükür..

İlgili metinleri bularak annesine yardım eden Yusufcuk :))


Şu anda rahat rahat, hiç yerimden kalkmadan, "Ayy Yusuuuuuf düşersin anneeeemmmmm..", "Yapma oğluşum ama bak babanın o kitap, hayır hayır duur, yırtmaaaaa..", "Eyvah, ne attın bakiim sen yine ağzına?" vb. cümleler kurmadan yazıyorum bu yazıyı.. Böyle pek bi güzel oluyormuş canım :))

Yusufcuk, babasıyla dağa yürüyüşe gitti.. Dün ilk, bugün ikinci kere..
Kendimi çok ama çok acaip hissettim/hissediyorum.. Galiba ilk defa bu kadar uzun süreli ayrı kalıyoruz oğlumla - iki saat :P- İki gündür kapıdan çıkmadan tembih üstüne tembih yağdırıyorum Ozan'a.. "Bak arada kontrol et, terlemiş mi?, O sormasa da su ver sen.., Rüzgar çıkarsa hemen bu ceketi giydir tamam mı?"

Özellikle bugün, Yusufcuk neşeli neşeli bana el sallayıp öpücük atarken kapının önünde, gözlerim doldu.. Uzun uzun arkalarından baktım.. Kendimi suçlu/yanlız/mutlu/endişeli/kuşlar gibi özgür/ne yapacağını bilemez hissettim!

Ruhsal durumumla ilgili ciddi şüphelerim var :P

Oysa ne var bunda? Yavruşum artık büyüdü.. Babasının okulu tatilde ve artık birlikte uzun uzun ve bazen bensiz vakit geçirecekler.. Neden bu kadar karmaşa oluşturdu bu durum bende bilmiyorum.. Yusufcuğun bana bağlılığından çok ben mi ona bağlıyım acaba?

Yusufcuk çok ama çok mutlu.. Dün heyecanlı heyecanlı nasıl taş attığını, nasıl toprakla oynadığını anlatıyordu bana dili döndüğünce.. Babasının, itinayla kirlettiği bebişini yine aynı itinayla yıkaması da çok güzeldi, maşaallah barekallah..

Hem eminim Ozan için de çok iyi olacak bu geziler.. ( Sürekli yapacaklar inşaallah ) İlişkileri gelişecek, oğluşunu daha yakından tanıyacak -arada hep ben vardım çünkü şimdiye kadar.. "Şu, şu, şu durumda ne yapayım? diye hep bana sorardı.. Artık kendi çözümlerini üretecek.. Ama ben bi izin versem adama :P )

Taze taze, sıcak sıcaaakkkk..
Gel abla.. Güveçte çorba ve dolmamız vaaaarrr :))


Bugün ben pek bi marifetliydim :P
Aslında dünün acısını çıkardım diyebilirim.. Dün, niyetlendiğim o kadar şeyi yapmak için kendimi motive ettim ama daha evi azıcık toparlayıp, bebiş görmeye giderken yanımda götüreceğim poğaçaları yeni pişirmişken kapı çaldı.. Yeni ve küçük arkadaşım Denizmiş gelen.. Deniz benim lise arkadaşım Sümeyra'nın arkadaşı.. Onların evinde tanıştık. Yeni kapandı ve kendi ifadesiyle "şimdiye kadar hep geleneksel olarak yaşadığı İslam'ı gerçek manasıyla öğrenmek" istiyor.. Ben de ona bana çok faydası olan kitaplarımdan veriyorum, birlikte birşeyler öğreniyoruz.. Onun heyecanı bana da heyecan veriyor.. Onun kadar iştiyaklı olduğum günlerimi özlüyorum :((

Neyse, ne demiştik? Haa, Deniz geldi.. Ev acınacak halde.. Bir yandan çamaşır makinesi çalışıyor, bir yandan ben ev süpürüyorum.. Yusufcuk da sıcak bir poğaçayı güzelce salondaki koltuğa ufalamış durumda.. Poğaça haşhaşlı!! Pıntık pıntık küçük siyah haşhaşlar bana sırıtıyor!

Kapıyı yüzümü gizleyerek açtım :P Ev sahibi evde yok diyecektim ama iş işten gemişti :P

O poğaçalar Deniz'in nasibiymiş demek ki çünkü dün komşuma gidemedim.. Hem işleri toparlayamadım hem de onun eşi evdeydi.. ( Balkon gözlemi :P )

Kendisine ben köydeyken üç hafta boyunca yetecek kadar kitap takviyesi yaptıktan sonra Deniz gitti.. Ben mutfağı toparlayıp yazının başına oturacaktım kii.. Yine kapı çaldı.. Allahtan ki bu sefer gelen, evin her halini bilen kocacığımdı :))

Ama ben daha hayalimdeki sofrayı kuracak yemekleri yapmamıştım :(( Ozan "Ben oğluşumla dağa gideceğim, ne varsa yiyelim.." deyince poğaça ve çoban salatadan oluşan akşam yemeğimizi yedik :)) Sonra onlar gittiler ve ben kendimle başbaşa kaldım..

Önce bir mutfağa baktım.. Canım hiç toparlamak istemedi.. Ütüye baktım, ondan da vazgeçtim.. Biraz birşeyler yazdım, hatta kaçamak kaçamak birkaç kişiyi okudum ve sonraaaa kendimi yumuşacık yatağımın vefakar kollarında buldum :)) Onlar gelene kadar uyumuşum..


Ufak bir park kaçamağı..




Dağcılar döndükten sonra, daha babası Yusufcuğu yıkarken sular kesildi!! Benim mutfak, bulaşıklar, yıkadığım sebzeler vs. hepsi kaldı iyi mi!! Çok yorulan Yusufcuk erkenden uyuyunca, ben de nasıl olsa birşey yapamayacağım için yattım.. Bütün enerjimi bugüne sakladım..
Sabah sekizden beri bilfiil mesaideyim :))

Bugün itibariyle yazılarımı tamamladım çok şükür.. Sabah sabah dünya kadar ütü yaptım.. Sonra mutfağa geçtim.. Önce dün yıkayıp hazırladığım domatesleri turşu yaptım.. ( Ama bildiğimiz turşu değil bu, turşu sos gibi birşey.. Domatesleri rondodan geçirip -daha önceleri rendeleniyormuş tek tek, yaşasın şu teknoloci..) içine sarmısak, sirke, acı küçük biberlerden, biraz tuz ve bir de sıvıyağ ekliyoruz, iki hafta sonra turşu sosumuz hazıııırrr..) Sonra havuçlarımı kavurup hafif bir atıştırmalık yaptım, birazını ayırıp gerisini doooğru buzluğa :)) En son da dolmayı yapıp güvece attım ve iki saat pişmesi için anlaştık :)) Kalan içi de birtakım eklemelerle çorba haline getirince mutfak işim de bitti çok şükür..

Sonra oğluşumla süslenip püslenip bebişimizi görmeye gittik..

Orada biraz Yusufcuğun şirinliklerine güldük, biraz karşılıklı dolan gözlerimizi birbirimizden gizledik Özlemle.. Çok büyük bir imtihanmış yaşadıkları.. Minik kızı Yasemin, ikiz bebeklerinden biriymiş ve diğerini kaybetmişler doğumda.. 28 haftalık doğmuş ve 40. haftayı doldurana kadar prematüre bebek servisinde yatmış minik bebek.. Hala inanılmaz küçük.. İki kiloyu yeni geçmiş! Bu kadar yakından gördüğüm ennn küçük bebekti.. Annesini emecek kadar bile gücü yok.. Anne sütüyle ama biberonla besliyorlar o yüzden..

Özlem'in, "Biz bundan da umudu kesmiştik aslında.." deyişi gözümün önünden gitmiyor :((

Çok iyi oldu gitmem.. Hem tanışmış olduk -balkon muhabbetleri hariç, yüzyüze- hem de ona biraz destek oldum sanırım.. En azından o da artık her yeni anne gibi tüm o anlattığı sorunları sadece kendisinin yaşadığını zannetmiyor.. Keşke ben de ilk doğum yaptığımda, yakınlarımda yeni bebeği olan birileri olsaydı ve ben de bilseydim ki "sadece ben değilim.."


Size geçenlerde bahsettiğim "tababa" ve Yusufcuk :))


Onu doğaya bırakış anımız çok hüzün vericiydi..
Kimse depresyona girmesin diye fotoğrafını eklemedim :P


Şu anda bir yandan maçı seyrediyorum bir yandan bunları yazıyorum.. Durum pek iç açıcı değil..
İnşaallah yine "doooollll" diye bağırabiliriz...


Anam anam anam.. Durun, Hırvatlar serbest vuruş kullanıyor..
Dakika seksen üç veeeeee...
Ohhh.. Yemedik :P



Geçen hafta Yusufcuk ve Ahmet Aydın'ın yastık yorganların altında kalışını anlattığım posta bir yorum yazmıştı Uragan, "Bir doktordan dinlemiştim ev kazaları hakkında konuşurken "Çocukların neler yapabileceğini yalnız Allah bilir.." demişti, küçük, şunu yapamaz filan demeyin, uzaktan izleyin." diye."

Tamam ben de aynı fikirdeyim, izliyoruz zaten ama "Yusufcuk hızı"na yetişilmiyor ki.. Üç gün önce bir baktım, mutfağa sürükleye sürükleye birşey getiriyor benimki.. Arkamı dönmemle, elinde 2,5 metrelik kalorifer kapağını görmem bir oldu!! Adını da bilmiyorum ki o şeyin :P "Annem sen nasıl çıkardın bunu yerinden?" diyorum, kikir kikir gülüyor.. Elinden almaya çalıştım, vermedi de.. "Oğüddah"mış o, onunla oynayacakmış..

İşin ilginç yanı, tüm bunları çıt çıkarmadan yapmış olması.. Şüphelenecek hiçbir ses duymadım.. Aslında şüphelenmem gereken, o sessizliğin kendisiydi zaten ya neyse..

Yusufcuk ve "öğüddah"ı kalorifer şeysi :))


Gitmemize iki gün kaldı.. Heyo, heyooooooo :)) Belki "deniz, kum, güneş" yok bizim tatilimizde (gerçi yine Eğirdir Gölü'ne gidebiliriz bu sene de) ama bolca tarla toprağı, dalından sallanan meyveler, haşhaşlı katmerler, sebzeli bükmeler, babamızın yaptığı toprak mangalda cızbızlar, hamak keyfi, balkon sefaları, bol akraba öpücüğü ve çok eğlenceli "köyümüzü tanıyalım" köşeleri var.. Eh bu da fena sayılmaz di mi :))


Ay uzatmalara geçtik, dakika 102 oldu, hala doolll yok :((
Benim gitmem lazım.. Maçın kritiğini sonra yaparız artık :P


Hey millet, kendinize iyi bakın :))

19 Haziran 2008 Perşembe

Sizce ben şu aşağıdakilerden kaçını yapabilirim bir gün içinde?


- İkisini ancak bitirebildiğim dergi yazılarının üçüncüsünü yazma..

- Üç gündür elleşilmemiş bir evin temizliği!

- İki makine çamaşır..

- Artık dolaptaki "ütülenecekler" kısmına sığmayan bi ton kıyafeti ütüleme..

- İki gündür akşam yemeklerini kendisi yapan eşimi güzel bir sofrayla karşılama..

- Bu sofrayı kurmak için, öncesinde pazara gitme..

- Günde iki park sefası, on yeni oyun ve beş yüz yetmiş iki (:P) akitiviteden aşağısını beğenmeyen Yusufcuğu eğleştirebilme..

- İki masal yazma ( Hadi birini ektim diyelim, diğeri hayatta olmaz!)

- Mutlaka gerçekleştirilmesi gereken bir bebiş ziyareti
( Karşı komşumun - aynı apartmadaki değil ama, balkon balkona komşuyuz, yan binada kendisi- bir bebeği olduğunu öğrendim.. Şüphelenmiştim zaten, birkaç gündür minik minik bebiş kıyafetleri de vardı asılan çamaşırlar arasında ve ev herzamankinden kalabalıktı.. -Hayır milletin evini gözetlemiyorum, balkona giriş çıkışlarda karşılaşıyoruz- Bugün de yine balkonda çamaşır asarken kızkardeşiyle karşılaştık ve bebişin çok erken doğduğunu, aylarca hastanede kaldıklarını ve eve daha yeni çıkabildiklerini söyledi.. Komşumu ne zamandır göremiyordum zaten.. Çok üzüldüm.. Evde birkaç hazır hediye var, hepsi de tam kız bebişler için.. Yarın onlardan biriyle ziyaret etmek istiyorum onlar.. Cuma, Cumartesi ve Pazar günü için başka planlarım var çünkü.. Zaten Pazartesi de nasip olursa, babamızın köyüne doğru yola çıkacağız biz Yusufcukla.. Ozan daha sonra gelecek, toplantıları bitince.. Ben o gelene kadar Yusufcuğu tam bir köy bebesi haline getirip toza toprağa bırakmayı, günün 23 saati blogumla ve kitaplarımla hemhâl olmayı düşünüyorum..)

- Son madde olarak da gitmeden mutlaka dikmek istediğim çok şirin ve pratik bez çantayı ekleyeyim bari..

Evet soruyorum, yarın bunlardan kaç tanesini yapabilirim?

( -Bence şu bilgisayarın başına oturmamayı becerebilirsen, en az üç tanesini yapabilirsin..
- Sen sus iç ses, zaten kafam bozuk, sinirimi senden çıkarmiim!! )


Offf..

Yapamadıklarımın beni bunaltmasındansa, yaptıklarım beni yorsun..
Sanırım böylesi ruhuma daha iyi gelecek..

( Ne dedim ben ya? Sanırım uyuyorum, en iyisi gidip yatağımda devam edeyim :P )

17 Haziran 2008 Salı

"Dolll, dooooooolllllll"

İlkini göremedi (yan odada yatağın üstünden, yastıklardan yapılmış yumuşak havuza kurbağalama atlamakla meşguldü) ama Pazar gecesi Milli Takımımızın attığı diğer iki gole böyle bağırarak sevindi Yusufcuk :)) Baktı ki herkes ayakta, hele son dakikalarda odanın içinde dolanarak maçı izliyor, o da hemen kaptı ortamın elektriğini.. Zıplaya zıplaya ekrana koştu, kendi kendine heyecanlı heyecanlı söylendi ve goller gelince de bizimle birlikte tazhürat yapıp kendince zaferi kutladı :))

Ozan (çok şükür ki) futbola meraklı olmayan bir insan olduğundan, bizim evde hiç maç izlenmez.. Ama bu sene bir "Milli Maç" arası verdik futbolsuzluğa :)) İnşaallah kupa gelene kadar izleyeceğiz :))

Pazar gecesi maçı birlikte izlemek için Aytaç abilere gittik.. İlk yarıda biz Serapla mutfaktaydık!! Yusufcuk da Ahmet Aydınla kudurmakla meşguldü :P Şu sahneyi de mutlaka anlatmam lazım size.. Bir ara Ozan'ın yanına gittim, dönüşte çocuk odasının kapısından içeri bir baktım kiiiiii... Bir yüklük dolusu yorgan, battaniye, yastık, pike vs. yatağın üstüne devrilmiş.. Yusufcuk yatağın baş tarafında.. İki koca yastığı aralamış, altından çıkmaya çalışıyor.. Ahmet Aydın ortalıklarda yok... Vee daha da kötüsü yığının altından "Viiiğğğğkk.. büüüğğğ.. ğeeee..." diye sesler geliyor!!

Anladım ki bücür altında kalmış onca şeyin!! Kendim kaldırmaya çalışırsam ve çocuk eğer nefes alamıyorsa vakit kaybı olur diye, hemen "Ozaaannnn yetiiiişşşşş." şeklinde bir çığlık attım ve evi başımıza topladım.. Ozan abisi güçlü pazularıyla (:P) yorganları kaldırdı ve yaramaz Ahmet Aydın'ı çıkardı altından.. Kikir kikir gülüyordu afacan :)) Anlaşılan, en alttakinden çekmiş ve dengesi bozulup yıkılınca da altında kalmış koca yorganların!! Allahtan Yusufcuk kenardaymış.. O daha küçük ve bilinçsiz çünkü.. Ve Allahtan ben oradan geçmişim.. Ya ikisi de altında kalsaydı ve seslerini daha doğrusu "viyk viyk"lerini duymasaydık.. Uslu uslu oynuyorlar zannetseydik.. Kısa bir sürede neler olabilirdi neler!! Allah korudu bir kez daha..

Bu bebişler, cidden sürekli gözetim istiyor.. Tamam uzaktan olsun, müdahale etmeyelim ama hep kontrol gerekiyor bence.. Bir anda, hiç tahmin edemeyeceğimiz şeyler yapabiliyorlar.. Tam bir anda!!

......................

Odanın kapısı yarı açık yarı kapalı.. Yusufcuk şu anda, elindeki yedi boya kalemini kapının altından atıyor tek tek.. Sonra diğer tarafa geçip topluyor ve bu sefer de oradan diğer tarafa yuvarlıyor :))
Oyun işte :P

......................

Kıvırcık prensesin annesi Esra bahsetmiş ya hani Erva'nın "raporculuğu"ndan.. Aynı durum, yaşına uygun şekliyle Yusufcukta da var..

Durum aktarmaya bayılıyor Yusufcuk.. Diyelim ki müzik çalıyor.. "Aniiiğğğ.." diye seslenip iki yana sallanmaya başlıyor hemen.. Televizyonda ya da gazetede gözlüklü birini görsün, hemen elleriyle gözlerini işaret edip "dödlüğ"ünü aramaya başlıyor.. Takıp "Anniğğ.." diyor yine.. Araba geçiyor, "Annn..", uçak geçiyor, biz bakana kadar başı havada, göstere göstere "udahh..", birisi ağlıyor, "Anniğğ, anniiiğğ, üğğğğüüüüü.." ben bakana kadar ağlamaca :)) Her durumu ve sesi, biz sanki bilmiyormuşuz, duymamışız gibi, bakana kadar, mutlaka "evet evet" diyene kadar ısrarla anlatmaya çalışıyor :)) Bazen deniyorum, cevap vermezsem ne olacak, onaylamazsam ne yapacak diye.. Ben bıkana kadar, bıkmadan "anniiğğğğ" diyor!! Başka şansım yok yani, tüm raporlara "evet" damgası basmam lazım :))

......................

Dün gece üç kere, "Anneeemmm.." diyerek sarıldı bana Yusufcuk.. Gözlerim doldu.. Şükürler olsun..

.....................

Kardeşimin laptopu bulundu..

Geçen hafta bir şirketten aramışlar onu.. Yol kenarında elemanları bulmuş bilgisayarı.. Çantadaki bilgilerden telefon numarasını bulup iade etmişler.. Çok şükür yaa.. Sadece ekranı çatlakmış ama içindeki şirket bilgileri ve hala kuzusu Mirza'nın hiçbir yerde yedeği olmayan fotoğrafları da dahil tüm dosyalar sağlammış.. Nasıl sevindim anlatamam.. Allah bulan ve onu şerefsizce ikinci el bilgisayar piyasasına satmak yerine sahibine iade eden kişilerden razı olsun..

....................

Yusufcuk, "ıgın" diyor salatalığa.. Ne alaka anlamadım.. Ne olduğunu da çeşitli nesneleri göstere göstere, deneme yanılma yöntemiyle buldum zaten :))

Poğaçaya "poati", keke "dih", kamyona "dağbon", sandalyeye "nağnağne" diyor :))
Hergün bir kelime icat ediyor maşaallah :))

......................

Bu yazıyı tavsiye etmeden geçemedim işte.. İçimi burktu benim.. Sizin de burkar eminim..
Yazık ülkeme.. Hayallere, iyi niyetlere, keyfî kararlara kurban edilen umutlara yazık!!

....................

Son olarak da sevgili Firdevs'in, bu sabah Yusufcuğa "pıncııırrrr" diye seslenirken aklıma gelen sobesini yazayım.. Firdevscim, unutmuşum kusura bakma.. Ama insan bi hatırlatır di mi :P

Sobenin konusu çocuklarımızı severken kullandığımız acaip kelimeler :))
Benim Yusufcuğu severken kullandığım çok acaip kelime var.. Ama anlamsız değil hiçbiri.. Hepsinin bir anlamı ve hikayesi var kendi aramızda :))

İlki az önce de yazdığım "pıncır" mesela :)) Sonra, bazen "Jozıf", "cucuk" ya da "babür" diyorum zavallıma :)) Babasının favorisi "leonidas"ı da unutmayalım tabii.. ( Son ikisi Yusufcuğun diğer ismi "Aslan"dan dolayıdır :P)

Şimdilik başka gelmiyor aklıma ama daha çok var, eminim..
Ben de Ayşe Şule'yi, bu güzel yazının sahibi Esra'yı ve İncegül'ü sobeliyorum..
Dökülün bakalım acaip kelimelerinizi :))

.........................

Şimdi gitmem lazım.. Yarına yetiştirmem gereken çooooook önemli bir iş var.. Üç sayı için toplu yazı hazırlamam lazım bu ciciş dergiye.. Gece uyumayabilirim!!

Gördüğünü göre göre,

görmüyormuşsun gibiyaşıyorum..


İşittiğinibile bile,

işitmiyormuşsun gibi boş şeyler konuşuyorum..


Sözümden dönüyorum, yine..


Utanıyorum..


Bağışlar mısın sahiden?


( Senai Demirci )

15 Haziran 2008 Pazar

Babalar günün kutlu olsun babacım..

Vee tabii, senin de babalar günün kutlu olsun Ozanım..
Oğluşun sabredemedi, senden önce atıldı poğaçalarına ama olsun..
Onları sana özel yaptım ben :))




.........................





Ben fotoğraf makinemi yanıma almadan gideceğim birkaç gün biryerlere demiştim ya hani..
Beceremedim tabii.. Ama dün yaptığımız yürüyüş,
makinesiz olmazmış gerçekten..



Bakın sizin için neler topladım :P























Keyif dedikleri, tam da buydu..





Ozan, şu dağın eteğinde görünen küçük evlerden birinde oturmayı çooooook istermiş..
Böylece herzaman dağlara çıkabilir, istediği kadar ot-böcek görebilirmiş..
Ben bu kadar doğa sever bir insan görmedim yaa..


......................



Yusufcuk şu anda babasının ona getirdiği küçük kaplumbağayı, kendi deyimiyle "tababa"yı sevmekle meşgul :)) Nedense korktu, dokunamıyor ama uzaktan eliyle okşama hareketi yaparak "didiğğ" diyor cici kaplumbağaya.. Bugün misafir edip akşama doğaya geri bırakacağız kendisini..




......................




Yusufcum kelimelerini geliştiriyor, yeni kelimeler ekliyor "Yusufca"ya.. Bunlardan birisi "doğduba" mesela.. Dondurma yedikçe, telaffuzunu güzelleştiriyor bakıyorum :))


Manne: mantar
Udah: uçak
Ağç: Ağaç
İdıh: ışık
Vaye: fare
Edan: ezan ( Her ezan okunuşunda elleriyle tekbir getirir gibi yapıp namaz kılınacağını hatırlatıyor bana meleğim.. Maşaallah..)
Hucu: sucuk :))
Dabuh: karpuz


......................



Geçen gün elimi kestim birşey doğrarken.. Yusufcuk da birşey isterken parmağımdan çekiştirince çok acıdı.. Elimi çekip yarayı gösterdim, "Acıyor annecim.." dedim.. "Adıdii.." diye diye parmağımı öptü küçücüğüm defalarca :))


....................




Yusufcuk kollarını kaldırıp kendini gıdıklatmaya bayılıyor :))


Hala başını geriye eğip "kaymaktan" öptürüyor bize :))


Geçen gece uyurken babasının sesinden korktu, ışığı açmam için dakikalarca yalvardı bana :)) En sonunda diğer odaya gitmek zorunda kaldı babamız!!


Sabah bir bez aldı paketten.. İtinayla açtı :)) Pijamalarıyla üstüne oturup kendine bağlamaya çalıştı.. Beceremedi tabii.. Yatıp denedi bir de :)) Yine yapamayınca sinir oldu, çarptı bezi yatağa :)) Gülmekten öldürdü beni..


......................




Dün harika bir kek yaptım, elmalı kayısılı.. Televizyondan almıştım tarifini.. Yusufcuk kocaman bir dilim yedi maşaallah.. Az sonra da elmalı çilekli olarak deneyeceğim, bakalım nasıl olacak? Bir de yine televizyondan alma bir çorba tarifi var ki mutlaka denemelisiniz.. Yazacağım en kısa zamanda inşaallah.. Neredeydi benim makinem bakiim :P


.....................




Son olarak da Ozan'ın geçen hafta çektiği bir fotoğraf var..
Çok ısrar etti de koymam için :))


14 Haziran 2008 Cumartesi

Nihayet tam bir hafta sonra, Ankara Kalesi gezimizin fotoğraflarını aktarabildim buraya :P
Birkaç gün yanıma makinemi almadan gitmeyi düşünüyorum biryerlere..
Çekip çekip buraya aktaramayınca, üzerime yük oluyor o fotoğraflar..
Deli miyim neyim, ben de bilmiyorum ki :P


Geçen Cumartesi, Ozan kalede festival olduğunu ve gezmek isteyip istemediğimi sordu.. Kaçırır mıyım fırsatı? Hayıııırrr... Gittikçe kapanan havaya rağmen, "Aman nasıl olsa Yusufcuğun arabasının yağmurluğu var.. Biz de ıslanırsak ıslanalım, şeker değiliz ki eriyecek.." deyip takıldım kocacığımın peşine :)) İyi ki gitmişiz ama.. Daha biz yoldayken açtı hava ve harika bir gün geçirdik..


Gerisi fotoğraflarda..
Bugün az yazı çok fotoğraf, tamam mı?

"Kalede Yaşamak" konulu bir fotoğraf yarışması düzenlemişler ve ödül alan fotoğrafları da afişlemişler.. Çok hoştu.. Ben de profesyonel makine istiyorum yaa !!
( Bak demin ne diyordum, şimdi ne diyorum? Tüü bana..)



Babamız için, içine Yusufcuğun da dahil olduğu bebek arabasıyla kaleye çıkıp inmek biraz zor oldu tabii :P Ben bu sırada "kih kih kih" diye sırıtıp fotoğraf çekiyordum, söylemesi ayıptır :))






Kaleyi gezip (özellikle beni) hayal kırıklığına uğratan festival alanını da gördükten sonra ( Ne bileyim festival deyince gerçekten bir festival bekliyor insan.. Görebildiğimiz tek aklı başında aktivite cırıltılı bir müzik eşliğinde oynayan seymenlerdi!! ) ara sokakları gezmeye başladık.. Bu kısım, kaleyi gezmekten daha zevkliydi benim için.. Seyyar tezgahlar, rengarenk el ürünleri ve çok orjinal aksesuarlar, bir kez daha geldiğime çok mutlu etti beni..




Bu, gerçekten çok harika, eldokuması yün bir kilimdi..
Sunum şekli de çok orjinaldi gördüğünüz gibi :)) Kim verecek onca dükkan kirasını?
At arabanın üstüne, tamaaaam :))


Bu da Yusufcuğun görünce sevmek için delirdiği porselen "pita pita"..
Şu ayrıntıyı da atlamayalım, artık her kedi gördüğümüzde "pitaaa" diye çığlık atmanın yanı sıra,
"Miaaaaaaaayyyy" diye ses efekti de veriyoruz :))





Son fotoğrafa bir daha dikkatle bakmanızı rica ediyorum pliiz :))
O semaverlerin fiyatları soldan sağa şöyle:
250 YTL, 500 YTL, 800 YTL VE 1500 YTL !!
Şu en sağdakini alsaydım, içinde çay demleyebilir miydim bilmiyorum..
Yok yok, kıyamazdım :P O kadar parayı verdikten sonra, konsolumda sergilerdim sanırım :))



Bu iki fotoğraf da Ankara Foto Muhabirleri Derneği binasından..
Üç katlı, ahşap ve inanılmaz güzellikte bir binayı, antika eşya satımı için kullanıyorlarmış..
Diğerlerinden ağzım yanınca, yukarıdaki antika semaverin fiyatını sormadım artık :P


Burası da dönüşte önünden geçtiğimiz Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin bahçesi..
O gün girmedik ama gezi listemize ekledik kendilerini :))


Efendim?
Ankara manzarası mı?
Hııımmm.. Özleyenlere o da var tabii..

Kaleden görünen binlerce çatı!!


Hoşçakalın..
Herkese iyi haftasonları..