31 Mart 2008 Pazartesi

Bu Pazartesi bir değişiklik yaptım ve piknik maceralarını yazmak yerine iki yeni anket koydum size..

Hadi kolay gelsin..
Bakın, fikirlerinizi çok önemsiyorum, ona göre :))


PollPub.com Vote"Güzel yazı köşesi"ni okuyor musunuz? Sık sık güncellenmesini ister misiniz?
Güzel yazı köşesi mi? O ne ki?
Evet okuyorum, güncelle lütfen..
Hayır okumuyorum, kaldırsan bile olur..
Blog senin kardeşim, ne istersen onu yap :P



View Results

Poll powered by PollPub.com Free Polls



PollPub.com VoteSizce de artık şablonu değiştirmenin zamanı gelmedi mi?
Geldi de geçiyor bile Kuaybeee..
Hayır gelmedi daha, bu güzel, "Yusufcuk"lu "Yusufcuk"lu :))
İkide bir şu şablonu değiştirmek zorunda mısın?
Blog senin kardeşim, ne istersen onu yap : ( Tekrar oldu farkındayım :P )



View Results

Poll powered by PollPub.com Free Polls

29 Mart 2008 Cumartesi

Bugünlerde günün en sevdiğim anları, öğleden sonralar..

Yusufcuğa yemeğini yediriyorum, altını değiştiriyorum ve biraz oynaması için bırakıyorum.. Sonra bakıyorum hafiften hafiften esnemeye başlıyor.. Biraz duruluyor, düşüyor sanki temposu.. Anlıyorum uykusunun geldiğini.. Az sonra da yanıma gelip serçe parmağımdan yatakodasına çekiyor beni ve şirin şirin "Nenniğğğğ" demeye başlıyor!

Şimdiye kadar hep hayalini kurduğum bir manzara bu.. Uykusu geliyor ve kendi rızasıyla uyumak istiyor bebişim :)) Gerçi hala kendi kendine uyumayı öğrenebilmiş değil, süte bağımlı ama olsun.. Bu da bir gelişme..

Yavruşu emzirirken genelde ben de uyuyup kalıyorum yanında.. İşte bu kısım, günü şekerlendiren, ballandıran kısım :)) Nasıl tatlı geliyor o uyku anlatamam.. Kendimi şarj edilmiş pil gibi hissediyorum uyandığımda :))

Ama daha da güzeli, uyandığımız ilk dakikalar..

Hafif terli, biraz mahmur ama inadına şirin oluyor Yusufcuk.. Ben o ne yapacak diye gözümü kısıp uyuyor numarası yaparak bakıyorum, uyandırmak için üst üste heyecanlı heyecanlı "anniğğ, anniğğ, anniğğ" diye diye öpüyor beni.. Uyanıyorum, sarılışıp koklaşıyoruz.. Yatağın içinde doğrulup sevgi seansımızı gerçekleştiriyoruz :)) Sonra sıra ayna faslına geliyor.. Bizim dolabımız yatağımızın tam karşısında olduğu için ve kapakları ayna olduğu için çok eğlenceli oluyor bu iş.. Birlikte yastıklara sırtımız dayayıp oturuyoruz ve Yusufcuk başlıyor bana "beğbee" yi göstermeye.. Arada sarılıyor, aynaya bakıp kendisinin bana sarılımş görüntüsünü görünce "Ayyyy" diyor :))

Her saniyesini hafızama kazımak istercesine,
iyice keyfini çıkartıyorum bu dakikaların..
Tadı başka hiçbirşeyde yok çünkü bunun..
Hele o yeni uyanmış bebe kokusu!
Vargücümle içime çeksem de
doyamıyorum...


......................


Gelelim yeni kelimelerimize..

Farkındayım, bugünlerde konuşma çalışmalarını hızlandırdı Yusufcuk.. Bana sadece kaydetmek kalıyor.. Bu tatlış kelimeleri unutmak istemiyorum.. Annemle babam hala anlatırlar mesela benim daha 11 aylıkken "günek batti" ( güneş battı) ya da "Kuabene hu vey kıcına" ( Kuaybene su ver, kızına) deyişimi.. Ben de ileride oğluma kendi kelimelerini anlatmak istiyorum inşaallah taklidini yapa yapa :))


Ovüdah: Oyuncak

Ceyti: Zeytin ( Ama illa yeşil zeytin, siyahları zeytinden saymıyor bizim bebe )

Üh: "Düştü" anlamında.. Söylenişini taklit ediyor :))

Huyyuuğğğ: Yine aynı şekilde söyleyiş taklidi, "uyuyor" anlamında.. Ağzını da yuvarlacık yapıyor :))

Değn: Tren

Ağl: Al

Ağya: Ayna

Mih: Muz

Ayi: Ayı

Duğdu: Turşu.. Acaip ama bayıla bayıla turşu yiyor :)) Aslında çok da acaip değil, bana çekmiş..

Birkaç tane daha var ama hatırlayamadım şimdi..
Sonra yazarım ..


....................



Dün Yusufcuk tam bir kalsiyum yüklemesi yaptı :))

Akşam yemeğinde bir kase yoğurt çorbası içti ki maşaallah demem lazım hemen.. Sonra yatmadan önce de yaptığım fırında sütlaçtan yedi.. Gözlerime inanamadım! Ozan bana baktı, ben Ozan'a baktım, "hayret" dedik :)) Ee, zaten bütün gün de beni emiyor.. Kalsiyum bombası gibi tamamladı galiba dün geceyi :P

Perşembe günü de pazardan dönerken pusetinde tam üç tane muz yedi.. Hani var ya küçük "parmak muz"lar, onlardan.. Ama bu Yusufcuk için büyük gelişme.. Arada da -üstelik benden isteyerek- kuru üzüm atıyor ağzına, bitiriyor, geliyor yine tırtıklıyor torbadan :)) Kuru kayısıyı da sevdiğini farkettim ama çok yediğinde ishal yapıyor, çok veremiyorum istemesine rağmen..

Farkettim ki ben alışık değilim Yusufcuğun birşeyler yemesine.. Yediği zaman "olay" oluyor bana :)) "Maşaallah" deyip şükredeyim, Rabbim arttırsın inşaallah.. Çok mutlu oluyorum Yusufcuk birşey yediğinde.. Yavru hamsi balığı gibi geziyor ya ortalıkta, kendimi kötü hissediyorum işte..


...........................



İki de tarif verelim bitirelim yazımızı.. Pazar sabahı için yaparsınız belki :))

Bu sefer gerçek tarifler ama.. Öyle oyuncak yahnisi, lego çorbası falan değil.. Bizzat anne mamülü :))

İlki, farklı bir çay demleme şekli aslında.. Geçen hafta yaptım ilk defa - ve tamamen uydurmasyon :P- ama kardeşim de ben de çok beğendik.. Babamızın çayla arası pek yok ama o da severek içti..

Su kaynayınca, normal çaydan (siyah) biraz koydum demlik süzgecine.. İçine biraz da yeşil çay ekledim ve kaynar suyu şöyle bir gezdirdim üstünde.. Hem yıkanmış hem de acısı gitmiş oluyor böylece.. Sonra üstüne bir çay kaşığı toz zencefil ekledim ve öyle demledim çayı.. İçerken de biraz limonla daha harika oluyor..

İkincisi ise yine çok basit bir tarif.. Yulaflı omlet..
Çukur bir kaba, üç yumurtayı kırıp üstüne göz kararı süt ekliyorum.. Sonra da içine yulaf ezmesi döküyorum bolca.. ( Benimki "Eti Lif-a-lif Yulaf Ezmesi", hani şu diet yaparken yenilenlerden) Tuz ve karabiber ekliyorum, iyice çırpıyorum.. Biraz bekletiyorum, yulaflar tamamen yumuşuyor böylece.. Sonra tavaya döküp iki tarafını da pişiriyorum.. Yusufcuk bile severek yiyor :)) Bu sabah yaptığıma dereotu da ekledim hatta, çok yakıştı..

Bu tarif bir taşla üç kuş vurmaca aslında.. İçinde hem yumurta hem yulaf hem de süt olduğu için Yusufcuğun yemesi beni çok mutlu ediyor.. Bazen yulaf yerine peynir ekliyorum, bazen de didiklenmiş tavuk etleri.. Yumurtanın içinde farketmeden yiyor..

( Evet Yusufcum, itiraf ediyorum, çok kandırdım seni bebişken çooookkk :) )

Herkese iyi haftasonları..

28 Mart 2008 Cuma

Henüz ilkokula bile başlamadan başladı benim gözlük maceram..


Altı yaşındaydım gözlük takmaya başladığımda.. Baba tarafında, neredeyse tüm fertlerin gözlüklü olduğu bir aileden geliyordum ne de olsa.. ( Yanlız sadece bende pörtledi bu bozukluk mevzuu, kardeşlerde birşey yok :p )

Yıllarca bir uzuv gibi benimsedim gözlüğümü.. Kocaman çerçeveli olanını bile :P ( Baba, hadi ayakkabı büyük alınır "seneye de giysin" diye de o çerçeve niye o kadar büyüktü çözemedim inan ki.. Yüz, ayak gibi her sene üç beş numara büyümüyor ya, o bakımdan :P ) Bazı geceler onunla uyuyakaldım.. Sabah uyanınca gözümü açmadan elimle yoklaya yoklaya bulup hemen iliştiriverdim burnumun üstüne.. 3.75 miyop-astigmattım!

Okula başlayınca, hele de okumayı öğrenince annemle aramızda okuma savaşları başladı.. "Kavanoz dibi kadar olcak o gözlüklerin, bak demedi demeee.." diyordu bana her kitap okuyuşumda.. Başka anneler "Çocuğum kitap okumuyor.." diye yakınırdı, annemse "Çok kouyorsun, kör olacaksın.. " diye.. O izin vermedikçe ben de gece gizli gizli okurdum, koridorda gece lambasının altında falan :))

O zamanlar seviyordum gözlüğümü.. Okumama yardımcı oluyordu :))
O ve ben harika bir ikiliydik.. Birlikte ne klasikler devirdik, ne şiirler çiziktirdik biyoloji defterinin yaprakları arasına.. Gerçi hem okuldaki gıcık tipler ( az dövmedim yemin ederim ) hem de evdeki iki küçük kardeş "döööğğğğrrrtttt gööööz" diye dalga geçiyordu benimle ama olsun..

Liseye başladım, estetik kaygılar da başladı.. Gözlükle güzel (!) görünmüyorum..Yağmur yağıyor işkence.. Kışın dışarıdan içeriye giriyorsun, buharla kaplanıyor camlar.. Buğulu bir perdenin arkasından bakıyorum görmeden selam verdiklerime.. Fotoğraflarda gözlerimin yerine tüm flaş ışığını emmiş iki parıltı çıkıyor, tam cinnetlik.. Bir de başörtümü falan bozmaya başlayınca.. Tamam dedim, lens zamanı gelmiştir..

Ozan'la tanışmamız ve nişanlanmamız gözlüklü versiyonumun son demlerindeydi.. Lise bitince bir sene kadar lens kullandım.. Ama ne yalan söyleyeyim, çerçevemi atmaya kıyamadım.. Aylarca burnumun üstündeki iz geçmemiş olsa da gözlük çıkmıştı hayatımdan ve ben çok mutluydum..

Anneciğimin hep ahdı vardı, "Birgün imkan olursa seni bu gözlükten kurtaracağım." diye.. Evlendiğim ve aynı zamanda üniversiteye başladığım sene, çok iyi bir hastanede ve çok iyi bir doktor tarafından yaklaşık 4 numara olan gözlerim "çizildi".. Çıkışta korkudan bayıldım ama onu saymazsak hiç de fena değildi.. ( Gerçi ameliyattan sonra bir sağlık belgeselinde lazerle göz ameliyatını izledim en ince ayrıntısına kadar ve "İyi ki olmadan önce izlememişim.." dedim.. Kesinlikle cesaret edemezdim! Ozan'ın doktor olan amcasının oğlu var mesela, -Polat abimiz- o hala güvenip de yaptıramıyor.. Benimki cahil cesaretiydi sanırım.. )

Benden önce ameliyata giren kadının kocası, o çıkınca gözlüklerini ezdi ayağıyla, onu hiç unutamıyorum.. Yeminleri varmış :))

Bir de Ozan'ın "Ama ben seni gözlüklü daha çok beğeniyordum kii.." deyişini..


Pekii, şimdi bunları niye yazdım ben?
Çünkü gözlük yeniden girdi hayatıma!

Pazartesi Yusufcukla hastaneye gittiğimde ben de göz muayenesi oldum ve sonuç: Yine bozulmuş gözlerim, miyop başlamış, 1 dereceye yaklaşmış ama 0.50 gözlükle yırttık başlangıç için.. "İlk anda 1 numara verirsem, okumada problem başlar.." dedi doktor.. Sürekli bilgisayar başında olduğumu, okuyup yazdığımı söyledim de :P


Düşündüm de, 7-8 yıl olmuş ameliyat olalı.. Eee, gözlerimin yeniden yavaş yavaş bozulmaya hakkı var di mi? Hele de bu kadar bilgisayar karşısında oturunca..

Ama prespit başlayana kadar başka gözlük istemiyorum mümkünse :P

Dün akşam taktım biraz yeni gözlüğümü, Ozan çok mutlu oldu! Neyse ki beni böyle beğenen bir kocam var.. Ya o da bana gözlük takınca "döööğğğğrrttttt göööözzz" deseydi? Ankara'da köprü falan da yok kendimi atacak :P

( "Öykücü"cüm, ben sana demiştim di mi yorumdan kopyalayıp post yapıciim diye.. Çok "sözünün eri"yimdir :P )

27 Mart 2008 Perşembe

Yusufcuğun ilklerine bir yenisi eklendi bu hafta..

İlk cümlesi : Baba diğttiii..

Babası bizi hastaneye bıraktığında söylemişti arabanın arkasından bakarak.. Pazartesi günü yazmayı unutmuşum.. Babası biryere gittiğinde ya da odadan çıktığında bu cümleyi hep söylüyor artık.. Bugün de gazetedeki araba resmine baktı uzun uzun, sonra da gazete ters çevrilince arabanın kaybolduğunu görüp "Ann ann diğttii" dedi :)) Tabağımızdaki yemek ya da bardaktaki içecek bitince de "Biiiiğğtttiii" diyor hemen.. "Ne bitti?" diyorum, ağzıyla yutkunma hareketi yapıyor önce, sonra da ellerini birbirine sürüyor hemen "bitti gitti" der gibi..

Maşaallah benim bebişime.. Artık bir "Yusufcuktan cümleler" kategorisi açmanın zamanı geldi :))


........................


Bugün kütüphanenin üstünde duran atını gördü Yusufcuk.. İşaret etti vermem için.. Anladım ama o anda birşey yaptığım için anlamamış gibi yaptım.. "İyyyy haa haa haaağğğ" demeye başladı! Atı aynı öyle kişniyor.. Baktım derdini anlatmaya niyetli, "Ne istiyorsun annecim, adını söylersen vericem.." dedim.. Masadaydı o sırada, aşağı indi hemen, emekler gibi eğildi, dört ayak ilerlemeye başladı.. Yani böyle yürüyen ve "iyy ha haa haa" diye bağıran atını isityormuş :))

Isırdım ısırdım, sonra verdim atını :))

Ata da "ad" veya "ap" diyor bu arada.. Niye söylememekte ısrar etti bugün anlamadım.. Ama böyle anlatması kesinlikle daha şirindi..


......................


Özellikle babaannesi buradayken, Yusufcuk her kaka yaptığında altını beraber değiştiriyorduk ki işi çabuk ve kolay halledelim.. Babaannesi onu oyalarken ben de olabilecek en hızlı alt değiştirme metotlarını uyguluyordum :)) Her seferinde de babaannesi bez açıldığında "Öff kokmuş bu bez yaa.. Kokutmuş Yusuf, öff.." diyordu, eliyle kötü kokuyu savar gibi bir hareket yaparak..

Birkaç gündür her bezini açışımda suratını buruşturup aynı hareketi yapıyor Yusufcuk.. Eliyle kendi kokusunu kovalıyor :P Eğer becerebilirsem kamerayla çekmeye çalışacağım yarın.. O kadar komik oluyor ki..

Acaba gerçekten iğrendiği için mi yapıyor yoksa sadece o hareketi hatırladığı için mi, bilmiyorum..

Bu arada, tecrübeli arkadaş ve yakınların tavsiyesine uyarak tuvalet eğitimini yaza ertelemeye karar verdim.. Aksi takdirde hem benim için hem de Yusufcuk için oldukça zorlayıcı olabilecek çünkü bu konu..


....................


Son madde Yusufcukla ilgili değil ama yazmazsam olmaz :P

Doğadan'ın Nar-Çilek çayını keşfettim.. Çok oldu aslında keşfedeli ama bu aralar daha çok içiyorum sanki, hatta hergün! Böğürtleni de çok güzel ama nar-çileğin kokusu harika.. Denemeyenlere tavsiye ederim..

( Marka vererek ürün tavsiye etmek ne kadar doğru bilmiyorum ama ben beğendiğim, sevdiğim şeyleri paylaşmaktan çok hoşlanıyorum.. Umarım yanlış birşey yapmıyorumdur.. )

25 Mart 2008 Salı

"Çok ama çok yorgunum sevgili günlük.."
diye başlayıp yazacaktım birşeyler dün gece ama uyumuş kalmışım :))


Çok yorgundum gerçekten..
Yoğun bir haftasonu, ardından Yusufcukla önce bir doktor sonra da aşı macerası!
Daha ne olsun?


Aslında bu yazıyı İstanbul'dan yazıyor olacaktım bugün ben.. Ama yine nasip olmadı gitmek.. Birlikte gideceğim arkadaşlar gitti de döndü bile.. Ben hala buradayım :((


Ama olsun, bizim de "dadi"miz geldi haftasonu.. En azından kardeşlerimin birini görmüş oldum.. Annelerle de MSN'de konuştuk, hasret dindi biraz..

Haftasonumuz çok güzeldi yine elhamdülillah.. Yusufcuk "dadiiğğ" diye diye dayısıyla oynadı doyasıya.. Birlikte yeni oyunlar keşfettiler.. Mesela, elektrik çarpmış adam taklidi yapmaca, koltuk minderlerini yere serip bodoslama üstüne atlamaca, gittiğimiz piknikte köstebek gibi çukur kazmaca.. Daha neler neler.. Fethi, seni hayırla yadediyorum ablaciim bilesin :P

Cumartesi uzun bir park keyfi, pazar da pikniğin ardından, pazartesi güneşin ilk ışıklarıyla Eskişehir'e döndü dayımız.. Biz de Yusufcukla biraz daha uyuduktan sonra, babamızın aldığı göz doktoru randevusuna yetişebilmek için kalkıp hazırlandık.. ( Gerçi yine geç kalıp babadan fırçayı yedik ama o ayrı :P )


Yusufcuğun sol gözünde hafif kayma var.. Yorulduğu zaman bu hafif kayma oldukça bariz hale geliyor hatta.. Bazen iki gözü farklı noktaya bakıyor gibi oluyor, korkuyorum !! Son hastane kontrolünde Neşe hanım bir göz doktoruna gitmemizi önerdi tekrar.. Babiş de randevu aldı bize.. Oğluşumla birlikte gittik dün.. Hastanenin girişindeki kocaman akvaryumdaki tüm balıkları sevdikten, tüm personel ve bazı hasta yakınlarıyla cilveleştikten ve bizimle ilgili ilgisiz tüm odaların kapısını yokladıktan sonra sıra bize geldi.. Aslında çok beklemedik ama Yusufcuk kısa bir süreye, bu saydıklarımın hepsini sığdırdı :))

İçeri girdik, doktor amca başladı Yusufcuğu muayene etmeye.. Işıklı kalem gibi birşey tutuyor yüzüne ( ışığa tepki hızını ölçmek için), "Işığa bak.." diyor, Yusuf inatla kalemi almaya çalışıyor :)) Doktor çekiyor, "Beh, beeehh.." diye kızıyor bizim bebe.. Yusufcuğun eline başka bir kalem vermek suretiyle durumu kurtardık zannediyorduk ki, bu sefer de o kalemle oynamaktan doktora bakmadı afacan..


Neyse doktor biraz uğraştıktan sonra sıra makineyle ölçüme geldi.. Ben kendi yüzümü dayadım, oyun gibi lanse ettik, içinde "pisi pisi" var dedik ama nafile.. Yusufcuk asla ama asla yanaşmadı makineye.. Biraz ısrar edince ağlamaya başladı :(( Baktık olmayacak, danışmadan bir görevli çağırdık, ben Yusufcuğu kucakladım, elini kolunu tuttum, o kız da başını sabitlemeye çalıştı ama cıkk.. Çığlık çığlığa bağıran Yusufcuk aynı zamanda çırpındığı için doktor birtürlü görüntüyü sabitleyip de ölçüm yapamadı.. Bekleyip bekleyip denedik ama sonuçta muayene olamadı Yusufcuk.. Ve ölçüm yapamadığı için de kesin birşey söyleyemedi, damla falan vermedi doktor.. "Altı ay falan sonra tekrar deneyelim, biraz büyümüş olur.." dedi..


Odadan çıktık, koridorda herkes bizi işaret ediyor! Taa koridorun sonundaki danışmaya bile gitmiş sesi cırcır böceğinin :)) "Niye ağladın bakiim?" diyor oradaki kızlar, "Aeee buuuyiii ğii deeebbii geee.." diye anlatıyor başına gelenleri :)) Tabii bu sırada ben terden sırılsıklam vaziyetteydim, o ayrı.. Ondan çok ben uğraştım ne de olsa..


Tıp merkezinin karşısındaki büfeden fix yolculuk mamamız "çıbık kraker" aldık ve otobüsümüze binip eve geldik.. Yolda, eğer yanımda çubuk kraker varsa ve huysuz olmasını gerektiren extra bir durum yoksa sessiz sakin duruyor Yusufcuk.. Krakerini kemire kemire etrafı, insanları, arabaları inceliyor.. Krakeri bittikçe bana dönüp tekrar istiyor.. Yere düşürürse üzülüyor, ben alana kadar işaret ediyor.. Yere düşen çubuğumuzu alıyoruz, "el çabukluğu marifet" hesabı yenisiyle değiştirip veriyorum eline, onu yediğini zannedip mutlu oluyor :)) Gerçi dün eve birkaç durak kala "memeee" diye söylenmeye başlayıp yakamı açmaya çalıştı ama kimseciklere çaktırmadan oyaladım onu :P Rezil oluciktim otobüste, amaniiinnn..

Artık emmek istediğinde "memeee" diyerek gayet açık bir şeklide talebini iletiyor Yusufcuk ve ben eğer biraz gecikirsem süt kaynağını kendisi açmaya, ortaya çıkarmaya çalışıyor!! Evde hadi neyse de dışarıda hiç uygun olmuyor bu manzara.. Sırf bu yüzden, 16 aylıkken oğlunu sütten kesmişti bir arkadaşım.. Bir süre sonra düğme açmayı da beceriyorlarmış çünkü!!


......................


"Memeee" deyince aklıma Yusufcuğun birkaç yeni kelimesi geldi..
Onları araya sıkıştırıyoruz hemen :))


Meğme: Meyve

Apu: Simpsonslardaki Hint Apu değil, karıştırmayalım lütfen.. Bu Yusufcuk dilinde "portakal" demek :))

Dadi: Dayı

Tağta: Önceden "bayta" dediği tavşana artık tağta diyor..

Tışş: Cıss

Buğuh: Soğuk

Gih: Git

........................


Devam edelim..

Doktordan dönünce yaklaşık iki saat uyumuşuz bebişimle, ki biliyorsunuz bu büyük nimet benim için.. Sabah erken kalkıp hastanede de yorulunca iyi uyudu Yusufcuk.. Ben de nasiplendim tabii.. Uyanınca yemek yedik ve aklıma Yusufcuğun geçen Cuma yayınevine gittiğim ve çok geç geldiğim için yaptıramadığım ve bugüne kalan aşısı geldi..


Karma aşının son dozunun birbuçuk yaşını doldurunca yapılması gerekiyor.. Biz şimdiye kadar iki dozumuzu satın alıp vurdurmuştuk çünkü sağlık ocaklarının vurduğu karma aşı üçlü.. Ama piyasada beşli karma aşılar var, menenjit aşısını da içeren.. O yüzden ondan olsun demiştik ama geçen gün bir blogda beşli aşının artık sağlık ocaklarında rutine alındığını ve ücretsiz vurulduğunu okumuştum.. Yusufcuğu giydirip sağlık ocağına gittim.. Amacım sadece bunun doğru olup olmadığını sormak, eğer doğru değilse ertesi sabah aşının siparişini verip onu aldıktan sonra sağlık ocağına gitmekti.. İki kere dolaşmayayım diye.. Çünkü aşı eczanelerde hazır bulunmuyor, depodan getirtiyorlar buz torbasıyla birlikte ve ısınmadan hemen vurulması gerekiyor bebişe.. Ama hemşire aşının vurulduğunu ve istersem hemen vurabileceğini söyledi..

Yusufcuğu soydum, oradaki bir bebişin oyuncağını da gaspettik (!) ve aşımızı olduk.. Ama yazıldığı kadar kolay gerçekleşmedi tabii.. Küçücük bebenin bacağını hemşireyle ikimiz zor tuttuk.. Ne mor saçlı bebeği gördü Yusufcuk aşı olurken ne de hemşirenin ona verdiği kaplanı.. Son perdeden ağlarken bir de ağzına çocuk felci aşısını damlattı hemşire, daha çok sinirlendi!!

Ama Allah'a şükür şimdilik bitti aşı maceramız.. Daha doğrusu rutin aşılar bitti, gelecek ay suçiçeği yaptıracağız belki.. Doktora sormamız lazım..

Aşıdan sonra uzun uzun yürüttüm Yusufcuğu.. Hem bacağı açılsın hem de aşı dağılsın diye.. Kendini çok sıktı çünkü.. Sokakta kedilere bakarken acısını da unuttu zaten :)) Eve gelince tekrar uyuması da bana bonus oldu :))

Gerçi bu bonusun acısını gece daha da geç uyuyarak çıkardı ama olsun, Ozan'a rahat rahat yemek hazırladım o arada.. Ortalığı topla, yemek ye, Yusufcukla oyna derken.. Yatağa yattığım anı hayal meyal hatırlıyorum :P


Bizden haberler böyle.. Şimdi gidiyorum..Sabahtan beri bölük bölük de olsa bilgisayar başındayım.. Birisinin yemek yapması lazım :))

22 Mart 2008 Cumartesi

Yusufum, minik meleğim..


İkinci yaşını da yarıladın annecim..
Birbuçuk yaşındasın artık.. Kucak kucağa, seni koklaya koklaya geçirdiğim kocaman bir "bir buçuk yıl" kaldı geride..


Ve ben, hala inanamasam da yüzlerce anı biriktiriyorum seninle ilgili.. Hatırladıkça yüzümü güldürecek, bazen de gözlerimi dolduracak yüzlerce anı..


Hiçbirini unutmak istemiyorum..
Hele bazılarını asla ama asla unutmak istemiyorum..


Şikayet etsem de gece defalarca uyanıyorsun diye, bir gece uyanıp "emmek istiyorum" diye mızmızlanmadan önce yavaşca yanağıma eğilip beni usulca öpüşünü mesela.. Hem de defalarca öpüşünü..

Seni her sevişimde senin de kendini tutamayarak kucağıma atlayıp tırmanmanı, sonra hızını alamayarak dişlerini sıka sıka beni sevişini, yanağıma "didiğğ, ciciğğ" yapışını..

Dün sabaha karşı uyanıp yatağın içinde doğruluşunu ve sanki karşında gerçekten bir kedi varmış gibi ısrarla "pitti pittiğğğ" yapışını.. Dakikalarca gülüşümü..

Baban İstanbul'a gittiği gece patlattığımız bir koca tabak dolusu mısırı önce çakıl taşları gibi savura savura etrafa dağıtışını, sonra da senin bana, benim sana yedirişimi.. Canın yemek istediğinde bana uzattığını bile geri çekip kendi ağzına atışını ve sanki bana nispet yaparcasına kikir kikir gülüşünü..

Yatağımızı uyumak için değil, üstünde zıplamak için kullanışını :)) Zıplayıp zıplayıp kendini geriye, popişinin üstüne atıp yaylanışını.. Seni tutabilmek için yatağın etrafında ışık hızıyla turlayışımı..

Ondan sıkılınca aynanın karşısına geçip dakikalarca kendinle oynayışını, konuşmanı.. "Ebbe" diyerek "aynadaki bebeği" bana gösterişini, ona el sallamanı, öpücük atmanı, kötü bakmanı :)) "Hadi sev.." deyince elinle kendi görüntünü okşamanı..

Bana, olabilecek en tatlı şekilde "Anniiyyğğ" deyişini.. Her defasında içime ılık ılık birşeyler akışını.. Her defasında, şimdiye kadarki ömrümün bunu duymak için geçtiğini farkedişimi, hayatımın anlamlanmasını.. Kendimi en özel insan hissedişimi..


Yorulduğum zamanlarda, "Hani benim enerji öpücüğüm?" sorumu, yanağıma kondurduğun küçük ıslak dokunuşlarla cevaplandırmanı..

Sevdiğin dizi ve reklamlar bittiğinde yüzüme üzgünlükle karışık bir muzurlukla bakıp ellerini birbirine hızlı hızlı sürerek "Bittiğğ" deyişini..

Canın yandığında, kucağıma alıp seni öptüğümüde "acının geçişini".. Kendini bana acını unutacak kadar yakın hissedişini.. "Anne öpünce geçeceğine" inanışını, kucağımda huzur buluşunu..

Her gece uyuduğunda sanki bir melekle yatıyormuş gibi mutlu oluşumu.. Sıkı sıkı sarılıp seni koklaya koklaya uyuyuşumu..

Sevecenliğini.. Tanıdığın tanımadığın herkese yanaşıp şirin gülüşünle dikkat çekişini.. Küçücük kalbine nasıl sığdığını anlamadığım kocaman sevginin herkese yetişini.. Sevmekten mutlu oluşunu..

Her sabah uyanıp o boncuk boncuk gözlerini açtığında, bana kendimi dünyanın en mutlu insanı olduğumu hisettirmeni..

Asla ama asla unutmak istemiyorum..



Seni seviyorum meleğim..
Gözlerin hep ışığım olsun..

20 Mart 2008 Perşembe

Biz biraz üzgünüz teyzelerimiz :((

Hatta dün bile üzerimizden bu etkiyi atamadığımız için oturup bir kandil mesajı bile yazamadık size..

Üzgünüz çünkü benim oğluşum yine düştü.. Ama öyle basit, hasarsız değil, gözünü çok tehlikeli bir şekilde metal bir köşeye vurarak düştü..

Ona yemeğini yedirmiştim, kendime yemek almaya gittim mutfağa.. O sırada bir gümbürtü ve çığlık koptu içerden! Toplasan bir dakika bile etmeyen bir zaman dilii içinde.. Elimde ne varsa fırlatıp koştum içeri.. Yusufcuk eliyle gözünü kapatmış, hafif de kan var kenarda.. O an işte aklımı kaybedebilirdim korkudan.. "Allah'ım.. Ne olur birşey olmasın, Allah'ım.." diye bağıra bağıra kucakladım Yusuf'u.. Gözü çıktı diye elim ayağım titriyor.. Yusufcuk da ben korktukça daha da ağlıyor, sıkı sıkı kapatıyor gözünü.. Önce kendim sakinleşip Yusufcuğu teselli ettim, sonra da elini kaldırdım yavaşca.. Elhamdülillah gözünde birşey yoktu.. Ama altı ve yanları hem mosmor hem de şişmişti.. Altı da hafif çizilmiş, kan da oradan geliyormuş!


Hani bahsetmiştim ya geçenlerde, kalorifere çıkıp dışarıyı seyrediyor, pencereleri bağladım falan diye.. İşte ben mutfağa çıkınca yine kalorifere çıkmış ve tam köşesine gözü gelecek şekilde düşmüş oradan!

Allah korudu yavrumu bir kez daha..


Dün Kandil gecemi sürekli oğlumu hayırla, sağ salim ve kolaylıkla büyütebilmek için dua ederek geçirdim.. Rabbimin küçücük emaneti o bana .. Başına her birşey gelişte daha da kötü hissediyorum kendimi.. Çok yetersiz, çok aciz..


Dün markete gittiğimde herkes bana Yusufcuğun gözüne ne olduğunu sordu yolda.. Bugün daha iyi ama elhamdülillah.. Şişliği indi, morluğu da epey azaldı.. İlk düştüğünde sürekli buz kompresi yaptım zaten, yoksa daha kötü olabilirdi..


................


Bir önceki gece Yusufcuk düşünce, dün bütün günümü salonun şeklini değiştirmekle geçirdim.. Üçlü koltuğu kaloriferin önüne çekmek zorundayım çünkü başka türlü kapanmıyordu o uzun petek! Sonra onun karşısına şunu koy, geri çek, olmadı tekrar vitrinin yerini değiştir derken.. saatler geçmiş.. Sonunda salona kendimce olabilecek en estetik şekli verdim - hatta verememişim, bu akşam yine değiştirdim iki vitrinin yerini- ve içim rahat etti ama tam ikibuçuk saat uğraşmışım.. Ozan eve gelince inanamadı gördüklerine.. Tek başıma nasıl yaptığımı anlamadı.. Gerçi ilk değil bu, ben canım sıkıldıkça lego aynar gibi mobilyaların yerini değiştiririm evde!! Bu, geçen seneden beri salonun dördüncü farklı şekli.. Ama bu son galiba.. Yusufcuk büyüyene kadar kapalı tutmam lazım o peteğin önünü!

O kadar eşya değiştirmenin üstüne bir de bugün yağmura rağmen pazara gidince Yusufcukla, şu anda kollarmı kaldıracak halim yok.. Kaldırınca da ağrıyor zaten! Ben ne yaptım kendime yaa..


............


Bir duayla bitirelim..


Rabbim sağsalim büyüsün, hayırlı insanlar olsun yavrularımız.. Bize yardım et.. Hem onları büyütürken hem de eğitirken..

Emanetlerine en güzel şekilde sahip çıkabilmeyi nasip et bize..

Amin..

18 Mart 2008 Salı

Bombiş gibiyim sevgili günlük, bombişşşş :))

Bu kadar güzel bir haftasonundan sonra ancak böyle hissedebilirdim zaten kendimi.. Elhamdülillah..

Cumartesi günü, bazı cin hafiye arkadaşların da hemen tahmin ettiği gibi Özlemlerdeydik.. Aslında İrem ve karakuzusu da gelecekti ama ektiler bizi :P Ah İrem ah, neler kaçırdın neler!! Çok eğlendik biz..

Tek kişi olmama rağmen sevgili Özlem öyle şeyler hazırlamış ki, çok mahcup oldum görünce.. Ellerine sağlık canım ama çok zahmet etmişsin gerçekten.. ( Artık nasıl bir imaj oluşturduysam kızcağızın gözünde, donatmış sofrayı.. Korktum kendimden.. Çok mu oburum :P )

Uzuuuuun bir sofra başı muhabbeti yaptık Özlemle.. Başlarda akıllı bıdık Bera ve beni hanımefendiliğiyle bir kez daha kendine hayran bırakan Sena da bize eşlik etti tabi.. Maşaallah gerçekten o kadar terbiyeli ve tatlı çocuklar ki, Allah herkese evlatlarını aynen Özlem gibi güzel ahlaklı, edebli ve seviyeli yetiştirebilmeyi nasip etsin..

Uzun sohbetimize Bera'nın oyuncaklarını salona yığmakla oluşturduğumuz "oyun alanı"nın çok katkısı oldu tabii :))

Bera abisi Yusufcukla saatlerce sıkılmadan oynadı.. Maç yaptılar (!), saklanbaç oynadılar, "cee" oynadılar, araba oynadılar... Oynadılar da oynadılar.. Gerçi bir araba Yusufcuk Bera abisinin özel bir oyuncağını zorla elinden aldı ve onu çok üzdü ama abisi onu affetti sağolsun..

Küçük cadıma bir kere daha hayret ettim o gün.. İstediği birşey olmayınca nasıl da ortalığı birbirine katıyor iki dakikada.. Bir de inatçı anlatamam.. Almak mümkün olmadı elinden o oyuncağı.. Unutup bir kenara koydu da öyle sakladık.. Yoksa güme gidecekti Beracığın ik karne hediyesi :))

Yusufcukla oynayan sadece Bera abisi değildi tabii.. Özlem teyzesi de çok güzel oynadı onunla..
Yusufcuğun ne kadar mutlu olduğunu anlatamam.. Gülücüklere boğdu bizi ödül olarak :))

Özlemcim bir kez daha teşekkürler canım..
Harika bir gün geçirdik.. Hemen yine gelmek istiyoruz :P

.........................


Pazar günü ise, yine yalancı bahara inanıp attık kendimizi dışarı.. Süleyman abi ve Havva ablayla harika bir gün geçirdik..

Bundan sonra hazırlıklı ol tamam mı günlükcüm, her haftasonu bir piknik bekler bizi :)) Sezon açıldı, kimse Ozan'ı tutamaz artık..

Öğlenki güzel havaya itimat edip oldukça uzak biryere pikniğe gittik ama orası oldukça serin ve rüzgarlıydı.. Yusufcuk tam oraya varacakken uyudu ve tam biz sofraya oturunca uyandı! Arabada üstünü değiştirip bir de sıkı sıkı giydirdim bebişimi.. Allahtan mont ve beremizi almıştık yanımıza, çok işe yaradı..

Biz hanımlar olarak sadece yeme kısmına katıldık olayın.. Tüm hazırlık ve pişirme işlemlerini beyler halletti.. Çok güzel oluyormuş böyle ya, hep yapalım bunu :))

Bir ara çevremizi koyunlar daha doğrusu Yusufcuğun deyimiyle "ap app"lar bastı! Onlarca koyunun arasında kaldık, Yusufcuk çıldırdı sevinçten.. Hele "pisi pisi" yaparak koca kangalın peşinden koşması harikaydı.. Ozan çekiyor, o inatlaşıyor köpeği yanına gideceğim diye..

Erkekler mangal başında, biz de Havva ablayla küçük soframızda yedik yemeğimizi.. Güya is kokmayacaktık! Ama güneş de geçince resmen donduk oturduğumuz yerde.. "Hadi gidelim.." diyoruz, "Yok yok, iyi burası, akşama çok var daha.." diyor Ozan.. Yanımda küçücük bir hırkam vardı, giydim ama cıkk.. İşe yaramıyor! Sonra bir ara Ozan yanıma geldi, elime dokunuca çok üşüdüğümüzü anladı.. Meğer onlar havanın soğuk olduğunu bile farketmemişler mangal başında! Kendileri üşümeyince bizi de iyi zannetmişler.. Hemen toparlanıp biz de gittik mangalın başına.. İliğimiz kemiğimiz ısındı :))

Mangal başında içtiğimiz çayın tadı damağımda kaldı.. Hep hatırlamak istiyorum..

Herşey için teşekkürler babiş :))

.........................


Bu arada, aramıza hoşgeldin yeni diş :))

Ah ne çok bekledik seni bir bilsen.. Nohut gibi kabarmış, Yusufcuğuma çok acı veriyordu çıkacağın yer.. Hem tam karşındaki azı da yanlız hissediyordu kendini.. İyi ki geldin de sol altta bir azımız oldu bizim de.. Bundan sonra uslu dur tamam mı :P

..........................


Yusufcuk geçen hafta yine biryerlere saklanıp kakişini yaptı ve sonra gelip babasıyla bana haber verdi "ıhh"layarak.. Sonra da döne döne birşeyler aramaya başladı etrafta.. Meğer kağıt havluyu arıyormuş.. İşaret etti verdim, başladı pijamanın üstünden popişini silmeye :))

Zamanı gelmiştir..
Tiz bir oturak alına, Yusufcuk tuvalet eğitimine başlayaaa!

Allah da Kuaybe'ye kolaylıklar vereee...

15 Mart 2008 Cumartesi

Hani ben bahar geldi demiştim ya..

Vazgçetim sevgili günlük !

Geçen hafta kendilerine alelacele veda ettiğim kahverengi çizmelerimin ahı tuttu beni.. İki gündür yine yanıyor kombi.. Bugün Yususfcukla marketten dönerken de kar atıştırdı resmen! Hatta Kızılay'da iki saate yakın yağmış.. Çok üşümüş babamız..

Atalarımız cidden biliyor bu işi "Mart kapıdan baktırır.." derken.. Mayıs'ın ortasında, Konya'da lapa lapa yağan kara da şahit olan birisi olarak, bahar hevesimi biraz daha ertlesem iyi olacak galiba.. Babetlerim, uslu uslu beni bekleyin tamam mı?

Biz biraz daha pencereden dışarıyı seyretmekle yetinelim, evde geçirelim günlerimizi küçük sümüklümle :))

.....................

Az önce Yusufcuğu uyuttum ve yan yattığı için biri tamamen yastığa gömülmüş, diğeri de ona inat daha da şirince şişmiş küçük yanaklarını ısırmamak için kendimi sıka sıka odadan zor çıktım dışarı..

Bugünlerde hep oluyor bu bana.. Uyutuyorum afacanı ve sonra dakikalarca seyrediyorum onu.. Allah'a şükrediyorum.. Başta Nes'im ve H. ablam olmak üzere sevdiklerim dolanıyor dilime, küçük mucizelere sesleniyorum onları daha fazla bekletmesinler diye..

"Uyurken bambaşka oluyorsun Yusufcum.. Bakmaya doyamıyorum sana.. Küçük dudakların hala emiyor gibi hareket ediyor bazen.. Kapalı gözlerinin ince çizgisinde, usta nakkaşlara taş çıkartacak zarif bir güzellik görüyorum.. Yanakların bembeyaz pamuk şekeri, yüzün tatlı bir masumiyet tablosu oluyor.. Sana neden en çok "melek" diye hitap ettiğimi bir kez daha anlıyorum..

Seni seyrederek uyumak, sabah sana uyanmak anneni en mutlu eden şey bebeğim.."

........................

Yusufcuk cümle kurmaya başladı..
Ama bildiğimiz cümlelerden biraz farklı :))

İki kelimeden oluşmuyor.. Bir kelime ve bir hareketten ya da bir hareket ve bir ses taklidinden olşuyor.. Bazen de iki hareketten tabii..

Örneğin:

"Gitti" hareketi+ "Annn" efekti = Araba gitti
"Dağğiii doo diiii ğeeee" + "Bitti" hareketi = Şarkı, müzik vs. bitti
Yutkunma hareketi + "Beh" = Yemek istediğim şeyi ver

Maşaallah artık derdini o kadar iyi ifade ediyor ki hareket ve mimikleriyle, hayret ediyorum.. Ozan şaşırıyor bazen nasıl anladığıma ama sonuçta tüm gün onunla beraber olan benim, kullanma klavuzu gibi oldum artık Yusufcuğun :)) Zaten her anne, kendi bebeğinin kullanma klavuzu değil mi?

Aslında geçenlerde okuduğum bir araştırmaya göre hatalı davranıyor(muş)um.. Anlasam bile anlamıyor gibi yapmam gerekirmiş bazı şeyleri.. Hareketlerle kendini anlattığını farkeden çocuk, ihtiyaç duymadığı için konuşmayı ertelermiş.. Belki haklılar bu konuda ama nadir de olsa anlattığını anlamadığım zaman öyle huysuzlanıyor ki Yusufcuk, her mimiğini okumaya başladım artık.. Ben istediği şeyi çözdükçe o mutlu oluyor :)) Bol bol konuşuyorum zaten onunla, nesnelerin adını vurgulayarak söylüyorum, bazen renklerini, özelliklerini anlatıyorum ama çabuk konuşması için onu çok da huzursuz etmek istemiyorum açıkcası.. Zaten zamanı geldiğinde konuşacak inşaallah di mi?

.....................

Yusufcuğa aldığımız lego setinde iki tane küçük, el kadar bebek var.. Yapılan kulelerin falan üstüne takılıyor.. Yusufcuk ara ara eline alıyor bunları, "didiğğ, ciciğğ" diye seviyor :))

Dün gece de baktım, eliyle sıkı sıkı tutmuş, boynuyla omzu arasına sıkıştırmış bebeği.. "Nenniğğ" diye diye bir sağa bir sola sallanıyor.. Bebeğini uyutuyormuş benim meleğim :))

.......................

Oooo, saat gecenin ikisi olmak üzere..

Hemen yatmam, uykumu almam, sabah güzel uyanmam lazım :P Gezmeye gideceğim inşaallah yarın.. Sizin de tanıdığınız çok cici ve kibar bir hanıma davetliyim.. İki de şekeri var tabii.. Ayrıntılar yarın inşaallah.. Ee, biraz merak edin bakalım :))

10 Mart 2008 Pazartesi

Çok mutluyum..
Ciddi ciddi bahar geldi galiba :))

Kombimiz yanmıyor artık..
Ne hırka arıyorum sabah kalkınca ne de gri bir gökyüzüne uyanıyorum..

Yürüyüşe giderken kahverengi çizmelerim değil de mavi, fiyonklu babetlerim eşlik ediyor ya bana, değmeyin keyfime.. İtiraf ettiler, onlar da çok özlemiş beni geçen bahardan beri :P

Huyumdur benim.. Birşeye sevinirsem, coşarsam bir konuda en ince ayrıntısına, en son noktasına kadar yaşamam lazım onu..

Cumartesi günü, içimdeki bu canavar yine ortaya çıkmış olmalı ki, tam dört saat yürümüşüm güzel havada !! Zavallı Yusufcuk da bana eşlik etti tabii.. Allahtan ki pusetindeydi ve yanıma oyuncak, kraker vs. birçok oyalayıcı almıştım.. Zaten arabalara "annn annn", kedilere "bıtti bıttii" yapa yapa o da anlamadı vaktin nasıl geçtiğini..

Ne yaptığımın farkına vardığımda evden çıkalı 2.5 saat olmuştu.. O yüncü senin, bu takıcı benim, etekcinin de hatrı kalmasın, başörtü satan teyze bana gücenmesin.. derken yaklaşık dört kilometre yürümüşüm.. Eve dönmek de bir saate yakın sürdü.. Aslında o güzergahta minibüs vardı binebileceğim ama dönüş yolunda da uğrayacağım yerler olduğundan ve Yusuf da uyuduğundan gerek kalmadı..

Eve vardığımızda babamız da arkadaşlarıyla gittiği piknikten dönmüştü.. Biraz birşeyler yedim ve sonra sadece yatağa düştüğüm anı hatırlıyorum :P Uyandığımda saat sekiz buçuktu!

Salona girdiğimde manzara korkunçtu :P

Yok yoktu yerlerde, yemek masasının üstünde ve çevresinde.. Koltuğu da çevirip oyun evi yapmışlar.. İki gün öyle durdu o koltuk.. Babiş-bebiş ikilisi izin vermedi düzeltmeme..

Ama en korkuncu, babasının acıkan Yusufcuğa tam beş tane çikolata yedirmiş olması! (Hediyelik paket çikolatalar var ya hani, yuvarlak yuvarlak, onlardan) Başka türlü susturamamış, "Herşeyi sen uyu diye yaptım.." dedi..

Şimdilik kızıp kızmamaya karar veremedim, ne yapayım sizce?

...............


Yusufcuğun kelime hazinesine yeni kelimeler eklendi..

Üvva: Hülya
(Geçen hafta ben Hülücüme "Hülya" diye seslendikçe o da beni taklit etmeye başladı..)

Eyıh, heyih: Hayır

Daah: Saat

Hüf hüf: Balon
(Ağızla şişirme hareketi eşliğinde :) )

...............


Son olarak,
Sabahnurun yaptığı harika eşekciği gördünüz mü?
Ben bayıldım yaa...

7 Mart 2008 Cuma

Dün akşam sana yazmaya niyetlenmiştim sevgili günlük..
Yemeğimi yiyecek ve Yusufcuğun kendi kendine uydurduğu oyunu oynamasını fırsat bilerek yazacaktım uzun uzuuun..

Yemeği hazırladım.. Bir koca kase dolusu da salata yaptım.. Canım çok istemişti.. Önce Yusufcuğun karnını doyurdum.. Sonra da aldım salata kasemi elime, bir yandan Yusufcuğa domates yediriyorum ağzını serçe yavrusu gibi açtıkça bir yandan da ben yiyorum.. İşte ne olduysa o anda oldu sevgili günlük.. Yusyuvarlak kaseye songücüyle bir yumruk indirdi Yusufcuk ve havada döndüğünü gördüm kasenin! Pembe-beyaz çiçekli halıma, marullardan yapraklar, domateslerden uğurböcekleri kondu :P

Ben ne yaptım peki?
Merak ediyorsun di mi..

Önce korkudan dakikalarca ağlayan Yusufcuğu sakinleştirmeye çalıştım.. Panikle o da koltuktan düştü çünkü.. Kaseyi tutamamamın bir sebebi de bu aslında.. Bir yandan Yusufcuk bir yandan o havada uçunca hangisine bakacağımı şaşırdım!

Ne bağırdım, ne de kızdım sevgili günlük, valla bak.. Yusufcuk suçlu suçlu kenarda otururken, ben de artık iyice sıkı fıkı dost olduğumuz halı şampuanı ile başladım akşam akşam halı silmeye.. Ama çok zordu be günlük.. Zeytinyağlı, sirkeliydi salata.. Üstüne üstlük sumak da vardı sosunda.. O minicik minicik sumakları halının arasından temizlemeyene kadar gece bitti zaten!


Bir ara Yusufcuk da yardım etti bana, hakkını yemeyeyim şimdi :P

...............


Oysa ne çok şey vardı anlatacak..

Bir önceki gün hayata kısa bir mola vermiştim mesela..
Tüm karamsar yanlarıma, son günlerde üstüme çöken vesveselere, uzun uzun uyuma isteğime, eve kapanıp kalmışlığıma.. Hepsine mola..

Canım "Hülü"m geldi Amerika'dan.. Haberim yoktu, sesini duyunca telefonda havalara uçtum.. Üniversiteden sonra gitti, hala orada..
Oradan birisiyle nişanlandı zaten.. Hep orada olacak galiba..

Saatlerce süren bir kahvaltı ettik -ben konuşmaktan birşey yiyemedim hatta, çok şey birikmiş anlatacak :))- Sonra Yusufcuk yoğun sevgi gösterileri sergiledi Hülya teyzesine.. Benim onu çok sevdiğimi mi farketti yoksa çok mu içi ısındı bilmiyorum ama gitti geldi öptü Hülü'yü :)) Kucağına tırmandı, uzun uzun birşeyler anlattı ona.. Fotoğraflar döküldü yine ortaya, eskileri yadettik.. Laf lafı açtı, birbirimizi ne kadar özlediğimiz farkettik..

Öğlen yemeği için bizim meşhur Özbek çadırına götürdüm canımı.. Benim sıradan ve alelacele yapılmış yemeklerimdense oradakileri yemesi daha mantıklıydı zaten :)) Geleceğinden haberim olsaydı neler neler hazırlardım ben ona ama çok geç haberim oldu maalesef..

Orada yemek yerken bir yandan da canlı olarak Özbek şarkıları söylüyordu müzisyenler.. Yusufcuk duyunca dayanamadı tabii.. Oynamaya başladı.. Yanlarına götürdüm ben de.. Özbek işletmeci kadının çok hoşuna gitti merakı.. Özbek çocuklarının geleneksel sünnet kıyafetini giydirdi Yusufcuğa..
Eline de çalgıyı verdik, o çaldı biz dinledik :P

Oradan çıkışta acele acele biraz alışveriş yaptık, koştura koştura eve gittik ondan sonra.. Hülücümün nişanlısı kapıda bekliyordu bizi.. Yine geç kaldık yani kadın milleti olarak! Onlar daha önceden söz verdikleri biryere gittiler, ben de akşam yemeği hazırlıklarına giriştim..

Yemek, çay.. derken vakit ilerledi.. Yusufcuk da uyudu, eşler de.. Ve biz dayanabildiğimiz kadar dayandık, inatlaştık uykuyla.. Bir daha ne zaman nasip olur, ne zaman görürüz birbirimizi kim bilir..


............


Hayat ne garip.. Dört yılı paylaşıyorsun bir insanla.. Sonra ayrılıyor yollar.. Başka başka hikayelerle doluyor hayatlar.. Bir bakıyorsun, dört sene olmuş ayrılalı.. Ama bir araya gelince yine "canııımmm" diyorsun onu kucaklarken.. Ne uzaklık, ne geçen yıllar resmiyet koymuyor araya.. Yine aynı esprilere gülüyor, yine aynı mimiklerle sohbet ediyorsun.. Buruklukla karışık bir coşku yaşıyorsun..

Ve merak ediyorum.. Neden herkese karşı böyle hissetmiyorum?

Herkesi böyle özlemiyorum, bu bir gerçek.. Hiçbirşey hissetmiyorum bazı insanlar hayatımdan sonsuza dek çıkmış olsa bile..

Sırrı ne acaba dostluğun?

Bir insanı dost yapan ne?

4 Mart 2008 Salı

Geçen haftaki "gaita örneği" :)) maceramızın ardından birkaç yorum geldi örneği evde yaptırıp götürmekle ilgili.. Bu mümkün aslında ama alınan örneğin en geç yarım saat içinde hastaneye ulaştırılmış olması gerekiyor.. Bu bizim için pek mümkün değil.. Çünkü gittiğimiz hastane bize uzak ve o kadar kısa sürede yetişmem çok zor.. Ancak Ozan kapıda hazır beklerse olur ama o da mümkün değil maalesef.. Bu yüzden hastanede bekledim o kadar..

Bu aslında bugünlerde vermeye çalıştığım bir kararın da ayrıntılarından biri.. Bizim her hastalık ve tahlilde o hastaneye gitmemizin tek sebebi, doktorumuzun oranın kadrolu çocuk doktoru olması ve haftaiçi sürekli orada bulunması. Neşe Hanımdan çok memnunuz ama özellikle Ozan'ın okulunun olduğu dönemlerde, yoğunluktan dolayı hastaneye gitmek ve orada bazen saatlerce beklemek çok sıkıntılı olabiliyor.. Ben tek başıma kalmaya cesaret edemediğim için Ozan hep yanımda bekledi şimdiye kadar ama son gidişimde ayrılmak zorunda kaldı hastaneden.. Yusufcuk gibi bir bebekle - hele de hastaysa- tek başına hastanede vakit geçirmek çok zor..

Bir haftadır şuna karar vermeye çalışıyorum.. Acaba doğduğundan beri Yusufcuğun muayene ve takiplerini yapan doktorumuza gitmeye devam etmeli miyiz yoksa buralarda yeni bir doktor araştırmalı mıyım? Bulana kadar farklı farklı yerlere gitmek zorunda da kalabiliriz tabii.. Bir bebeğin sürekli aynı doktor tarafından muayene edilmesi mi daha iyi yoksa farklı farklı yerlerde mi? Bir türlü karar veremedim.. Bana tüm bilgi ve tahlillerin tek elde toplanması daha sağlıklı gibi geliyor ama hastanenin çok uzak olması da işi oldukça zorlaştırıyor..

Of ya.. Ne yapsam acaba? Doğru ne?

Bir bilsem..

3 Mart 2008 Pazartesi

"Kakiş"ten haber soranlara duyurulur :P

Yusufcuk iyileşti maşaallah.. Hem benekler hem de bizi şüphelendiren diğer problemler geçti.. Kızamıkçık olup olmadığı da bir hafta sonra yapılacak kan testiyle belli olacakmış.. Altıncı hastalık mı kızamıkcık mı ayıredemedik.. Gerçi kulaklarının arkasındaki lenf bezleri şişti ve bunun kızamıkçığın belirtisi olduğunu söyledi doktorumuz ama yine de kan testi yapılacak galiba.. İşin doğrusu ben yaptırmak istemiyorum ama ileride bağışıklık ya da aşı açısından falan gerekebilir bu bilgi.. Geçirip geçirmediği hastalıkları bilmemiz lazım di mi? Of off.. Kan sayımı da yaptırayım bari.. Yine rengi biraz soluk gibi Yusufcuğun.. Eh anemik annenin anemik oğlu işte.. Demiri de içmemek, içse bile kesinlikle yutup bünyeye dahil etmemek için büyük çaba gösterdiğinden ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.. İşin kötüsü pekmez falan da veremiyorum çünkü alerjisi var.. Dudaklarının üstünde küçük sivilceler çıkıyor hemen pekmez içince..


Gelelim haftasonumuza..

Yusufcuğun bu kadar hızlı (!) iyileşmesinin sebebi belki de bu haftasonu çok gezmemiz, güzel vakit geçirmemiz ve onun da bizim de hasta olduğunu unutmamızdır :) Hazır imajı yenilemişken bol bol gezdirdik, oynattık bebeğimizi.. Çok mutlu olduğu kesin çünkü ağlaya ağlaya ayrıldı gittiğimiz her iki yerden de..

Ben biraz sıkıntılı olunca babamız dışarda yemek yemeyi teklif etti.. Bir aburcuburbuya gittik :)) Yusufcuk oradaki top havuzunda ve küçük oyun evinde çok güzel vakit geçirdi. O evden hiç çıkmadı diyebilirim.. Geliyor, patates kızartması falan veriyoruz eline, eve giriyor, kapıyı da mutlaka kapatıyor ve öyle yiyor elindekileri..

Ozan'a bu evlerden bir tane de bize alalım, bak içeri girince yiyor elindekileri dedim ama oldukça tuzluymuş fiyatları :P

Eve dönmeden oyuncak mağazasını da şöyle bir turlayıp -ki bunu artık asla Yusufcuk yanımızdayken yapmamaya karar verdik.. Yapıştı reyonlara, ne geçtiyse eline mıncıkladı.. Az daha almadığımız iki-üç oyuncağın da parasını ödemek zorunda kalacaktık! Birini havada yakaladım :P - Yusufcuğa ne zamandır almak istediğimiz lego setini aldık..

İyi ki almışız.. Eve gelir gelmez gömüldü legolara, bir ara Yusufcuğun varlığını bile unuttuk! Ertesi sabah da durum aynıydı ama şu anda oynaya oynaya biraz bıktı gibi.. Ara ara kaldırıp tekrar çıkarıyorum, o zaman daha cazip oluyor..

Pazar günü ise daha çok baba-oğul aktiviteleri hakimdi güne..
Hafta içi oğluşunu pek göremeyen ve çok özleyen babamız, eksik kapatmaya çalıştı galiba :))

Onlar başbaşa güzel vakit geçirir de ben durur muyum?
Ben de bir elimde çayım, bir elimde kitabım oturdum pencerenin önüne.. Gri havaya inat iyi hissettim kendimi.. Arada Yusufcuğun bebeklik fotoğraflarını karıştırdım.. O fotoğrafları çektiğim anları hatırladım ayrıntılarıyla ve dudaklarımda kendiliğinden büyüyeveren gülümsemelerle..

Sonra biraz da yünlerime ihanet ettim galiba :P
Bu aralar takı yapmak istiyor canım.. Acı ama gerçek, çok maymun iştahlıyım..

İstanbul'dayken Eminönü'nden aldığım ve en az üç senedir hiç açılmamış onlarca poşet incik boncuk var evde.. Kendime iki üç küpe, kolye yapıp da Ozan'ın beğendiğini görünce bu sefer de buna sardım! Ama valla çok cici oldular yaa..

Bu sabah da bir yüzük saat yaptım kendime..
Derya Baykal'ın programında görmüştüm bu fikri.. Kordonunun bir yanı kopmuş bir saatimin diğer yanını da ben çıkardım ve lastikli misina ile basit bir yüzük yaptım.. Düz bir yüzüğün üzerine de monte edilebilir aslında.. Hem saat hem yüzük, çok şirin di mi?


......................


Hastalıklar girince araya, Yusufcuğumla ilgili ayrıntılar kaldı hep, yazamadım.. Ama not almıştım biryerlere unutmak istemediğim için.. Sonra çok üzülüyorum hatırlayamayınca..

Öncelikle, bu aralar kelime taklidini oldukça hızlandıran bebinin yeni kelimeleri:


Buh: Kuş :))
O kadar seviyor ki pencerenin önüne kuşların konmasını, ben de bayat ekmek, pirinç, bulgur.. ne geçerse elime serpiyorum pervaza.. Kuşlar yemeye gelince zıplaya zıplaya ve "buh" diye diye bana haber veriyor meleğim..

Bap: Bak

Dideh: Çiçek
Daha önce yazmıştım galiba bunu :P

Dadığğ: Kaşık

Bayta: Tavşan

Ciciğ: Cici
Bu ben oluyorum :P Beni severken söylüyor..

Biyyppi: Bitti
Bir de bunu söylerken ellerini aynı anlamda birbirine sürüyor, çok komik :))

Nanağğ: Bez Bebek dizisindeki Nana :))


Bu "Nanağğ" genelde melodili bir şekilde ve televizyonun önüne gelerek söyleniyor.. Nana'yı açacakmışım ona.. Bayılıyor o diziye.. Her hafta ben de Yusufcukla oturup Bez Bebek'i izliyorum!! Allahtan haftaiçi gündüz tekrar bölümleri de var da ben de rahat ediyorum biraz.. Zaten sadece Nana ve yakalarsak Gece Bahçesi'ni izliyor Yusufcuk.. Başka hiçbirşey ilgisini çekmiyor.. Reklamlar hariç tabii, onu duyar duymaz ışınlanıyor televizyonun önüne.. Bir de geçen gün gülme sesine gittim, baktım oturmuş, TRT'de haberlerden önce yayınlanan kamera şakalarını izliyor.. Üstüne top düşen insanların ucubik mimiklerine gülüyor :)) Ya hayret ya.. Bir dillense de anlatsa bana neler hissettiğini, neler bildiğini.. Çok şaşırıyorum gerçekten.. Bu bebişlerin kavrama sınırı ne? Herşeyi ama herşeyi biliyor, anlıyor ama anlatamıyorlar mı? Eksik sadece kelimeler gibi geliyor bana..

Veee.. Bir de tatlı bir oyunumuz var bu aralar.. "Ağğğnnnesiininnnnn küüüğğçüüük şekeriiii kiiiimmm?" diye soruyorum uzata uzata, elini hazırlıyor ve "Bee" diye parmak kaldırıyor hemen minicik afacanım.. Evet annecim, tabii sensin benim küçük şekerim :)) Bal şekerim..

.................


Hayatımda ufak bir değişiklik yaptım bu aralar.. Gündüz mutlaka Yusufcukla uyuyor, gece iki civarına kadar ayakta kalabiliyorum.. Buna bir de sabah namazdan sonra uyumamayı ekleyebilirsem oldukça fazla "vaktim" olabileceğini düşünüyorum yapmak istediğim herşey için..

Dün gece otuturp siftah yaptım ve uzun süre sonra yine birşeyler karaladım..

Yayınevi için falan değil, tamamen kişisel :P

....................


Babamız İstanbul'a gitti yine.. Bizsiz :((
Gerçi şartlar da tamamen aleyhimizeydi, sadece onu suçlamıyorum :P

Yusufcuk daha yeni iyileşti ve annem de evde yok zaten.. İzmir'e gitti.. Benim yetmişbeşlik delikanlım hasta biraz.. Kalp zarı su toplamaya başlamış ve başında 24 saat hiç geçmeyen ağrılar var.. Beyinde yaşlanmaya bağlı damar genişlemeleri olmuş ve sinirlere bası yapıyormuş anladığım kadarıyla.. Bugün son ultrasonu vardı ve yarın ameliyata alınıp alınmayacağı belli olacak.. Yaşından dolayı ameliyat çok riskli olduğundan annem gitti babacığını görmeye..

Şu yazdıklarıma inanamıyorum.. Neyi kastetttiğim çok açık ama birtürlü net yazamıyorum.. Yazmak istemiyorum çünkü.. Dedem canımdır benim.. Sesini kırık dökük duymaya dayanamıyorum her arayışımda.. Onu kaybetme ihtimali bile gecelerdir uykumu kaçırmaya yetiyor..

Düşünüyorum da, eğer ahiret inancı olmayan bir insan olsaydım asla yer yoktu bana bu dünyada.. Asla..

Tahammül edilebilecek bir düşünce değil ki sonsuz ayrılık!


Rabbim hem dedeme hem de tüm hastalara acil şifa ver.. Amin..

2 Mart 2008 Pazar

"Besmele her hayrın başıdır.. Biz dahi başta onunla başlarız.."

Bismilllah!