28 Temmuz 2008 Pazartesi

Vee..
Nihayet..
Karşınızda meşhur köy düğünümüz efendim :))


Düğüne geçmeden önce, burada düğüne gelene kadar uygulanan birkaç adetten de bahsetsem iyi olacak galiba.. Hem sizin ilginizi çekebilir, hem de ben unutmayayım, ilerde bebeğim de okuyabilsin istiyorum..

Burada bir kız beğenilip istenmeye karar verildiğinde, önce evine gidiliyor ve aileler tanışıyor, konuşuyormuş.. Bu, işin formalite kısmı tabii.. Zaten neredeyse herkes akraba, birbirini tanımayan yok ki köyde :))

Kızın "sözü" alındıktan yani başka kimseye verilmeyeceği kesinleştikten sonra köy meydanında -pazaryerinde- "görme" denilen bir gece düzenleniyormuş.. Görmede hem köylü gelin ve damadı görüyor, kimin kiminle evleneceği artık bilinir hale geliyor hem de hediyeleşme oluyormuş.. Ortaya gerilen büyük bir çarşafa hediyeler atılıyor, sonra köylü sıraya geçiyor ve gelinle damat tek tek tüm büyüklerinin elini öpüyormuş.. İsteyen para, isteyen altın takıyormuş..

Ben bu geceyi hiç görmedim henüz, sadece anlatılanları biliyorum..

Görmeden sonra sıra nişana geliyor haliyle ve düğüne az bir zaman kala yine köyün meydanında çalgılı bir nişan töreni yapılıyor.. Daha önce birkaç nişana gittim.. Yine eğleniliyor ve takı merasimi oluyor.. Hediye çarşafı yine açılıyor ve akrabalar eteklik kumaştan nevresime, havludan tülbente birçok çeyizlik hediye atıyorlar kız evi için..

Düğün yaklaştıkça her iki evde de hazırlıklar artıyor.. Örneğin benim gözlemlediğim, her iki ev de içiyle dışıyla boyandı, bazı mobilyalar alındı, bahçelere bakım yapıldı.. Düğün yemeği için gereken alan hazırlandı..

Gelin evi de ayrıca özenilerek hazırlanıyor tabii.. "Çeyiz serme" diye bir adet var burada.. Hatta genellikle şehirlerde de uygulanıyor bu adet.. Gelin evi eşyalarıyla hazırlandıktan sonra kızın tüm çeyizi kurdelalarla, simlerle süslenip eve seriliyor ve uzun bir süre akrabalar, eş dost eve gelip çeyizi görüyor.. Akılalmaz incelikte ve güzellikte danteller, işleme perdeler, mutfak takımları, havlu kenarları, oyalı tülbentler, duvar ve kapı süsleri, minder ve döşekler bütün evi süslüyor..

Ben sadece bir gelinin evini gördüm şimdiye kadar.. Çok güzeldi..

Gelin evi de hazırlanıp düğüne sayılı günler kala "oku"lar dağıtılmaya başlanıyor köye.. Oku denilen şey bir nevi davetiye.. Aynı zamanda gelen misafirlere düğün evinin ufak bir hediyesi.. Kız tarafı genelde havlu ya da eteklik kumaş, erkek tarafı da gömlek gönderiyor oku olarak.. Bazı okuların üzerine, gelen kişiden beklenen hediye yazılıyor "Elektrikli süpürge, fincan takımı.." gibi.. Ama bu sadece çok yakın akrabalara yapılıyor tabii.. Böylece gelin evinin tüm ihtiyaçları el birliğiyle tamamlanmış oluyor..

Düğüne bir hafta kala, düğün ekmeği yapılıyor her iki evde de.. Artık çoğu düğünde hazır ekmekler ikram edilse ve yufka hiç kullanılmasa da bu adeti sürdürmeye devam ediyorlar..

Düğün ekmeğinin yapıldığı gün, özellikle yakın akraba ve komşular ellerinde ya bir kola ya da meyve suyuyla tandıra gelip hem "Bereketli olsun.." dileklerini iletiyorlar hem de "şibit, bükme, dörtköşe.." gibi ikramlardan yiyorlar.. Sabah erkenden başlayan ekmek yapımı, sohbet muhabbet derken akşama kadar sürüyor..




Düğünden iki gece önce, bazı aileler daha önce bahsettiğim "kız çıkarma" adetini uyguluyor..

Gelin yakın bir arkadaşının evine geliyor, orada eğleniliyor ve gece orada yatıyor..




(Hamilelerin, emziren annelerin ve yurtdışında yaşayanların dikkatine.. Aşağıda düğün yemeklerinden bahsedilecek ve fotoğrafları yayınlanacaktır.. Lütfen bu bölümü bakmadan, hızlıca geçiniz, üstüme fazladan kul hakkı, göz hakkı yüklemeyiniz.. Zaten yeterince var!! )


Cumartesi sabah verilen yemekle iki gün sürecek olan düğün maratonu başlıyor..


Düğün yemekleri bu kocaman kazanlarda, genellikle bir gece önce ya da o günün sabah namazında yapılmaya başlanıyor ve odun ateşinde ağır ağır pişiyor.. O benzersiz tat sanırım buradan geliyor..

Düğün yemeği için bir gün öncesinde düve (genç inek) kesiliyor ve etler doğranıyor..İsteyen aileler koyun ya da tavuk eti de kullanabiliyorlar ama genelde düve kesiliyor, özellikle erkek evinde..


Düğün menüsü şöyle:

Yoğurt çorbası



Keşkek



Etli yahni, kızarmış patates ve kuru fasülye..
Tatlı olarak da helva ikram ediliyor ama onun fotoğrafını çekmemişim nasıl olduysa..




Yemekler bu metal sinilere (tepsilere) hazırlanıp gelen misafirlere ikram ediliyor..
Masalarda ve yer sofralarında onlarca aile düğün yemeği yiyor..



Düğünün ilk günü, akrabaları toplanıp bir gece önce arkadaşının evinde kalan gelini almaya gidiyor.. Uzun bir kafile, önce kızı almak sonra da evine teslim etmek için dakikalarca yürüyor.. İki ev birbirine ne kadar yakınsa o kadar iyi oluyor bu durumda :))



"Görümceler" denilen grup ve aralarında bizim küçük gelin hanım :))

Görümceler, düğün evi tarafından yakın akraba kızları arasından seçiliyor ve kız çıkarmadan kına yakmaya kadar her ayrıntıda gelinin en yakını oluyor, başrol oynuyorlar..
Nedimeler gibi yani :P

Gelin eve getirildikten sonra, kız evinin önünde "gündüz kınası" başlıyor.. Çalgıcılar geliyor, oynanıp eğleniliyor yine.. Daha sonra gelinin eline ilk kına yakılıyor..

Daha önce bahsetmiştim, ben Yusufcuk uyuduğu için bu kınaya katılamadım, ancak sonuna yetiştim.. Onun için kına yakılırken fotoğrafımız yok maalesef.. Görümceler bir ellerinde kına
tepsisi, bir ellerinde kuruyemiş tepsisiyle, türkü söyleye söyleye gelmiş ve geline kınasını yakmışlar.. "Nasıl olsa gece kınasında çekerim.." diye üzülmemiştim ama orada da nasip olmadı.. Yusufcuk onbirde uyuduğu için biz eve döndük.. Kınayı gece yarımda yakmışlar!! Ancak o zaman doymuş millet oynamaya :P


Gelinimiz oynayanları alkışlamakta..



El sallayan kayınvalidemiz..
Gelini alan böyle mutlu oluyor düğünde.. Kız annesi ise yarı ağlamaklı..




Köyün geleneksel düğün oyunu, harmandalı..



Gündüz kınasının takı faslı..




Gece kınası ya da bizim kullandığımız adıyla kına gecesi, köy meydanında yapılıyor çünkü gündüz kınasından çok daha kalabalık oluyor.. Akşam namazından sonra neredeyse bütün köy oraya toplanıyor ve şanslı olanlar sandalyelerde ya da kenara dizilen kamyonların kasasında yer kapabiliyor :)) Geri kalanlarsa ayakta, geceyarısına kadar kınayı izliyor!!


Yusufcuğu güzelce giydirdim kınaya giderken.. Beyaz takımı ve küçük cepkeniyle çok tatlış oldu.. Biraz oynadı biraz şirinilik yaptı.. Sonra daaa... Karanlıkta fişek gibi koşarken yere bırakılmış koca kaldırım taşını görmedi ve ayağını taktırıp beton zemini öptü!! Alnına da kocaman mor bir gül kondurdu!! Oradaki teyzeciklerden tonla fırça yedim çocuğu güzel güzel giydirip "göze uğrattım" yani nazar değdirdim diye..



Gelin ve damadımız, şatafatlı meydanda dans ediyor :))
Az sonra çalgıcılar "Genç çiftler dans için sahneye lütfen.." deyince, genç bir çift olarak oğluşumla ben de attık hemen kendimizi piste :P


Gelin oynarken.. Bindallısı ne kadar şık değil mi?


Gelin ve damadımızı yakından görelim..



Bir de şu küçük, çizgi film karakteri tadındaki şirin kıza yakından bakalım :))



Bu abla çok dikkatimi çekti..
Kucağında uyuyan kimbilir kaç kilo ağırlığındaki koca oğlu bile vazgeçirememiş onu kınayı izlemekten :))




Ertesi sabah kız evindeyiz..
Biraz hüzün, biraz telaş var evde..
Bir yandan gelen misafirler buyur edilip ağırlanıyor bir yandan da gelin hazırlanıyor..


Yusufcuk pek bir yakından incelediği gelin ablasının kucağında :))




Pazar günü de hem kız evinde hem de erkek evinde düğün yemeği veriliyor yeniden..
Yemekler bittikten sonra bu kez de erkek evinin akrabaları bir kafile halinde dizilip damadın seçtiği arkadaşının evine gidiyorlar yürüyerek.. Çünkü damat orada bekliyor ve bu da "damat çıkarma" oluyor..


Damadı almaya gidenler..




Damadın çıktığı evin önünde davullar çalınıp oynandıktan sonra sağdıçları damadı aralarına alıyor ve kafile meydana doğru yürümeye başlıyor..



Damadın arkasındaki eli bıçaklı sağdıç dikkatinizi çekmiştir sanırım..
O bıçak "Bu işin geri dönüşü yok!" anlamına geliyormuş :))


Kafile davul zurna eşliğinde meydana varıyor ve burada önce dua ediliyor, ardından da yine bir takı merasimi gerçekleşiyor..





Damat, evine doğru yola koyulduğunda, kız evinde "sona yaklaşma"nın ağır hüznü başlıyor yavaş yavaş.. Akrabalar toplanıyor, vedalar dillendiriliyor tek tek..
Babası dualar ede ede bağlıyor kızının al kuşağını..




Gözyaşları, neredeyse her kucaklaşmaya eşlik ediyor..




Sonunda erkek evi gelini almaya geldiğinde, kayınpeder "ille de yüzlük bangınot"u vermeyince açılmıyor gelinin kapısı..



Güzel gelin, al duvağının arkasına sakladığı gözyaşlarıyla iniyor baba ocağının merdivenlerinden..





Ve artık atına değil de son model bir gelin arabasına biniyor, gidiyor yeni hayatına doğru "Ya nasip" diye diye..



Allah mesut etsin..



.........................



Gelin alındıktan çok kısa bir süre sonra biz de Ankara'ya doğru yola çıktığımız için gelinin kendi evine indiğinde uygulanan adetleri görme şansım olmadı.. Sormayı da unutmuşum o hengamede.. Sadece gelin giderken arabasının tekerinde kırılan küçük bardağı gördüm.. İçinde kül vardı ve "Külü gözüne.." diyerek kırdılar.. Anlamı, o külün gelinin gözünü artık bu eve kapatması, anne evine dönüşünün olmadığını bilmesiymiş.. Damadın arkasındaki bıçak gibi yani :))

Her ne kadar sembolik olsa da aslında bu adetler Türk kültürünün birebir yansıması.. Boşanmaya bizim toplumumuz kadar fazla tepki gösteren çok az sayıda toplum var.. Bu bir anlamda iyi bir anlamda da çok bağlayıcı bir etken.. Fazlaca su götürür bir konu olduğundan gece gece bulaşmaya hiç niyetim yok ama yine de bu anlayışın, aile kavramını fazlaca koruduğuna inanıyorum ben..


Umarım oldukça aydınlatıcı bir yazı olmuştur.. Ozan "Ya kim n'apsın bizim köyün düğününü, okumaz ki kimse.." dese de ben yazdım uzun uzun.. Hadi bakiim dostlar, utandırın onu :P


25 Temmuz 2008 Cuma

Esracım haklısın.. "Haftanın başı" demiştim ama sonuna ancak nasip oldu yazmak..

Biz geldik..

Yanık yüzümüz ve kollarımızla.. Bileklerimizdeki diken izleriyle.. Yusufcuğun saçlarına sinen toz ve saman kokusuyla.. Damağımızda kalan bükme tadı, gönlümüze sinen muhabbetlerle.. Arkamızdan el sallayanların güzel dualarıyla döndük evimize..

Döndük ama hasta döndük :((


Son iki günü, defalarca hastaneye gidip gelme şeklinde geçen çok zor bir hafta yaşadık eve döner dönmez.. Yusufcuk dört gün sonra ilk defa acıktı ve yemek yemek istedi bugün.. Akşamüstü yedirdiğim yarım şeftaliye bir de az önce"manağna" diyerek istediği yarım tabak makarna eklenince dünyalar benim oldu.. Birşeyler yazabilecek enerji hisssettim içimde..

Rabbim hiçkimseyi evladının sağlığıyla, yokluğuyla imtihan etmesin..
Bebeğini halsiz halsiz yatarken görmek, ona "Dur evladım, ah biraz otursan, ah yatsan da rahat etsem.." dediği zamanlara kahretmek çok büyük imtihan.. İnsan, karşısında o minicik yüz sararıp soldukça, gözleri süzülüp acı acı ağladıkça yaşama enerjisini kaybediyor sanki..

Sanırım köyde bir mikrop kaptı Yusufcuk.. Orada da son iki gün ishaldi çünkü.. Eve dönünce buna ateş, bebekliğindeki korkunç kolik günlerini hatırlatan karın ağrıları ve gaz sancıları, huysuzluk ve uykusuz dört gece eklendi.. Kusma da başlayınca rotavirüsten çok endişelendim ama bugünkü gaita tahlilinin sonucuna göre virüs yok.. Mikrobik bir durummuş.. Kusma ve ishal de kesildi zaten.. Sadece biraz ateş kaldı bize ve bir de huzursuzluğundan ve uyumak istediği halde uyuyamadığı için uykusuzluktan sürekli ağlayan, annesine yapışık yaşayan ve çok fazla kilo veren bir Yususfcuk kaldı :((

Şunu bir kere daha anladım, hatta emin oldum ki aynen yetişkinlerin dişçiye gitmeye karar verdiklerinde diş ağrılarını bir anda yok eden sistemleri gibi, bebeklerin de doktorlar tahlil istediğinde çiş ya da kaka yapmalarını engelleyen bir sistemleri var :P

Dün gece acildeki doktor "acil" bir kaka tahlili istedi ama biz yüce numuneyi (:P) ancak bugün, tam on dokuz saat sonra, akşam yedide verebildik kendilerine!! Yusufcuk o saatte lütfetti :P

Bebişler bunu bilerek yapıyor olabilir mi?
Olmazalar di mi?

Olabilirler mi yoksa!!


......................



Fotoğrafların bir kısmını yükledim bir kısmı duruyor.. Sanırım haftasonu bol fotoğraf ağırlıklı bir-iki yazı ekleyeceğim buraya.. Sonra da İzmir yolcusuyuz inşaallah oğlumla..

Bu sefer laptopu götürmeyi düşünmüyorum.. Yaklaşık on gün internetsiz kalmak beni krize sokar mı bilmiyorum ama denemekte fayda var :P

İnşallah meleğim iyileşir ve toparlanır da ağız tadıyla güzel bir tatil geçiririz annanemle, dedişimle, teyzelerimle..

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Köydeki son iki günümüze girmiş bulunmaktayız..
Hüzünlendim biraz :((

Az buz değil, tam dört hafta oluyor geleli.. Gidince Ozan'dan çok Yusufcukla ben özleyeceğiz galiba buraları..


...................



Sabahtan düğün evine, yemeğe gittik.. Köyün yarısı oradaydı neredeyse :P Kalabalık bir yandan sıcak bir yandan, Yusufcuğu çok bunalttı.. Zaten iki gündür yine hasta miniğim.. İshal oldu, galiba mikrobik.. Ateşi de yükseliyor çünkü ara ara.. Akşam kınada iyi olsa da dün geceki gibi erkenden eve dönmek zorunda kalmasak bari..

Dün gece "kız çıkarma" vardı köyde.. Eskiden her düğünde uygulanan bir adetmiş, şimdi sadece isteyen aileler yapıyormuş.. Gelin olacak kız, kınadan bir gün önce yakın bir arkadaşının evine geliyor ailesiyle.. Çalgı başlıyor, oynanıyor, eğleniliyor -küçük bir kına gecesi gibi yani- ve sonra o gece gelin o evde kalıyor.. Ertesi gün, arkadaşları ve akrabaları, o eve gelip kol kola giriyor, ard arda diziliyorlar ve gelini aralarına alıp yürüye yürüye evine kadar getiriyorlar kalabalık bir kafile halinde..

Kayınvalidem şimdi orada, Yusufcuk uyuduğu için bende bilgisayar başındayım.. Muhabirime makinemi verdim ama, sizin için güzel fotoğraflar çekecek inşaallah kayınvalidem.. Yusufcuk uyanınca biz de inip "gündüz kınası"na katılacağız.. Kız evinde gündüz, erkek evinde de "gece kınası" oluyor çünkü..

Gerek öğlenki düğün yemeğinde gerekse bu kına, kız çıkarma işlerinde gözlemlediğim şu: Buralarda düğün pek bir meşakkatli, pek bir kargaşalı oluyor.. Ama eğlencesi ve tadı da oradan geliyor sanırım :))


...................



Akşam kız çıkarmada oynayanların arasına attık Yusufcuğu.. Normalde kapı gıcırtısına bile oynayan, telefonun çaldığını bana melodisine kıvıra kıvıra haber veren bebişim arkasına bakmadan kaçtı nedense :)) Ezilmekten korkmuş olabilir :P Oynayanlar cidden kendini kaybetmişti çünkü..

Harmadalından "Shake it up şekerim"e, halaydan break dansa her türlü çeşitleme vardı maşaallah.. Dedim ya, burası çok ama çok ilginç bir köy.. Yani ne bileyim, insan köy düğünü denince "Aman bulguru kaynatırlaaaarrr.." ya da "Cemilemin gezdiği dağlar meşeliiii.." falan bekliyor fonda.. Başlarının üstünde dönen gençleri görünce pek şaşırdım :P



.....................



Tüm fotoğrafları eve dönüşe saklıyorum çünkü onları düzenleyip yükleyecek vaktim yok.. Zaten bu yazı da Yusufcuğun uykusunun eşantiyonu :))

Şimdilik hoşçakalın..
Hafta başında evden görüşmek üzere..

17 Temmuz 2008 Perşembe

Aslında geçen haftanın başında yazsaydım, pek ağlak, pek hüzünlü, pek depresif bir yazı olacaktı bu.. İyi ki yazmamışım..


Sebebine gelirsek..
Evde möhim bir meseleyi halletmeye çalışıyorduk ama olmadı!!


Yusufcuğun tuvalet eğitimi başarısızlıkla sonuçlanınca -bez bağlanmadan asla yapmıyor beyefendi, tutuyor ne varsa, sonra beze yaptıktan sonra söylüyor, hatta kendi koşup bezini getiriyor ve usluca yatıp altını değiştirtiyor bana!! Düşünceli evladım benim :P- diğer meseleye el atmaya karar verdik ve facia gibi bir "anne sütüne veda" uygulaması yaşadık!!

Aslında benim Yusufcuğu anne sütünden henüz ayırmaya niyetim yok ama annesinin "Artık sütten kesin, sütün faydası olmaz (!!!) ısrarlarına ve Yusufcuğun da evde, sokakta, gece, gündüz sürekli emmek için huysuzlanmalarına dayanamayan babamız beni zorladı bu işe :P

Hafta başında öğlene kadar hem oyalayan hem de oyun çok olduğundan Yusufcuğa emmeyi yarım gün unutturmayı başardık.. Ama ne zaman ki öğle uykusu vakti geldi, ilk serenat başladı.. Emmeden uyuyamadığı içim dakikalarca ağladı miniğim..

Babası Yusufcuğun hiç susmadan ağlamasına ve benim söylenmelerime dayanamadı ve yumuşamaya başladı.. Karar açıklandı: "Eh madem, sadece uyurken emsin, aralarda emzirme.."

Emzirerek uyuttum minnoşumu ama uyandığında bizi daha büyük bir ağlama krizi bekliyormuş meğer.. Nereden bilelim?


İkindide ağladı, ağladı ve en sonunda resmen krize girdi Yusufcuk.. Ne motora binmek istedi ne gezmeye gitmek.. Babasına bağırdı, yerleri tırmaladı.. O küçücük boyuyla yumruklarını sıka sıka ağladı..

Onu o halde görünce benim de sinirlerim bozuldu tabii.. Gözyaşlarımı sular seller gibi akıtmadan önce makul olan şeyi yapmaya, yani Ozanla konuşmaya karar verdim :)) Yusufcuğu emzirmeye devam edeceğimi, ben ne zaman istersem o zaman bu meseleyi halledeceğimi anlattım.. Zaten kulakları ağlama sesinden iflas etmiş olan kocacığım "hayır" demedi tabii :P

Yusufcuk nihayet sütüne kavuştu ve neredeyse bir saate yakın emdi !!

Akşam yemeğinde de anne-oğula "bir daha "sütten kes" konusu duymak istemiyorum mealinde bir "cadı gelin resti" çektikten sonra bu iş de burada halloldu :P

Yusufcuğu emziren benim.. Gece her uyanışında, ağlayışında kalkan benim.. Gerektiğinde sırf onu emziremem diye bazı yerlere gitmekten, bazı şeyleri yapmaktan feragat eden de benim..

Eee, ben bunlara rağmen emzirmek istiyorsam, neden keseyim di mi bebişimi sütten?

Tamam ben de ilkokula kadar emmesi taraftarı değilim (:P) ama en azından iki yaşını tamamlamasını istiyorum.. Kaldı ki sütüm varken ve üstelik de evdeyken -çalışmaya sırf onun için ara vermişken- neden mahrum edeyim onu bu özel bağdan?

Neyse.. İnşaallah zamanı geldiğinde bu meseleyi de kolayca hallederiz..

Ama şu da bir gerçek ki, pek kolay olmayacak gibi görünüyor!!




Gelelim fotoğraflarla geçen haftaya..




Pazartesi


Bahçemizdeki çam ağaçlarından birinde iki küçük misafir bulduk..
Anneleri yiyecek aramaya gitmişti muhtemelen, ürkek ürkek bakıyordu bize yeni tüylemeye başlayan iki yavru kuş..

Yusufcuk "tuh" dedi hemen kendilerine ve "ciciğ ciciğğğ" yaptı :))

Tüm hafta boyunca izledik onların gelişimini.. Buralarda "yağdöktü" diyorlarmış adına.. Ben bir tür güvercine benzettim.. Ozan guguk kuşu diyor ama baktığım guguk kuşu fotoğraflarından hiçbirine benzemiyordu bu küçük yavrular.. Belki büyüyünce değişirler, bekleyelim bakalım :))



Köy "picema"m :))

Yine bulmuşum kendime göre, pembe güllü-dallı birşey..
Vallahi istemdışı, aldıktan sonra farkediyorum :P



Kuş yavrularına ek olarak bir de kocaman bir "tababa" bulduk o gün..
Hayvansever Yusufcuk, eşsiz şefkati ve büyük merakıyla hemen bağrına bastı onu da :))


Elleriyle besledi "tababa"sını..



Salı



Köyde ufak bir gezinti..
Kadraja takılanlar..





Köyün, oyunun tadını çıkaran Yusufcuk..






Çarşamba





Akşamüstleri babaannesinin ağaçlarını suluyor Yusufcuk..
En sevdiği şeylerden biri bu.. Eee, ne de olsa işin içinde su var :))

Annesi de boş durmuyor tabii..
O da çatıya çıkıp ağaçlarda kalan son meyveleri topluyor..
Ne de olsa çalışkan pi gelin :P



Perşembe


Kuşlarımız hızla büyüyor..




Cuma



Cuma günü maceralı bir gündü yine..

Babamızın ardına düşüp köy köy dolaşarak Dinar'a gittik motorla..
(Ben bu motora binme işini çok sevdim gerçekten.. Çok zevkli.. Yaz için ideal bir araç motor.. Rüzgar vurdukça serin serin gidiyorsun :)) Biraz sallıyor ama olsun, eğlenceli bişey.. )

Hımm, ne diyorduk.. Dinar'a gittik.. Ozan'ın iki arkadaşının ailelerini ziyaret ettik, gönüllerini aldık.. Sohbet, muhabbet güzel bir gün geçirdik fekaaat biz dönmeye karar verdiğimizde hava kapanmaya başladı.. Eve yetişiriz zannettik ama yolda yakaladı sağanak yağmur bizi.. ( Serin serin gidiliyor demiştim di mi :P) Çakıcı Köyü'nü yeni geçmiştik o sırada.. Ozan hemen geri döndü ve köyün eski imamının evini buldu.. Zaten bu amca babasının eski av ve atçılık arkadaşıymış ama senelerdir görüşmemişler hiç..

Yağmurdan sığındığımız (:P) evin halkı kapıda, sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi karşıladı beni.. Ozan'ı zaten tanıyorlar ama bana da "gelinimiz" diye diye yer gösterdiler hemen.. Bu misafirperverlik çok ama çok hoşuma gitti.. Anadolu insanının güzel yönüne bir kere daha hayran kaldım..

Tanıştık, konuştuk.. İkram sofrası geldi hemen.. Bu sırada Yusufcuk da mest olmuş bir şekilde oradan oraya koşturuyor, gördüğü her hayvanı mıncıklamaya çalışıyordu!! Girişte amcanın özel yetiştirdiği av köpeğini zor aldık zaten elinden.. Resmen koştu, koştu atladı hayvanın üstüne, öpmeye!!


Bizi kapıda karşılayan sadece ev halkı değildi..
Bir de bu tatlı yavru kedicik vardı.



Ama daha sonra kedicik, bizi karşıladığına karşılayacağına pişman oldu, adım gibi eminim :P
Hayvancık hamur gibi yoğruldu Yusufcuğun elinde!




Gel bakiim kedicik, muk muuuğğkkk :))



Ahmet amca av ve hayvan meraklısı olduğundan, evin bahçesinde köpekten kekliğe, Denizli horozundan kediye pekçok hayvan vardı..


Eminim birçoğunuz hiç keklik görmemişsinizdir hayatınızda..
Ama üzülmeyin.. Ben kendim görürüm de sizi unutur muyum..
Asla aslaaaa :P


Bu bir palaz, yani yavru keklik..



Bunlar da büyüyüp serpilmiş olanlar :))







Cumartesi



Yarıda kalan hamak keyfimiz..



Bir önceki gün geleceğini haber veren fırtına!!





Bu da fırtınaya direnen Yusufcuk..


Sanki uçacakmış da onun için tutunuyormuş gibi çıkmış di mi?
Oysa sadece ben fotoğraf çekerken o da balkon duvarına tırmanmaya çalışıyordu o rüzgarda!!





Pazar


Yavrular iyice büyümüştü artık..
En son böyle görünüyorlardı..




Evciler'de pazar kurulur da Kuaybe görmeden rahat eder mi?


Bu da daha önce bahsettiğim tezgahlardan biri..
Pazar çantası, tırmık, nacak.. Şehirlerdeki pazarlarda göremezsiniz bunları, iyi bakın :P

.......................


Yusufcuğum iyice dillendi burada, kalabalıkta..
Yazabilirsem bir de diyaloglarımızdan çeşitlemeler yazayım inşaallah..
Hatta köydeki teyzelerle aramızda geçen diyaloglardan unutamadıklarımı, ilginç insan ve nesne isimlerini ve lakapları da yazayım..

Ama şimdi kaçayım..
Bu fotoğrafları düzenleyip yüklemek kaç saatimi aldı biliyor musunuz :P