31 Ekim 2008 Cuma

Aşağıdaki yazıyı yazarken de dün ve bugün başıma geleceklerden habersizdim!!

Yorumlarınız için çok teşekkürler ama kimin nazarı değdiyse parmak kaldırsın bakiim :P Ve lütfen bir "maşaallah" eklesin ardından..

Dün ben aşağıdaki yazıyı yazdıktan sonra bordür almaya gittik Yusufcukla.. Dönüşte ben salonda onunla uğraşırken -rengi tutmadı, sinir oldum!!- Yusufcuk nereden bulduysa koyu mavi bir boya kalemi almış gelmiş salona ve yeni boyanan iki yere kocaman kocaman daireler çizmiş, şöyle kıvrıla kıvrıla içine doğru derinleşen modellerden!!!!

Görünce delirdim.. Resmen delirdim... Bağrındım bağrındım durdum evin içinde.. Korktu, çok ağladı Yusufcuk :((

Önce lekeyi sildim, sonra da bir kat daha boya geçtim üstünden..

Sonra ne oldu?

Kutusuna geri doldurduğum boyanın rengi -sanırım dibindeki birkaç gram beyaz boyadan dolayı- bir ton açılmış.. Duvar yama yama oldu!!

Allahım, Allahııııımmmmmmm..

Yusufcuğu uyuttum ve biraz sakinleşmek için ben de onunla uyudum.. Sonra kalkıp bordürü geri vermeye gittik.. Eve geldim, salonun çizik duvarını tekrar baştan aşağı boyadım.. Hiç olmazsa kendi içinde aynı ton olsun diye :(( Ortalığı toparladım, temizledim derken gece oldu zaten..

Ama esas bomba bugüneymiş!!

Sabah başka bir yere bordür almaya gittik Yusufcukla.. Yine istediğim gibi birşey bulamasam da bu iş fazlasıyla canımı sıkmaya başladığından idare eder birşey aldım ve kasaya ödemeye gittim.. Ta taaaaammmm... Kredi kartım yok!!! Dün en son geri verdiğim bordürü almıştım kendisiyle, ondan sonra hiç görmedim..

Kasada çantayı döktüm, ne var ne yoksa boşalttım ama yok.. Kaybetmişim kartı.. Dün dükkandan çıktığımızda bir yandan eşyaları yerleştirmeye bir yandan da tepişen, yerlere yatmaya çalışan Yusufcuğu zaptetmeye çalışırken düşürdüm demek ki :((

Neyse ödedim, çıktım, eve geldik.. İkindiye doğru işimi bitirip bordürü yapıştırmaya başladım.. Bir duvar bitti, diğerini yarıladım ki yapıştırıcı bitti.. Evde yarım birtane verdı, onu buldum.. Ama kurumuş olduğu için kapağı açılmıyordu ben de dibini kestim.. Hay kesmez olaymışım!!

Ben bordürü yapıştırırken Yusufcuk saniyeler içinde onu eline aldı ve sıkmasıyla yarım tüp yapıştırıcının koltuktan süzülerek haliya akması bir oldu!!!

Yine çok sinirlendim, bağırdım, bağırdım!! Yine çok üzüldü Yusufcuk :((


Of yaaa.. Şaka mı bu diyeceğim ama değil..
N'oluyor?


Hiç iyi değilim ben yine galiba.. Kendimi kötü hissettikçe de kötü şeyler gelip gelip beni buluyor.. Yusuf da çok ters ve zor bir çocuk oldu bugünlerde.. Bu beni geriyor geriyor, acısı yine ondan çıkıyor istemesem de.. Kesinlikle iyilikten anlamayan, dediğimi anladığı halde benimle inatlaşan bir çocuğa dönüştü.. Yaklaşık bir aydır sebepsiz ağlama krizleri geçiriyor, sokağa çıktığımızda yerlere yatmaya, eve gelince oyuncaklarını, kitaplarını oradan oraya fırlatmaya başlıyor..

Bebişime ne oluyor?
İki yaş sendromu dedikleri bu mu?
Buysa, inşaallah çabuk geçer.. Ve hasarsız tabii..

Ona nasıl davranacğımı bilememek çok geriyor beni.. Bununla ilgili okuyorum birkaç gündür ama hala çözebilmiş değilim.. İstediği şeyleri yapmam bile onu sakinleştirmiyor çünkü.. Canı istediği sürece ağlıyor, canı istediği sürece inatlaşıyor!!

En korktuğum şey buydu hayatta.. Birşeyi güzelce söylediğimde anlamayan, illa kızınca denileni yapan bir evladımın olması.. Gerçekten çok kötü, çok iç acıtıcı.. Ne kadar şefkatli olursa olsun her insanın bir tahammülü var ve sonuçta çocuğa kızmak da çözmüyor meseleyi.. O üzülünce yine anne üzülüyor, yine anne yıpranıyor..

Bir insan yetiştirmek ne zormuş!!!

30 Ekim 2008 Perşembe

"Yarın ard arda beş yazı yazmayan ne olsun?"


Yukarıdaki cümleyi yazarken, dün başıma geleceklerden habersizdim :P



Dün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı olduğunu unutmuşum ben!! Resmî tatil olduğu için Ozan tüm gün evdeydi tabii ve bir önceki akşam da bir ev-yapı marketinden ne zamandır istediğim boyaları ve saksıları almıştık.. Üç tane de sümbül ekledik listeye ve ben evin alacağı yeni hali hayal ede ede planlar yaptım..



Sabah Ozan "Ben hayatta karışmam boya işine.." diye yineledi bir kez daha.. Ben de ona daha zor olan işi yani Yusufcuğu oyalama görevini devrettim :)) Yedek kıyafet,su ve atıştırmalıklardan oluşan gezi kitini yanlarına verip onları dağa bayıra gönderdim :)) Arkalarından el sallarken de bilmiş bilmiş seslendim: "İki saatte kalmaz biter benim işim, çok geç kalmayın haa, Yusufcuk üşür bak!!"

Sonra bilin bakalım ne oldu?

Ben önce mobilyaları odanın ortasına topladım, duvarları ölçtüm biçtim, bordür yüksekliğini ayarladım.. Baktım bir saate yakın uğraşmışım!! Sonra sıra boyayı ayarlamaya geldi.. İlk önce rengi tutturamadım, gittim hemen bir renk tüpü daha aldım yakın bir nalburdan.. Sonra o da hayalimdeki gibi olmayınca kafadan uydurma bir renk oluşturdum :P Biraz magenta, biraz beyaz, parlaklığı kırmak için biraz da oksit sarı.. (Evde vardı Allahtan ) Eh, idare eder birşey çıktı ortaya..


Tam ben boyaya başladım, kapı çaldı!!!

Bizim dağ ekibi ben daha işe başlamadan döndü geldi.. Hadi bakalım, Yusufcukla boya evi boyayabilirsen..

Çok acıkmış kuşum, "Mamaaa" diye tutturdu önce.. Sabah kahvaltı niyetine sadece biraz ekmek kemirmişti çünkü.. Babiş hemen bir tencere süper makarnayla kurtardı durumu çünkü ben duvarlarla boğuşuyordum salonda!!



Yusufcukla oynayıp onu uyutana kadar çok vakit kaybettim ondan sonra.. Babasıyla yapıp ettiklerini anlattı bana.. "Buğ doyduyduk, öcüğğ döğdük, munik dinyedik.." Ben daha salonun yarısına ilk katı atmıştım ancak, ikindide o uyuyunca diğer yarıyı da boyadım ve kurumaya bıraktım.. Mutfağı toparladım, kendime sıcacık bir çay yaptım, dinlendim. (Şimdi siz zannettiniz ki oturdum çay demledim, yooookk.. Hani şu suya atınca eriyen çaylar var ya, ipi sapı çöpü olmayan, onlardan :P ) Akşam namazını kıldıktan sonra da ikinci katı attım, babası -nasıl olduysa bağırmadan,uslu uslu uyanan ve odasında onunla kalmaya razı olan, yanıma gelmeye çalışmayan- Yusufcuğu oyalarken..

Hasılı ben dün, bütün gün boyalarla boğuştum.. Ozan'ın hevesle aldığı "120" filmini bile seyredemedik. (Kurtuluş Savaşı başladığında Van'da artık cepheye gidecek hiç erkek kalmadığı bir dönemde, cephane taşımak için görevlendirilen 120 çocuğun inanılmaz dramını anlatıyormuş, çok merak ediyorum ) Boya bitti ama içim rahat etmedi, gece yatmadan önce bile gidip gelip kontrol ettim.. Tam kurumamıştı çünkü ve hala dalga dalga görünen yerler vardı!! Açık renkte bu sorun olmuyor ama koyu renk rulo veya fırça izini çok belli ediyor yaa.. Neyse ki bu sabah kalktığımda korktuğum şeyle karşılaşmadım.. Boya kurmuştu ve süper görünüyordu :))

Artık ne olur ne olmaz diye ortada bıraktığım boyayı kaldırabilir ve güzel bir temizlikten sonra mobilyaları yerleştirebilirim.. Zor olsa da harika bu boya işi.. Ev yepyeni gibi görünüyor :)) Bugün bir delilik daha yapıp yatakodayı daha doğrusu sadece yatağın baş tarafındaki duvarı da boyayasım var!!

Şimdi sıra güzel bir bordür bulmakta.. İki yere baktım, bulamadım istediğim gibi birşey.. Bugün yine bakmam lazım..


Evi bi toparlayayım, hemen buradayım tamam mı :))
Beş yazı konusunda sözüm söz..


NOT: Sonnur, hayatta olmaz!! Şahap olcek benim yigenimin adı :P

28 Ekim 2008 Salı

İnsanın kendi evi gibisi yok :))

Yaşasın Blogger!!

Bu yasağı koyarak sadece cümle alemi kendine güldürenleri de bir kez daha şiddetle kınıyorum.. Acun abi ona buna ayda dokuz doksana Digitürk kurmak yerine bu toplumsal meseleye el atsın bence :P

Açılışı yarın ard arda beş yazıyla kutlamayan ne olsun!!

Niye mi şimdi yazmıyorum? Ee, o kadar fotoğrafı yüklemek ve yazıyı yazmak biraz zaman alacak.. Malum, birikti gündem :))


Bir kez daha, oley oley oleeeeyyyyyyy...

27 Ekim 2008 Pazartesi

"www.ktunnel.com"dan girip bloga erişebiliyorum, yazı yayınlayıp güncellenen linkleri okuyabiliyorum ama fotoğraf ekleyemiyorum ve bazı işlevleri kullanamıyorum..

Sanırım Blogger açılana kadar Wordpress'te yazacağım, buraya sadece fotoğafsız olarak yazıları yedekleyeceğim.. Açılırsa buradan devam ederiz..

Hala çok kızgınım çoookkk..

25 Ekim 2008 Cumartesi

Yassah hemşerim, yassah.. Çünkü Türkiye burası.. Blogger da yasak, youtube da.. Düşünmek de yasak, istediğin kıyafetle okumak da.. Türkiye burası, başka sebebe gerek yok!!

Bir deli bir taş atar kuyuya, bulanır bütün su..

Akıllı deli farketmez ondan sonra, taşla doldurulur kuyu!!

N’apalım, "www.kuaybenindunyasi.wordpress.com"dayız bundan sonra.. Orası da kapanana kadar!!
Yassah hemşerim, yassah.. Çünkü Türkiye burası.. Blogger da yasak, youtube da.. Düşünmek de yasak, istediğin kıyafetle okumak da.. Türkiye burası, başka sebebe gerek yok!!

Bir deli bir taş atar kuyuya, bulanır bütün su..

Akıllı deli farketmez ondan sonra, taşla doldurulur kuyu!!

N’apalım, "www.kuaybenindunyasi.wordpress.com"dayız bundan sonra.. Orası da kapanana kadar!!
Yassah hemşerim, yassah.. Çünkü Türkiye burası.. Blogger da yasak, youtube da.. Düşünmek de yasak, istediğin kıyafetle okumak da.. Türkiye burası, başka sebebe gerek yok!!

Bir deli bir taş atar kuyuya, bulanır bütün su..

Akıllı deli farketmez ondan sonra, taşla doldurulur kuyu!!

N’apalım, "www.kuaybenindunyasi.wordpress.com"dayız bundan sonra.. Orası da kapanana kadar!!

24 Ekim 2008 Cuma

"Sana anne olmanın mutluluğu olmasaydı, olur muydu seni kaybetme ihtimalinin korkusu/acısı?"

Bu harika cümlenin sahibi olan sabır timsali anneyi Yusufcuk çok küçükken tanımıştım ben.. Küçük cennet kuşu İmran'ın annesiydi o.. Zor günler geçiriyordu o zaman.. Rabbinden ona gelen küçük emaneti, geri göndermenin zorlaştırdığı günler..

Çok dua etmiştim ona, hala ediyorum..

Ama bugünlerde biraz daha fazla duaya ihtiyacı var galiba.. Belki siz de sayfasını ziyaret etmek ve biraz rahatsız olan diğer kuzusuna dua etmek istersiniz..

22 Ekim 2008 Çarşamba

Ben dün gece düşündüm düşündüm, bu tatlı, kelebekli blog arkadaşlığı ödülünü bir de aylardır istisnasız her yazımı güzel yorumlarıyla süsleyen, onlar yetmeyince mail atan, birkaç gün yazmasam hemen merakla "Nerelerdesin?" diye soran tatlı ve vefakâr arkadaşım Ayşe Şule'ye de göndermeye karar verdim..

Kremalimizin annesi, senin de sayfana konsun bu kelebekler :))

21 Ekim 2008 Salı

Kelebek etkisi..

Butterfly effect :))


Haftasonu kelebekler kondu salon perdelerime..

Biliyorum, mevsim "ilk" değil "son"bahar ama El Sanatları Fuarı'ndan aldığım bu güzellikler ilkbahara kadar bekleyemzlerdi o poşetin içinde!!

Ben onları astım, onlar da söz verdiler bana.. İlkbahara kadar uslu uslu uyuyacaklar astığım yerde.. Sonra yaramaz güneş ışıkları yine vuracak camlara, çiçekler açacak ve ben uyandıracağım onları.. Hafifçe aralayacağım penceremi ve uçacaklar istedikleri yere...



.................



Sadece evime değil, sayfama da kelebekler kondu bu hafta..
Birbirinden habersiz ama eşzamanlı :))



Sevgili Sümüklüböceğim ve Kelebek Gibi bu tatlı "blog arkadaşlığı ödülü"nü hediye etmişler bana.. Çok mutlu oldum, teşekkürler..

Şimdi ben de birilerine hediye etmek zorundayım bu ödülü ama sayfanın her iki yanında, taa aşağılara kadar uzanan link listelerinden de anlayacağınız gibi seçim yapmak çok zor.. Birinizi seçsem diğeriniz güceneceksiniz, hiç saklamayın :P

Ben de şöyle bir çözüm buldum.. Madem bu bir blog arkadaşlığı ödülü, öyleyse ben de bu ödülü, blog vesilesiyle tanışıp gerçek birer arkadaşa dönüştüğümüz bloggerlara vereyim :))

Canım Özlemcim, İremcim, Minik Patiklercim, Hamarat Annecim, Sühendancım, Eminecim, Minelcim, Zeynepcim, Aysuncum, Sedacım, Hacercim, Ayşecim, Esracım, Tubacım, Neslihancım, Rabiacım ve canım Sabriş ablam..

Sizin de sayfanıza konsun bu kelebekler!!
Ben var ya, sizi kıracağıma dişimi kırarım daha iyi :P

Tamam o zaman şöyle yapalım.. Ben dediğim gibi burayı günlük olarak iptal edeceğim ve "kuaybebasturk.blogspot.com"da yazmaya devam edeceğim.. Vakit buldukça da ( artık ayda bir mi olur haftada bir mi bilemem, Allah Kerim ) buraya Yusufcuğun şirin ve güncel fotoğraflarını eklerim inşaallah..

Anlaştık di mi?
Sonbahar..







Şehirlerin tekdüze grisine inat, en güzel turuncularıyla, en tatlı kırmızılarıyla gelmiş doğaya sonbahar.. Ve ben iyi ki Ozan'ı dinlemişim yine.. Onunla beraber dağa yürüyüşe gitmiş ve o güzelim vişne bahçesini, o tatlı kızıl yaprakları görmüşüm.. İyi ki..




..........................



Mikrodalga fırınım geldi.. Hem de sipariş verdiğimin ertesi günü!! Bu süper hızlı gönderi ve kaliteli hizmet için "hepsiburada.com"a teşekkür ediyorum.. Ben fırını, sitedeki yorumlara güvenerek ve küçük çaplı bir piyasa araştırmasının ardından aldım zaten.. Fiyatı gerçekten çok uygundu..

Biriniz sormuştunuz ne aldığımı, şu modeli aldım.. İki gündür kullanıyorum ve çok memnunum açıkcası.. Yarım dakikada sütü ısıtıyor, ısıttığım bardakla içiriyorum Yusufcuğa.. Cezve çıkar, başında bekle derdi yok :P Pazar sabahı da hem bir gece önce yaptığım börekleri hem de ekmekleri ısıttım, ikisi de yeni pişmiş gibiydi, süper :)) En son bu akşam buzluktaki dolmaları çıkardım ve 20 dakikada hazırdı!! O buzu çözüp ısıtana kadar ben diğer şeyleri hazırlayamadım bile!! Yani kısacası, iyi ki almışım..

Gelelim mikrodalga fırınların zararlarıyla ilgili yorumlarınıza.. Gayet paranoyak bir kişilik olarak, böyle şüpheli bir aleti evime sokmadan önce derin bir araştırmaya giriştim merak etmeyin :)) İnternette onlarca yazı okudum ve en son da sevgili kocacığımın "Ya biz bu konuyu derste bile işledik.. Bu fırınlar, yiyeceklerin içindeki su moleküllerinin yüksek hızda titremesini sağlayarak ısıtıp pişiriyor, zararlı ışınlarla falan değil.." diye teminat verince almaya karar verdim.. Mikrodalga fırınların nasıl çalıştığıyla ilgili bu yazıya göz atabilirsiniz.. Lütfen okuyunuz, çok güzel ve açıklayıcı.. Rica ediciim, bilmeden etmeden "zararlı" diye kalplerini kırmayın bu hamarat fırıncıkların :P Dikkat etmeniz gereken tek şey çalışırken önünde durmamak ve kapağını açmamak..


"Zararlı" kategorisi altında da şu yazıyı buldum ama okuyunca göreceksiniz zaten, bahsedilen zarar mikrodalga fırının kendisinden değil de gıdaların uygun pişirilmemesinden meydana geliyormuş.. Bir diğer yazıda da birkaç çocuğun mikrodalgadan aldıkları bardak ya da tabaktan yandığı yazıyordu ama burada da suç fırında değil zaten.. "Zararlı" başlığı altındaki yazılar genelde bu haberlerden oluşuyor.. Tamam da ben şunu anlamıyorum, o zaman ilk önce kullandığımız ocak ve büyük fırınları atmamız lazım evden.. Ya da su ısıtıcıları ve elektrikli sobaları.. Onlarla yaralanan çocuk sayısı eminim ki çok daha fazladır.. Ama olmaz!! Bunlar kullanmaya "alışkın" olduğumuz şeyler.. Alışkın olmadıklarımıza da hep şüphe duymalı ve başkalarının da bizim bu zayıf noktamızı "zararlı" kelimeleriyle bir kara deliğe çevirmesine izin vermeliyiz..


Bu meseleyi bir sitede okuduğum şu tespitle bitirmek istiyorum, zira bilimsel bir yazıya dönüşmekte bu bölüm :P


Eğer yaydığı radyasyondan dolayı mikrodalga fırın almak istemiyorsanız bilin ki sürekli kulağınıza dadayıp konuştuğunuz cep telefonları, saatlerinizi karşısında harcadığınız bilgisayarlar ondan kat kat daha zararlı bu konuda.. Başarabiliyorsanız önce onları çıkarın hayatınızdan..





....................



Yusufcukla ben "en tatlı uyuma şekli"ni icat etme konusunda büyük bir gayret sarfetmekteyiz.. Şarkı söyleye söyleye ve "öbe öbe" uyumadan sonra sıra şimdi de "yüz eller arasında" modeline geldi :))

Uyumak için yattığımızda Yusufcuk önce tepişiyor tepişiyor, sonra da iyice uykusu gelince bana yanaşıp koluma yatıyor.. Minik ellerinden birini yanağımın altına diğerini de öbür yanağımın üstüne koyuyor ve "yağki loğle" diyor bana.. Ben şarkı söylerken o elleri yüzümde, ben yüzüm onun ellerinin arasında belki de dünyanın en tatlı uykusuna dalıyoruz..

Gerçi bu aralar bu tatlı uykularımız kabarıp kocaman şişen ve artık gün ışığına kavuşmak isteyen (:P) azı diş yüzünden sık sık ağlamalarla bölünüyor ama olsun.. Bünye alışkın ne de olsa :))



....................



Dün dağa yürüyüşe gittiğimizde Yusufcuk yine öldürdü beni gülmekten.. Öğle uykusu saati çoktan geçmişti ve uzun uzun koşup oynadığından iyice yorulmuştu artık.. Dönüş yolunda, yürürken birden yere oturdu ve ne kadar seslensek de kalkmadı.. En son babası "E hadi ama oğlum, arabaya gidiyoruz bak, gel.." diye ısrar edince şöyle cevap verdi bize..

- Yoyuydum, otuyyom adidik..

Bu "azıcık oturma" kavramını ne zaman, kimden öğrendi inanın hiç bilmiyorum :))


Ondan önceki akşam da "El Sanatları Fuarı"na gitmiştik hepberaber.. Bir ara ben bir incik-boncuk standına daldım, Ozan da sıkıldı ve Yusufcuğu alıp başka bir standa gitti.. Orada ahşap model bir motor görmüşler ve Yusuf tutturmuş babasına motoru al diye.. Ozan da "Paramız yok ama, alamam ki.. Sende var mı para?" demiş.. Tatlışım eğilip pantalonunun ceplerini karıştırmış iyice ve üzgün üzgün "Yok!" demiş babasına.. Sonra da avazının çıktığı kadar bağırmaya başlamış, "Anne deeeelllll, anne paya detiy, motoy ağcaş, deellll.." Alışverişe babasıyla değil sürekli onunla birlikte gittiğimiz için sadece bende para olduğunu zannediyor yavrucak :))

Tekrar buluştuğumuzda Yusufcuk pek bir sevindi beni gördüğüne, meğer sebebi oymuş.. Motorcunun önünden tekrar geçmeden hemen çıktık fuardan :)) Arabada bozuk paraları bulunca çok sevindi "Motoy ağcaş.." diye ama kandırdık bir şekilde.. Çünkü annesi paraları çok tatlı başka şeylere harcadı :))



........................



Bir duayla bitirmek istiyorum bugün..

Rabbim üzerimizdeki nimetleri idrak edebilmeyi nasip eyle.. Onları arttır ve şükrünü hakkıyla eda edebilmeyi nasip eyle..

Amin..

17 Ekim 2008 Cuma

Yerçekimine inat..


Makinedeki fotoğrafları hala bilgisayara atıp düzenleyemediğim için arşivden bir tane ekledim size.. Bugünlük bununla idare ediyoruz tamam mı :))


..................



Dün gece işten gelen babası soruyor Yusufcuğa:


-Napıyorsun oğlum?
-Annemi üjüyom!!!!

Gerçekten de üzüyordu valla :)) Koltuğun arkasından parkeye sarkıp kafaüstü yere çakılmaya çalışıyordu!!


...................



Sonra oturdular, kitap okuyorlar birlikte baba-oğul.. Daha doğrusu resimlerine bakıp onları anlatıyorlar birbirlerine ben ütü yaparken.. Babası anlatıyor, Yusufcuk ısrarla "Ağaba bul, tağvon bul, demi bul, dğen bul" diye yalvarıyor.. Çünkü küçük beye göre, her kitapta mutlaka bir araba, kamyon, gem, ya da tren resmi olacak.. O olmazsa uçak olacak, o olmazsa bisiklet olacak.. Tekerlekli, motorlu birşeyler olacak yani :P

Babası "Yok oğlum yok, bak bütün kitaba baktık, kamyon resmi yapmamışlar.." dedi.. İç çeken Yusufcuğun fısıltı şeklindeki cevabı şöyleydi:

-Aceba tağvon yeğdeee?


Yok annem yok, kamyon dağa kaçmış dağa :)))



....................



İki gün önce markete gittik Yusufcukla.. Dönüşte, bizim sokakta maytap patlattı çocuklar.. Yusufcuk bana döndü ve şöyle dedi:

-Anne ödüm patyadi!!


Ya bu çocuğun içine ne kaçtı, bi fikri olan var mı?



...................



Nihayet yazlıkları kaldırıp kışlıkları çıkartabildim bu hafta.. Verilecekleri ayırıp yavruşun küçülenlerini kaldırdım bazanın altına.. Taa ilk doğduğunda giydiği tulumlar çarptı gözüme hurcu karışıtırırken.. El kadar!! Ne kadar da minikmiş meleğim, unutmuşum..


..................



Dün gece, saatin ikiye yirmi kalasında, bir mikrodalga fırın satın aldım internetten!!

Şimdiye kadar neden almamışım, hayret ettim kendime.. Bayramda, annemlerde keşfettim ne kadar harika birşey olduğunu.. Saniyeler içinde ısıtması, buz çözmesi bir yana, bir de öyle harika patates ve sebze yemekleri pişirdik ki tadına inanamazsınız.. Ne kızartma ne haşlama.. Ama çok lezzetli.. Tam da mide ağrıları sebebiyle sağlıklı beslenmeye çalıştığım bir dönemde harika oldu bu keşif.. Bir de blog buldum ayrıca mikrodalga yemekleri tarifi veren.. Biraz inceleyeyim ve pişireyim birkaç şey, sizin de payınıza düşecek tabii haberleri :))



.............



Şimdilik bu kadar.. Akşamdan kalan ütüleri bitirmem ve bu gece bize gelme ihtimali olan kardeşime güzel birşeyler pişirmem lazım.. Yusufcuk en küçük dayısını sabırsızlıkla bekliyor :)) Gelince "puk" diye öpecekmiş, öyle diyor valla..

15 Ekim 2008 Çarşamba

Başsağlığı için kucağımda hasta Yusufcukla, zor bir gece yolculuğuyla, sadece bir buçuk gün için tekrar yeni döndüğüm İstanbul'a gidip de reddedilmemin, kat kat ellerin bile kabul edildiği cenaze evine başsağlığı için kabul edilmememin tek iyi yanı:

"Üstüme düşeni yapmış olma"nın rahatlığı..

İyi ki cenazeye katılmamışım demek ki.. Orada da kardeşimi çok üzmüşler, defin için mezarlığa gelmesine bile izin vermemişler..



Önemli değil..

Herzamanki gibi yine diyorum, bir zalim bir mazlum olacaksa daima karşı karşıya, ben hep mazlum olan olmayı tercih ederim..

Rabbim zalimlerden eylemesin hiçbir zaman..


...................




Yazacak ne çok şey birikti!!
Unutmak istemediğim ne çok şey!!


Yusufcuk harika ötesi cümleler kuruyor artık.. Her çocuk bunu yapıyor, hepsi bu kadar tatlı konuşuyor biliyorum ama yine de bunu not düşmeden edemedim..

Her sabah yataktan kalkınca bana önce "Annem, uyandim, dünaydin.." diyor ve öpüyor mesela.. İstersem depresyonun en dibine vurmuş olayım, bu cümle hem gözlerimi yaşartıyor hem de yataktan zıplatıyor beni.. Sonra hemen "Tazat, dodap diydiy.." diyor bana.. Çünkü yataktan kalkınca üşüneceğini, kazak, çorap giymeden odadan çıkılmayacağını öğrendi minik adamım :))

Kahvaltı edileceğini duyunca siparişini veriyor hemen: "Anne maylebi yap.. Huduytam şıcak yap.." Maylebi, bugünlerdeki favori yiyeceği muhallebi oluyor.. Süt, irmik, şeker ve içine hergün farklı bir meyvenin rendesi.. Bayılarak yiyior.. "Huduytam şıcak" ise, bildiğimiz yumurta :)) Tavukların "Gıt gıt gıdak, yumurtam sıcak" diye bir şarkı söylediklerini anlatmıştım da birgün kendisine :))

Kahvaltıdan sonra sıra uzun bir oyun faslına geliyor tabii.. Allah'a şükür artık legolarıyla, arabalarıyla benim bile hayret ettiğim sürelerle, uzun uzun oynuyor.. ( Esracım sana bahsettiğim müjdelerden biri buydu ) Canı sıkılınca defterini, boya kalemini alıp yanıma geliyor, aklına gelen her nesneyi çizdiriyor bana.. "Anne tağvon çij, ücüm yap, didek çij, demi yap, ağaba yap, motoy yap, udak yap...." Ben fenalık geçirene kadar ne çizdirebilirse artık!!

Arada kuruyemiş yiyor küçük kuş.. Maşaallah ne çok seviyor.. "Vindik" ve "ücüm" favorisi.. Fındıkları, kuru üzümleri lüpletiyor, sonra da annesi "Bu çocuğun enerjisi nereden geliyor?" diyor :P O enerjiyi harcatmak için oğlunu oraya buraya yürümeye götürüyor..

Sonra biraz -İstanbuldayken resmen sayıkladığı- bisikletine biniyor, biraz kendi kendine oyuncak ilan ettiği ev eşyalarıyla oynuyor Yusufcuk ve sonra sıra öğle yemeğine geliyor.. Yine sipariş veriliyor anneye: "Manağna, pilal" Hergün, her öğün makarna, pilav yese bıkmayacak galiba!! Çorbalara biraz pirinç atıp "İçinde pilav var.." diyerek, makarnalara sebze ve yeşillik ilave ederek bu tek tip beslenme isteği sorununu çözüyoruz..

Yemediği zamanlarda bazı rüşvet önerileri de işe yarıyor tabii :P " "Yemeğini bitirirsen sırada gofret var" ya da "Bu tabak biterse sana kocaman bir çocuk çizerim" cümleleri çoğu zaman işe yarıyor.. Artık yemediği zaman kesinlikle peşinden de gitmiyorum.. Tabağı mutfağa götürürken yiyecekse o peşimden koşuyor, hi hii :))

Dikkat ederseniz buraya kadar hiç "anne sütü seansı"ndan bahsetmedim..

Çünkü biz hallettik o meseleyi!!


Yazmadığım dönemin bombası bu aslında.. Yusufcuk artık bir "bağımlı" değil :)) "Beyaz kriz"lerimiz sona erdi :))

Yazıldığı kadar kolay olmadı tabii bu.. İlk bir hafta-on günü nasıl geçirdiğimi bir Allah bir ben biliyorum.. Tabii bir de gece bizimle beraber en az dört-beş kere uyanan ve sonu gelmeyen ağlama krizlerimize ortak olan annem ve babam :P

Üç yaşına girdiği hafta, bayrama ramak kala sütten kestim Yusufcuğu.. Gündüzleri emmediği için aslında pek de yadırgamadı "Artık emmeyeceksin" cümlesini.. Zaten ağladığı sürede de niye ememiyorum diye ağladı, emmek istiyorum diye değil..

O hafta resmen tanıyamadık Yusufcuğu.. Agresiflik ve şiddet tavan yaptı.. Büyük bir stres belirtisi olarak, tırnaklarının yanındaki etleri yolmaya başladı.. İki yaşındaki çocuk!! Resmen yoksunluk belirtileri gösterdi yaa.. Geceleri uyanıp uyanıp ağladı saatlerce.. Ne dersek "Hayiyyy" diye bağırarak.. Ne yanında yatmamı istedi ne yanından kalkmamı.. Ne süt içmek istedi ne de içmemek!!

Sonra yavaş yavaş durumu kabullenmeye başladı afacanım.. Sürekli iki yaşını bitirdiğini, artık büyüyüp abi olduğunu anlatıyorum ona.. Sadece küçük bebeklerin emdiğini söylüyorum.. Zor kabullense de anlıyor galiba.. Şimdi arada sırada geliyor, "Emiyomm" diyor, sonra da hemen ekliyor "Yaka yaptim anne yaka"

Ahh, senin şakanı yiyim ben yiyimmmmm :))

Parmağının kenarını yolma huyu hala düzelmedi yanlız.. Yer etti orası, sürekli uğraşıp uğraşıp duruyor.. "Yapma" deyip üstüne gitmiyorum, sadece o anda dikkatini dağıtıp eline birşey vermeye çalışıyorum ki üstüne gittikçe daha da arttırmasın.. İnşaallah onu da bırakır küçük stres topum..



Neyse, dönelim günlük rutinimize ve cümlelerimize..

Öğlen yemeğinden sonra sıra tabii ki uykuya geliyor :)) Sadece Yusufcuk için değil, benim için de :P

Sütten kesilmesi pek birşey değiştirmedi.. Yusufcuk hala geceleri çok uyanıyor ama işin en iyi yanı, çoğunda bir iki saniye içinde hemen geri dalması.. Emmekten umudu kesince daha kolay uyumaya başladı, bu bir gerçek.. Bir de yatağın içinde savaşır gibi uymasa, yattığı yerde durmayı becerebilse o aradaki uyanmalar da bitecek ama bakalım ne zaman? Tepişirken ister istemez uyanıyor ve beni de uyandırıyor..

Sütten kestiğimden beri yanına yatıp şarkı söyleye söyleye uyutuyorum Yusufcuğu.. Başını, sırtını okşuyorum yavaş yavaş.. Bazen "Bam bam yöğle" diyor bazen" tüçüt ağaba" Hangisini isterse o şarkıyı icra ediyoruz beyefendiye.. Repertuarımız geniş Allah'a şükür :P

Uyku deyince hemen bir de yeni dahil olduğumuz "öcü kültürü"yle ilgili not düşelim buraya.. Yusufcuğu uyutmak neredeyse bir saat sürüyordu ilk başlarda.. Bayram sonrası eve döndüğümüz gece de tavan yapmıştı huysuzluğu.. Kendi sesinden beni bile duymayacak şekilde ağlıyordu yine.. O sırada aklıma şöyle bir çözüm geldi.. Yavaşça yatağın yanındaki komidine vurdum kapı çalar gibi ve "Kim o?" diye seslendim.. Sonra da şöyle cevapladım kendi sorumu, "Nee!! Ağlayan ve uyumayan çocuklara kızan adam mı geldi.. Yok yok, git adam sen, hemen uyuyacak benim oğlum!!"

Bu cümleden sonra Yusufcuğun koluma yatıp uyuması sadece beş saniye sürdü!!!

İyyenç pi anneyim kaliba :P


O günden beri her yatağa yatışta önce "Adam deliyoo" diyor, sonra da huysuzlanmadan hemen uyuyor.. Gece gündüz farketmiyor.. Gündüz bazen siniri tutup da kendini yere çarpacak kadar çok ağladığında ya da çok tehlikeli birşey yaptığında "adam" yine hemen çalıyor bizim kapıyı.. "Adam diğtt evine, yapmiyom, şuştummm" diye bağırıyor o da :))

Büyüklerin engin tecrübesine gerçekten de güvenmek lazım demek ki.. Öcüler, torbasını sarkıtıp yaramaz çocukları toplayan Markutlar boşuna icad olunmamış zannımca :P



Doğru birşey yapıp yapmadığımdan emin değildim ama İstanbul'a ikinci gidişimde görüştüğüm Meltem Hoca -çocuk gelişimi uzmanı ve bu alanda sayılı iyi yazarlardan biridir-, şimdilerde bu "adam"ın pek bir zararı olmayacağını ama yaklaşık bir iki ay içinde başlayacak olan "somutlaştırma" döneminde bu "adam"ı hayatımızdan çıkarmamız gerektiğini söyledi.. Bu hafta pek bahsetmedik adamdan.. Hatta bugün hiç bahsetmedik sanırım.. Zaten uyumaya alıştıkça buna ihtiyacı olmayacak Yusufcuğun.. Kendi kendine de sakinleşebilecek yatınca..

Gündüz uyku süresi de oldukça uzadı Yusufcuğun.. Birbuçuk hatta iki saati buluyor bazen.. Bunun benim için ne kadar büyük bir nimet olduğunu, ancak uykusuz bebiş anneleri anlar!! Bu da mı "adam"ın korkusundan acaba :P

Uyanınca yine hemen öpücük-sevicik faslımızı gerçekleştiriyoruz ve kazak ve çoraplarımızı giyiyoruz :)) Sabah gitmediysek o günkü alışverişimiz yapıyoruz karnımızı doyurduktan sonra.. Yusufcuğun deyimiyle "Mannege didiğn, ebbet ağyoş, pakka ağyoş, ağaba ağyoş, meğme ağyoş, aci bibey ağyoş, vs. vs.." Yani markete gidip ekmek, pasta, araba, meyve, acı biber.. -aklımıza ne gelirse artık- almak istiyoruz :)) Yolda gördüğü arabalara "Hadi hadi, geç geç"diyor Yusufcuk, başını okşayıp seven teyzelere "iki" yaşında olduğunu söylüyor iki küçük parmağını göstere göstere.. "Anne bu ni?" diye soruyor bana bilmediği birşey görünce, şaşırdığı birşey görünce "A aaa" diyor hemen ellerini iki yana aça aça..


Gözlerimin önünde büyüyor, küçük bir adama dönüşüyor meleğim..

Zannettiğimden çok daha fazla şeyi anladığı, algıladığı kesin.. Umarım yetebiliyorumdur ona, umarım iyi bir anne olur iyi bir evlat yetiştiririm.. Bazen hayretler içinde kalıyorum çünkü söyledikleri, yaptıkları karşısında..


Az önce öpmek istedim mesela, "Yaa hayiy" dedi bana.. Oyununu bozmak istemiyormuş da.. Ben de "Tamam o zaman, ben de üzülüp ağlayayım bari.." dedim. Bana ne dese beğenirsiniz? "Şuş anne şuş, adam deliyo bizim evine, dıziyo, ağlama!!"

Neyse efendim, akşam oldu ya şimdi.. Sırada yemek ve sonraki aktivitelerimiz var.. En önemlisi de "İze ditti, mama paya detiyiyo" yani işe gidip mama parası getiren babayı beklemek..

Yanlız şunu da mutlaka not düşmem lazım.. Yusufcuğun babası kadar heyecanla beklediği bir şey daha var: Çöp kamyonu!!

Her akşam saat dokuz gibi çöp kamyonu geliyor bizim apartmanın önüne ve biriken çöpleri alıyor.. Yusufcuk hangi odada olursa olsun, ne yapıyor olursa olsun sesini duyar duymaz anında ışınlanıyor salondaki pencerenin önüne ve gidene kadar heyecanla, coşa coşa izliyor adamları.. Zıp zıp zıplıyor olduğu yerde.. Kamyon gidince de her akşam bıkmadan aynı şeyleri anlatıyor bana.. "Anne tağvon deldii, adam pağğt atti ee pişi, işik yaniyoo boğle.." Ozan diyor ki, "Galiba üstünde yanan ışıklarıyla, inip kalkan bölümleriyle falan uzay mekiği gibi geliyor bu kamyon çocuğa.." :))

Baba gelince bir "bin nesne çizdirme" faslı da ona uygulanıyor..Kucağa atlama oyunu olan "biğğ, ikki, üğğçççç" oynanıyor, güreşiliyor, tepişiliyor, tüm enerji tüketiliyor.. Ve sıra, artık uykusu gelmeye başlayan Yusufcuğu kendi deyimiyle "öbe öbe uyut"maya geliyor.. İki gündür "Anne öp beni.." deyip, öpe öpe uyutuyor kendini minik sevgi bebeğim :))

Bana bunu yaşatan Rabbime binlerce şükürler olsun..

Yüreğimi sıkan, beni bunaltan onca şeyin arasına sıkışan bu güzellikler, hepsini gölgede bırakıyor.. Hepsini..



.................




"Yetmez " diyenler.. Devam :))

Sırada teşekkürlerim var..

Merak ettiği için teşekkür edilir mi insanlara? Bence edilir.. Çünkü merak edilmek, kendini çok iyi hissettiriyor insana.. Sevildiğini, değerli olduğunu anlatıyor açık açık..

O yüzden beni merak eden, arayan, yorum yazan, mail atan, dua eden herkese çok ama çooook teşekkürler..

Benim için iyi şeyler dileyen herkes için, ben kat kat fazlasını diliyorum..

İyi ki varsınız.. Sizi seviyorum..



.................



Bir sonraki post, bol bol fotoğraftan oluşacak inşaallah.. Kocaman bir bayram tatili ve İstanbul anıları var arşivde.. Hatırladıklarımı da not düşerim altlarına, aradaki açığı kapatırız :))


Hadi bakalım, siz serin sonbahar havasını içinize çekin bol bol, tatlı turuncu yaprakların vedasını dinleyin ve bekleyin bizi..

Bu sefer çok geç kalmayacağım inşaallah..

6 Ekim 2008 Pazartesi

Şimdiye kadar,
hiçbir bayramda amcamın elini öpmedim ben..

Ona hiç gitmedik çünkü, hiç paylaşmadık bayramı..

Yengemi bir kere bile görmedim hayatımda.. Çok yabancı bana..

Her ikisi de benden büyük olan amcaoğullarımın, sadece 12-13 yaşlarındaki kamera görüntüleri var hafızamda.. Biryerde karşılaşsak tanımam, tanıyamam..


Kırgın iki kardeşin çocuklarıyız biz..
Uzak büyüdük birbirimizden.. Uzak kaldık hep..


İlk karşılaşmamız, Çarşamba günü onlara yapacağım başsağlığı ziyaretinde olacak galiba..

Bugün ikindide aldım amcamın vefat haberini..
Hissettiğim şeyi adlandıramıyorum bile..
İçim çok buruk sadece..


Bir de kocaman bir "keşke" büyüyor içimde.. Keşke gitseydim bayramda hastaneye.. "Aramama, görüşmek istememe ama oğlundan aldığım "red" cevabına rağmen gitseydim.. Karşılaşmaktan korktuğum herşeyi göze alıp gitseydim..

Keşke..

Nasip olsa görürdüm biliyorum ama yine de kendimi ikna edemiyorum..

Allah rahmet eylesin..
Kanser sebebiyle çok uzun süredir çektiği büyük acılar, günahlarına keffaret olsun inşaallah..
Biraz enerji, biraz zaman..

Yazmak için acilen bunlara ihtiyacım var..

Evimize döndük çok şükür.. En güzelinden en kötüsüne kadar birçok anı biriktirerek..


Bir veda yazısı yazdım dün, sayfayı kapatmadan önce sizlere haber vermek için .. Uzun uzun düşündüm, sonra sildim.. Baktım ki, ben buraya yazarken mutluyum.. Unutmak istediklerimi unutup, beni üzenleri saklayıp yine "polyyanna" olmaya karar verdim..

Hiçkimsenin hayatı "zannedildiği" kadar kolay ve güzel değil.. Ama çıkış noktası da bu zaten.. Madem başarabilenler var, ben de "herşeye rağmen" devam edenlerden olabilirim.. Küçük mutluluklar damıtıp onları paylaşabilirim.. Katsayıyı onlara, yüzlere, binlere çıkarabilirim..

O yüzden yazacağım.. Gidebildiği yere kadar gitsin bakalım..

Umarım bir sonraki yazı bu kadar can sıkıcı olmaz.. Yusufcuğun şirin birkaç pozu ve artık dörtlü kombinasyonlarla kurduğu şirin cümleleri sayfamı yeniden renklendirir diye umuyorum..

Ve son olarak da hepinizden, gecikmiş bayram tebriğimizi kabul etmenizi rica ediyorum..