23 Aralık 2008 Salı


Sizi merakta bırakmak değildi amacım.. Sadece yazabilmek için güzel haberlerin kesinleşmesini bekledim.. Tabii bir de yarım saat de olsa boş vaktimin olmasını..

Arada üzücü şeyler de oldu tabii ama onlar ayrıntı.. Şükredebilmek için daha çok madde var önümde..



....................


Haftasonunu da sayarsak dört gündür evdeyim.. Bayramdan beri ilk defa evle ilgilenebildim, doğru düzgün yemek yapabildim ve biraz dinlenebildim diyebilirim.. Tıpkı, üniversite son sınıfta hem okuyup hem çalıştığım günlerdeki gibi hayat bu aralar.. Sabah kahvaltılarını 20 dakikacık fazla uykuya feda ettiğim, akşama doğru "Ay ne yesek, çabucak ne yapabilirim eve gidince?" kaygıları çektiğim, yorgunluktan ancak bulaşıkları makineye dizecek kadar enerjimin kaldığı ve bu aletleri icat edenlere binlerce hayır dua ettiğim günlere döndüm yine!!

Yanlız o zamanlar da şikayet ettiğime inanamıyorum şimdi dönüp bakınca.. Ne de olsa Yusufcuk yoktu o zamanlar, şimdiki gibi belimi büken kocaman sorumluluklarım yoktu.. Kimbilir ne kadar boş vaktim vardı da ben kıymetini bilmiyordum!!

Bu kadar yoğun olmamın sebebine gelirsek.. Vizeyle ilgili ciddi bir problem yaşadık ve gidişim en erken Nisan'a kadar ertelendi.. İşin garibi ben bu habere hiç üzülemedim.. Aksine çok ama çok sevindim ve haberi aldığım gece haftalar sonra ilk defa rahat bir uyku uyuyabildim.. Bu gecikmeden de cesaret alarak başvuru yaptığım kurumun yetkilileriyle görüştüm ve her halükarda yazın, Ozanla beraber gitmemizin en doğrusu olacağına karar verdik.. İnşaallah gidişimiz yaza ertelendi ve minik ailemiz dağılmadan, kol kola gidebileceğiz uzaklara..

Bu ertelenmenin belki de en iyi tarafı devam ettiğim TOEFL kursunu tamamlayabilecek olmam.. Konuşmam oldukça iyi seviyeye geldi. Yazılı sınavlarda da hiç problemim yok. Olabildiğince pratik yapıp Amerika'ya hazır gitmek istiyorum..

Sadece kursa gitmek beni bu kadar yoğun yapmaz aslında ama ben iki haftadır aynı kursun başlangıç sınıfı öğrencileri için öğretmenlik de yapıyorum.. Aynı kursta hem öğrenci hem de öğretmenim yani :)) Artık sadece yarım gün değil tüm gün dışardayım ve Yusufcuk da saat dörde kadar kalıyor kreşte.. Ama iyi haber şu ki okuluna alıştı ve artık çok isteyerek ve severek gidiyor miniğim.. Maşaallah, sabah ağlamaları da kalktı ortadan.. Merdivenin başından bana el sallıyor ve "Öytmenim beni öşlemiş, şen bana süğpiş yuduyta almaya dit tamam mı anne.." diyerek uğurluyor beni.. İnşaallah böyle devam eder..

Kreşin Yusuf'a kazandırdıklarına hayret ediyorum.. Birgün geliyor, öğrendiği bir şarkıyı, bir duayı mırıldanıyor dili döndüğünce, ertsei gün geliyor "kutu kutu pense" oynuyor kendi kendine :)) İki gün önce de babasıyla bana masal anlattı "Biğ yokmuş biğğ vağmışş.. Bi ee tağvon vağmış..." diye :))



Bayramda, babasının anneannesinin yani "ebe"sinin yaptığı kuzine çöreklerini mideye indiren Yusufcuk :))




Son dört gündür evde olmamın sebebine gelirsek.. Yusufcuk yine, yeni, yeniden hasta!! Aslında bayramdan beri bir türlü atlatamadığı boğaz iltihabı yenilemiş ve güçlenmiş durumda.. Pazar gününü hastanede geçirdik.. İlk penisilinini vurdurmak zorunda kaldık ve iki gündür de en üst seviyeden mızmızlanmalara maruz kalmış bir şekilde ona hemşirelik yapıyorum evde.. Geceleri uyuyamıyor rahat nefes alamadığı için.. Gündüz de acısını benden çıkarıyor küçük bey..



İki haftadır bulabildiğim tek boş saati sayfamı güncelleyebilmek için kullandım.. Ne mutlu bana :)) Bak kıymetinizi bilin tamam mı :P Sizi özledim, çok seviyorum...



Dualarınızda bizi anmayı da unutmayacağınıza eminim..

Hoşçakalın..

8 Aralık 2008 Pazartesi


Biz,


Kurban Bayramı ödevimizi yapmak..


Babaanne sobasında pişen patates, soğan, kestane ve ayvalardan yemek..



Ve tabii ki kurbanımızı kesmek için köye geldik..


Yağışlı ama bahar gibi bir hava var burada.. Ilık ılık :))

Yusufcuk yine hasta, kreş sağolsun :P
Antibiyotiğe bile "Bana mısın?" demiyor.. İnşaallah iyileşir de bayramımız zehir olmaz.. Şu anda bile kendi rızasıyla (!) uzun uzun uyumakta bayram şekerim..



Gelirken önce Eskişehir'e uğradık, tam da bayram öncesi, orada okuyan en küçük dayımızı ziyaret etmiş olduk.. Bu bayram yanlarına gidemediği anneannesine, dedesine ve diğer dayılarına "Viti dayi"sıyla selam gönderdi Yusufcuk..





Eskişehir-Afyon yolunda ise bu tepelere rastladık..


Ben ne olduğunu yazmasam, kesinlikle taştan tepeler zannedersiniz siz yukarıdakileri.. Ama değil.. Bunlar pancar, şeker pancarı.. Şimdi hasat mevsimiymiş.. Kamyonlarla yol kenarlarına tepe tepe yığıp şeker fabrikalarına naklediyorlarmış..


.....................


Herkese iyi bayramlar..
Hiçbir çocuğun boynunun bükük kalmadığı bir bayram olsun inşaallah bu bayram..

2 Aralık 2008 Salı

Bu yurtdışı işinin sadece hazırlık aşaması bu kadar zor ve yoğunsa, oraya gidince ne yapacağım hiç bilmiyorum!! Mesaisi fazlaca yoğunmuş oranın duyduğum kadarıyla!!

Artık ayda bir özet geçerim olan biteni :P



...............



Yusufcuk iyileşti çok şükür.. Bu sabah da yaklaşık 25 dakikalık bir direnişin ardından birkaç lolipopa kanıp kreşe gitmeye de razı oldu :))

Fena geçmemiş günü.. Yine çok özlemiş ama beni.. Sarılışıp sarılış geldik eve :))

Aşağıdaki yazıya gelen yorumlara çok teşekkürler.. Beni çok sevindirenler de oldu, çok düşündürenler de.. Hepiniz iyi ki varsınız.. Çok mutlu oluyorum sayfamı açınca..

Esracım senin yorumuna özellikle güldüm yanlız.. Demek oraya gelseydik sen bakacaktın ha Yusufcuğa Ozan gelene kadar.. Artık eve gelince sizi ne halde bulurdum bilemiyorum :P MK+Yusufcuk, iki high need baby seni kesinlikle bitirirdi, eminim :))


................


"Benim adim Husup Battüyk.. Babanin adi Ojan Battüyk.. Annenin adi Tağbe Battüyk.."

Bu, yavruşun bugünlerde kurduğu onlarca tatlı cümleden yanlızca biri.. Ne yazık ki vaktim yok hepsini yazmaya.. Çok üzülüyorum böyle olunca, sonra unutacağım yazık olacak hepsine ama bugün MR. H'nin verdiği özet ödevi bile yazmadım daha ve çok uykum var :((


................


Gitmeden bir rica.. Amerika'daki arkadaşlar bana yaşadıkları eyalet ve şehri yazabilir mi acaba? Bakalım kime komşu olacağız?

27 Kasım 2008 Perşembe

Üç gündür, bir kangurudan tek farkım gün boyunca yavruşumu karnımdaki bir kesede değil de kucağımın sağ ya da sol yanında taşıyor olmam.. Belimin sızlama durumuna göre pozisyonu ayarlıyorum artık :P


Kreş bize "merhaba" dedi sonunda ve ilk ağır hastalığını yaşadı Yusufcuk.. Buna hazırlıklıydım aslında, birçok kişi uyarmıştı beni kreşe yeni başlayan çocukların ilk haftalarda yeni bir ortama girmenin yol açtığı yeni hastalıklarla karşılaşacağı konusunda.. Ama bu kadar ağırını beklemiyordum :(( Altı gündür mikrobik, ateşli bir ishalle boğuşuyoruz..

Hasta olduğu için hafta başından beri evdeyiz Yusufcukla.. Yarın da göndermeyeceğim sanırım.. Araya bir de haftasonu girdikten sonra, Pazartesi günü ne yapacağız bakalım.. Tam da "alışıyor" derken herşey "sil baştan" oldu :((

Hastaneye gittiğimiz gece, tüm ateşine ve halsizliğine rağmen çok şirindi Yusufcuk.. Normalde daha kayıt yaptırırken bile basar çığlığı ama çocuğa öyle bir işledim ki "Doktor elindeki telefonla sana bakacak, karnına koyup "aloo" diyecek ve karnını dinleyecek.. Sonra boğazını ve kulaklarını kontrol edecek, anne temizlemiş mi diye :P Sonra da ilaç yazacak.. Ve sen hiç ağlamazsan çıkışta kocaman bir lolipop senin olacak.." diye, muayenede gıkını çıkarmadı Yusufcuk.. Sadece boğazına bakılırken biraz korktu ve "Doktoy, şen yapiyon doktoyyyy!!" diyerek odadaki herkesi kahkalara boğdu ama genelde iyiydi.. Ağlamasız sızlamasız ilk muayenemizdi, elhamdulillah.. Çıkışta aldığımız lolipopu da daha yolu yarılamadan kıra kıra yedi bitirdi minik canavar :))

İshal gerçekten çok ağır birşey.. Ne hali, ne iştahı ne de neşesi kaldı Yusufcuğun.. Doğduğundan beri ilk defa bu kadar halsiz ve keyifsiz gördüm onu.. Neyse ki bugün biraz iyiydi, toparlanmaya başladı.. Ama verdiği onca kiloyu, kaybettiği iştahı nasıl toparlayacağız, hiç bilmiyorum.. Allahtan ki hastaneye yatmasına gerek kalmadı.. Su içmeyi reddetmediği için serum taktırmadık.. Kusması da yoktu çok şükür.. Evde ben sürekli su, meyve suyu, bal şerbeti içirdim meleğime..



Kendi kendine uyumasını çok istediğim meleğimin, birgün kendi kendine uyuyup kaldığını gördüğümde bu kadar üzüleceğimi hiç tahmin etmezdim :(( Yatağa tırmanacak gücü bile kalmamış meleğimin, ayağının biri aşağıda kalmış!


İnşaallah yarın daha iyi olur.. Bir haftadır kursu ekiyorum onu kreşe bırakamadığım için ama yarın seminerler yeniden başlıyor ve onlara katılmamak gibi bir seçeneğim yok.. Sanırım onu da yanımda götüreceğim..



.......................




Volkan ve Kaldera kardeşlerin sevgili annesi, beni bu kadar geciktiğim için affeder umarım..
İşte sobesinin cevabı, çantamdakiler..


İki yıl sonra ilk defa küçük çantalar kullanıyorum bu aralar.. İçerik biraz az :P Yusufcuk kreşte olduğundan yanımda onunla ilgili pek fazla şey yok artık.. Birlikte dışarı çıkacağımız zaman yine eski bavulumsu çantama dönüyorum tabii, o ayrı :))

Yanımda neler varmış bakalım?

Cüzdanım, telefonum ve pasaportum (yeni aldım da :P), yavruşla benim gözlüklerimiz, zor zamanlar için minik bir araba ve lolipop, kurs kitaplarım, Yusufcuğun beresi ve bezi ( ne olur ne olmaz, di mi), lotus kokulu Fa kolonyam, not defterim- kalemim ve mendilim (olmazsa olmaz!), fotoğraf makinesi için yedek piller, aynam ve dudak nemlendiricim (havalar soğudu, yandım ben, çatlak çatlak olacak yine yüzüm!), flash discim ve evden çıkarken takmayı sürekli unuttuğum için artık yanımda taşıdığım saatim, künyem :))

Hatırlatıyorum, bu, çantamın küçük hali :P



......................



Aşağıda görünenler, Yusufcuğun "motorlu taşıt filosu"nun yarısının yarısıdır desem fazla abartmış olmam herhalde!!


Neredeyse her türden birtane var.. Kamyon, otobüs, uçak, helikopter, kepçe, ambulans.. Ama hala her gördüğü oyuncak aracı eve getirebilmek için ağlaya ağlaya yalvarıyor miniğim.. Bazen alıyorum bazen de "evde var" diyerek ikna ediyorum bir şekilde ama genelde kazanan Yusufcuk oluyor.. Bu hafta da üç gün boyunca "Mami motoy ikkiyom, evde yüycem motoyumu.." diye söylendi durdu.. Babası bir traktör aldı motor yerine, o gece oynadı ama ertesi gün yine başladı "mami motoy" serenatı.. Hasta diye kıyamadım aldım, napiim :P

Ama bir taşla iki kuş vurdum.. Motoru, saçlarını kestirmeyi kabul etmesi ve kuaförde ağlamaması şartıyla aldım.. Maşallah hiç ağlamadı miniğim.. Hem onun istediği oldu hem de ben artık saçları gözlerine girmeye başlayan fakat her kestirme lafı açıldığında köşe bucak kaçan Yusufcuğu "Nasıl traş ettiririm?" derdinden kurtuldum :))

Demek ki istediğimiz herşeyi ağlatmadan, zorlamadan yaptırabileceğiz Yusufcuğa.. Yeter ki onu ikna edecek makul çözümler bulalım :))


.......................


Ben daha önce bloga, benim için "stres =örgü" yazmıştım di mi?
Yine stres yükseldi hayatımda ve yine aldım elime şişlerimi..

Nasıl gideceğim?, Nerede kalacağım? Nasıl alışacağım?, Yusuf'a kim bakacak?, Ozan ne zaman gelir?, Öğretmenliği becerebilecek miyim?, Ya çocukların ne dediğini anlayamazsam?, Yabancı bir ülkeye ne kadar sürede alışırım?...... sorularına cevap olarak üst üste ilmekler ekliyorum bugünlerde örgüme.. Bitince Yusufcuğa şirin, arabalı bir bere olacak.. Umarım..


.....................



Yusufcuğun (tabii ki aslında düşünceli öğretmeninin) bana Öğretmenler Günü hediyesi..
Yavruşumun el izinden bir çiçek.. Daha güzel ne olabilir ki?

Yusufcuk hatırlamayacak, sadece fotoğraflarına bakıp tanıyacak büyüyünce ama ben onun ilk öğretmenini hiç unutmayacağım sanırım..


Dün ve önceki gün sorduğumda kreşe gitmek istemediğini söyledi Yusufcuk bana.. Çünkü kreşin manasını anladı artık.. Yeni oyuncaklar ve arkadaşlardan ziyade "anneden ayrılık" demek kreş.. Kreşe başladığından beri çok ama çok düşkünleşti bana.. Eski halini bile mumla arar oldum.. İstisnasız her an kucağımda oturmak istiyor, benim ona sarılmamı istiyor! Yeni sloganımız "Anne beni tucağna al.. Beni alçana anne.." Bıraktığım son gün çok ağladı arkamdan.. O ağladıkça ben geri döndüm, ben bırakmadıkça o daha da çok ümitlenip ağladı "bıyakma, ditme" diye :(( Geçen gece uykusunda da aynı şeyi söyledi melek yavrum, "Bıyakma, ditme"

Onu "bırakıp gittiğime" değer mi diye düşünüyorum bugünlerde.. Kreşten almaya gittiğimde "Meyek anne, bal anne, şekey anne, gül anneee.." diye benim onu sevdiğim kelimelerle beni sevişinden anlıyorum ne kadar özlediğini.. Üç yaşına bassa da, artık evde kalmasındansa sosyalleşmesi onun için daha iyi olsa da içim içimi yiyor..

Burada böyleyse, yarın öbür gün uzaklarda, babası da yanımızda olmayacakken üstelik, nasıl alışır bensiz kalmaya bütün gün, bilmiyorum..

Bir an herşeyden ama herşeyden vazgeçesim geliyor ama duruyorum yine de kararım(ız)ın arkasında.. En azından son iki yılımı sadece ama sadece ona vermiş olmak rahatlatıyor içimi.. "Alışacak" diye ümit ediyorum..







NOT: Aşağıdaki yazıma bıraktığınız tüm güzel yorumlar için ayrı ayrı teşekkürler.. Her bir yorumda ne kadar mutlu olduğumu, bana ne kadar güzel bir enerji verdiğinizi tahmin edemezsiniz!

Sizi seviyorum..

21 Kasım 2008 Cuma

Bu benimmmmm..

Doom günü hediyem :))



Tabii Ozan'ın da.. Hikayeyi bilenler biliyor, bilmeyenler için de tekrar not düşelim.. Ozan ve ben aynı gün doğumluyuz.. Yılı da aynı.. Sadece sekiz saat var aramızda kocaciğimle.. Ne güzel di mi :)) Gerçi ilk söylediğinde biryerlerden doğumgünümü öğrendi, beni kandırıyor zannetmiştim ama güzel bir tevafuk işte..

Evet evet, biz birbirimiz için yaratılmışız :P


Yukarıdaki kediciği artık bir kreş bebesi olan Yusufcuk yapmış bugün öğretmeniyle.. Minnoşum dört gündür kreşe gidiyor ve ilk şoku büyük oranda atlattı.. Bugün ilk defa tam gün kaldı ve öğretmenleri uyutmayı bile başarmış.. Binlerce şükür olsun Rabbime..

Kreşle ilgili yazmak istediğim çok şey var aslında.. Örneğin, ilk gün Yusufcuğun, öğretmenlerinin peşinden "teyje, teyjeeee.." diye koşuşturması ya da o akşam (ben gündüz yanında kaldığım için, ayrılacağımızı anlayamadığı için) yeni oyuncaklara boğulmanın sarhoşluğuyla eve gelmek istememesi gibi.. Sonradan ayrılışlarımız pek bi hüzünlü oldu tabii :((

Ama şu anda gayet iyi meleğim.. Alışmaya başladı.. Artık kahvaltı ediyormuş okulunda.. Sabah uyandığında da isteyerek gidiyor.. Sadece orada benden ayrılırken çok zorluyor beni.. Her defasında gözlerim doluyor kreşin kapısını arkamda bırakırken..

Bu akşam onu almaya gittiğimde "Yen delmediiin.." dedi bana.. Şimdiye kadar yarım gün kaldı hep, bugün tam gün kalınca ve alıştığı saatte beni göremeyince üzüldü demek ki.. "Gelmez olur muyum miniğim.. Seni evimize götürmeye geldim ben.." diye sarıldım yüzü öğretmeni tarafından turuncuya boyanmış ve yanaklarına eklenen üç bıyık çizgisiyle tatlı bir kediye dönüştürülmüş olan Yusufcuğa..

Yarın ilk veli toplantımız var.. Ayrıntıları orada konuşurum iyice öğretmeniyle.. Çok kısa sürede de olsa güzel şeyler öğrendiğinin farkındayım -Artık her karşılaştığı insana "Benim adım Husup Battük" diyor mesela ya da yemekten önce dua edileceğini öğrenmiş hemen- ama tam uyum sağlayıp sağlayamadığını bilmiyorum.. Öğretmen hanımı çok sevdim bu arada.. Gerçekten sıcak ve ilgili bir hoca.. Çok genç, belki tecrübesi azdır ama benim için önemli olan, oğlumun ayrılırken ona "Yeni cok yeviyom öğtmenim" demesi..


Pekiiiii.... Neden kreşe başladı Yusufcuk?
Şimdi gelelim kamuoyunun merakla beklediği açıklamaya :P

Çok kısaca özetleyecek olursam, bir arkadaşımın yurtdışında çalıştığı şirkete başvuru yaptım. Hem eğitim hem de yayıncılık üzerine çalışan bu şirket başvurumu kabul etti ve gidiş için işlemler başladı.. Şu anda vize işlemlerinin tamamlanmasını bekliyorum ve bir yandan da harıl harıl şirketin istediği hizmet içi eğitimleri almaya çalışıyorum.. On günlük bir seminere kaydoldum ve sonrasında da dil kursunda konuşma pratiği için dersler alacağım.. Yusufcukla evde çalışmam mümkün olmayacağından ve seminer süresince kimseye de bırakamayacağımdan, kreşe vermenin en iyisi olacağını düşündük.. Zaten gideceğimiz ülkede de ya bakıcı ya da kreş mecburiyeti doğacağından, bu durum onun için de benim için de bir ön alıştırma oldu..


Büyük ihtimalle iki ay içinde yeni işyerimde yani başka bir ülkede olacağım!!

Bunun olacağını biliyorduk ama bu kadar erken olacağını bilmiyorduk açıkcası.. Aniden geldi haber.. Bilsem evi boyar mıydım hiç :P

Biz Haziran gibi düşünmüştük gidişi.. Bu kadar erken olacağı için Ozan gelemeyecek maalesef.. Yusufcuk ve ben başbaşa gideceğiz, babamız okulunu bitirince yani en erken yaz başında gelebilecek..


Bazen kaygılansam da Rabbime güveniyor ve O'na inanan hiçbir kulunu, dünyanın neresinde olursa olsun yanlız bırakmayacağını çok iyi biliyorum..


Şimdi gelelim ödeve..
Bugünkü ödeviniz arkadaşlar, yine -herzamanki gibi :))- dua etmek..
Hem yeni yaşım(ız)ın hayırlı olması hem de karşılaşabileceğim her durumun hayırla ve kolaylıkla sonuçlanması için..


(Kendime not: Yirmiyediyi de devirdik be günlük!! Ama üzülme, yine harika bir hediye almış kocacığın.. Gittiğinde parmağına bakar bakar ağlarsın artık :P Senin kendine "Nasıl olsa bugün doom günüm.." diyerek yığdıklarını da saymıyorum, hadi yine iyisin :P )

18 Kasım 2008 Salı

Kısacık bile olsa bir yazı yazacak vaktim yok aslında ama konunun önemine binaen Yusufcuğun tüm protestosunu bir kenara itip oturdum bilgisayarın başına..

Her anne gibi beni de en çok korkutan, içimi en çok acıtan konulardan birisi çocuk istismarı.. Bu konuda elimden gelen ne varsa yapmak boynumun borcu elbette..

Bu kampanyadan Pelin Hanımın aşağıdaki yazıya bıraktığı yorumla haberdar oldum.. Kendisine teşekkür ediyorum ve sizi de imza atmaya davet ediyorum..

( Linki açamayanlar için adres, http://kampanya.annecocuk.com/ )


................


Sabah erkenden çıkıp gece ancak eve gelebileceğim zor bir hafta beni bekliyor.. Yusufcuk da ilk kreş macerasını yaşayacak muhtemelen.. Bizi merak etmeyin tamam mı..


...............



Sağdaki "İletişim" linkini güncelledim.. Artık bana kuaybebasturk@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz..

Hoşçakalın..

17 Kasım 2008 Pazartesi

Birilerinin, kesinlikle benimle bir alıp veremediği var!!

Mail adresim yine hacklendi..

Sağdaki iletişim kutusunu en yakın zamanda güncelleyeceğim.. Oradaki adresi dikkate almayın, minik.melek@yahoo.com.tr artık kullanım dışı..



( Yapanı bir bulursaaaammmmm!!! )

14 Kasım 2008 Cuma

Önemli birgün bugün..
Önemli bir sürecin başlangıç günü..


"Hayırlı olması"nı dileyerek kişisel tarihimize not düşüyorum..

( Tamam tamam, bir amacım da yine sizden dua istemek :P )


....................



Ülker firmasını ve Metro reklamını çeken acensi buradan şiddetle kınıyorum :P

Sayelerinde evde, "Mekyoooooo" diyerek karnımıza karnımıza yumruk vuran bir bebiş ortaya çıktı!! Biz "şişirmiyoruz abdominalleri" ama yumruklardan nasibimizi alıyoruz ne hikmetse :P

Bizdeki enerji "geliyorum" diyor anlayacağınız :))


...................




Babaannemiz dün gitti, aşağıdaki fotoğraflar hatıra kaldı geriye.. Onun her gelişinde açılışını yaptığımız "hamur günleri" hatıraları :))






.....................



Günlerdir oldukça kalabalık bir grup şeklinde uyuyoruz geceleri :P Yusufcuk, ben, bebeğimiz Durmuş, bir küçük polis arabası ve kepçe!! Bazen helikopter alıyor kepçenin yerini bazen de ayıcıklı pantuflar yerini alıyor yatakta.. Gece bir de uyanıp oramıza buramıza batmasın diye o oyuncakları topluyorum yastıkların arasından!!

Uyandıkça ilk sorduğu şey, o gece hangi oyuncakla uyuduysa o oluyor Yusufcuğun.. Off, bari yumuşak, peluş birşeye alışsa.. Yımışak yımışak uyurduk :P



..................



Yusufcuğun,


-Bi dağka annee..
-Bakçana anne..
-Teteptüy edeyim anne..
-Doğdüm, nemicem anne..
-Elimi lil anne..
-Elimi ğika anne..
-Hottatay anne..
-İze didiyom anne..
-Titabını biyak anne..
-Ağhay Ağyah annee..
-Oğmaş anne..
-Sazece bitağne anne..
-Ben toğkiyom anne..
-Bak boğle yağpiyom anne..
-Tendim yapicam anne..
-Yazaziiin!! Babam deldi anne..

ifadelerine çooook ama çoook gülüyorum bugünlerde..



....................



Çocuklu bir kadın için -özellikle de tamamlaması gereken bir sayfa sayısı ve hazırlaması gereken bir sunum varsa- kitap okumanın ne büyük bir lüks olduğunu farkediyorum bugünlerde.. Kayınvalidem varken yine iyiymiş, dün on sayfayı bile bulmadı okuyabildiğim :((


Hazır fırsat varken şimdi, ben kitap okumaya gidiyorum..



Haftasonunuz harika geçsin!!!

11 Kasım 2008 Salı

"Ben tötü adam oğdum!"

Benim miniş oğlum neden ve nasıl kötü adam oldu, hiç bilmiyorum :))

Ayrıca kendisi artık "bebiş diğil"miş, sadece "Yuvuş"muş.. Adının yeni hali bu, Yuvuş :))

Yuvuş bey "mannek"e yani markete pek meraklı bu aralar.. Canı ne istese hemen koşuyor yanıma, "Annezim manneke dideğim, zazız (sakız) ikkiyom (istiyorum).. Oğnaaaa, bayon ikkiyoom.. Oğnaaaa, oliğoptey (helikopter) ikkiyom.. Oğnaaaa...."

Bu "oğnnaaa"lar yani "sonraaa"lar hiç bitmiyor.. Aklına ne gelirse sıralıyor ard arda.. Bazen bir kepçe -inşaatlarda kullanılan kepçe- bile girebiliyor listeye :))


.........................



"Maşaallah" demeyene fotoğraflara bakmak yasak :P


İşte evin son hali bu..
Güzel ama zor bir işti.. Oldukça zor..


( Ozan'a, bir daha boya işine kalkışırsam beni istediği yöntemle engelleme yetkisi verdim :P)

..........................




Ben size mikrodalga fırında patates ve balık pişirdiğimizden, ikisinin de harika olduğundan bahsetmemiştim değil mi? Cık cık, nasıl da unutmuşum!!


İlk denememiz, daha önce annemlerde de yaptığımız patatesti.. Kalın dilimler halinde kestiğim patatesleri tuz, yağ ve karabiberle harmanlayıp geniş cam bir tabağa koydum. 16 dakika sonra sofradaydı. Daha fazla patatesle yaptığımda ise 19 dakika pişirdim.. Miktara göre süre değişiyor yani..



İkinci denememiz ise annemin ısrarlı önerisi üzerine hamsi oldu.. Hamsileri fotoğrafta görüldüğü gibi tabağa dizdim (güneş modeli :P) ve üzerine tuz ve yağ gezdirdim. İlk tabağı altı, ikinci tabağı ise onbir dakika pişirdim.. İkincisi daha güzeldi.. Ben daha çıtırımsı seviyorum çünkü hamsiyi.. İlki buğulama gibi olmuştu aynı..



Ben bu mikrodalgayı çok tuttum yaa!!!

Normal fırında 40-45 dakikadan aşağı pişiremezdim her ikisini de.. Hatta o kadar sürede bile tam pişmeyebilirlerdi, özellikle patates.. Mikrodalga, yiyecek kişi sayısı fazla değilse gerçekten ideal..


.....................




Küçük tamircim :))


......................




Çöp kamyonu delisi oğluma, tam da istediği gibi bir tişört.. Sonbahar tonlarında olması da cabası :)) Doğumgününde almıştım, bu aralar sürekli bu " e' tağvon"lu cicisini giymek istediği için buraya da ekleyeyim dedim..


Dün akşam çöp kamyonunu izledi yine Yusufcuk pür dikkat.. Sonra gitti babaannesine anlatıyor olanları.. "Babağne, adam töpü atti, paaağğğtt.. Benim tatamı atti.. E' piş.."



Hi hii..

Çocuğa her bez değiştirişimde "Bak şimdi bunu çöpe atacağım, akşam da çöp kamyonu gelip alacak.." dersem böyle olur.. Ama ne yapayım, başka türlü razı olmuyor ki yerinde durmaya :P


........................






Yürümekten yorulmuş, "adidik" dinlenen Yusufcuk :))



........................




Süüüpppeeeerrrr bir hafta sizin olsun!!
Siz de benim için aynısını dileyin olur mu..



7 Kasım 2008 Cuma

Zor ama güzel bir başlangıç için
gereken en önemli şeylerden birisi de nedir?

Tabii ki güzel insanların samimi, güzel duaları..

İşte önümüzdeki birkaç hafta için en çok bunu istiyorum sizden.. Buraya sık sık uğramaya fırsat bulamayacak kadar yoğunum bu aralar.. Herşey netleşince tabii ki yazacağım ama şimdilik çok dua edin bizim için olur mu?


....................


Aşağıdaki yazıyı okuyunca, bu tatlı hediyeyi göndermiş bana bu blogun sahibi tatlı hanım.. Bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum..

İnşaallah dediği gibi olsun, "Anneler üzülmesin"..



Çok gecikmiş bir teşekkürüm daha var.. Sevgili Aysun ve Minel'e Yusufcuğun ikinci yaşı için gönderdikleri hediyelerden dolayı çok teşekkür ediyorum.. Artık iki adet çakma ve tamir takımımız var :)) Yusufcuk bi biriyle oynuyor bi biriyle.. İkisi birbirinden farklı çünkü.. Yerleri ayrı yani :))

Ayrıca Minel, tatlış Ranamın annesi Emine'nin yazın gelirken bize getirdiği hediyeleri de göndermiş bana.. Eminecim sana da çok teşekkürler.. Şimdi mevsimi geçti ama yazın eminim çok ciciş olacak benim oğluşum o kıyafetin içinde.. Boyutlarının yine uyacağına eminim, ne de olsa pek hızlı büyümüyor benim bebiş :))




Bir teşekkür de bana yeniden Blog Dostluğu Ödülü gönderen arkadaşlarıma.. Kaldera ve Volkan kardeşlerin annesine, Uragan bacıma ve Zehra'ya çooookkk teşekkürler.. Sayfama yine kondu kelebekler :))




..................


Annesine küsmüş Yusufcuk :))


Bu küsme olayının bir de yüzüstü yere uzanıp yüzü de minik, tatlış ellerle kapatma modeli var ki işte ona bayılıyorum..



........................



Ben dün ve önceki gün dışarıda önemli bir işimi hallederken, tam dört-beş saat uslu uslu oturmuş babaannesiyle Yusufcuk.. ( Babaannemiz geldi geçen hafta, Yusufcuğa bakmak için)

Maşaallah.. Biraz kolay, biraz zor ama büyüyor işte :)) Şükürler olsun..


Geldiğimde kapıda karşıladı beni miniğim.. "Yeni öjjedim" ( Seni özledim) dedi bana, "Meyaba annezim" dedi.. Benim oldu dünyalar.. Ben de onu özledim, burnumda tüttü gün boyu tatlı kokusu.. Çalışan annelere, daha da kötüsü yavrusundan farklı sebeplerle ayrı olan annelere sabırlar diledim defalarca..


Neler yaptığını anlattı yine bana, yanında olmadığım tüm zamanlarda olduğu gibi :)) Tağvon çijmişler, "mama piş, tağnıma düş" ( mama piş, karnıma düş) demişler, aşağıda top oynayan abilere "oynamaaa, ben onnicaaaammmm" diye bağırmışlar :))


Yusufcuk konuşmaya başlayınca, annelik tahmin ettiğimden çok daha keyifli hale geldi benim için.. Özellikle de konuşmayı bu kadar çok sevdiği için :))


Dün gece ben bilgisayar başında dinlemem gereken bir dökümanı dinliyorum, babaannesi de Yusufcuğu oyalamak için mısır patlatıyor ve ona da gösteriyor nasıl patladıklarını.. O da babasına bağırıyor heyecanla, "Baba mişiy piğğt piiğğt piiğğğt yağpiyo, pattiyo!!"


( Daha sonra bebişimin onlarla mısır yerken bir anda tabağı alıp "Anneme götüycem" diye benim kapıma dayandığını ve bana elleriyle -ve biraz da zorla- mısır yedirdiğini de yazmazsam olmaz.. Düşünceli meleğim benim.. Bensiz boğazından geçmedi demek ki..)

Bir de bu aralar çok kullandığı bir cümle var: "Anne beni tuğğğttt.." Gidip bir yere tırmanıyor ya da koltuklardan baş aşağı sallıyor kendisini, sonra da avazı çıktığı kadar bağırıyor "Anne beni tuğğğtt" diye.. Ya da girip sıkıştırıyor kendini daracık biryere, "İmdaaaağğğt" diye bağırıyor.. Dikkat çekmek için daha neler icat edecek, hiç bilmiyorum!!


Haftasonu elimde kağıt-kalem görünce hemen yanıma ışınlandı Yusufcuk, bilimum motorlu taşıtları çizdirmek için :P Ben de kalemi ters çevirdim, kağıda yazar gibi yaptım ve gösterdim "Bak annecim yazmıyor bu, çizemem şimdi, misafirlerimiz gitsin, öyle.." diyerek.. Yusufcuk ne yaptı dersiniz? Uçlu bir kalemin ucunu açmak için birkaç kez basarız ya arkasına.. Eliyle o hareketi yapıyor bana, "Anne boğle yap, boğleee.." diye..


Yani gerçekten, bilmediği, anlamadığı, hakkında fikir sahibi olmadığı bir konu var mı, çok merak ediyorum..



......................




Bilgisayardaki fotoğrafları düzenlerken aradan seçtim aşağıdaki fotoğrafları.. Birbirleriyle ilgili değiller ama üçü ard arda çünkü üçünün de ortak noktası fotoğrafın üzerindeki metin :))


İstanbul'a gittiğimizde, annemlerde çektiğim bir poz..

Yusufcuk, evde ayırılan fazla giysileri koymak için getirilen kolinin içinde..

Siz hiç böyle "tuz ruhu" gördünüz mü?
:))




Bu fotoğrafı da yazın köyde çekmiştim..
Genellikle evlerin dışında olan tuvaletlerden birinin girişi..

:))



Son fotoğraf da yine İstanbul'dan..
Yazılar parlamadan dolayı tam görünmemiş ama aynen şöyleydi:


SATILIK ŞAYIN (ŞAHİN DEMEK İSTİYOR)
TÜP
ALERİM
ODAMATİK ÇAM
MOTOR ZIVIR (Burası benim sokak ortasında kopmamı ve bu fotoğrafı çekmemi sağlayan kısım..)

Anlaşılan abi arabasına güveniyor :))



.........................



Geçen haftasonu, Pazar gününü Eymir Gölü'nde geçirdik biz..

Bunlar da o günün hasılatı :))






Dönüş yolunda, dünyayı bir yarasanın bakış açısından görmeye çalışan Yusufcuk :P Böyle taşıttı kendini babasına..



Bunlar da o gece bir alışveriş merkezinde gördüğüm yağmur botları.. Çok ciciş geldiler bana.. Fiyatları da çok uygundu aslında ama almadım.. 3o YTL'di galiba.. Deichmann'da gördüm.. Belki siz almak istersiniz..





.......................




Ondan önceki gün ise İrem ve karakuzusuyla birlikte canım, tatlı arkadaşım Özlemlerdeydik.. Yeni evi için "hayırlı olsun" demeye gittik :)) Rabbim huzurla, güle güle oturmalarını nasip etsin inşaallah..


Herzamanki gibi güleryüzüyle, inanılmaz kibarlığıyla ağırladı bizi Özlem.. Yusufcuk ve Ahmet Emir, okulda olmasını fırsat bilerek Bera abilerinin odasını savaş alanına çevirdiler resmen.. Biz rahatsız olsak da Özlem çocuklara müdahale ettirmedi bizi.. Sonra Sena ve Bera'nın da okuldan gelmesiyle kadro tamamlandı ve biz harika bir gün geçirdik..

Çok teşekkürler Özlemcim..
Pembiş çiçeklerle süslenmiş güzel sofran ve emeğin için özellikle..



Bu da küçük oyun grubumuz :))



....................


Söz verdiğim beş yazıyı ard arda ekledim ve yazdım işte :)) Ben tekrar gelmeye fırsat bulana kadar bu postla idare edin tamam mı?

Gerçi hiç belli olmaz, çok ciciş bir videomuz var bilgisayarda.. Birşeyler dinlerken bir yandan da onu yükleyebilirim belki bu akşam..

31 Ekim 2008 Cuma

Aşağıdaki yazıyı yazarken de dün ve bugün başıma geleceklerden habersizdim!!

Yorumlarınız için çok teşekkürler ama kimin nazarı değdiyse parmak kaldırsın bakiim :P Ve lütfen bir "maşaallah" eklesin ardından..

Dün ben aşağıdaki yazıyı yazdıktan sonra bordür almaya gittik Yusufcukla.. Dönüşte ben salonda onunla uğraşırken -rengi tutmadı, sinir oldum!!- Yusufcuk nereden bulduysa koyu mavi bir boya kalemi almış gelmiş salona ve yeni boyanan iki yere kocaman kocaman daireler çizmiş, şöyle kıvrıla kıvrıla içine doğru derinleşen modellerden!!!!

Görünce delirdim.. Resmen delirdim... Bağrındım bağrındım durdum evin içinde.. Korktu, çok ağladı Yusufcuk :((

Önce lekeyi sildim, sonra da bir kat daha boya geçtim üstünden..

Sonra ne oldu?

Kutusuna geri doldurduğum boyanın rengi -sanırım dibindeki birkaç gram beyaz boyadan dolayı- bir ton açılmış.. Duvar yama yama oldu!!

Allahım, Allahııııımmmmmmm..

Yusufcuğu uyuttum ve biraz sakinleşmek için ben de onunla uyudum.. Sonra kalkıp bordürü geri vermeye gittik.. Eve geldim, salonun çizik duvarını tekrar baştan aşağı boyadım.. Hiç olmazsa kendi içinde aynı ton olsun diye :(( Ortalığı toparladım, temizledim derken gece oldu zaten..

Ama esas bomba bugüneymiş!!

Sabah başka bir yere bordür almaya gittik Yusufcukla.. Yine istediğim gibi birşey bulamasam da bu iş fazlasıyla canımı sıkmaya başladığından idare eder birşey aldım ve kasaya ödemeye gittim.. Ta taaaaammmm... Kredi kartım yok!!! Dün en son geri verdiğim bordürü almıştım kendisiyle, ondan sonra hiç görmedim..

Kasada çantayı döktüm, ne var ne yoksa boşalttım ama yok.. Kaybetmişim kartı.. Dün dükkandan çıktığımızda bir yandan eşyaları yerleştirmeye bir yandan da tepişen, yerlere yatmaya çalışan Yusufcuğu zaptetmeye çalışırken düşürdüm demek ki :((

Neyse ödedim, çıktım, eve geldik.. İkindiye doğru işimi bitirip bordürü yapıştırmaya başladım.. Bir duvar bitti, diğerini yarıladım ki yapıştırıcı bitti.. Evde yarım birtane verdı, onu buldum.. Ama kurumuş olduğu için kapağı açılmıyordu ben de dibini kestim.. Hay kesmez olaymışım!!

Ben bordürü yapıştırırken Yusufcuk saniyeler içinde onu eline aldı ve sıkmasıyla yarım tüp yapıştırıcının koltuktan süzülerek haliya akması bir oldu!!!

Yine çok sinirlendim, bağırdım, bağırdım!! Yine çok üzüldü Yusufcuk :((


Of yaaa.. Şaka mı bu diyeceğim ama değil..
N'oluyor?


Hiç iyi değilim ben yine galiba.. Kendimi kötü hissettikçe de kötü şeyler gelip gelip beni buluyor.. Yusuf da çok ters ve zor bir çocuk oldu bugünlerde.. Bu beni geriyor geriyor, acısı yine ondan çıkıyor istemesem de.. Kesinlikle iyilikten anlamayan, dediğimi anladığı halde benimle inatlaşan bir çocuğa dönüştü.. Yaklaşık bir aydır sebepsiz ağlama krizleri geçiriyor, sokağa çıktığımızda yerlere yatmaya, eve gelince oyuncaklarını, kitaplarını oradan oraya fırlatmaya başlıyor..

Bebişime ne oluyor?
İki yaş sendromu dedikleri bu mu?
Buysa, inşaallah çabuk geçer.. Ve hasarsız tabii..

Ona nasıl davranacğımı bilememek çok geriyor beni.. Bununla ilgili okuyorum birkaç gündür ama hala çözebilmiş değilim.. İstediği şeyleri yapmam bile onu sakinleştirmiyor çünkü.. Canı istediği sürece ağlıyor, canı istediği sürece inatlaşıyor!!

En korktuğum şey buydu hayatta.. Birşeyi güzelce söylediğimde anlamayan, illa kızınca denileni yapan bir evladımın olması.. Gerçekten çok kötü, çok iç acıtıcı.. Ne kadar şefkatli olursa olsun her insanın bir tahammülü var ve sonuçta çocuğa kızmak da çözmüyor meseleyi.. O üzülünce yine anne üzülüyor, yine anne yıpranıyor..

Bir insan yetiştirmek ne zormuş!!!

30 Ekim 2008 Perşembe

"Yarın ard arda beş yazı yazmayan ne olsun?"


Yukarıdaki cümleyi yazarken, dün başıma geleceklerden habersizdim :P



Dün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı olduğunu unutmuşum ben!! Resmî tatil olduğu için Ozan tüm gün evdeydi tabii ve bir önceki akşam da bir ev-yapı marketinden ne zamandır istediğim boyaları ve saksıları almıştık.. Üç tane de sümbül ekledik listeye ve ben evin alacağı yeni hali hayal ede ede planlar yaptım..



Sabah Ozan "Ben hayatta karışmam boya işine.." diye yineledi bir kez daha.. Ben de ona daha zor olan işi yani Yusufcuğu oyalama görevini devrettim :)) Yedek kıyafet,su ve atıştırmalıklardan oluşan gezi kitini yanlarına verip onları dağa bayıra gönderdim :)) Arkalarından el sallarken de bilmiş bilmiş seslendim: "İki saatte kalmaz biter benim işim, çok geç kalmayın haa, Yusufcuk üşür bak!!"

Sonra bilin bakalım ne oldu?

Ben önce mobilyaları odanın ortasına topladım, duvarları ölçtüm biçtim, bordür yüksekliğini ayarladım.. Baktım bir saate yakın uğraşmışım!! Sonra sıra boyayı ayarlamaya geldi.. İlk önce rengi tutturamadım, gittim hemen bir renk tüpü daha aldım yakın bir nalburdan.. Sonra o da hayalimdeki gibi olmayınca kafadan uydurma bir renk oluşturdum :P Biraz magenta, biraz beyaz, parlaklığı kırmak için biraz da oksit sarı.. (Evde vardı Allahtan ) Eh, idare eder birşey çıktı ortaya..


Tam ben boyaya başladım, kapı çaldı!!!

Bizim dağ ekibi ben daha işe başlamadan döndü geldi.. Hadi bakalım, Yusufcukla boya evi boyayabilirsen..

Çok acıkmış kuşum, "Mamaaa" diye tutturdu önce.. Sabah kahvaltı niyetine sadece biraz ekmek kemirmişti çünkü.. Babiş hemen bir tencere süper makarnayla kurtardı durumu çünkü ben duvarlarla boğuşuyordum salonda!!



Yusufcukla oynayıp onu uyutana kadar çok vakit kaybettim ondan sonra.. Babasıyla yapıp ettiklerini anlattı bana.. "Buğ doyduyduk, öcüğğ döğdük, munik dinyedik.." Ben daha salonun yarısına ilk katı atmıştım ancak, ikindide o uyuyunca diğer yarıyı da boyadım ve kurumaya bıraktım.. Mutfağı toparladım, kendime sıcacık bir çay yaptım, dinlendim. (Şimdi siz zannettiniz ki oturdum çay demledim, yooookk.. Hani şu suya atınca eriyen çaylar var ya, ipi sapı çöpü olmayan, onlardan :P ) Akşam namazını kıldıktan sonra da ikinci katı attım, babası -nasıl olduysa bağırmadan,uslu uslu uyanan ve odasında onunla kalmaya razı olan, yanıma gelmeye çalışmayan- Yusufcuğu oyalarken..

Hasılı ben dün, bütün gün boyalarla boğuştum.. Ozan'ın hevesle aldığı "120" filmini bile seyredemedik. (Kurtuluş Savaşı başladığında Van'da artık cepheye gidecek hiç erkek kalmadığı bir dönemde, cephane taşımak için görevlendirilen 120 çocuğun inanılmaz dramını anlatıyormuş, çok merak ediyorum ) Boya bitti ama içim rahat etmedi, gece yatmadan önce bile gidip gelip kontrol ettim.. Tam kurumamıştı çünkü ve hala dalga dalga görünen yerler vardı!! Açık renkte bu sorun olmuyor ama koyu renk rulo veya fırça izini çok belli ediyor yaa.. Neyse ki bu sabah kalktığımda korktuğum şeyle karşılaşmadım.. Boya kurmuştu ve süper görünüyordu :))

Artık ne olur ne olmaz diye ortada bıraktığım boyayı kaldırabilir ve güzel bir temizlikten sonra mobilyaları yerleştirebilirim.. Zor olsa da harika bu boya işi.. Ev yepyeni gibi görünüyor :)) Bugün bir delilik daha yapıp yatakodayı daha doğrusu sadece yatağın baş tarafındaki duvarı da boyayasım var!!

Şimdi sıra güzel bir bordür bulmakta.. İki yere baktım, bulamadım istediğim gibi birşey.. Bugün yine bakmam lazım..


Evi bi toparlayayım, hemen buradayım tamam mı :))
Beş yazı konusunda sözüm söz..


NOT: Sonnur, hayatta olmaz!! Şahap olcek benim yigenimin adı :P

28 Ekim 2008 Salı

İnsanın kendi evi gibisi yok :))

Yaşasın Blogger!!

Bu yasağı koyarak sadece cümle alemi kendine güldürenleri de bir kez daha şiddetle kınıyorum.. Acun abi ona buna ayda dokuz doksana Digitürk kurmak yerine bu toplumsal meseleye el atsın bence :P

Açılışı yarın ard arda beş yazıyla kutlamayan ne olsun!!

Niye mi şimdi yazmıyorum? Ee, o kadar fotoğrafı yüklemek ve yazıyı yazmak biraz zaman alacak.. Malum, birikti gündem :))


Bir kez daha, oley oley oleeeeyyyyyyy...

27 Ekim 2008 Pazartesi

"www.ktunnel.com"dan girip bloga erişebiliyorum, yazı yayınlayıp güncellenen linkleri okuyabiliyorum ama fotoğraf ekleyemiyorum ve bazı işlevleri kullanamıyorum..

Sanırım Blogger açılana kadar Wordpress'te yazacağım, buraya sadece fotoğafsız olarak yazıları yedekleyeceğim.. Açılırsa buradan devam ederiz..

Hala çok kızgınım çoookkk..

25 Ekim 2008 Cumartesi

Yassah hemşerim, yassah.. Çünkü Türkiye burası.. Blogger da yasak, youtube da.. Düşünmek de yasak, istediğin kıyafetle okumak da.. Türkiye burası, başka sebebe gerek yok!!

Bir deli bir taş atar kuyuya, bulanır bütün su..

Akıllı deli farketmez ondan sonra, taşla doldurulur kuyu!!

N’apalım, "www.kuaybenindunyasi.wordpress.com"dayız bundan sonra.. Orası da kapanana kadar!!
Yassah hemşerim, yassah.. Çünkü Türkiye burası.. Blogger da yasak, youtube da.. Düşünmek de yasak, istediğin kıyafetle okumak da.. Türkiye burası, başka sebebe gerek yok!!

Bir deli bir taş atar kuyuya, bulanır bütün su..

Akıllı deli farketmez ondan sonra, taşla doldurulur kuyu!!

N’apalım, "www.kuaybenindunyasi.wordpress.com"dayız bundan sonra.. Orası da kapanana kadar!!
Yassah hemşerim, yassah.. Çünkü Türkiye burası.. Blogger da yasak, youtube da.. Düşünmek de yasak, istediğin kıyafetle okumak da.. Türkiye burası, başka sebebe gerek yok!!

Bir deli bir taş atar kuyuya, bulanır bütün su..

Akıllı deli farketmez ondan sonra, taşla doldurulur kuyu!!

N’apalım, "www.kuaybenindunyasi.wordpress.com"dayız bundan sonra.. Orası da kapanana kadar!!

24 Ekim 2008 Cuma

"Sana anne olmanın mutluluğu olmasaydı, olur muydu seni kaybetme ihtimalinin korkusu/acısı?"

Bu harika cümlenin sahibi olan sabır timsali anneyi Yusufcuk çok küçükken tanımıştım ben.. Küçük cennet kuşu İmran'ın annesiydi o.. Zor günler geçiriyordu o zaman.. Rabbinden ona gelen küçük emaneti, geri göndermenin zorlaştırdığı günler..

Çok dua etmiştim ona, hala ediyorum..

Ama bugünlerde biraz daha fazla duaya ihtiyacı var galiba.. Belki siz de sayfasını ziyaret etmek ve biraz rahatsız olan diğer kuzusuna dua etmek istersiniz..

22 Ekim 2008 Çarşamba

Ben dün gece düşündüm düşündüm, bu tatlı, kelebekli blog arkadaşlığı ödülünü bir de aylardır istisnasız her yazımı güzel yorumlarıyla süsleyen, onlar yetmeyince mail atan, birkaç gün yazmasam hemen merakla "Nerelerdesin?" diye soran tatlı ve vefakâr arkadaşım Ayşe Şule'ye de göndermeye karar verdim..

Kremalimizin annesi, senin de sayfana konsun bu kelebekler :))

21 Ekim 2008 Salı

Kelebek etkisi..

Butterfly effect :))


Haftasonu kelebekler kondu salon perdelerime..

Biliyorum, mevsim "ilk" değil "son"bahar ama El Sanatları Fuarı'ndan aldığım bu güzellikler ilkbahara kadar bekleyemzlerdi o poşetin içinde!!

Ben onları astım, onlar da söz verdiler bana.. İlkbahara kadar uslu uslu uyuyacaklar astığım yerde.. Sonra yaramaz güneş ışıkları yine vuracak camlara, çiçekler açacak ve ben uyandıracağım onları.. Hafifçe aralayacağım penceremi ve uçacaklar istedikleri yere...



.................



Sadece evime değil, sayfama da kelebekler kondu bu hafta..
Birbirinden habersiz ama eşzamanlı :))



Sevgili Sümüklüböceğim ve Kelebek Gibi bu tatlı "blog arkadaşlığı ödülü"nü hediye etmişler bana.. Çok mutlu oldum, teşekkürler..

Şimdi ben de birilerine hediye etmek zorundayım bu ödülü ama sayfanın her iki yanında, taa aşağılara kadar uzanan link listelerinden de anlayacağınız gibi seçim yapmak çok zor.. Birinizi seçsem diğeriniz güceneceksiniz, hiç saklamayın :P

Ben de şöyle bir çözüm buldum.. Madem bu bir blog arkadaşlığı ödülü, öyleyse ben de bu ödülü, blog vesilesiyle tanışıp gerçek birer arkadaşa dönüştüğümüz bloggerlara vereyim :))

Canım Özlemcim, İremcim, Minik Patiklercim, Hamarat Annecim, Sühendancım, Eminecim, Minelcim, Zeynepcim, Aysuncum, Sedacım, Hacercim, Ayşecim, Esracım, Tubacım, Neslihancım, Rabiacım ve canım Sabriş ablam..

Sizin de sayfanıza konsun bu kelebekler!!
Ben var ya, sizi kıracağıma dişimi kırarım daha iyi :P

Tamam o zaman şöyle yapalım.. Ben dediğim gibi burayı günlük olarak iptal edeceğim ve "kuaybebasturk.blogspot.com"da yazmaya devam edeceğim.. Vakit buldukça da ( artık ayda bir mi olur haftada bir mi bilemem, Allah Kerim ) buraya Yusufcuğun şirin ve güncel fotoğraflarını eklerim inşaallah..

Anlaştık di mi?
Sonbahar..







Şehirlerin tekdüze grisine inat, en güzel turuncularıyla, en tatlı kırmızılarıyla gelmiş doğaya sonbahar.. Ve ben iyi ki Ozan'ı dinlemişim yine.. Onunla beraber dağa yürüyüşe gitmiş ve o güzelim vişne bahçesini, o tatlı kızıl yaprakları görmüşüm.. İyi ki..




..........................



Mikrodalga fırınım geldi.. Hem de sipariş verdiğimin ertesi günü!! Bu süper hızlı gönderi ve kaliteli hizmet için "hepsiburada.com"a teşekkür ediyorum.. Ben fırını, sitedeki yorumlara güvenerek ve küçük çaplı bir piyasa araştırmasının ardından aldım zaten.. Fiyatı gerçekten çok uygundu..

Biriniz sormuştunuz ne aldığımı, şu modeli aldım.. İki gündür kullanıyorum ve çok memnunum açıkcası.. Yarım dakikada sütü ısıtıyor, ısıttığım bardakla içiriyorum Yusufcuğa.. Cezve çıkar, başında bekle derdi yok :P Pazar sabahı da hem bir gece önce yaptığım börekleri hem de ekmekleri ısıttım, ikisi de yeni pişmiş gibiydi, süper :)) En son bu akşam buzluktaki dolmaları çıkardım ve 20 dakikada hazırdı!! O buzu çözüp ısıtana kadar ben diğer şeyleri hazırlayamadım bile!! Yani kısacası, iyi ki almışım..

Gelelim mikrodalga fırınların zararlarıyla ilgili yorumlarınıza.. Gayet paranoyak bir kişilik olarak, böyle şüpheli bir aleti evime sokmadan önce derin bir araştırmaya giriştim merak etmeyin :)) İnternette onlarca yazı okudum ve en son da sevgili kocacığımın "Ya biz bu konuyu derste bile işledik.. Bu fırınlar, yiyeceklerin içindeki su moleküllerinin yüksek hızda titremesini sağlayarak ısıtıp pişiriyor, zararlı ışınlarla falan değil.." diye teminat verince almaya karar verdim.. Mikrodalga fırınların nasıl çalıştığıyla ilgili bu yazıya göz atabilirsiniz.. Lütfen okuyunuz, çok güzel ve açıklayıcı.. Rica ediciim, bilmeden etmeden "zararlı" diye kalplerini kırmayın bu hamarat fırıncıkların :P Dikkat etmeniz gereken tek şey çalışırken önünde durmamak ve kapağını açmamak..


"Zararlı" kategorisi altında da şu yazıyı buldum ama okuyunca göreceksiniz zaten, bahsedilen zarar mikrodalga fırının kendisinden değil de gıdaların uygun pişirilmemesinden meydana geliyormuş.. Bir diğer yazıda da birkaç çocuğun mikrodalgadan aldıkları bardak ya da tabaktan yandığı yazıyordu ama burada da suç fırında değil zaten.. "Zararlı" başlığı altındaki yazılar genelde bu haberlerden oluşuyor.. Tamam da ben şunu anlamıyorum, o zaman ilk önce kullandığımız ocak ve büyük fırınları atmamız lazım evden.. Ya da su ısıtıcıları ve elektrikli sobaları.. Onlarla yaralanan çocuk sayısı eminim ki çok daha fazladır.. Ama olmaz!! Bunlar kullanmaya "alışkın" olduğumuz şeyler.. Alışkın olmadıklarımıza da hep şüphe duymalı ve başkalarının da bizim bu zayıf noktamızı "zararlı" kelimeleriyle bir kara deliğe çevirmesine izin vermeliyiz..


Bu meseleyi bir sitede okuduğum şu tespitle bitirmek istiyorum, zira bilimsel bir yazıya dönüşmekte bu bölüm :P


Eğer yaydığı radyasyondan dolayı mikrodalga fırın almak istemiyorsanız bilin ki sürekli kulağınıza dadayıp konuştuğunuz cep telefonları, saatlerinizi karşısında harcadığınız bilgisayarlar ondan kat kat daha zararlı bu konuda.. Başarabiliyorsanız önce onları çıkarın hayatınızdan..





....................



Yusufcukla ben "en tatlı uyuma şekli"ni icat etme konusunda büyük bir gayret sarfetmekteyiz.. Şarkı söyleye söyleye ve "öbe öbe" uyumadan sonra sıra şimdi de "yüz eller arasında" modeline geldi :))

Uyumak için yattığımızda Yusufcuk önce tepişiyor tepişiyor, sonra da iyice uykusu gelince bana yanaşıp koluma yatıyor.. Minik ellerinden birini yanağımın altına diğerini de öbür yanağımın üstüne koyuyor ve "yağki loğle" diyor bana.. Ben şarkı söylerken o elleri yüzümde, ben yüzüm onun ellerinin arasında belki de dünyanın en tatlı uykusuna dalıyoruz..

Gerçi bu aralar bu tatlı uykularımız kabarıp kocaman şişen ve artık gün ışığına kavuşmak isteyen (:P) azı diş yüzünden sık sık ağlamalarla bölünüyor ama olsun.. Bünye alışkın ne de olsa :))



....................



Dün dağa yürüyüşe gittiğimizde Yusufcuk yine öldürdü beni gülmekten.. Öğle uykusu saati çoktan geçmişti ve uzun uzun koşup oynadığından iyice yorulmuştu artık.. Dönüş yolunda, yürürken birden yere oturdu ve ne kadar seslensek de kalkmadı.. En son babası "E hadi ama oğlum, arabaya gidiyoruz bak, gel.." diye ısrar edince şöyle cevap verdi bize..

- Yoyuydum, otuyyom adidik..

Bu "azıcık oturma" kavramını ne zaman, kimden öğrendi inanın hiç bilmiyorum :))


Ondan önceki akşam da "El Sanatları Fuarı"na gitmiştik hepberaber.. Bir ara ben bir incik-boncuk standına daldım, Ozan da sıkıldı ve Yusufcuğu alıp başka bir standa gitti.. Orada ahşap model bir motor görmüşler ve Yusuf tutturmuş babasına motoru al diye.. Ozan da "Paramız yok ama, alamam ki.. Sende var mı para?" demiş.. Tatlışım eğilip pantalonunun ceplerini karıştırmış iyice ve üzgün üzgün "Yok!" demiş babasına.. Sonra da avazının çıktığı kadar bağırmaya başlamış, "Anne deeeelllll, anne paya detiy, motoy ağcaş, deellll.." Alışverişe babasıyla değil sürekli onunla birlikte gittiğimiz için sadece bende para olduğunu zannediyor yavrucak :))

Tekrar buluştuğumuzda Yusufcuk pek bir sevindi beni gördüğüne, meğer sebebi oymuş.. Motorcunun önünden tekrar geçmeden hemen çıktık fuardan :)) Arabada bozuk paraları bulunca çok sevindi "Motoy ağcaş.." diye ama kandırdık bir şekilde.. Çünkü annesi paraları çok tatlı başka şeylere harcadı :))



........................



Bir duayla bitirmek istiyorum bugün..

Rabbim üzerimizdeki nimetleri idrak edebilmeyi nasip eyle.. Onları arttır ve şükrünü hakkıyla eda edebilmeyi nasip eyle..

Amin..