31 Ağustos 2007 Cuma

Eminim birçok kişi "Hımm, acaba bu sefer nereye pikniğe gitti bunlar?" diye açar oldu bu sayfayı.. Artık her piknik maceramızı yazışımda gülüyorum, Ozan'a diyorum ki sayende "Sömestır Sami" gibi olduk :)) Hani vardı ya Beyaz'ın bir tiplemesi, koltuğunun altında mangalla geziyordu adam.. Heryer potansiyel piknik alanıydı onun için..

Dün İrem'le buluşacağımızdan bahsetmiştim bir önceki yazıda ama nasip olmadı maalesef.. Ozan'ın son anda haber verdiği şirket pikniği sebebiyle yarına ertelemiştik buluşmayı ama bu sefer de İrem'in misafirleri geleceği için önümüzdeki haftaya kaldı :((

30 Ağustos Zafer Bayramımızı bir piknikle kutlamaya karar veren kocalarımızın peşine takılıp yine düştük dağ yollarına :)) Sirkeli civarında biryere gittik ama adını tam bilmiyorum..


Aslında çok kalabalık değildik, iki aile gelmedi ama aralarında on ay bulunan üç bebekle faaliyet had safhadaydı..




Piknik boyunca meleğim çooook mutluydu.. Topraklara bulandı, her nevi ot çöpün tadına baktı yine.. ( Bende büyük gelişmeler var yaa.. Önceden yastığına düşen emziği bile kaynar sularla yıkamadan vermeyen ben şimdi sadece uzaktan bakıp "Ayy oğlum yenmez ooo, pis, eee eee, çıkar çabuuukkk.." diye bağırıyorum.. Doğal bağışıklığa inanmaya başladım )


Babası sürekli başında gezdi meleğimin, emeklediği güzergahı dikenlerden, taşlardan temizledi :))


Biz de üç arkadaş baktık ki babalar bakıyor bebişlere, önce çevredeki yüksek tepelerden birine çıktık - sürüne sürüne :)) - sonra da aşağıya "Heyooo, heyoo.." diye bağırdık.. Bazı ufak tefek kazalar atlattık ama aşağı çaktırmadık tabii, kahramanlığa leke sürdürmemek lazım..

Sonra ben biraz güneşlendim (!) biraz da böğürtlen topladım küçük meleğime.. Bayılıyor ya..
Meleğim de onları afiyetle yedi.. Ama bu sefer ben kendim yedirdim zira geçen seferki piknik kıyafetlerinden o böğürtlen lekelerini çıkartabilmiş değilim henüz..


Miniciğimin en gözde oyuncağı ızgara teliydi orada.. Dakikalarca oynadı onunla.. Yağlı mağlı demedim verdim eline çünkü çamaşır yıkamak, oraya buraya emekleyen zıp zıp tavşanın peşinde koşmaktan daha kolay :))

Velhasılı çoook güzel bir gündü.. Dönüşte yorgunluktan kucağımda sızdı kaldı meleğim..



Ondan önceki gün de yine dağlardaydık ama bu sefer piknik yapmadık merak etmeyin :))
Sadece ufak bir akşam yürüyüşü..

Taa yukarılardan Ankara'yı seyrettik oğlumla..
( Ben bu cümleyi daha önce kurdum galiba.. Aaa evet, Estergon Kalesi için söylemiştim aynı şeyi.. )


Kendini yerlere atıp emeklemeye çalışan Yusufcuğuu kucakta tutmak hiç kolay değildi tabii.. Bu yüzden oturmaktan çok yürümek zorunda kaldık..

Bu yürüyüşün ardından da market alışverişimizi yapıp eve döndük yorgun argın..

......................

"Hazır herkes kendi işiyle meşgulken ben de şu reyona yanaşayım bari.."
"Gelin bakalım rengarenk mamalar.."

"Şu piskübiyi de ağzımıza attık mı operasyon tamamdırrr.."



.................
"Yusufcumm, güzel güzel mamalar alsın mı baban sana yemen için?"


" Hayııııııııııırrrrrrrrrrr....."

..............

Bizden şimdilik bu kadar.. Akşam için patlıcanlı börek istedi Ozan, onu yapmam lazım :))

29 Ağustos 2007 Çarşamba


Bebişine yeni ciciler almak isteyen anne babalar, yeğenine hediye almak isteyen teyzeler, geleceğe yatırım yapma düşüncesinde olan bekarlar :)) Koşun koşun, mothercare'da %50 indirim başlamış!!

Karşı komşum söyledi geçen gün, biz de gidip baktık Ozan'la.. Sezon sonu reyonunda fiyatlar gerçekten çok uygun.. 7'li bebiş body paketleri 20 YTL mesela.. Ben aldım oğluşuma.. Gerçi içinde iki tane de pembiş body var ama olsun, hediye ederiz bir cimcimeye olur biter :))

Gömlek ve pantalonlar da çok güzeldi ama ya istediğim rengin bize uygun bedeni yoktu ya da bedeni olanları beğenemedim :(( Sadece yukarıdaki iki tişörtü aldım.. Aslında doom günüsü için şöyle cici bir kıyafet baktım oğluşuma ama reyonda istediğim gibi birşey yoktu, yeni sezonların da fiyatı çok yüksekti.. ( yani aynı fiyata üç-dört kıyafet alabileceğim kadar yüksek ) Başka yere bakarım artık.. Ama bebişine kıyafet bakmak isteyenlere tavsiye ederim, güzel şeyler var..



- Dün akşam yemekten sonra sıkıldık evde.. Şirketin arabası da bizdeydi, düştük yine yollara.. Bu sefer "Evcil Hayvanlar Parkı"na götürdü bizi babamız..

Adı "Evcil Hayvanlar Parkı" ama içeride midilliden cins cins köpeklere, et tavuklarından kuğulara kadar çeşit çeşit hayvan var.. Geyik bile var yaa :))

Yusufcuk midilliyi seyrediyor..



Şimdi sırada kuğular var..



Yusufcuk hızını alamadı, daha yakından bakacak :))




Bunlar da tavus kuşları ve yan kümesten onları ziyerete gelmiş bir horoz..



Yanlız bir kuğu, ühü ühüüü..




"Elim sende" oynayan ördekler.. ( gerçekten aynı öyle koşuyorlardı hep beraber bir o yana bir bu yana )



Bunlar da benim ayaklarım :)) Baktım diğer fotoğraflarım ya çok karanlık ya da istediğim gibi değil, ben de bunu koydum n'apiiim?

Hatıra olsun di mi?




- Ozan günlerdir "Gözüne giriyor.." diyerek Yusufumun saçlarına takmış vaziyetteydi.. Hatta bir ara baktım, kendi makineyle traş etmeye falan niyetlendi, ben de uyurken yavaşça kestim meleğimin saçlarını.. Yapmak zorundaydım :(( Yapmasam Ozan yapacaktı.. Pişmanım, böhü böhüüü..

İşte yeni halimiz..

Bu arada zavallı Durmuş'a bir bakın.. Daha doğrusu zavallı başına :))


Yusufcuğun elinden neler çekiyor anlatamam..


Neyseki bu fotoğrafta kafasını ve gövdesini aynı kadraja sığdırabilmişiz :))



- Yusufcuk bu aralar çamaşır sepetine takmış durumda.. Sehpalara da öyle.. İtiyor, çekiyor, bazen benim çığlıklarım eşliğinde deviriyor :)) "Allah'tan çamaşır sepetini boşaltıp kirli çamaşırlarla oynamıyor.." diyordum, bu sabah onu da gerçekleştirmiş kaşla göz arasında.. Artık onun da yerini değiştirmek zorundayım!! Evin bütün dekorasyonu alt üst oldu yaa.. Ne bir süs eşyası kaldı ortada ne masa-sehpa örtüsü.. Herşeyi çekip devirme potansiyeli var bu bücürün.. Kitaplığın alt iki rafı boşaldı, mutfak dolaplarımın onun açabildiği kısımlarında benim eşyalarım değil de onun oyuncakları ya da plastik birkaç kap duruyor :)) Boyu uzadıkça bu değişim daha da yukarılara doğru devam edeck sanırım :))


- Yarın akşam eğer halim kalırsa yeni bir buluşma yazısı yazacağım inşaallah.. Dün akşam İrem'le karşılaştık MSN'de, yarın buluşuyoruz :)) Yuppiiii.. Sonra da pazara gitmem lazım, turşuluk malzemelerin vakti geldi artık.. Bir de bol bol biber almalıyım kurutmak için.. İki senedir bu işlere acayip takmış durumdayım :))


- Son madde.. Hayalpericim, seni okuyamıyorum :(( Neden, neden, neden ?

27 Ağustos 2007 Pazartesi

- Oğlumun minnoş blog kardeşi - pek de minnoş değil aslında, neredeyse 4 kilo, 53 cm, Yusufcuk ancak kırkı çıktığında o kadar olmuştur :)) - Deniz Efe doğdu çok şükür.. Asyacım, seni ve eşini tebrik ediyorum, miniğimize sağlıklı, uzun ve hayırlı bir ömür diliyorum..

................

- Günaydınnnn.. Nasıl geçti gece?

- İyi sayılır Kuaybe abla, üç kere kalktık, sabah da beşbuçukta başladı mesai..

- Hıı, iyi.. Biz de yedi kere kalktık ama uykumu almışım ben nasıl olduysa.. Çayın suyunu koyayım bari.. Sen Yusufcuğa göz kulak ol tamam mı..

- Tamam..



( On dakika geçer, Yusufcuk bezini doldurur.. G. evsahibine seslenir )

- Kuaybe abla, kooooşşşşş..



( Bol direnmeli bez değişiminin ardından ev sahibi kahvaltıyı hazırlamaya devam eder.. Bu sırada ikinci bir "Koooşşşş" sesi.. Salih miyk miyk ağlıyor..)

- N'olduuu?

- Yusuf Salih'in kulağına vurdu severken!



( Yusufcuk kucağa alınır, bugünlerde edindiği "vurarak sevme" alışkanlığının çok kötü birşey olduğu birkez daha uzun uzun anlatılır, hele küçük bebişlere hiç vurulmaması gerektiği söylenir.. "Cici ciciii.." hareketi defalarca tekrar edilir. Yusufcuk şirin şirin sırıtır ama annesi çok mahcub olmuştur..

Tekrar mutfağa döner ama Yusufcuk Salih'in peşini bırakmaz.. İçerden hala "Hayır, olmaz Yusufcum, nereye yatırsam ki ben Salih'i.." gibi sesler gelmektedir.. )

- Kuaybe ablaaaa..

- Efendim?

- Yetiş, Yusuf DVD oynatıcıyı çekiyor! Kalkamıyorum ben, Salih uyuyor kucağımda..



( Anne koşar.. Yusufcuğu oyalayacak yeni bir nesne bulur ve sükuneti sağlar.. Biraz sonra da nihayet elinde kahvaltı tepsisiyle içeri gelir.. Yusufcuk mama sandalyesine bağlanır, ağlamalı protesto eylemi başlar.. Eline ekmeği tutuşturulur, tepsiye ufak ufak doğranmış yeşil zeytinler konulur -asla siyah olmayacaktır- ve Yusufcuk minik parmaklarıyla onları alıp ağzına atmaya başlar.. Zira bugünlerde "kendim yicemmmm" havalarındadır.. Uyuyan Salih bebiş de mindere yatırılır ve bütün gece emzirmekten kalorisi tükenmiş iki aç bilaç anne hızla kahvaltıya gömülür.. )

- Beee.. İğğğğ... Miinnnggg..

- Salih uyandı, ben bir bakayım Kuaybe abla..

- Tamam, sen emzir onu, ben de Yusuf'a yumurta yedirmeyi deneyeyim..

- Pürrrffffff.. ( Yusufcuk yumurtayı parkeyle buluşturur. )

- N'aptınnn oğlummm? Daha dün sildim evi yaa.. Tamam yeme yumurta, domates vereyim mi?

- Egggee, eyyyyğğ, babaa, baaaaaaa..

- Ay delirecem yaa.. Tamam al, kemir kuru ekmeğini!



( Bu sırada G. diğer odadan gelir ama Salih bebişe söylenmektedir.. Bir sorun var ama ne? )

- N'oldu G.?

- Şey birşey söyleyeceğim Kuaybe abla ama kızma..

- Ya niye kızayım söyle sen..

- Şey oldu.. Salih kaka yapacaktı, ben de bezini gevşetmiştim.. Pamuğu ıslatmaya gittim, bir baktım ki kaya kaya kenara gitmiş, çarşaf mahvolmuş !



( Böylece Salih bebiş, Yusufcuk ve annesinden deminki tokadın intikamını almış olur )

- Yaa birşey olmaz, atarız hemen makineye.. Sen gel, otur kahvaltını et..



( Kahvaltıya devam edilir ama Salih bebiş durmaz.. İlla emecektir! )

- G. sen onu emzir, ben yiyeyim, ben onu tutarken de sen yersin..

- Tamam..



( Ev sahibi kahvaltısını eder, G. bebişi emzirir, sofraya döner.. Bu sırada tepine tepine mama sandalyesini olduğu yerden başka biryere ilerletmeyi başaran Yusufcuk yere bırakılır - zaten birşey yememektedir- "ice tea"ye dönen çay ısıtılır.. Ama içmek ne mümkün.. Yusufcuk ışık hızıyla Salih bebişe emekleyip durmaktadır.. )

- Oğlum gelll, küçük bebiş o, dokunulmaz.. Al bak telefonunla oyna sen..

- İyyyyyyyyyhhhhhhhhh..

- Tamam al bak burda ne varmış? Küçük at..

- Hemmmii, mmeeğğğğmmm..

- Tamam gel, su içireyim bak suuu..
- Pirrripppp pirrrrppp..



( Salih bebiş en güvenli yer olan annesinin kucağına verilir.. Zira Yusufcuk koltuk masa dinlemeden heryere erişmekte ve hiçbirşey yapamasa bebişin ayağını çekiştirmektedir.. )


...........


......


...


Sonra neler mi olur? Neler neler.....


Anlatmaya klavyeler yetmez :)) Ben gerisini sizin hayal gücünüze bırakıyorum.. Birkaç ipucu verelim ama.. Kırılan bir cep telefonu - Allahtan benimki -, biraz kusma, biraz ağlama, biraz düşme, biraz şişme, küçük bebişi Yusufcuktan kurtarma operasyonları, ard arda iki bebiş banyosu, uykusuz annelerin gece koridor karşılaşmaları, birkaç küçük adım ve tabii bol "mingaaa mingaaa"


( Buradan benim çıkardığım sonuç : Allah ikiz, üçüz annelerine sabır üstü sabır versin!! )


Minik misafirimiz Salih bey.. ( ya da zavallı gazi )



- Baktık ki Yusufcuk iki gün boyunca misafir bebişimizi rahat bırakmadı, G. ile markete gidip ona bir bebek aldık !! Evet evet yaptım, sonunda bunu da yaptım :)) Ama herşey o küçük bebişi kurtarmak için.. Belki hevesini oyuncak olandan alır, Salih'i rahat bırakır diye düşündük ama nerdeee? Bir iki mıncıkladı, baktı ki hareket etmiyor, ağlamıyor, en önemlisi de sıktığında canı yanmıyor :)) fırlattı attı arkaya..




Yusufcuk ve Durmuş :)) ( Babamız tarafından Durmuş ismi konuldu bebeğe :) )



- İki gün boyunca yağmur yağdı Ankara'ya.. Şükürler olsun.. G. ile kapının önünde dakikalarca toprak kokusunu çektik içimize misss gibi..


- Şimdiye kadar, birkaç sebepten dolayı hiç koymayı düşünmemiştim bu fotoğrafları ama sözünü dinlemem gereken bir iki dostun ısrarları üzerine yapacak birşey kalmadı..


İşte benim el emeği göz nuru cici sayfalarım :))




- Yusufcuğun kilo ve gelişimine yine fena takmış durumdayım.. ( Bu, başka bir bebişi her görüşümde nükseden bir hastalık oldu bende ) G. bizdeyken, eşi gece mesaisine kalan karşı komşum da geldi bir akşam.. Oğlu altıbuçuk aylık ve geçen ay 9 kiloymuş. ( Yusufcuğun şimdiki hali kadar ) Boyu da neredeyse ondan uzun.. Yani başkası görse Enes'i büyük zanneder ki G. öyle zannetti :((

Ozanların köyünde bir deyim var.. Yaşına göre küçük görünen bebeklere "garıncanın gardaşı" diyorlar, yani karıncanın kardeşi :)) Yok ya, benim oğlum karıncanın kardeşi değil kendisi, hem de atom karınca..

Belki diyorum minyon tipli olacaktır, belki fazla- hem de haddinden fazla- hareket ettiği için kilo almıyordur, belki de yemeye başlasa alacak ama.. Çıkamıyorum ben işin içinden..



- Dün Yusufcuğun doğumgünü için güzel bir plan yaptık Ozan'la.. Farklı ama bizce çoook güzel bir doğumgünü olacak inşaallah.. Ve büyük ihtimalle pasta içermeyecek :))

Şimdiden davet edelim herkesi..

20 Eylül akşamı "doom günümüz" var efendim, hepinizi bekleriz.. Ona göre yapın planlarınızı..



- Vee son olarak, Yusufcukla ilgili birkaç ayrıntı..

* Yusufcuk artık 2-3 adım atabiliyor rahatlıkla - ama canı istediği zaman, biz yap deyince değil.. O yüzden hala kamerayla yakalayabilmiş değilim ilk adımlarımız.. Ben çekene kadar o düşüyor ya da o hızlı hızlı adım atıp düştüğünde kamera yeni açılmış oluyor :(( -

* Biberonundan su ya da meyve suyu içebiliyor kendi başına.. Önceden ben tutuyordum ağzına çünkü biberonu ağzına götürse bile eğik tutuyor, su gelmiyordu.. Artık su gelmesi için havaya kaldırması gerektiğini biliyor ve öyle içiyor maşaallah meleğim :))

* Kapağı açık şişelerin kapaklarını kapatmaya çalışıyor ya da koltuğun altına kaçan topunu almak için eğilip o da koltuğun altına girmeye çalışıyor.. Ağlar da ben topu çıkartıp verirsem tekrar tekrar atıyor oraya, ben çıkardıkça gülüyor :))

* Bizi tokat ata ata seviyor.. O kadar coşuyor ki birisini severken, başka türlü hızını alamıyor :(( Bundan vazgeçiremedim bir türlü.. Sanırım bir süre bebişli ailelerden uzak duracağız..

* Çok güzel "bağğğbaaa" diyor, babasının içi gidiyor..

* Uyuyacağı zaman "memmm meemmmm.." diye ağlıyor.. Emip uyuyor gazı yoksa..

* Üzüme bayılıyor.. İkiye bölüp önüne koyuyorum, ard arda yuvarlıyor mideye.. Ama çok gaz yapıyor, yedirdiğime yedireceğime pişman oluyorum :((

* Bu aralar herşeyi kendi yemek istiyor..

* Uykudan uyandığında çok tatlı oluyor.. Mahmur mahmur gülüyor, kollarını uzatıp "Al beni yatağımdan.." diyor.. Kucaklayıp bizim yatağa alıyorum.. Alt alta üst üste oynuyoruz.. Koklaya koklaya öpüyorum gıdısından, kikir kikir gülüyor.. "Allah'ım isteyen, bekleyen herkese yaşat bu tadı lütfen.. " diyorum..


...............


Yeter mi bu kadar? Yeter..
Mesai öncesi son uzun yazılar bunlar :(( Coştum galiba yine..

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Olayyy olayyy olaaaaaaaaaaaayyyyyyyy...

Yusufcuk bugün 2+2+4 şeklinde ilk profesyonel adımlarını atmış bulunmaktadır.. Vatana, millete hayırlı olsun.. Allah benim yardımcım olsun :))

..............

Aşağıdaki yazıya gelen yorumların hepsi için çok teşekkür ederim.. Okudum ama cevap yazamadım.. İki gündür üzerimden tır geçmiş gibi yorgun kalkıyorum yataktan ve bloga sadece saniyeler içinde bakıp çıkıyorum.. Yusufcuk az önce uyudu -ikindiden beri ilk defa- ve ben kısılmış gözlerle bugünün kaydını tutmak istedim..

Ankara'ya gelip misafirimiz olan herkese de Özbek çadırında bir keyif sözü benden.. Sözüm söz :))

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Önemli uyarı : Dikkat dikkat.. Lütfen hamileler ve benim gibi hamile olmadığı halde gördüğü, duyduğu herşeyi aşerme potansiyeli olanlar bu yazıyı okumasın zira yazımız leziz yemeklerden dem vurmaktadır :))


Pazartesi iş görüşmesi olumlu sona erince ve sözleşme imzalanınca Ozan beni yemeğe götürdü Estergon Kalesi'ne.. ( Tabii Ankara'da bulunan minyatür kaleden bahsediyorum, taa Balkanlara uçmadık ) Buradaki Özbek Çadırı'nda yedik akşam yemeğimizi.. Daha doğrusu ben yedim, Ozan da tok olduğu için mekanın altını üstüne getiren Yusufcuğu oyalamaya çalıştı..

Birkaç çeşit daha vardı menüde ama ben Özbek pilavı, Özbek mantısı ve Çalop denilen naneli Özbek ayranını istedim..


Yemekler tek kelimeyle harikaydı.. Yusufcuğum da yedi pilavdan kaşık kaşık.. İçinde kavrulmuş et, havuç ve baharatlar var.. Et suyuyla pişirilmiş ama sanki tereyağı kokusu da aldım..

Mantının hamuru bizimkine benzese de şekil olarak da içerik olarak da farklıydı.. Kıymayla kuşbaşı arası büyüklükte eti ve soğanı birkaç baharatla kavurmuşlar iç harç olarak.. Sonra da -abartmıyorum- elim kadar hamurun içine koyup üstünü kumaş gibi bükmüşler.. Ayrıca bu mantı suda haşlanmıyormuş, buharda pişiriyorlarmış.. ( Görüldüğü gibi araştırmacı kişilik olarak tüm ayrıntıları öğrendim sizin için :P )

Ayrana ise diyecek kelime bulamıyorum.. Mis gibi nane kokuyor içerken.. Birtek bunun nasıl yapıldığını öğrenemedim.. Dün evde kendimce denedim ama ne rengi ne de kokusu tutmadı :(( Bir dahaki gidişte ilk işim ayranın da sırrını çözmek olacak.. Ramazanda iyi gider şöyle buz gibi, naneli naneli..

Bu arada "Yusufcuk nerde, niye hiç fotoğrafı yok?" diye sorarsanız.. Valla ben bir dalmışım yemeklere, unutmuşum babasıyla onun fotoğrafını çekmeyi :))

Karnım doyunca aklıma kaleyi gezmek geldi.. Akşamüstü serin bir kale keyfi yaptık, Ankarayı seyrettik taa yukarılardan..


Yusufcuğun keyfine dikkatinizi çekerim :))




Salı günüyse babamızın "pikniği geldi" yine :)) İş çıkışı aldık tavuklu pilavımızı, cin biberi turşumuzu -harika ikili- düştük altına oturabileceğimiz bir ağaç bulma sevdasına.. Ağaç bulamasak da bir yangın yolu bulup serdik abaları, bir güzel doyurduk karnımızı.. Yusufcuk o gün yarım kase tavuklu pilav yedi ki bu bir rekordur kendi bebeklik tarihinde :))


Neyse ben yatayım artık.. Gece yola çıkacak Ozan.. İstanbul'a gidiyor toplantı için.. Birlikte gidecekleri arkadaşının yeni doğum yapan eşi de bizde kalack üç gün.. İki yaramaz bebişle ne maceralar yaşayacağız bakalım :)) Fırsat bulursam anlatırım..

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Minik melek ve annesinin - ee tabii bazılarına baba da dahil- bir haftaya sığdırdıkları :


*Çıkmaya çalışan bir diş
*Uykusuz geceler, sabah namazından sonra öğlene kadar uyunan tatlı uykular
*Evde oda ve dekorasyon değişimi, bunu müteakiben büyük bir temizlik
*İki arkadaş ziyareti
*Babanın işyerine keşif gezisi
*Uzuuuun bir pazar alışverişi
*Üç kere gidilen, sonuncusu bugün gerçekleşecek olan iş görüşmeleri
*Tüm gün süren güzel bir piknik


Bütün bunların arasında bilgisayar başına oturmak pek mümkün olmadı maalesef.. Sayfayı açtığımda da birkaç kişiyi ziyaret edip çıkmak zorunda kaldım..

Ama merak etmeyin, zihnimde biriktirdim yazacaklarımı :)) Ayrıntılar kaçmadı yani..


- Önce bugünün anlam ve öneminden başlayalım.. Bugün bal oğlum 11. ayını doldurdu maşaallah.. Bir ay kaldı "doom günü"müze :)) Bir pasta yapma özürlüsü olarak doğumgününü mercimekli köfte ya da sigara börekleriyle "Yusufcuk" yazarak kutlamaya karar verdim :)) Ama yine de kolay ve güzel pasta tariflerine açığım.. O güne kadar geliştiririm kendimi artık..

- Yusufcuk ilk yaşına yaklaşırken bizi şaşırtmaya devam ediyor.. Artık kendi başına ayakta durabiliyor meleğim.. Bu hafta ilk adım denemesini de yaptı ama sonrasında yere düşmek hiç hoşuna gitmedi.. Her sinirlendiğinde yaptığı gibi kendi kendine söylendi durdu :))


- Yeni bir işe başlıyorum Allah'ın izniyle.. Bir etkinlik kitabı.. Yaklaşık dört aylık bir yazma süreci olacak.. İlk defa kendi alanımda ( Türk Dili Edebiyatı, Türkçe ) bir iş yapacağım için mutluyum ama bloga eskisi kadar vakit ayıramamaktan da korkuyorum açıkcası..


- Bir haftadır gece uykusu denen nimetten tamamen mahrumum.. Tavsiyeler üzerine papatya çayı aldım Yusufcuğa ama hala bir değişiklik yok.. Ben sabırla beklemeye devam ediyorum..


- Yusufcuk bu aralar "küçük efendi" modunda dolanıyor etrafta.. Önce ayaklarımıza kadar emekleyip kollarını yukarı doğru açıyor, çırpıyor ve şirin şirin sırıtyor - ki bu "Beni kucağınıza alın.." demek - Kucağımıza alınca da elini yumruk yapıp o minicik işaret parmağını ileri uzatıyor ve gitmek, görmek, mıncıklamak, ısırmak, devirmek, yırtmak istediği nesneleri işaret ediyor.. Nasıl mı? İşte böyle :))


Bunlar dünkü piknikte babasıyla gezerken topladıkları böğürtlenler.. Küçük efendi işaret ederek yemek istediğini belirtti ama baktı ki annesinden fayda yok, almış eline makineyi fotoğraf çekme derdinde, kendi işini kendi gördü meleğim.. Bir güzel yedi böğürtlenlerini..



Bunlar da günün sonunda, kirli ama mutlu ayaklar :))



- Şimdi efendim, benim meleğim minik melek ama hep minik kalacak değil ya, bebek arabasının devri bitecek bir süre sonra.. Eee, şöyle havalı bir araba lazım, ne de olsa erkek çocuğu :)) Şimdilik arabamızın direksiyonu var ( Sabahnur teyzemizin hediyesi ), alarmlı anahtarları da var ( Neslihan teyzemizin hediyesi ).. Bir de kullanırken giyebileceğimiz şöyle afilli bir tişöt ( Tuba teyzemizin hediyesi ).. Kaporta, yan aynalar, tekerlek vs. bilimum elzem parçayı da diğer blogger teyzelerimizden bekliyoruz artık :))



- Sonunda ben de kuzucuğuma kenarı yastıklı uyku setlerinden almak zorunda kaldım.. Şimdiye kadar, gece uyurken kenara dayanır ve burnu gömülüp nefessiz kalır diye korkuyordum ama başını o kadar çok vuruyor ki uyurken yatağının kenarlarına almak zorunda kaldım. Güç bela daldığı uykular başını vurdukça bölünüyor çünkü!

"Mee"şıl "mee"şıl uyuyun kuzucuklarım, tamam mı :))


- Hep Yusuf'a çalışcak değiliz ya, ben de yeni kitaplar aldım kendime..

Vee, tahmin ettiğiniz gibi önce uykuyla ilgili olanı okumaya başladım :)) Çok güzel gerçekten, bitireyim uzun uzun yazacağım içeriği hakkında.. Bizim Yusufcuk'ta gözlemlediğimiz ama tıbbi bir probleme işaret ettiğinin farkında olmadığımız birçok uyku bozukluğu belirtisini anlatıyor.. Çözmek kolay olmasa da en azından problemin farkındayım artık :((

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Ben size bomba gibi döneceğiz demiştim di mi?
Demiştim..
Tamam işte patlatıyorum bombayı..



Bizim ikinci küçük inci dişimiz de patladı !! Boooooooommmmm..



Yanlız Yusufcuk bu patlama(!) için tam da yola çıktığımız günü münasip gördüğünden otobüsteki yolcular ve personel dahil hepimizin anası ağladı :)) Bu kadar küçük bir cüsseden bu kadar tiz ve seri çığlıkların nasıl çıktığına hayret eden yolcular dönüp dönüp arkalarına baktılar.. Yusufcuk ön koltuk- kucağım- arka koltuk - kucağım- sol arka çapraz- kucağım.. şeklinde devam eden uzun bir kucak döngüsü yaşadı.. Bayanları reddedip özellikle erkeklere gitmesi de çok ilginçti. O abileri dayıları zannetti galiba :)) O kadar iyi anlaştılar ki birtanesinin ipodunu bile kemirdi diş kaşıyıcı niyetine!


...................


Eve vardık.. Bir bomba da muslukta patladı.. Çeşmeyi bir açtım; fissssssss.. Sular yok.. Ankara'da bir haftadır kesikti sular, haberlerden takip ettim hep ama ben yola çıkmadan önceki gece haberlerde suyun verildiği ve on gün kesilmeyeceği söylenmişti. İçim rahat çıkmıştım yola.. Ev zaten kirinden ağlamış, benim getirdiğim çamaşırlar, kirli sepetinde birikenler de cabası.. Bulaşık makinesi dolmuş, balkon yıkanacak.. Yusufcuk enerji tavşanı gibi emekliyor, yerleri silmem lazım, ona banyo yaptırmam lazım!! Sinir krizleri içinde geçirdim o günü.. Dolaptaki üzümü bile yıkayamadım yemek için.. Bidonlarda su vardı aslında ama "Ya su hemen gelmezse" diye idareli kullanmak zorunda kaldım.. Gece yatarken Allah'a yalvardım hep "Sabah sular gelmiş olsun lütfen.." diye..


Neyseki dün sabah sular geldi. İlk başta kombiyi çalıştıracak kadar bile tazyikli değildi ama sonra iki kere bulaşık iki kere de çamaşır makinesini çalıştırdık çok şükür.. Ondan beri bir sıkıntı var içimde.. İlerki günler için endişeleniyorum.. Susuzluk çok ama çok kötü birşey.. Elektrik kesintileri de başlayacakmış bugünden itibaren ama ondan çok korkmuyorum. Bir mum tutuyor lambanın yerini.. Ama su olmayınca ne temizlik, ne yemek, ne banyo hiçbiri olmuyor.. Suyun yerini hiçbirşey tutmuyor..


Allah'ım lütfen bizi susuzlukla imtihan etme.. Bol bol ver rahmetini.. Önceden kıymetini bilmediğimiz, bol bol, saça saça harcadığımız bu nimetini alma elimizden.. Yaptığımız israflardan dolayı biz bağışla.. Amin..

10 Ağustos 2007 Cuma

- Öncelikle hepinizin kandili kutlu olsun arkadaşlar.. Yarın sabaha bu mübarek geceden nasipdar olarak varalım inşaallah..

- Biz hala İstanbul'dayız! Bir akraba düğünü sebebiyle babaanne ve dedemiz haftasonu gelmekten vazgeçince biz de fırsat bu fırsat deyip yarın sabaha kadar uzattık tatilimizi :)) Çok da iyi oldu aslında çünkü bu sayede bugün Neslihan, Tuba ve Zeyneple buluşmak ve tanışmak nasip oldu.. Neslihan ve Tuba'yla dün görüşmüş ve kararlaştırmıştık zaten annemlere yakın bir yerde görüşmeyi. Gece de aklıma evi Kartal'a çok yakın olan Zeynep'e haber vermek geldi. O da bizi kırmayıp geldi sağolsun.. Birlikte çok güzel üç saat geçirdik, hepsine çok teşekkür ediyorum.. Neslihancım, özellikle sana.. İki seferdir evimize kadar bırakıyorsun bizi, çok mahcup olduk..


Erik teyzesi çok güzel ilgilendi oğlumla.. Birlikte meleğime aldığı hediye paketini açmaya çalıştılar -teşekkür ederiz Tubacım-, süsleriyle oynadılar, menüden yemek seçtiler, kucak kucağa gezdiler.. Hatta bir ara baktım Yusufcuk Tuba'nın omuzlarında.. Oyun odasını keşfettikten sonra da kaydırak mesaisi başladı tabii :))


Aşağıdaki fotoğraflarda da Yusufcuğa bakma nöbeti Nes teyzede :)) Yemeklerimizi sırayla yedik, oyun odasında Yusufcuğu sırayla oyaladık.. En gözde oyuncak da Neslihan'ın arabasının anahtarıydı.. Biraz kemirildi sağı solu ama Nes teyzesi hiç kızmadı oğluma :)) Ona da çok teşekkür ediyoruz hediyesi için..


Biz biraz oturduktan sonra da Zeynep ve minik tatar bebiş Ahmet Melih katıldı aramıza.. Çok tatlı maşaallah.. Her sevişimde o da güldü bana küçük çekik gözleri eşliğinde.. Birazcık mızmızlandı uyukum geldi diye ama sonra arabasında kendi kendine daldı gitti maşaallah.. Yusufcukla da iyi anlaştılar sanırım.. En azından çığlıklarından korkup ağlamadı.. Oğlum da onun arabasını sürdü Erik teyzesiyle beraber :))


Yusufcuk biz daha buluşur buluşmaz başlamıştı zaten esnemeye.. Uyumaz uyumaz bugün uykusunun geleceği tuttu :)) Kendi kendine dalamadığı için de huzursuzdu biraz ama kıpırcıklığı had safhadaydı.. Üç saat boyunca direndi, direndi ama eve gelir gelmez zor attı kendini yatağa :)) Kurbağalama modunda uyuyor şu anda kendisi..

Hepinize çok teşekkür ederim arkadaşlar.. Gerçekten çok memnun oldum sizleri tanıdığıma..


- Dün doğumgünü kutlandı bu küçük prensesin.. Biz Yusufcuğun koluna çay döküldüğü için gidemedik ama buradan kutlamak istedim.. -Yusufcuk iyi merak etmeyin, ucuz atlattık-

"İyi ki doğdun" öpücüğümüz olsun bu da :))

Bir de incisini yazalım küçük prensesin..

"Gaybe ablacım -bu ben oluyorum-, sen o kadar tatlısın, o kadar tatlısın ki bana güldüğünde çukulta gibi bişeyler yanaklarından akıp bana doğru geliyor.."

İyi ki doğdun Ececim.. İyi ki küçük şekerim oldun.. Seni çok seviyorum..

- Bizden şimdilik bu kadar.. Yarın yolculuk var inşallah.. Daha eşyalar toplanacak, Yusufcuk oyalanacak.. Evdeki internet bağlantı kablomuz kopuk olduğu için -Yusufcuğun son gün marifeti, babamız da yaptırmamış daha- bir süre buralarda olamayabiliriz.. Ama bomba gibi döneceğiz inşaallah merak etmeyin..

9 Ağustos 2007 Perşembe

Vee nihayet minik melek denizle buluştu bu hafta..

Akşamüstü gitsek, o tatlı maviliği yakalayamasak da -özleyince tatlı mavi oluyor İstanbul'un denizi bile- güzeldi deniz kenarı sefamız..

Oğlumla uzun uzun seyrettik denizi.. O biraz çırpınıp yüzmek istedi ama olsun, ben keyfini çıkardım..





Bu gelişimizde çok gezdik çoooooooookkkk.. Bunda en büyük suç MP'nin :P
Verdi bize pusetini, kim tutar bizi :))


Alışveriş yaparken bir yandan da fotoğraf hastalığımı gidermeye çalışıyorum tabi her gittiğim yerde :))



Dün ayağından ufak bir operasyon geçirdi babam.. Kısa da olsa bir süre yürümemesi gerekiyor, araba da kullanamıyor.. Bu, işin onun için zor olan kısmı.. Bizim için zor olansa o içerdeyken kapıda Yusufcukla onu beklediğimiz anlardı.. Muayene için gitmiştik aslında, bir anda kendimizi operasyon odasının önünde bulduk.. Ben onu eğlendirmeye çalışsam da Yusufcuk emekleyemediği, bulduğu herşeyi ağzına sokamadığı için hiç memnun değildi bu durumdan..

Güvenlik görevlisinden bilgi-işlemdeki abiye kadar herkes çığlıklarımızı durdurabilmek için seferber oldu ! Yerden yere vurulan o zavallı kredi kartı çekim makinelerini mi anlatsam size yoksa parça parça olan küçük hasta el kitapçıklarını mı.. İki kere hastaneyi turlamamız da yetmedi.. O yarım saatin sonunda üstüm başım terden sırılsıklamdı resmen..


Neyse ki babam iyi çıktı oradan ve ben en azından onun için endişelenmedim bir de.. Şu anda daha iyi, yarın pansumana gideceğiz birlikte..


- Gelelim Yusufcuğun evdeki durumlarına.. Farklı zaman ve mekanlarda sevenlerine şirinlik yapmakla meşgul kendisi.. Artık otomatiğe bağladı, ortam şenlendi mi hemen başlıyor gözlerini kısmaya :)) Öyle şirin oluyormuş..


İstanbul'a geldiğimizden beri günde iki öğün yemek yemeye başlaması da en önemli ayrıntı tabii.. Geçen hafta canım arkadaşım Fethiye'yi ziyaret ettik oğlumla, teyzesinin yaptığı "tava lahmacunu"nun içine düştü resmen.. Verdiğim lokma gitti ard arda.. Oradan beraber Sabriş teyzesine gittik bebiş görmeye, orada da tatlıyı lüpletti bir güzel.. Ozan'a anlattım, "Çocuk semirene kadar kal o zaman .." diyor :)) Ama bu işin şakası tabii.. Planladığımızdan bile erken gitme durumumuz var çünkü Ozan'ın annesi ve babası bize gelmeye karar vermişler.. Gidip evi bir elden geçirmem lazım..




- Erken dönme işi gündeme gelince MP'ye puseti geri vermek için telefon açtım ve benim İKEA sevdamı(!) bildiği için orada buluşmayı teklif etti.. Evi oraya çok yakın olan Sabahnur da bize katılınca ortaya bu tablo çıktı..


Tabii bu fotoğrafa üç anne ve birkaç ıvır zıvır daha eklemeniz lazım zihninizde :))

MP'cim bir kez daha teşekkür edeyim buradan.. Sayende oğlumla çok rahat bir tatil yaptık.. En azından benim kollarım çok rahattı :))

Ayrıca Adam bebeğin biz vedalaşıp ayrıldıktan sonra tekrar koşup boynuma sarılması ve beni öpmesi asla unutumayacağım kadar güzel.. Bayıldım küçük adama ben..

Gelelim Sabahnur ve fındık prensese.. Zeynep Erva çok ama çok tatlı bir bebek.. Çok da güleç maşaallah.. Onu her sevişimde o güzel gülücüklerini hiç esirgemedi benden.. Yine uzun uzun oturamadık, hatta Sabahnur'un dediği gibi aldıklarımızı bile yiyemedik ama çok tatlı geçti vakit..

( Sabahnurcum hediye için çok teşekkür ederim bu arada.. Gerçi Yusufcuk onu daha orada masalara vurmak suretiyle biraz yıprattı ama olsun.. Her oynayışta sizi hatırlayacağız.. )

Tanıştığım bir diğer isim de harika pastalar yapan Nes'ti.. O da bir arkadaşıyla İKEA'ya gelmiş, orada buluştuk.. Yani planlasam bu kadar insanla tanışamazdım sanırım.. O kadarla da kalmadı çünkü, dönüşte bizi eve Neslihan bıraktı ve önce Kadıköy'e uğrayıp Burcu'yu ve Oya'yı ziyaret ettik.. Onlar daha önceden tanışıyormuş zaten, ben de hepsini görmüş oldum.. Burcu'nun harika maket pastalarına baktım, onlar da tam gitmek üzereyken uyanan meleğimi sevdiler bol bol..

Çok güzeldi yani bugün, yoğun ama güzel..

Ben şimdiden "Bir daha ne zaman gelsem?" diye düşünmeye başladım :))

2 Ağustos 2007 Perşembe

Bilin bakalım biz bugün ne yaptık?

Lokum gibi Adam bebek ve şeker annesi Minik Patiklerle tanıştık :))

Lütfen kimse kızmasın, kamuya haber verecek vakit olmadı.. Sabah saat onda telefonlaşıp onbir buçukta buluştuk..

MP'cim sağolsun kendisindeki fazla pusetlerden birisini getirdi bize İstanbul'da kaldığımız sürece kullanmamız için.. Bu vesile oldu zaten tanışmamıza.. Uzun uzun oturamasak, niyetlenmemize rağmen bir tatlı bile yiyemesek de - babam hemen beni almaya geldiği için :(( - çok güzel geçti vakit benim için.. Yusufcuk saatlerdir uyumadığı için fazla uykulu ama enerji yoksunluğu sebebiyle sakin, Adam bebekse -maşaallah- inadına kıpır kıpırdı.. Sohbetimizi biraz ayağa, biraz koltuk aralarına, biraz Adam bebeğin karıştırmak için koştuğu masa ya da saksı yanlarına taşısak da çok eğlendik.. "Ciğğğ.." diye diye koşturdu etrafta Adam bebek.. Çiçek demekmiş efendim, MP'cim tercüme etti hemen.. Ben Adam bebeğin yanaklarını sıkıştırdım, MP Yusufcuğun gözlerini sevdi :)) Minişlere hediyelerimizi verdik.. Birbirimizi tanımaya çalıştık, bir sonraki buluşma için plan yaptık. Bu arada ufaklıklar da boş durmadı tabii..

Benim minişim tırmanma konusunda başarılı olamasa ve sadece ulaşabildiği köşeleri kemirmekle kalsa da Adam bebek oldukça iddialıydı :))


İlk karşılaşma öncesi ben daha önce hiç görmediğim MP ile ilgili bir hayal oluşturmuştum aslında kafamda - şöyle etine dolgun bir bayan - ama resmen hayal kırıklığına uğradım.. Hani diyor ya hep "Çok kilo fazlam var, pilates yapıyorum, hep böyle şişko mu kalcam ben?.. vs..." İnanmayın efendim inanmayın.. Dal gibi, çıtır bir esmer güzeli kendisi.. Ben çok beğendim valla... MP bir daha "Şişkoyum.." demek yok!


Eve geldik, Yusufcuk hemen atladı hediyesinin üstüne.. Paketin selameti açısından aldım elinden ve açma işlemini ben üstlendim :))

Atını da uçağını da çok sevdi meleğim, teşekkür ederiz MP teyzesi.. Atın üstüne basıyorum, o "İyyhhhhaa haaaaaa haaa.." diye giderken Yusufcuk da peşinden emekliyor, kafasından tutuyor hemen. Ters çevirdiği için atın ayakları havada boşa dönüyor :)) Bayıldı yeni oyuncaklarına, görüldüğü gibi objektife pek baktıramadık küçük beyi onları eline verdikten sonra :))



Yeni ve güzel bir arkadaş daha kazandığım için çok mutluyum.. İnşaallah birgün hepinizle biryerlerde tanışmak mümkün olur..


Bize şimdilik müsade, pusetimizle ufak bir akşam yürüyüşü yapacağız da oğlumla :))

1 Ağustos 2007 Çarşamba

Dün gece uzun uzun sorguladım hayatı..
Ölümü..
Ozanı aslında ne kadar ama ne kadar çok sevdiğimi..
Ona birşey olmasından ne kadar korktuğumu..
Uzun uzun sorguladım..


.............

Gece saat birbuçuk civarıydı telefon çaldığında.. Miniğimi yeni uyutmuştum, ben de dalmışım yanında.. Annemin sesini duydum önce "Ozan, uyuyorlar yavrum, uyandırayım mı?" diye.. Sonra biraz telaş eklendi sesine..

"Siz kimsiniz? Kayınvalidesiyim ben.. Evet memur bey, hangi şehirde?.. Evet anladım.."

İncecik bir tel koptu sanki içimde.. Yoldaydı Ozan.. Dün bizi Bolu'ya bıraktıktan sonra daha dört ili vardı gidecek.. "Kazaaa.." diyerek nasıl koştum salona, nasıl aldım o telefonu titreyen ellerimle anlatamam.. O ana kadar aklımdan neler geçti, gözümün önüne neler geldi..

"Merhaba ablacım, ben polis memuru Salih......., Amasrada'yım, eşiniz telefonunu unutmuş camide, ben buldum, başkası alırsa kaybolabilir diye korktum, sabah dörde kadar Kaymakamlık'ta nöbetteyim.. Kendisine ulaşabilirseniz beni bulsun..." diyordu telefondaki ses..


Dizlerim boşaldı resmen.. Ağlasam mı gülsem mi bilemedim..

Defalarca ama defalarca şükrettim..

Acı bir haber için de çalabilirdi o telefon ve herşey bitebilirdi bir anda..

Ne kadar umarsız, ne kadar düşünmeden, ne kadar "ölümü erteleyerek" yaşadığımızı düşündüm sakinleşip tekrar yatağıma girdiğimde.. Hep başkaları içindi sanki kötü şeyler.. Oysa ölüm çok yakındı bize, belki bir sonraki nefesimiz kadar yakın.. Uyku tutmadı uzun bir süre.. "Ya..." diye başlayan onlarca senaryoyu uzaklaştırmaya çalıştım zihnimden.. Meleğime bakıp bakıp "Allah'ım sevdiklerim sana emanet, canları sana emanet, sağlıkları sana emanet.. Kaldıramayacağımız şeyle imtihan etme bizleri.." diye dua ettim..

Ve bir kere daha anladım ki, birisini ne kadar çok sevdiğimizi en iyi anladığımız an, onu kaybetmeye en yakın olduğumuz anmış..