31 Aralık 2007 Pazartesi

2007'nin son günü yazıyorum ama bir yeni yıl yazısı değil bu.. Zaten yeni yılı hiç kutlamam ben.. Zannedildiği gibi "Hristyan adeti olduğu için, içki içildiği için.. vs" sebebiyle değil.. Daha farklı benim sebebim.. Anlayamadığım için neyi kutladığımızı.. Ölüme biraz daha yaklaşmamızı mı? Ömrümüzün kocaman bir dönemini daha geride bırakmamızı mı? Bir öncekinden pek de farklı olmayacak ertesi güne ulaşmayı mı? Neyi kutluyoruz sabaha kadar? Yaşlanmaktan, ölümden ödü kopan korkan bizler, bizi ona daha da yaklaştıran bir süreci neden kutluyoruz hiç anlam veremem.. Kaldı ki illa bir eylem gerekiyorsa her yıl başında, bence bir kutlama değil de bir sorgulama olmalı bu.. Koca bir yılı nasıl geçirdiğimizi, bir sonraki yıl için nelere niyet ettiğimizi sorgulamalıyız tombala oynamak yerine.. Ama dediğim gibi "bence".. Bu kelime herşeyi açıklıyor zaten.. Farklı düşünenlere saygı duyuyorum elbette ama hiçbirşey ifade etmiyor benim için yılbaşı, şifonyerimin üzerindeki takvimi yenilemekten başka..

......................

Diğer sayfayı artık şifreledim.. "Minik melek" sadece minik meleğime has olacak bundan sonra.. Yusufcuk ara ara afacanlık yaptıkça size anlatacağım ama, merak etmeyin :))

......................

Misafirlerimizden ikisi gitti, sadece Fethi dayımız kaldı bizimle.. O da misafir sayılmaz zaten.. Şu anda "dayı"lıktan "dadı"lığa terfi etmiş vaziyette, Yusufcuğu oyalıyor.. Çalışmam lazım diye kandırdım onu :)) Aaa, bu arada çalışmak demişken, merak eden arkadaşlar olmuştu, yazmayı unuttum ben.. Yola çıkacağımız akşam ödemeyi yaptı bana yayınevi.. Tehdidim işe yaradı demek ki :P Onca emeğim boşa gitmesin ve ne kadar süreceğini bilemediğim bir süre yeni yayınevi aramakla uğraşmayayım diye kabul ettim ama hakkımı helal etmiyorum hala, o ayrı konu.. Boş yere o kadar üzdüler beni.. Şimdi yeni planım, sadece yaptıkları ödemeye karşılık gelecek kadar sayfayı teslim etmek, geri kalanını da yeni ödemeyi alana kadar vermemek.. Kesinlikle güvenmiyorum ben bu adamlara..

......................

"Siyah Süt"ü okumak istiyorum en kısa zamanda, çok methetti herkes..

......................

Üç gündür elektrik idaresi oyun oynuyor bizimle resmen.. Bir gidiyor bir geliyor elektrikler.. Dün çamaşır makinesinde çamaşırlar, bulaşık makinesinde bulaşıklar bekledi saatlerce yarım yıkanmış bir şekilde.. Toplamda sekiz saat falan yoktu galiba elektrik.. Kombi de çalışmayınca ev buz gibi oldu ve zaten hasta olan Yusufcuğu lahana gibi kat kat giydirdim.. Bir de açtık birkaç ritmik müzik, hoplattık durduk.. Maksat hareket etsin, ısınsın yavrucak :)) Hani akıllı uslu durağan bir bebe olsa, al yanına yat yatağa.. Sıcacık mis gibi uyu.. Yooookk.. Yusufcuğa uymaz bu.. Gerçi dün akşamüstü tam bir buçuk saat uyumuş, tabii ben de.. Uyandığımda saate baktım, inanamadım.. Yusufcuğu öptüm öptüm teşekkür ettim evdekilerin şaşkın bakışları altında :P Ne de olsa büyük lütuf benim için o kadar uzun bir uyku..

....................

Uzattım yine.. Biraz da çalışayım bari, Fethi'ye ayıp olmasın :P

28 Aralık 2007 Cuma

Merhaba..

Buradayız artık..

Yeni bir eve taşınanların heyecanı sardı şimdi beni..
Ne yazacağımı şaşırdım :P

Fırsat buldukça düzenleyip zenginleştireceğim inşaallah sayfayı ve bu haftasonunu da atlattıktan sonra son hız yazmaya başlayacağım.. Linkleri de yorumlar geldikçe eklerim yine.. Eski sayfadan copy-paste yapacak vaktim bile yok :(

Yusufcuğu özlerim diye düşünenler endişelenmesin.. Ondan da bahsedecğim sık sık.. Göremeseniz de haber alacaksınız yani minik melekten.. Hayatımın çoğu ona tahsis edilmiş durumda zaten.. Bahsetmesem abes olur :))

Ozan'ın amcasının oğlunun yanısıra en küçük dayımız da gelecek bu akşam bize.. Kalabalık ve hareketli bir hafta sonu bekliyor bizi.. Güzel geçer umarım.. Tabii sizinki de..

Hem sayfamı hem de sizi çok özledim ben yine..
Tek tek okuyup gelişmeleri öğrenmem lazım.. Gel gece geeel, Yusufcuk çabuk uyuuuu :))
Arkadaşlar sizi şöyle alalım :))

Bu, bu sayfadaki son yazım şimdilik..
Artık yeni yazılarımız "www.kuaybenur.blogspot.com" da olacak.. (GÜNCELLEME: Bu adres artık kullanımda değildir - 2009 ) Yusufcuğun sayfasına devam edip etmemeyle ilgili kararım kesinleşmedi.. Belki de oğluşumun günlüğü için eski, sararmış yapraklarla kaplı deftere geri döneriz.. İki sayfayı birden idare edecek vaktim olup olmayacağı konusu hala kesinlik kazanmadı kafamda.. Ama buraya yazmaya devam etsem bile bu sayfa sadece ailelerimize ve bizzat tanıdığımız birkaç arkadaşa açık olacak.. Ben yeni sayfada biraz Yusufcuktan biraz havadan sudan bahsederek yazmaya devam etmeyi düşünüyorum..

Şimdilik bu kadar..
Dün misafirlerimizle aynı anda otobüsten indiğim ve evi hala toparlayamadığım için birkaç gün molaya ihtiyacım var.. Yüksek bayram temposunda dinlenmekten çok yoruldum zaten.. Üstüne bir de Yusufcukla başbaşa uzuuuuun bir yolculuk eklenince kendimi hiç iyi hissetmemeye başladım.. Yemek yapıp hemen uyumayı düşünüyorum Yusufcukla beraber..

Hoşçakalın..

24 Aralık 2007 Pazartesi

Bayramdan küçük notlar:

- Bayram sabahına Yusufcuğun midesindekilerle yıkanarak başladı annesi!! Allahtan üstünde bayram cicileri değil de pijamaları vardı :P Hafif de ateş eklenince bu duruma anne, yolda-molada kar oynamalarına yordu bu durumu ama Yusufcuğun başka bir sürprizi vardı.. Kendisine verilecek harçlıkları karşılıksız bırakmayı gururuna yediremeyen Yusufcuk biri alttan biri üstten olmak üzere iki yeni küçük diş hediye etmişti anne-babası ve tüm sevenlerine..

- Yusufcuk Mirza kardeşle tanıştı bayramın ilk günü.. Tatlı kuzenine niçin "akan yanak" lakabı taktıklarını yakinen görmüş oldu.. Mirza ne tarafa dönse tombiş yanakları da o tarafa doğru akıyordu çünkü :))

- Hava çok soğuk olduğu için kurbanlığı göremedi Yusufcuk.. Zaten annesinin onun "fışkırttıklarını" temizlemekten babasıyla gidecek fırsatı da olamazdı!! Oysa annesi onu koçun üzerine bindirip fotoğraf çekecekti.. İyi ki gitmedi.. Anneye belli olmazdı, yapardı valla :))

- Çok çok bayram ziyareti yaptı Yusufcuk.. Hopladı, zıpladı, coştu coştu oynadı.. Her müzikte popişini sağa sola salladı.. Annesinin halasını kahkaha atmaktan yerlere bile yatırdı..

- İstanbul'un trafiğinden fenalık geldi Yusufcuğa.. Annesine de tabii.. "Kaç sene nasıl yaşamışım ben burada? Nasıl dayanmışım bu trafiğe?.." dedi hatta.. Yusufcuğu arabada oyalamak için cama vurup, yaramazlık yapan Yusufcuğu almaya gelen canavar taklidi yaptı, "Vermem oğlumu sana vermeeeemmm.. Uslu duracak o.." diye kendi kendine cevaplar vererek avunmaya çalıştı..

- Yusufcuğun annesi, hiç tanımadığı bir evde yaşayan hiç tanımadığı insanlara kurban eti götürdü bu bayram.. İki odaya sığmayan çalışan altı kişinin hayatına rastladı orada.. Hasta baba, seri konuşamamanın ezikliğiyle anlatmaya çalışıyordu içindekileri.. Ama gülüyordu gözleri.. Yusufcuğun annesi bir kere daha anladı ki onu en çok mutlu eden şey, kendi vesilesiyle gülen gözlerden ona yansıyan mutlu enerjiydi.. Hep gitmeye karar verdi o eve, hep görmek istedi o gözleri..

- Yusufcuğa bayramlık almadı annnesi bu bayram.. Çok kıyafeti vardı, ihtiyacı yoktu çünkü.. Onun yerine başka bir bebişe güzel bir kıyafet hediye götürdü.. Bunu yapmayı da çok sevdi.. Bundan sonra da hep öyle yapacak inşaallah.. Kendi oğluna bayramlık alsa da almasa da bir başka çocuk da onun gibi sevinsin, bayramda cici cici giyinsin isteyecek..

( Son iki maddeyi "Oo, Kuaybe neler yapmıııışş.. Ne sevaplara girmiiişş.." densin diye yazmadı Yusufcuğun annesi.. Bizim için belki küçük olan iki ayrıntının başka hayatları tahmin edemeyeceğimiz kadar aydınlatabildiğini farkettiği ve bunu hep hatırlamak istediği için yazdı.. )

..................

* Bir süre fotoğraf eklemeyeceğim sayfaya arkadaşlar.. Esra'nın başına gelenleri okuyunca öncekileri için de ciddi ciddi endişelendim açıkcası.. Şu anda vaktim olmadığı için yapamıyorum ama eve dönünce inşaallah ciddi değişiklikler olacak sayfada.. Sanırım artık şifreli bir bloga çevireceğim ben de bu sayfayı :( Hala tam karar verebilmiş değilim ama umumi olması çok büyük problemlere zemin hazırlayabilir gerçekten.. Sadece sürekli yorum yazan, tanıdığım, güvendiğim insanlar okursa daha rahat olacağım galiba.. Bunun yanısıra yeni bir blog oluşturacağım inşaallah.. Orası şifresiz olacak ve Yusufcuktan ziyade gözlemlerimi, okuduklarımı ve paylaşmak istediklerimi yazacağım.. ( Senin düşüncelerinden bize ne?" diyenler için hatırlatma: Okumak zorunlu değildir :P )

* İkinci önemli mesele de dönüşle ve tanışmayla ilgili.. Cumartesi giderim diye düşünmüştüm ama perşembe akşamı evde olmam ve Cuma günü gelecek misafirlerim için hem Ozan tarafından birazcık (!) altı üstüne getirilen evi toparlamam hem de hazırlık yapmam lazım.. Ozan'ın yurtdışında yaşayan amcası ve oğlu ( "aile hekimimiz Pol" lakaplı kişidir kendisi, Ozan'ın has kankasıdır ) bebek görmeye geleceklermiş bize ve hemen sonrasında döneceklermiş İsviçre'ye izinleri bittiği için..

Bu durumda buluşma olamayacak sanırım.. Çünkü tek ihtimal olarak yarın akşam kalıyor ve bu çalışan arkadaşlara da eşleri problem edebilecek arkadaşlara da uymaz.. Gündüz yapalım desek, zaten en az yarı yarıya fire veririz.. "İnşaallah bir dahaki sefere.." demekten başka çare yok sanırım :(( Zaten ne yapacaksınız benimle tanışıp, cadının tekiyim işte :P

Şimdilik bu kadar.. Yeni blogumuz ve yeni haberlerimizle dönüşte karşınızda olmak dileğiyle :)) Bakalım Yusufcukla beni nasıl bir geri dönüş yolculuğu bekliyor? Benim gündemim şimdiden bu!!

21 Aralık 2007 Cuma


Küçük bayram yakışıklısından herkese iyi bayramlaaaaarrr.....

18 Aralık 2007 Salı

Bu yazı nerelere kadar uzar gider hiç bilmiyorum..
Şu anda onlarca şey var aklımda yazacak.. Yusufcuk uyanana kadar ha gayret Kuaybe :))


Önce cumartesiden başlayalım..

Haftasonu çok ama çok güzel bir blogger tanışması düzenledik.. Sevgili Özlem mail atmış bana.. Ayşe gelecekmiş İstanbul'dan, "Biz tanışacağız, sen de gelmek ister misin?" dedi.. "Tabii isterim.." dediğimi yazmama gerek yok herhalde.. Gerçi böylece yazmış oldum ya neyse :)) Cumartesi akşamüstü buluşmaya karar verdik.. Özlem gelip bizi evden aldı sağolsun ve birlikte Ayşelerin olduğu yere gittik.. Ayşeler diyorum çünkü burada, evinde misafir olduğu arkadaşı ve kızıyla gelmişti o da..

Ayaküstü heyecanlı heyecanlı başlayan tanışma faslı o kalabalıkta nihayet bulabildiğimiz bir yere oturunca masada devam etti.. Hem Ayşe hem de Özlem sayfalarına yansıttıklarından çok daha tatlı ve çok daha içtenler.. İkisini de tanıdığıma çok memnun oldum ben.. Kısacık bir süreye sığdırmaya çalıştığımız sohbetin tadı damağımızda kaldı..

Eve döndüğümüzde Yusufcuk hemen Özlem teyzesinin hediyesi olan treniyle oynamaya başladı.. O akşamı kurtardık sayende Özlemcim, çok teşekkür ederiz tekrar :))

Fotoğraftaki küçük köpek de Bera'nın Yusufcuğa hususi hediyesi.. Hani para atılıp yukarıdan uzanan metal kolla oyuncak yakalamaya çalışılan makineler var ya, ondan çekti bu köpeği Yusufcuk için.. Hatta iki tane gelmiş şansına, pembe olan da Verda'nın oldu..


Yukarıda Bera'nın "Şükrediyorum çünkü.." oyununa verdiği cevaplardan bahsetmiştim ya hani.. Birkaç örnek yazayım da ilerde tekrar tebessüm edebileyim.. ( Tamamen kendi ifadeleriyle )

- Şükrediyorum çünkü annem babam ölmedi.. Onlar olmasaydı ben yemek yiyemezdim, para ödeyemezdim, fakir olurdum..
- Şükrediyorum çünkü dünya var, kuşlar var, köpekler var.. Ayrıca hayatım iyi gidiyor :))

...................


Gelelim pazara..

Pazar günü, haftasonları için gelenekselleşen alışverişimizi yapmaya giderken yolda kurbanlıklar gördük.. Kamyonetlere doldurup satış için getirmişler.. Babamız piyasayı öğrenmek için satıcılarla sohbet etti biraz.. Bu durumda Yusufcuk da yanlarına gitmeye can attığı kurbanlıklara yaklaşma fırsatı buldu.. Koçlar çok hareket ettiği için dokunmaya cesaret edemese de onlara bakıp bakıp kahkahalar attı benim kuzucuğum.. Coştu koyunları severken.. Bayramda ne yapacak bakalım..



Eve döndüğümüzde yine herzamanki gibi aldı eline telefonu, dakikalarca "Aloo deeğdeee" modunda gezdi evin içinde.. Neyse ki yarın gidiyoruz, çocuğum kavuşacak inşaallah dedesine.. Bu aralar böyle Yusufcuk... Telefonu alıp dolaşa dolaşa dedesiyle ya da bizim bilmediğimiz hayali kimselerle konuşuyor kendince :)) Ama oturarak konuşmaması çok ilginç.. Babamız da hiç oturarak telefonla konuşmaz çünkü, hep gezerek konuşur.. Yusufcuk da onu taklit ediyor.. Telefonu eline aldı mı oturuyorsa bile ayağa kalkıp dolanmaya başlıyor :))

Bir de bu aralar kalem merakı depreşti küçük beyin.. Kütüphanenin üstünde kalemlerin olduğu yeri işaret ede ede sesleniyor bana, eğer vermezsem de verene kadar ağlıyor.. Ama yine de vermiyorum.. Peki neden vermiyorum? Çünkü şimdiden bir koltuk örtüm, bir yemek takımı sandalyem ve bir de kıyafetim çizilmiş durumda.. "Ucu kapalı ya da ucu olmayan bir kalem vermeyi dene.." demeyin çünkü verdiğim kalemi önce yerdeki dergi veya kitaplarda deniyor, yazmıyorsa yenisini işaret ediyor!! Yazmayan kalemi n'apsın afacanım :))

Başka, başka..

Reklamlardaki bebekleri gösterip "beğbee" diyor Yusufcuk.. Çok gülüyorum onun bu haline.. Kendisi bebek değil canım artık.. Onlar bebek :))

Reklam demişken.. Her ne kadar istemesem de Yusufcuk televizyona daha doğrusu reklamlara çok düşkün olmaya başladı.. Reklam müziklerini ne zaman duysa diğer odada olsa bile gelip ekranın altına kuruluyor.. "Selocan"ın "Süpyiş yaptım kötü mü oldu, bi bu bi bip..." yaptığı reklamda o da elini hemen ağzına götürüp "bi bu bi bip" yapıyor, yiyecek reklamlarında yanıma gelip "mamma" diyor, ritmik müzikli reklamlarda hemen ortama ayak uyduruyor :)) Karşısına oturup saatlerce hareketsiz izlemese, tamamen pasifleşmese, hatta gördüklerini tanımlayıp onlara uygun hareket etse bile ben yine de bu durumdan rahatsızım.. Gerçi belli miktarda televizyon seyretmenin bebeklerde olumlu etkilerinin olduğunu savunan görüşler de var - hatta Ozan'ın bir arkadaşının çocuğu var, ileri derecede zeki, özel eğitim alıyor ve okumayı dört yaşındayken reklamlardan öğrenmiş.. Söylenen kelimelerle, örneğin deterjan isimleriyle harfleri eşleştirmiş - ama hala kararsızım televizyonu hayatımızdan tamamen çıarıp çıkarmama konusunda.. Ama o zaman Derya Baykal'ı nasıl seyredicem ben :P

..................

- Kuaybe, farkındaysan yarın yola çıkacaksınız.. Bavulu artık hazırlasan diyorum..
- Hımm, tamam.. Ama gitmeden önce birkaç sorum var arkadaşlara..

İki mail aldım bu hafta, ne zaman geri döneceğimizle ilgili.. Bayramı annemlerde geçirdikten sonra minnoş melek ve ben bir hafta daha İstanbul'da olacağız inşaallah.. İsteyen arkadaşlarla ufak bir tanışma günü düzenleyebiliriz.. Ama arabamız olmayacağı ve hava da tahminen çok soğuk olacağı için bizim gidebileceğimiz yerler çok kısıtlı.. İstanbul trafiğinde dur kalk- dur kalk Yusufcukla bir minibüs macerasını hayal bile edemiyorum :P
Tahmini olarak gidebileceğimiz yerler Kadıköy, Üsküdar, Maltepe ve belki İKEA olabilir..(Babam sağolsun, kandırırım artık ) Hangisi olsun? Ortak biryer belirlersek mailleşelim.. Birgün de Avrupa yakasında olacağız inşaallah ama o gün sanırım "kapsama alanı dışında" olacağım.. Zira hala kuzusu Mirza'ya ayırdım o günü tamamen.. Kendisini öpücük yağmuruna tutmayı planlıyorum tüm gün.. Tam bir poğaça yanak olmuş benim yeğenim :))

Ben artık gideyim.. Eşyalar beni bekliyor.. Cicilerimizi koyalım bavula, bayramda çok el öpeceğiz inşaallah bu sene.. Harçlıklarımızı şimdiden hazırlayın bakalım :))

17 Aralık 2007 Pazartesi

Merak etmeyin buralardayım..

İyiyiz..

Sadece çok yoğun ve çok güzel üç gün geçirdik çok şükür.. Hala da devam ediyor yoğunluğumuz.. Az sonra da bir arkadaşa çay içmeye gideceğiz.. Gece uzun uzun yazmayı düşünüyorum inşaallah..

Güzel bir blog tanışması, aşama aşama çiçek yapımı, kurbanlıklarla kaynaşan Yusufcuk.. Daha neler neler.. Bizden ayrılmayın :P

( Bu arada marifetli bir iş yaptım, çiçekli böcekli bir şablon bulup onu kaydetmeye çalıştım.. Hem sayfa hem de yazılar kapkara oldu, rengi de birtürlü değiştiremedim.. HTML falan anlamam da ben :)) Tekrar eski düzene dönelim dedim, bir de baktım tüm linkler, tüm sayfa ögeleri silinmiş.. Zamanla normale dönmeyi umuyorum :)) Ezberimde olan linkleri ekleyeceğim inşaallah bu gece.. Diğerlerini de yorum geldikçe eklerim tek tek..
Ah ben ahh.. )

14 Aralık 2007 Cuma

Dün akşam S. Bey'in sekreterine son bir not bıraktım artık aramalarını beklemediğime ve kitabı başka bir yayınevine satacağıma dair.. Buna rağmen hala arayan olmadı!! Demek ki adamlar çoktan vazgeçmiş benim haberim yok..

Akşam Elife Hoca'yla konuştuk telefonda.. Kendisi bu piyasanın ustalarındandır, sayısını bilmediğim kadar çok kitabı var emek emek yazdığı.. Elimdeki kitabı yazmamı da bir nevi ona borçluyum aslında.. Onun kütüphanesinden üç-dört poşet dolusu kitap taşımıştım eve yazmaya başlamadan önce.. Türkçe kitabı yazarken en önemli ve en çok zaman alan mesele temalara uygun metinler bulabilmek.. Bunu halledince olay nispeten hafifliyor, metinlere uygun etkinlikler tasarlamak ve testler yazmak kalıyor geriye.. Bana çok yardımcı olmuştu Allah razı olsun.. Sadece kitaplarla değil, motive edici konuşmalarıyla göndermişti beni eve ve sonra hızla yazmaya başladım zaten.. Akşam olayı anlatınca "Sen buna üzüldün mü yoksa? "dedi bana.. Öyle bir tavırla söyledi ki o an boş yere üzüldüğümü bir kez daha anladım.. Baştan bu olayın içinden sıyrılmak şükretmem gereken birşey belki de.. Çok daha ciddi boyutta mağdur olabilirdim.. İhtimalleri düşündükçe "Çok şükür.." diyorum şimdi..

Bayramdan sonra ilk işim birkaç yayıneviyle görüşmek olacak inşaallah.. Eminim seneye hazırlık olarak etkinlik kitabı yazdırmak isteyen yayınevleri vardır.. Piyasada bu alanda açık çok çünkü.. "Hakkımızda hayırlısı.." diyerek bu konuyu kapatmak istiyorum artık.. Düşünmek ve boş yere kendimi üzmek istemiyorum..

..................

Boleromuz nihayet bitti arkadaşlar..

Ama son halinden önce, dün kaldığımız yerden devam edelim yapım aşamalarına..
Kalan iki çiçeğimizi de ana parçanın diğer tarafına ekliyoruz.



Daha sonra yapraklı olan sırt kısmına değil, ön tarafa gelecek parçanın iki yanına düz zincir çekerek iki bağ yapıyoruz.. Bunların ucuna da çiçeklerimizle aynı renkte iki küçük çiçek daha ekliyoruz..
Bağların uzunluğunu siz ayarlayabilirsiniz.. Fiyonk yapacak kadar olması lazım..


Böylece boleromuz tamamlanmış oluyor...

Benim için işin zor kısmı bundan sonra başladı.. Tahmin ettiğim gibi Yusufcuk asla ama asla böyle bir meselenin içinde yer almak istemedi ve bir kare bile fotoğraf çekemedim..
"Ne yapsam?" diye düşündüm ve minnoşumun düz bir bodysini manken olarak kullanmaya karar verdim..


Ama hem çok sönük kaldı bu sunum hem de bana boynu olan bir manken lazım ki nasıl giyildiğini gösterebileyim.. Body üzerinde olmadı..

Ben de hemen bazanın altında, karanlıkta uyumakta olan bebeğimizi çıkardım :))
Hani bir zamanlar bizde misafir kalan ve Yusufcuğun hışmına uğrayan Salih bebişi kurtarmak için aldığımız bebeği.. Ama Yusufcuk onun canlı olmadığını anlayıp, orasını burasını sıkıştırdığında hiçbir tepki alamayınca önce kafasını gövdesinden ayırmış, sonra da bir kenara atıvermişti! O günden beri uslu uslu - ve haline şükrederek - bazanın altında bekliyordu bu bebek..

Neyse..

Gelelim boleronun nasıl giyildiğine..

Önce bebişin iki kolunu geçiriyoruz..
Yeşilli arka kısmı üstte olacak şekilde tutmamız lazım tabii..


Sonra tüm parçayı bebeğin sırtına doğru geçiriyoruz..
Önde sadece çiçekli bağcıklar kalacak.


Arkada kalan yaka kısmını kendi içine doğru yuvarlayıp istediğimiz ölçüye gelince öndeki bağcıkları da bağlıyoruz ve işteee.... Boleromuz hazır :))


Bir de yandan görelim..
Arkası da böyle duruyor..


Yanlız bu bebek üzerindeki sunum da hoş görünmedi gözüme ve tekrar "Ne yapsam?" diye dolanmaya başladım evin içinde.. Aklıma Yusufcuğun daha önce darmadağan ettiği yün yumağı geldi :)) Ucundan ip koparıp koparıp çiçek yaptığım bu çilekeş yumak, bu sefer de peruk oldu bize :))
Böylece bebişimiz de konsepte uyumlu hale geldi..


Bolero bebişe göre biraz büyük olduğundan yandaki çiçekler falan tam açık durmadı ama sanırım nasıl birşey olduğu belli olmuştur..

Beğenenler hemen bebişlerine örmeye başlasın bakalım..

Ben bunu tatlış Atikeme ördüm.. Şimdi sırada Rana bebişiminki var.. Ama onu daha farklı süsleyeceğim inşaallah.. Zaten süsleme tamamen kişiye kalmış.. Benim gördüğüm model böyle değil aşağıdaki gibiydi..


Bu benim kendi bolerom.. Kayınvalide-gelin ortak yapımı :)) (Benim katkım sadece ortadaki çiçek ama farklı bir görünüm verdim fena mı :P) Biz kenarları çiçekle değil de altı tane düz zincirle zikzak yaparak birleştirdik.. Süslemeden düz dikenler de var.. Tercih size kalmış..


..................


Biraz da ev dekorasyonuyla ilgili önerilerde bulunalım :p

Eğer sizin de tekli koltuklarınız beybişiniz tarafından atlama sahası olarak kullanılıyorsa,
onları yan yatırabilirsiniz..

Tamam belki böyle yaparak geleceğin "potansiyel" bir bungee jumpingcisinin gelişimine ket vurmuş olabilirim ama böyle yapmasaydım ben geleceğin "kesin" kalp hastası olacaktım..
Bütün gün "Hiiiğğğ..", "Ayyyhh.." diye diye Yusufcuğu havada yakalamktan, ben daha sakinleşmeden, kalbimin çarpıntısı geçmeden aynı sahneleri tekrar tekrar yaşamaktan iyice paranoyak oldum..



Neyse ki Yusufcuk bu yeni koltuk modelimizi çok sevdi.. Aralara girip girip çıkıyor.. Aslında sırtı yaslamak için tasarlanmış bölgede zıp zıp zıplıyor.. Hatta böyle daha kolay sürükleyebildiği için oyun alanını istediği yere taşıyabiliyor :)) Ben de karşıdan bakıp rahat rahat çiçek işleyebiliyorm :P

Yanlız evde görünümü altüst olan tek yer salon değil.. Yatakodamız da estetik planını kaybetmiş durumda.. Sebebi mi? Yusufcuk anne ve babasının yanında yatmaya geri döndü.. Gece defalarca kalkıp kalkıp onun odasına gitmek işkenceye dönüştüğü için yatağın ve komidinlerin yerini değiştirip kocaman bir yer yatağı yaptım bebişime.. Kendi yatağı odasında duruyor ve gündüzleri orada uyutuyorum, geceleri bizimle yatıyor yine.. Böylesi daha kolay yaa..

.................


Dün Ozan gelince "Nasıl yazdın o kadar şeyi?" dedi bana sayfaya bakıp.. Bugün yine döktürmüşüm.. Boşluk başıma vurdu galiba :P Benim hemen yeni kitap projelerine açılmam lazım :)) Hayır ben yazarken zevk alıyorum da, size yazık di mi?

13 Aralık 2007 Perşembe

Sanırım büyük bir "Seviye"sizlikle karşı karşıyayım!!

Haftasonu yayıneviyle görüştüğümde kitabın ana bölümünün bittiğini ve testleri yazdığımı söylemiştim.. Bayramda İstanbul'a gideceğimiz için, yola çıkmadan ödeme yapılmasını rica ettim - ki sözleşmede ilk ödemenin Ekim'de olacağıyla ilgili madde vardı ama ben o zaman kitabı tamamlamadığım için bunu talep etmemiştim, hakkım yok, bitince alırım diye.. Neyse.. Muhatabım S. Bey, "Siz yazdıklarınızı teslim edin bize.." dedi ama ben ücreti almadan kitabı teslim etmeyeceğimi söyledim.. Bunun pek mümkün olmadığını, bu kitabın seneye okutulmak için yazdırıldığını ve kitap basılıp satılmadan, yani kendileri para kazanmadan bana ödeme yapmalarının çok zor olacağını falan anlattı!! Ödeme yapılmadan kitabı teslim etmeyeceğimi tekrar ettim ve bana muhasebeyle görüşüp bana döneceklerini söyledi..

Beş gündür bu adamdan haber bekliyorum onlarla çalıştığım için kendime kahrede kahrede.. Defalarca aradım, sekreterine not bıraktım, defalarca "Tamam arayacak.." dediler ama hala arayan yok.. Akıllarınca beni oyalıyorlar sanırım.. Oysa artık ödeme için değil, kitabı kesinlikle ama kesinlikle onlara teslim etmeyeceğimi söylemek için aramalarını bekliyorum.. Bayram dönüşü kalan birkaç testi de tamamlayıp başka bir yayınevine satacağım inşaallah.. Ama bunu bile söyleyebileceğim bir muhatap yok karşımda..

Ben mi hep böyle sahtekar insanlarla karşılaşıp imtihan oluyorum yoksa hepsi böyle de karşıma çıkacak başka alternatif mi kalmıyor çözemedim gitti..

....................


Bu sıkıcı iş meselesini bir kenara bırakıp cicik yünlerimize dönersek..

İşte karşınızda meşhur bolero :))

"Bu da ne?" demeyin.. Şimdilik atkıdan bozma birşey gibi görünebilir ama sonucu beğeneceğinizden eminim..

Eni sırt uzunluğunda, boyu giyecek kişinin dört karışı yüksekliğinde olan bu parçayı ördükten sonra sıra çiçekleri yapmaya geliyor..

Biliyorsunuz çiçek olmadan olmaz :))
Heryer çipçiçek olmalı ki gözümüz gönlümüz açılsın..

Dört tane çiçek yapıyoruz boleronun kenarları için..
Sonra onları aşağıdaki gibi ana parçayı ikiye katlayıp iki kenarı birleştierecek şekilde ekliyoruz. ( İsterseniz dikerek, isterseniz tek zincirle birleştirerek )


Benim bolerom bir bebek için olduğundan iki çiçek yetti.. Burada ölçü, kenarı yarısına kadar kapatmak.. Yani üstte sadece kol girecek kadar boşluk kalacak.. Yetişkinler için dört çiçek gerekir sanırım..


Sonra ana parçanın sırta gelecek kısmına - örgüyü kestiğimiz tarafa, orası daha güzel duruyor çünkü - yaprak benzeri birşey yapıyoruz..


Aynı ilmeğe üçlü trabzanla üç kere batıp dolduruyor, dört zincir çekip batıyor ve sonra yine battığımız ilmeği üçlü trabzanla üç kere dolduruyoruz..





Sırt kısmı tamamlandıktan sonra diğer kenara iki çiçek eklemeye geliyor sıra..

Ama benim bolerom bu aşamada kaldı..

Tamamlanmış ve Yusufcuğa giydirilmek suretiyle sunulmuş halini yarın eklerim inşaallah..
Çok ilginç bir giyim şekli var çünkü..

Yanlız dua edin Yusufcuk uslu dursun da güzel fotoğraflayabileyim.. Bere de değil ki bu Sabahnur gibi topa geçireyim :)) Mecbur canlı bir konu mankeni lazım.. Ama en olmadı bir body üzerinde göstermeye çalşırım..


( Aysuncum, senin için bir de çiçek yapıp fotoğraflayacağım merak etme.. )

Şimdilik bu kadar.. Benim biraz oğlumla oynayıp sakinleşmem lazım zira şu dakika itibariyle uyandı kendisi.. Mıkır mıkır sesler geliyor yatağından :))

10 Aralık 2007 Pazartesi

Morali bozuk bir şekilde yazmayı hiç sevmiyorum ama kaç gündür yazamadım.. Başka çarem yok.. Moralimi bozan mesele bugün kesinleşirse daha sonra anlatırım açık açık.. Yayıneviyle büyük bir problem yaşıyoruz da.. Elimde kalabilir yazdığım kitap.. Daha tamamlayamadım ama bu problem çıkınca yazmayı bıraktım tamamen.. Şevkim kırıldı resmen, elim kaleme gitmiyor :((

Kendimi örgüye vurdum tamamen :P Tabii Yusufcuktan arta kalan sınırlı dakikalarda.. Dün evine döndü babaannemiz ve yine başbaşa kaldık beybişimle.. Rahata alışmışım galiba.. Dün Yusufcuk akşamüstü uyuyakaldığında ben de zor attım kendimi yatağa.. Tüm gün süren ağır tempo yormuş beni, hamlamışım :))

Boleroya nihayet başladım.. Bayram için bebişine ya da kendine yeni bir cici arayanlar hemen iki düz iki ters lastikten oluşan ana parçayı örmeye başlasın :)) Ben ortalama bir yaşında bir bebek için 84 ilmekle başladım ama ölçerek de sayıyı ayarlayabilirsiniz. Yünün kalınlığına göre değişir çünkü.. Örgünün eninin sırtı tamamen kaplaması gerekiyor.Boyu da giyecek kişinin dört karışı kadar olacak. Dümdüz dikdörtgen bir parça yani.. Yapım ve süsleme aşamalarını da tek tek göstereceğim inşaallah..



( Tamam kabul ediyorum, bu örgü işini abarttım biraz, evin heryeri yün doldu ama gerçekten negatif enerjimi alıyor.. Çerçeveden saate heryer çiçeklerden, örgüden nasibini almaya başladı.. Yakında Ozan'ı ya da Yusufcuğu da kaplayacak ve çiçeklerle donatacak bir "nesne" örmekten korkuyorum :P Ama ondan önce Yusufcuğun odası için harika bir projem var..)



................


Babaannemiz gitmeden bir gün önce yine ufak bir park kaçamağı yaptık biz.. Nadir güneş ışıklarını yakaladık, "İyi ki gelmişiz.." dedik.. Minnoşumu kaydırdık.. Salıncakta salladık.. Ama daha çok, o oradan oraya koştururken peşinden koştuk.. Daha önce de yazmıştım ya, yürümeyi tamamen bıraktı, sadece koşuyor.. Gitmek istediği yere bir an önce varmak, ellemek istediği şeyi hemen mıncıklamak için sanırım.. Tabii biz her an arkasında olduğumuz için "Şunlar beni yakalamadan yapacağımı yapayım hemen.." düşüncesi de neden oluyor olabilir bu duruma :)) Yaramazlık yapacağı zaman önce yüzümüze afacan afacan bakıp sonra hemen koşmaya başlıyor çünkü.. Belki bakmasak ya da arkasından gitmesek o da acele etmek zorunda hissetmeyecek kendini :P Yavaş yavaş, tadına vara vara kemirecek mesela sokakta bulduğu yarı çürümüş bir mandalina kabuğunu!!

( Bu arada aşağıdaki yazıya bazı arkadaşlar "Şekerli şeyler verme.." diye yorum yazmış ya, bu Yusufcuğun şekerli şeyler yememiş hali arkadaşlar.. Ben hala ne hazır meyve suyu ya da şeker ne de çikolata vermiyorum Yusufcuğa.. İkram edildiğinde bile alıyorum elinden.. Zaten yemesi gereken sağlıklı hiçbirşeyi yemiyor, bari zarar verecek olanlardan koruyayım diyorum.. )

Bu arada..
Babaannesi buradayken çarşafta sallanark uyumaya alıştı Yusufcuk yine.. Dün gece uyuturken akla karayı seçtim.. Umarım hemen salıncağına uyum sağlamaya başlar yoksa yandım ben!!

.....................

Şimdi gelelim sevgili Özlem'in sobesine..

Şimdiye kadar ne olmayı, hangi meslekleri yapmayı hayal ettim?


İlkoulda astronotluktan öğretmenliğe, "İyi çene var sende yakışır.." iltifatları (!) sebebiyle avukatlıktan müdürlüğe (:P) her türlü meslek vardı hayallerimde.. Ama en çok "Doktor olacağım.." diyordum soranlara.. Çünkü babam "Sen ilk müslüman hanım doktorun ismini taşıyorsun, çok yakışır sana.." diyordu..

Ortaokula gelince işin rengi değişti.. Hep sınıfın en yüksek notlarını almama rağmen matematiği ( daha genel anlamıyla sayısal dersleri ) sevmediğimi ve bunlarla değil de "okumak"la vakit geçirmek istediğimi farkettim.. Daha o yıllarda tüm dünya klasiklerini, Türk masal ve romanlarının çoğunu okumuştum zaten.. Öyle ki, hep anneler çocuklarına "Kitap oku.." der, benim annem "Yeter kızım, bu kadarı da fazla.. Gözlerin altı numara olacak, zaten bozuk.." diyordu.. Altı yaşında gözlükle tanışmış bir insan olduğum için annemin kaygısına hak veriyorum aslında çünkü herkes yatar, ben ya koridordaki gece lambasının ışığında ya da yorganımın içinde el feneriyle okurdum kitaplarımı.. Küçük prensesin devin elinden nasıl kurtulduğunu ya da Küçük Prens'in kuzusunu nasıl taşıyacağını öğrenmeden uyumam mümkün değildi..

Bir yazar olmaktı o zamanlar hayalim..
Çocukları çok mutlu eden kitaplar yazan bir yazar olmak..

Liseye gelince bir gerçekle daha yüzleştim.. ÖSS denen bir duvar vardı bu ülkede ve onu aşmadan "diğer tarafa" geçmek mümkün değildi.. Bir süreliğine vazgeçtim hayallerimden ve mutlaka ama mutlaka üniversite okumaya karar verdim.. Bunda, ortaokulda beni istediği kolejde okutmak için arabasını satan babamın ve "Ben istediğim halde siyasi olaylar yüzünden okuyamadım, sen gerçekleştir hayallerimi.." diyen annemin büyük payı var tabii.. En çok onlar için okuyacak ve benimle gurur duymalarını sağlayacaktım..

Okulumda sözel sınıfı açılmadığı için mecburen eşit ağırlık öğrencisi oldum ve matematikle yine uğraşır (!) hale geldim ama bunda da bir hayır varmış.. Benim alanımda çözülen her matematik sorusunun katsayısı sözelcilerinkinden fazlaydı ve bu sayede sözel tercih yapmama rağmen çok daha yüksek bir puan aldım.. Matematiği bu yüzden kısa bir süreliğine de olsa sevdim :P

Lisede en büyük hayalim psikoloji okumaktı.. Hani olur ya, duvarlara istediğin bölümü yazan levhalar asarsın sınava hazırlanırken.. Bizim sınıfta da vardı hepimizin bir levhası ve "Boğaziçi Psikoloji" yazıyordu benimkinde kocaman kocaman.. Akımları inceliyor, muayenehaemin hayalini kuruyordum.. Hatta bir merkeze gidip oradaki psikologlarla görüşme bile yapmıştım alanımı belirlemek için ve parapsikolojide karar kılmıştım!! "Peki neden psikoloji istiyordum?" diye soruyorum şimdi kendime.. Cevabı var ama çok içimi acıtıyor.. Çok özel benim için.. Yazmasam daha iyi sanırım.. İnsan istese de anlatamıyor demek ki bazı şeyleri..

Neyse, kuru üzümden okunmuş kaleme, kardeşlerimin dualarından yolda tekrar ede ede ezberlediğim Cevşen'e kadar hertürlü techizatla sınava girdim ve elhamdulillah iyi bir puan aldım.. Bana yarı şaka yarı ciddi "Bence sen sınava girme, eve gidip çeyizini işlmeye başla çünkü seninle ilgili hiç umudum yok.." diyen bir hocamı iyice morarttıktan sonra - asla bir öğretmene karşı bu ifadeyi kullanmak istemezdim ama çok daha ilerisini duymayı hakeden bir insana karşı kendimi bu kadar frenliyor olabilmem aslında takdir konusu.. Başka konularda da haddi olmayan pekçok müdahalesini gördüm kendisinin - sıra tercihlere geldi.. Tüm kağıdı en yüksek puanlı olandan başlayarak psikoloji bölümleriyle doldurdum ama birtek Boğaziçi'ne yetmiyordu puanım.. Ve ben o sırada sınav sistemi yeni değiştiği için edebiyat tercihi yapabileceğimi bilmiyordum.. Dershanede bir hocam tercihlerimi kontrol etti ve "Sözel puanın tercih ettiğin yerlere göre çok yüksek, yazık etme puanına, Boğaziçi Edebiyat yazalım, sen başla, orada hem çift dal hem de yatay geçiş hakkın var, sonra istersen bölümünü değiştirirsin.." dedi. İstemeye istemeye razı oldum aslında ama şu anda dua ede ede anıyorum onu.. Düşünüyorum da, eğer psikolog olsaydım şu genç yaşımda hastaların dertlerine ağlaya ağlaya, içim şişe şişe göçerdim bu dünyadan.. ( Özlemcim bu kısım senin için ikinci baskı oldu, kusura bakma.. )

Çok şükür kazandım ve edebiyat okumaya başladım.. Ama hiçbir zaman bölümümü değiştirmeye yeltenmedim.. Hem çok keyif aldım okurken hem de ard arda ders bırakan, temel dersleri bile geçmek için sabahlayan psikoloji öğrencisi arkadaşlarımı gördükçe halime şükrettim.. Okulun eğitim dili ingilizce olduğu halde bizim bölümün bazı dersleri Türkçeydi ve bu büyük avantaj sağladı benim gibi evli olarak okuyan birisine.. Hiç kolay geçmedi o yıllar çünkü, daha da ağırını düşünemiyorum.. ( Evet evli okudum ben, sınavı kazandıkta sonra evlendik ve öyle başladık okula Ozan da ben de ama bu çoook uzun bir konu, es geçelim şimdi.. )


Şimdi yaptığım işi çok seviyorum.. Yazmak çok güzel.. Test yazarken bile herhangi bir cümle yerine çocukların içini şenlendirecek, onlara küçük de olsa yeni ufuklar açacak cümleler seçmeye çalışıyorum.. Hayal güçlerine dokunmaya çalışıyorum.. "Kırmızı arabanın freni patladı.." cümlesindense, "Anneme kırmızı bir kır çiçeği hediye ettim.." demeyi tercih ediyorum sıfatları anlatırken.. Çünkü biliyorum, okuduğumuz her cümle iz bırakıyor ruhumuzda.. Çocuklar için güzel cümleler kurmak isityorum.. O cümlelerle düşünüp o cümlelerle konuşsunlar istiyorum..

Hala en büyük hayalim, iyi bir çocuk yazarı olmak.. Ünlü değil, iyi.. Bir çocuğun bile hayatına dokunmak, onun hayalini güzelleştirmek çok önemli benim için.. Çok klasik olacak belki ama bir çocuk dünyayı değiştirebilir çünkü.. Ben buna inanıyorum..

Tabii bu aralar bir de yün ve tasarımla ilgili bir meslek hayalim var :P Allahtan ki ikisi birlikte yürüyebilecek işler :)) Birinden yorulunca diğerine geçiyorum..


Neyse.. İyi ki moralim bozuk.. Olmasa ne kadar yazardım Allah bilir..


Son not: Biletlerimizi aldık.. Arefe günü İstanbul'dayız inşaallah..

8 Aralık 2007 Cumartesi

Bunaldımm..


Yoruldummm..


Patlamak üzereyimmm....


Şu kitap bittiği an üzerimden bir dağ kalkacak sanki..

Yoğunluk, yazacak zaman bırakmasa da güzel günler yaşıyoruz çok şükür.. Yusufcuk hem büyüyor hem de gittikçe daha da hareketleniyor.. Ben her defasında daha fazlası nasıl olabilir diye düşünüyorum ama oluyor..

Artık sadece kulaklarını değil -kırparak- gözlerini, -çekerek- burnunu, -kocaman açarak- ağzını ve -kafasına vurarak- aklını (:P) gösteriyor benim oğlum :)) Bestesi ve güftesi kendisine ait şarkılar mırıldanıyor, aktğında kendi burnunu kendi siliyor, "çak bi beşlik" oynamayı biliyor.. Yürümüyor.. Dur duraksız koşuyor.. Koştukça düşüyor.. Düşünce hemen acıyan yerini göstere göstere bana geliyor ağlamaklı.. "Anne öpmüş geçmiiişş.." yapıyoruz, kanıyor :))

Bense çoğu zaman masanın başında, orada değilsem de yünlerimin arasında kaçamaktayım..
Son stres mamülüm aşağıdaki saat.. Konu mankenimiz yine renksiz İKEA saat :)) Çevresini lastik ördüm ( bir düz bir ters ) ve birkaç çiçekle de süsledim.. Oturma odam daha güzel artık.. Sırada yatakodası için başladığım kırmızılıyı bitirmek var :)) Bir de tabii bolero.. Örüp aşama aşama fotoğraflayacağım inşaallah.. Çok güzel ve çok ilginç çünkü.. Ama ne zaman? Allah bilir..



( Özlemcim, bir sonraki yazım soben için olacak inşaallah, şimdi yetiştiremedim.. )

4 Aralık 2007 Salı

Tamam Sümüklücüm kızma.. Geldim işte :))

90 sayfa tamamdır.. Kaldı 30 sayfa.. Onu da bayrama kadar yetiştiririm Allah'ın izniyle..

Bu arada.. Kitapla ilgili soru soran arkadaşlar vardı.. Kamuoyu açıklamamızı yapalım hemen :P

Yazdığım kitap benim kişisel bir kitabım değil.. Dört yazardan oluşan bir ekip kitabı. İlköğretim 4. sınıf için derslere yardımcı, etkinlik ve testler içeren bir kitap. Ben sadece Türkçe bölümünü yazıyorum. Anlayacağınız, öğrencilerin etütlerde test çözerken hayır dua ede ede andıkları (!) yazarlardan biriyim :))


....................


Sonraya kalırsa yazmayı unutabilirim.. Önce birkaç haber ve kutlama..

Canım Erik'im mucizesine kavuştu çok şükür.. Şimdi sırada kaç bebiş olduğunu öğrenmek var :)) Rabbim hayırla ve sağlıkla kucağına alıp öpe koklaya büyütmeni nasip etsin Tubacım..

1 Aralık'ta tombiş Berk'imiz, bugünde fındık Zeynep Erva'mız doom günü şekeri oldular :)) Her ikisine de hayırlı uzun ömürler diliyorum.. Anneciklerine de sevgiler yolluyorum, muk mukk..

......................



Aşağıdaki fotoğraflar bir iki gün önceki alışveriş maceramızdan.. Ben ve zavallı "poz" çabalarım.. Anlaşılan uzun bir süre Yusufcukla doğru düzgün bir anne-oğul fotoğrafımız olmayacak.. Asla ama asla kucakta durmuyor çünkü artık.. Adımını basmadığı bir milimetrekare alan kalsın istemiyor.. Kucağımıza alır almaz basıyor çığlığı, atıyor kendini yerlere.. Puset de tamamen çıktı zaten hayatımızdan..



Bu arada, alışveriş merkezinin yılbaşı süsleri de zor kurtuldu Yusufcuğun elinden..
Yüksek gayretimden ötürü beni tebrik etmeleri lazım :P
İki saniyede tüm emeklerinin boşa gitmesi işten bile değildi..




......................


Kayınvalidem geldiğinden beri en çok yaptığımız şeylerden birisi "katmer" ve "bükme" partisi düzenlemek :)) Genellikle aile arasında oluyor ama iki kere misafir de ağırladık.. Biraz daha kalacak olsa eminim sayı artardı..


Şimdi sırada, hamurişi ustası babaannesinin küçük çırağı Yusufcuktan hamur açma dersleri var..

İyi hamur açmanın sırrı nedir?

İşte ayrıntılar..

Önce oklava, alttaki yaşını almış iki, üstteki yeni çıkmış üç dişle şöööyle sağlamca ısırılıp kontrol edilir.. Mazallah sağlam falan olmaz, hamur yarım kalır sonra..


Diş testini geçen oklava hazırlanan bezelere batırılır ve bezeler sündürülür..
Burada amaç oklavanın hamuru esnetip esnetemeyeceğini kontrol etmektir..


Bu test de bitince sıra hamur açılacak sofranın boş bir köşesinde
oklavanın iyi dönüp dönmediğini kontrol etmeye gelir..

"Tek tek açmak kolay, bakalım üç bezeyi bir arada açabiliyor mu?"
diye de denendikten sonra..


Sıra artık yapışmasın diye üzerine un serpilen hamuru açmaya gelir..

Küçük beze büyür, büyüüüür...


Babaannenin de yardımıyla harika bir katmer hamuru olur :))

Afiyet olsun :))
Siz bakmayın, katmerin lezzeti undadır, haşhaşın cinsindedir diyenlere..
Ben size püf noktaları verdim işte.. Bu testleri yapın, güzel olmazsa görüşelim..


....................


Unutmadan şunu da ekleyelim..

Yusufcuk yiyor demiştim ya.. Siz ona da inanmayın..
Kuru ekmeğe talim yine günlerdir :((

30 Kasım 2007 Cuma

( Az önce Yusufcuk babaannesiyle evin önünde oynamaya çıktı ve ben de "Fırsat budur.." diyerek açtım bilgisayarımı.. Kayınvalidem gidene kadar işleri toparlamak istediğim için uzun uzun yazacak vakit yok ama sizi de merakta bırakmak istemedim.. Madem ki birşeyler anlatamıyorum, bugün biraz edebi (!) takılalım :)) Okuyun bakalım hoşunuza gidecek mi.. )

Minik pembe dükkanın kapısını yavaşça açıp içeri girdi genç kız. Burnunun üzerindeki küçük yarım gözlükleriyle kendisine gülümseyen tezgahtara "Biraz gözyaşı istiyorum" dedi. "Hatta biraz değil elinizde ne kadar varsa." Sustu. "Sadece iki şişe" dedi tezgahtar, "Ancak onlardan birini eşi avcılar tarafından vurulmuş bir ceylana götüreceğime söz verdim."

Tezgahtar gözyaşı şişesini ararken rafları inceledi genç kız; cam bir kavanoza konulmuş umutlar, bebek gülücükleri, bir-iki tane kalmış sevgi sözcükleri, iyi süslenmiş birkaç güzel rüya, özleyenler için iki kocaman çocukluk günü, bir türlü anlaşılamamış bir sevda, minik bir serçenin kalp atışları... "İşte" dedi tezgahtar ve küçücük bir şişe uzattı genç kıza. "Teşekkür ederim" dedi ve cebinden çıkardığı bir avuç mutluluğu uzatarak ekledi genç kız: "İnanın size verecek başka hiçbirşeyim yok." Başını salladı tezgahtar ve dışarı çıktı genç kız.

Yavaşça adımladı tozlu yolları ve sonunda onu sahile götürecek patikaya vardı. "Biraz çiçek toplamalıyım.." dedi kendi kendine. "Denizler çiçekleri sever." Arılarla kavga etti, dikenler çizdi ellerini ama sahile vardığında kucağındaydı kırların tüm çiçekleri. Uyuyordu deniz. Onu uyandırmamak için ayaklarının ucunda ilerledi kıyıya ve her zaman yaptığı gibi bağırmak yerine başıyla selam verdi denizyıldızlarına. Oturdu genç kız, kucağındaydı çiçekleri. Kumların üzerine birşey yazmak geldi içinden ama doluydu elleri. Oysa yazsaydı "Başını kaldır ve yıldızlara bak! " yazacaktı genç kız, "Ne kadar mutlu, kalabalık ve ışıltılı görünüyorlar değil mi? Oysa bizden bile daha uzaklar birbirlerine, bizden bile!.." İçini çekti genç kız, büküldü çiçeklerden birinin boynu ve deniz uyandı aniden...


"Rüyamda çok kötü şeyler gördüm" dedi, "Gökyüzünün rengini çalmıştı birkaç acımasız martı ve ben baştan aşağı kahverengiydim!" Elindeki çiçekleri uzattı genç kız, mutlu oldu deniz. Her kıyıya vuruşta birkaçını aldı çiçeklerin. "Senden bir ricam var.." dedi genç kız, "Acaba benim için ağlayabilir misin?" Şaşırdı deniz. Şimdiye kadar hiçkimse böyle birşey istememişti ondan. "Elimdeki şişede biraz gözyaşı var. Onu da alır mısın çiçeklerle beraber ve ağlayabilir misin benim için her kıyıya vuruşta?" Evet, evet! En son böyle demişti genç kız..

"Peki o buna değer mi?" diye sordu deniz, "Gerçekten değer mi?" "Evet" dedi genç kız, "istersen sorabilirsin gözlerime." Baktı ve genç kızın gözlerinde kaybolmaktan korktu deniz.. "Tamam.." dedi, "Her kıyıya vuruşta ağlayacağım senin için."

O günden sonra hep ağladı deniz, her kıyıya vuruşta. Söz vermişti bir kere, denizler kolay kolay dönmezler sözlerinden. Herkes duydu onun hıçkırık seslerini ve hep kır çiçekleri gördüler kıyıya vuran dalgaların ellerinde.

O günden sonra genç kızı gören olmadı. Kim bilir belki de yeni bir sahildeydi ve kumların üzerine "Başını kaldır ve yıldızlara bak. Ne kadar mutlu, kalabalık ve ışıltılı görünüyorlar değil mi? Oysa bizden bile daha uzaklar birbirlerine, bizden bile..." yazamıyordu yine, ellerinde yeni denize hediye edeceği yeni kır çiçekleri olduğu için. Ve belki de dolaşacaktı tüm sahillerini tüm denizlerin, onun yerine ağlamaları için.

Ama hep merak etti genç kız, acaba tezgahtarın diğer gözyaşı şişesini verdiği ceylan da bir deniz bulabilmiş miydi kendine? Yoksa bir bulut muydu onun anlaştığı? Her yağmur yağışında minik bir gözyaşı şişesi aradı bulutlarda genç kız çünkü ancak bir ceylan bu kadar güzel ağlayabilirdi...

( Lise karalama defterimden.. )

Yorumlarınız için de hassaten teşekkür ederim.. Üzerimde onlara cevap yazamamanın mahcubiyeti var ama affınıza sığınarak bir süre daha izin istiyorum.. Merak etmeyin, dönüşüm muhteşem olacak :P Neler var neler.. Yeni bir saat tasarımı, canım Ozan'ımın doğumgünümüz için harika dizelerle süsleyerek hediye ettiği şık saatim ( vaaaavvvv ), yapımı ve süslenmesi en fazla iki gün süren ama her görenin hayran kaldığı bir bolero ve yapımı, Yusufcuktan yeni kareler, birkaç kitap önerisi.. Hepsi ama hepsi kafamda dönüp duruyor "Yaz bizi, yaz bizi.." diye :))

Vakit.. Sadece biraz boş vakit istiyorummmmm...

27 Kasım 2007 Salı



Aaa.. Yusufcuk kreşe mi başlamış yoksa ?

Acaba ?

Acaba ?


Yok yok..

Başlamamış..

Haftasonu ufak bir kreş gezisi yaptık ailece :)) Yusufcuk için değil ama benim için.. Buradaki bir kreşin müdürü acil olarak ingilizce öğretmenine ihtiyaçları olduğundan bahsetmiş Ozan'a.. O da bana anlattı eve gelince meseleyi.. Benim okuduğum okul ve bölüm itibariyle hem Türkçe hem de İngilizce öğretmenliği yapma imkanım var. "Haftada birkaç gün, birkaç saat derslere girersin, Yusuf da o sırada kreşteki çocuklarla oynar, değişiklik olur, enerjisini atar.." deyince öğretmenlik yapmaya hiç niyetim olmasa da görüşmeyi kabul ettim.. Neyse gittik.. Bir süre müdürün gelmesini bekledik ve bu süreyi de yukarıda görüldüğü üzere kreşin her türlü alet edevatını mıncık mıncık oynamak suretiyle değerlendirdik :)) Öyle ki müdür geldiğinde Yusufcuğu spor salonundan zor çıkardım yukarıya bağırış çağırış.. Yukarı çıkınca da adamcağızın kalemlerini hacamat etti zaten!!

Biz görüşmeye başlayınca şartların hiç de Ozan'ın anladığı ( ya da uydurduğu diyelim :P ) gibi olmadığı ortaya çıktı :)) Haftanın altı günü 8-17 çalışacak ve iki gün de 19:00'a kadar nöbetçi kalacak bir öğretmen arıyorlarmış.. Ayrıca kreşin 3 yaş altı bölümü de yok.. Hal böyle olunca başvuru formunu bile doldurmama gerek kalmadı.. Ufak bir macera yaşamış olduk :))

Ama Yusufcuğun kreşteki mutluluğunu ve kocaman bir çocukmuş gibi oyuncaklarla oynayışını görünce kafamdaki "kreş için beş yaş sınırı" üçe kadar düştü diyebilirim :)) Benim sosyal bebişim, o oyuncakların yanında bir de küçük arkadaşlar olsa ne kadar mutlu olacaktı kimbilir?


...................


Siz bizi özlerken biz başka neler yapıyoruz peki ?

Ben malumunuz bu haldeyim :))



Kitabımı yarıladım binlerce şükür.. Babaannemiz bir hafta daha kalacak galiba.. O arada ne yapsam kâr.. O gidince de kalan kısmı gece falan yazarım artık yavaş yavaş.. Bu kadarını bile ummuyordum gerçekten.. Çok rahatladım.. Sağolsun babaannesi çok güzel oynuyor Yusufcukla.. Sadece emmeden emmeye bana geliyor diyebilirim :)) Ama zaten bu çok sık olduğu için pek ayrı kalmıyoruz :P Bu aralar yine yemiyor Yusufcuk ama benim de aynı anda dört dişim çıksaydı yemek yemez ve Yusufcuk gibi dişlerimi ellemek isteyenlere ağzımı açmazdım!! Gece de - dün gece olduğu gibi - her yarım saatte bir uyanır, ağlar, emer, tam dalar gibi olunca bir daha uyanır ağlardım.. Annem de en sonunda yatmayı falan boşverir, yatağın içinde oturur, beni emzirir vaziyette kucağında uyutur, uyanınca da hemen emzirir, öyle sabahlardı..

Ama eğlenceli şeyler de yapıyoruz tabii.. Mesela geçen hafta küçük abimiz Ahmet Aydın'ın doom günüsüne gittik.. Yusufcuk onu bir an yanlız bırakmadı sağolsun :)) Hem oyuncaklarını paylaştı hem de mum üfleyişini..



Sonra, sonra... Uzun yürüyüşler yaptık babaannemiz ilk geldiğinde ve Yusufcuk bir seferinde mucize eseri arabada uyudu kaldı yine.. Eve gelince yatağına yatırmaya bile kıyamadık uyanır diye.. Girişteki halıyı kıvırıp orada uyuttuk bebişimi..
Soğuk hava vurdu galiba, uzun uzun uyudu o halde..




Parkta oynamayı ve poz vermeyi de ihmal etmedik tabii..



..............

Baba baba heeeyyyyy..
Baba baba heeeğğğğyyyyy..

( Yusufcuğun yeni şarkısı )


Bunlar da yeni kelimeleri:

Addayh: Allah
Daydı: Tatlı
Babaci: Babacım ( ya da biz öyle sanıyoruz )
Bıdi bıdi: Ne olduğunu çözemedik..
Adtaa: Atta
Şu: Su ( Sadece birkaç kere söyledi ama biliyor artık suyun su olduğunu )
..ve en önemlisi..
Hanni, enni, annğii, ağğnnn: Anne :))

Tatlış tatlış konuşurken o serçe ağzını yiyesim geliyor..

...................

Yusufcuk artık kesinlikle ama kesinlikle pusette oturmuyor.. Son iki yürüyüşümüz resmen işkenceye dönüştü.. Yanımda kayınvalidem olmasaydı kaldırıma oturur hümgür hüngür ağlardım kesinlikle.. Etini koparıyorlarmış gibi bağırıyor oturur oturmaz ve iki seferdir eve o babaannesinin kucağında - daha doğrusu kendini yere ata ata ulaştığı asfalt sefasını yapa yapa - ben de boş bebek arabasını ittirir vaziyette geliyoruz.. Satılık puset var haberiniz olsun :P


Oğlumun büyüdüğünü ve bebek arabalarının bebekler için olduğunu kabul etsem iyi olacak galiba :)) O artık yürümek istiyor hem de kesinlikle eli tutulmadan.. Ayrıca çok da sorumluluk sahibi.. Kendi çantasını kendi taşıyor - daha doğrusu sürüklüyor :))

...................

Yusufcuğun evde erişemediği yer kalmamış durumda.. En güvenli yer orası olduğu için birçok şeyi şifonyerin üstüne koymuştum ama orası da gitti elden.. Sabah kayınvalidem seslendi.. Giitim baktım, bizimki en alt çekmeceyi çekmiş, üstüne çıkmış, oradan şifonyerin üstünü karıştıryor.. Artık yatak odamızın kapısı da mutfak gibi 7/24 kapalı duracak anlaşılan..

..................

Yusufcuk maşaallah her dediğimizi istisnasız anlıyor artık.. Ama bir derdi var.. Konuşamadığı için kendi derdini anlatamıyor.. Bu da onu bazen çok agresif yapıyor.. Biz istediği şeyi anlayıp da eline verene kadar "ıyhh" diye diye göstermekten bir hal oluyor.. Anlayamaz da gecikirsek öyle hırçınlaşıyor ki anlatamam.. Konuşmayı bir an önce öğrense çok iyi olacak :))

....................

Bloga yazmayı da sizleri okumayı da çok özlemişim.. Kısa kısa ama daha sık yazsam iyi olacak galiba.. Gerçi iki gecedir tam ben yazacağım elektrik kesiliyor, mum eşliğinde Yusufcuğu oynatıyoruz oraya buraya kaçmasın diye karanlıkta.. Ama inşaallah daha sık yazacağım artık..

21 Kasım 2007 Çarşamba

Özel bir günde "cee" yapmaya geldim size..


Bugün benim doğumgünüm..

Yok yanlış oldu cümle.. Daha doğrusu eksik..


Bugün bizim doğumgünümüz.. Yani hem Ozan'ın hem benim :))


Kocacığım benden sadece 8 saat büyük..

Birbirimize doğumgünlerimizi sorduğumuzda ( Bak bak, kutlayacakmış gibi bir de doğumgünümü sormuştu ilk tanıştığımızda.. Göz boyamak içinmiş demek ki :P ) önce o "21 Kasım.." dedi.. Biryerlerden doğumgünümü öğrendi, beni kekliyor zannettim ve ısrar etse de taa annesinden duyana kadar ona inanmadım ama kader işte.. Canım kocacığımla aynı günde doğmuşuz :)) Allahtan ki büyük olan o, daha yaşlı yani :P


Doğumgünü kutlu olsun canımıniçi..
İyi ki doğdun..
İyi ki eşim oldun..


Seni çok seviyorum..


......................

Babaannemiz geldi.. Yusufcuk mesaisine başladı!!

İyi anlaşsalar da arada Yusufcuğa gelenler geliyor ve deli gibi kucağıma koşup sıkı sıkı yapışıyor bana.. İlgi saatinin geldiğini anlayıp kalkıyorum masamın başından.. Aynı evin içinde olsak bile özlüyor beni bebeğim..

Vampir dişlerimiz kendini kurtardı da ortadaki iki dişten hala haber yok.. Belki de bu yüzden biz Yusufcukla dün gece saat 3-4 arası başbaşa oynadık yatakta.. Birtürlü uyumak istemedik!!

.....................

En tatlı bebiş yarışmasında Yusufcuğa verdiğiniz destekten dolayı hepinize çok teşekkürler.. Söz verdik, Yusufcuk ilk fırsatta öpücük yapacak size :))

Ama çok sinirimi bozan bir durum var ortada.. Yarışma sayfalarında puanı yükselen bebekleri belirleyip sabote ediyor bazı üyeler.. Yarışmada önemli olan bir bebeğin oy almasından çok kaç puan aldığı.. Puanlar, oy veren kişi sayısına göre ortalanıyor ve ne kadar çok kişi düşük oy verirse ortalama o kadar düşüyor.. Ve bazı üyeler, yüksek puanlı bebişlere düşük puanla oy verip ortalamalarını aşağı çekiyorlar.. İki seferdir bakıyorum, oy veren kişi artıyor ama ortalama hızla düşüyor.. Haksızlık bu ya..

Bu sanal bir yarışma, biliyorum.. Ama hiçbir konuda haksızlığa gelemeyen ben, bu konuda da gelemiyorum.. Hatta Yusufcuğun fotoğrafını gönderdiğime de bin pişman oldum.. Ben hiçbir bebeğe sırf ortalaması düşsün de benim oğlum derece alsın diye düşük puan vermedim, vermem de.. Sanal bile olsa bu da bir yarışma ve herşey kuralına göre olmalı..

Neyse..

Bu saatten sonra yapacak birşey yok..

Benim bebişim annesinin en tatlısı zaten :))

...................

Çooook uykum geldi.. Bu seferlik kısa olsa yazımız, bana kızmazsınız değil mi? Yusufcuğun da fotoğrafını çekemiyorum pek.. Bir dahaki yazıya eklerim inşaallah küçük vampirimi :))


17 Kasım 2007 Cumartesi

Blog dünyamız pek şenlendi bugünlerde :))

"Kardeş bebek"i bekleyen Adam bebişimiz ikinci yaşını doldurdu, Kuaybe teyzesi baktı baktı doyamadı güzelliğine..

Ne zamandır heyecanla beklediğimiz ama bir yandan da "Ah biraz daha doğmasalar, büyüseler annelerinin göbişinde.." dediğimiz üçüz bebişlerimiz dünyaya geldi.. Anneleri de onlar da çok iyiymiş Allah'a şükür.. İnşaallah en kısa zamanda sağlıkla dönerler evlerine..

Sonraa... Sevgili Hacer'in oğlumla adaş bebişi Muhammed Yusuf da doğdu :)) Annesi son yazısında kontrole gitmekten falan bahsediyor ama sürpriz yaptı demek ki o da..

Rabbim hayırlı ömür versin, analı babalı büyütsün tüm bebişlerimize..

....................

Gelelim bizim evden haberlere..


Bu zavallı minik araba, kaloriferle duvar arasında sıkıştığı yerden kurtarılmayı bekliyor.. Tıpkı arkadaşları "Vız Vız Arı", CD kapağı ve müzikli anahtarlık gibi..

Yusufcuk yeni bir oyun-eğlence geliştirdi kendine.. Eline geçen herşeyi kalorifer peteğinin arkasına atmak, girmemekte direnenleri de ittire ittire oraya sokmak :))


Dün evin heryerinde arayıp bulamadığım TV kumandası ve Yusufcuğun çorabının teki bile oradan çıktı!! Artık birşeyler ortadan kaybolunca hemen oraya bakıyoruz :)) Özellikle de küçük birşeyler..

Haa, bir de.. Bu aralar bize misafirliğe gelmek isteyen olursa lütfen halılarımızın üzerinde dikkatli yürüsün.. Her an ayağına kırık bir arabanın tekerleği batabilir ya da plastik limonluğumuz düşmesine sebep olabilir.. Hayır, halının üzerinde olsa ikaz etme gereği duymam, görürsünüz zaten ama Yusufcuk derli toplu bir bebek.. Etrafta ne varsa tıkıştırıyor halının altına :)) Maksat ev dağınık olmasın..
Annesi üzülür sonra :P



Kalorifer peteğinin arkası ve halıların altı dolunca da devreye çamaşır makinemiz giriyor tabii :)) Bu, dün çamaşır atmak için makinenin kapağını açtığımda karşılaştığım manzara :))



Bizim ev tam "sürprizhane" oldu, nereyi açsak Yusufsal sürprizlerle karşılaşıyoruz.. İtiraf etmeliyim, biraz uğraştırıcı ama çok şirin :))

Yanlız ciddi ciddi temiz, titiz ve derli toplu bir çocuk olacak galiba benim oğlum.. Ben ne zaman evi süpürecek olsam, benden önce davranıp süpürge başlığını hemen televizyon, mama sandalyesi, beni ayaklarım vb. yüzeylerde gezdirmeye başlıyor :)) Eline geçirdiği ufak tefek bez ya da kıyafetlerle yerleri ya da fırın kapağını siliyor.. Ben çamaşır asarken de tek tek bana veriyor kıyafetleri "Iyhh Iyhh" diyerek :)) Başak bebekleri titiz olur derlerdi de inanmazdım :P


.........................


Yusufcuk tehlikede sınır tanımıyor.. Tam iki dakika içinde bunu becermiş dün gece dikkatimizin üzerinde olmadığını farkedince!! Arkamızı bir döndük ki kanalları değiştiriyor :))



......................



Size kötü bir haber.. Bizi biraz özleyeceksiniz :P


Babaannemiz geliyor bugün.. Ben şimdiden yemek masasını tam teşekküllü bir çalışma masası haline getirdim ve kalemimi elime alacağım anı bekliyorum :P


Sanırım bir süre yazamam.. Son hız çalışmam ve kitabı toparlamam lazım..

Bu arada, biz bu fotoğrafla "Akıllı Bebek" sitesinin "en tatlı bebiş" yarışmasına katıldık..
Yusufcuğa oy vermek isterseniz bu linke tıklayabilirsiniz.. Oy veren herkesi tek tek öpecekmiş Yusufcuk ağzını küçücük "o" yapıp, öyle dedi :))

14 Kasım 2007 Çarşamba

Bugünkü yazımız sürprizlerle doluuu!!!!

İlk sürprizimiz biraz minik..
Ucundan patlak vermiş üçüncü bir diş :))
Arkadaşı da ha patladı ha patlayacak gibi duruyor..
İki gecedir 1.. 3.. 7.. 12.. 15'ten sonrasını saymıyorum artık uyanmaların.. Ama öyle böyle değil, taa yatakodasında uyuyan ve normal şartlarda bizi duymayan babamızı bile uyandırıp getirecek kadar acı acı ağlıyor Yusufcuk :(( "Geçecek bebeğim geçecek.."diyorum her sarıldığımda..

Yanlız acayip bir durum var..
Alttaki iki dişimizin üstündeki yani yukarıdaki orta iki diş yerine onların yanındaki iki tane çıkıyor!! Bu normal mi? Yoksa Yusufcuk küçük bir vampir miiiii!!!!


.....................


İkinci sürpriz için önce "Maşaallah" deyin bakayım..

Hıh, tamam.. Bu kadar "Maşaalah"tan sonra gönül rahatlığıyla yazabilirim..


Yusufcuk yemek yemeye başladııııııı :))
Her öğünde olmasa da eskiye göre çok iyi yiyor minnak.. Hatta geçen gün kereviz bile yiyerek beni hayretten hayrete sürükledi.. Narı da sevdi maşaallah.. Mandalinayı ise dolabın kapağını her açtığımda işaret ederek gösterip istiyor resmen.. Yüzünü buruştura buruştura limon kemirmesi ayrı bir alem zaten.. Damak tadı kesinlikle bana çekmiş :)) Acı acı çorbaları bile hup hup yutuyor.. Daha doğrusu öyleyse yutuyor, tatsız tuzsuzsa yüzüne bakmıyor!! Daha şimdiden yemek seçiyor resmen.. Bu konuda babası kadar kolay bir insan olmayacak galiba..


....................


Üçüncü sürpriz çoooook tatlı..
Bunun için de bir "maşaallah" istiyorum..

Yusufcuk bizi öpmeyi öğrendi..

Tamam, "puykk" sesi çıkmıyor ama dudaklarını kapatmazsa çıkmaz tabii :)) Ağzını küçük bir "o" yapıp yanağımıza yapıştırıyor "Hadi öp bebeğim.." dediğimizde :))

......................


Bu madde bir sürpriz değil bir durum aktarması :))

Yusufcuk leğenden bozma TV koltuğunda televizyon izliyor :))


.....................


Son üç günüm perişan geçti!! Gece uyuyamadığım gibi gündüz de uyuyamadım hiç ve doğal olarak hiç çalışamadım.. Kitap yetiştirme meselesinin üzerine bir de dört diş sürpriz yapınca başka çaremiz kalmadı ve babaannemizi çağırdık yardıma.. Çünkü babamızın sınavları var ve yüksek gerilim hattı gibi geziyor evin içinde.. Ondan yardım beklemek bir yana, hem onun çalıştığı odanın hem de salonun kapısını kapatmak suretiyle "mızırdama izolasyonu" sağlayarak biz ona yardım ediyoruz :)) Annesi işyerinden izin almış sağolsun, bu haftasonu gelecek inşaallah.. O Yusufcuğu oyalarken ben de bir hafta on gün içinde işi toparlarım diye düşünüyorum.. ( Ama yanlış anlaşılmasın, sadece düşünüyorum, hiçbir iddiam yok!! )


12 Kasım 2007 Pazartesi

Dün gece bir saat erken uyuyabilmenin verdiği enerjiyle dopdolu olarak karşınızdayım sayın okur.. Yusufcuk 23 gibi uyudu ve ben de iki saat çalışıp saat birde yatabildim şükürler olsun.. Tamam gözlerimin altı biraz mor olabilir ama enerjiğim işte :))

Şimdi hemen bu enerjimizi bekleyen iki sobemize harcayalım..


Önce Zehra'nın sobesi..
(Sobeye ait cümleleri koyu yazıyorum, benimkiler normal..)



1.Ben küçükken, yıldızların gükyüzünde biryerlere bağlı olduğunu, öyle gece lambaları gibi aşağı sarktıklarını sanırdım.. Eee, boşlukta sallanacak halleri yok di mi :)))



2.Aslında ben, çok kıskanç bir insanım.. Haset anlamındaki kıskançlık değil ama bu.. Aidiyet duygusuyla ilgili olan kıskançlık.. Bana ait olan, benimle ilgisi olan herkesi, herşeyi başkalarından kıskanırım.. En büyük mağdurum da Ozan tabii :)) Zavallımın içine fenalıklar geliyor bazen "sorgu seansları"mdan!!



3.İlk kopyamı ne zaman çektiğimi gerçekten hatırlamıyorum.. Son kopyamı hatırlıyorum ama söyleyemem :)) Yanlız lisede sınıfca, tam teşekküllü bir kopya maceramız vardı ki hala hatırladıkça gülerim.. Sayın geometri hocamız, bizi affedin!!



4.En saçma huyum, simetri, uyum ve düzen hastalığım sanırım.. Daha önce her çamaşır için sepette aradığım aynı renk mandallardan bahsetmiştim :)) Farklı örnekler de verelim.. Yamuk duran bir sandalye ya da tencere kapağını hemen düzeltmem lazım.. İster kendi evimde ister bir restorantta, farketmez!! Bulaşık makinemde kase bölümüne asla bardak konulamaz mesela, başkası koysa bile çıkarır yeniden dizerim bulaşıkları.. Öyle yapmasam çalışmayacak mı makine? Tabii ki çalışacak.. Maksat hayatı kendime daha da zorlaştırmak olsun !!



5.Cep telefonum bankamın ve kadim dostum gnçtrkcll'in mesajları ile dolu :)) Onları da bir ara silsem iyi olacak.. "SMS belleği doldu.." diye uyarı veriyor telefon.. Bayram, seyran ve özel günleri saymıyorum tabii.. O zaman yoğun bir mesaj trafiğim oluyor haliyle :))



6.Aşk bence çok ama çok çabuk biten birşey.. Gerçekçi olmak lazım.. Ama önemli olan yerini neye bıraktığı.. Sadakat dolu bir sevgiyse eğer, üzülmüyor ki insan zaten :))



7.En sevdiğim bloglar hangileri diye merak ediyorsanız link (izleme) listeme bakmanız yeterli..



.....................


( Öğlen başladığım bu yazıya uzun bir ara verdim, Yusufcuk uyudu, şimdi sıra ikinci sobede.. )


.....................


İkinci sobe ise sevgili Archi'nin sayfasında okuduğum ve bana çok ilginç geldiği için sobeye çevirmesini rica ettiğim bir konuyla ilgili.. Duyduğumuzda çığlık atmak istediğimiz sorular ve cümleler..

- Normal mi sezaryen mi?
( "Sezaryen" cevabından sonra da.. ) Aaa, sezaryen mi? Çocuk doğurmuş olunuyor mu öyle?

İkinci cümle, birebir muhatap olduğum bir cümle!! Ben çocuk doğurmuş olmadıysam eğer, doğduğundan beri gece gündüz bakıp emzirdiğim, gaz-naz hertürlü zorluğunu çektiğim, hala tüm gece uykularımı kendisine feda ettiğim bu yavru kimin? Plasenta ayrıldığı için hayatı tehlikeye giren Yusufcuğu "İlla normal doğum yapacağım.." diyerek bekletseydim ve sonra da onu kaybetseydim daha mı mutlu olacaktınız, çok merak ediyorum.. ( Cık cık, bak yine sinir oldum durduk yerde!! )


- Aaa annesi miiii? Ben ablası sanmıştım..

Bu soruya da çığlık atmak istiyorum ama sevinçten :P


- Kocan için mi kapandın?

Sorunun soruluş tarzından soran kişilerin eğitim ve algılama seviyeleri kendini belli ediyor aslında ama ben yine de belki anlarlar umuduyla şunu yazmak istiyorum.. Hayır, eşim istediği için takmıyorum başörtümü.. Annem istediği ya da babam zorladığı için de takmıyorum.. Herhangi bir gruba üye olmak ya da bir partiye yandaşlık etmek için de takmıyorum.. Sadece ve sadece Allah emrettiği için, O istediği için takıyorum.. Yeterince açıktır umarım..


- Kuaybe mi? Cık cık.. Neden Türkçe değil de Arapça bir ismin var
?

Bu soruyu bana soranlardan birisi de ismi "Sami" olan bir doktordu.. Çok trajikomik gerçekten :)) Ya o güne kadar isminin anlamını ve kökenini merak edip araştırmadı hiç ya da kendi ismine de gıcık..

Evet Arapça bir ismim var, tıpkı ismi Ali, Mehmet, Esra, Hatice, Zeyneb, Faruk ya da Beyza olanlar gibi.. Aradaki fark, benimkinin nadir duyulan bir isim olması o kadar.. Ayrıca bu durumun bence hiçbir sakıncası yok, sizce de olmasın..

( İsmimi ilk defa duyup anlamını merak edenleri kastetmedim bu kısımda, anlamışsınızdır ama ben yine de belirteyim.. Beni kızdıran sırf Arapça olduğu için gıcıklık yapanlar.. Latin kökenli bir ismim olsaydı eminim hiç sesleri çıkmazdı..)


- Uyandın mı?

Yoo, öyle mi görünüyor? Böyle uyurum ben.. Yürür, konuşur vaziyette.. Siz öyle yapmıyor musunuz yoksa?


- Geldin mi?

Hayır, o benim kopyam.. Önden onu yolladım, ben yoldayım :))


- Kadınlar akşama kadar n'apıyor ki evde?

Emin olun bilmek istemezsiniz!!


- Bu çocuğa neden mama vermiyorsun?
- Neden inek sütü vermiyorsun?
- Neden hala çikolata, şeker vermiyorsun?
- Niçin yanında uyumaya alıştırdın?
- Çay vermediğin için kahvaltı etmiyor..
- Rafadan yapsan yumurtayı yer, biz öyle yedirirdik..
- Bu soğukta çocuk gezmeye çıkarılır mı?
- Bak senin ayağın üşüdü, çocukta gaz oldu..
- Niye yoğurdu kendin mayalıyorsun, hazır versene..
- Gece ağlarsa yanına gitme, bırak ağlaya ağlaya uyusun..
- Bebek öyle yıkanmaz, yatırsana yıkarken..
Vb. vb...


Bir senedir bu cümlelere muhatap olmaktan içime fenalıklar geldi.. Yeteeeeeeerrrrrr..
Emin olun ben yavrumu sizden daha fazla düşünüyorum, onun iyiliğini sizden daha çok isterim..
Emin olun..


Öğlenki enerjikliğim yerini kapanmaya çalışan gözlere bıraktığı için aklıma şimdilik başka birşey gelmiyor.. Gelirse eklerim..


Ben de ilk sobe için ilhamını bekleyen k.i.s.d, Sümüklüböcek ve Archi'yi, ikinci sobe içinse Ayça, Sabahnur ve Özlem'i seçiyorum..

Sobe ciciklerim sobeee :))


.................


Bu arada, Yusufcuğun özellikle son iki haftadır beni depresyonlara sürükleyen :P uykusuzluk ve huysuzluğunun sebebi açığa çıktı.. Tabii ki diş.. Dört kocaman beyaz kabarıklık var üstte.. Allah onun da benim de yardımcımız olsun.. Calpol verdim şimdi, inşaallah uyur şöyle iki saat falan.. Çalışmam lazım, tabii bunun için de önce bilgisayarın başından kalkmam :))

9 Kasım 2007 Cuma


Az önce "Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim.." şekinde başlayan Türk sanat müziği eserimizi son perdede cırtlak sesimle icra etmek suretiyle Yusufcuğu uyuttum ve "Uyku mu blog mu, uyku mu blog mu?" savaşını blog kazandı :)) Şöyle uzun uzun yazamadım ya olanları kaç gündür, içimde kaldı..

Hayatımın yeni ritmine alışmaya çalışıyorum.. Kendimce bir düzen kurdum, onu uygulamaya başladım bu hafta.. Biraz zorluyor ama olsun, kitap bitene kadar dayanmam lazım mecburen..

Gündüz normal (!) yaşıyor, gece tam bir iş kadınına dönüşüyorum :)) 12 civarı Yusufcuğu uyuttuktan sonra geçiyorum masamın başına, Allah ne verdiyse artık.. Rekorum saat ikiye kadar çalışmaktı, onu üçe uzatmayı planlıyorum.. Gündüz Yusufcuk uyudukça ben de uyumaya çalışıyorum ama şimdiye kadar çok nadir oldu bu..

Geçen hafta annesi depresyonun dibine vurmuş bir haldeyken, Yusufcuğun uslu uslu oturup bu karmaşanın geçmesini beklediğini zannetmiyorsunuz değil mi?

Zannetmeyin zaten :))

Yanlız yazacaklarım şikayet değil "arz-ı hal"dir, yanlış anlaşılmasın..


Afa"canım", tam performans bebekliğe devam ediyor maşaallah..
Uyan, hemen yataktan atla, anneyle oyna, em, yine oyna, biraz ağla, bu arada oradan buradan düş, yine em, mutfak çekmecelerini karıştır, bezini bağlatmamak için diren, yememek için diren, uyumamak için diren ama sonunda kısa bir öğle uykusuna yenik düş, uyan, hemen aktivasyona başla, biraz - ama biraz- birşeyler atıştır, anne hava kararmadan dışarı çıkabilelim diye çırpınsın, "Pusetimde oturmucammm.." eylemi yap, çubuk kraker kemire kemire eve gel, em, yeni keşfettiğimiz programı seyret, "Ocakla değil benimle ilgilen.." eylemi yap, kapı çalar çalmaz "Bağbaaa" diye kapıya koş, babayı da yarım saatte harca, kendinden geçir, akşam yemeği karmaşası, biraz oyun biraz ağlama, bolca naz, uykuya direniş, meyve, ıvır zıvır, oyun oyun oyun.... veeee... sonunda yenik düşülen uyku..


Yusufcuğun genel bir günü :))

Tabii bu arada sürekli yeni şeyler öğrenerek ve uygulayarak beni mest etmeye devam ediyor..

Mesela, "Hımm.." yapıyor artık bize, o küçük tam ısırmalık parmağını bir aşağı bir yukarı sallayarak.. Ben ona kızacağıma o bana kızıyor :)) "Yaramazlık, kızmak, fena, cık cık.." gibi kelimelerle eşleştirmiş galiba o hareketi, ne zaman bunlardan birisini söylesek hemen başlıyor "Hımmm.." yapmaya..


Bir de evin içinde küçük direksiyonunu çevire çevire "İyyynn ğğiiinn neee.." diye araba kullanmıyor mu, tam görülmeye değer :)) Arada kornaya basmayı da ihmal etmiyor tabii..


Yeni bir oyun arkadaşı da var.. Gerçi bu zavallı küçük sandalye "arkadaş"tan çok "kurban" tanımını tercih ederdi herhalde.. Eviriyor, çeviriyor, üstüne çıkıyor, yere vuruyor.. Eee, Ozan'a diyorum bu çocuğa bir "activity center" alalım diye ama dinlemiyor beni.. Yusufcuk da kendine activity centerlar oluşturuyor.. Belki de böylesi daha iyidir di mi, hazırındansa kendisinin oluşturması :))




Yusufcuk, bizi taklit etmeyi o kadar geliştirdi ki, yaparken farkına varmadığım pekçok şeyi o yaptıkça farkediyorum.. Mesela salona girince önce hemen koşup kumandayı alıyor ve basıp televizyonu açıyor.. Bunu alışkanlık haline getirdiğimi, Yusufcuk taklit etmeye başlayınca farkettim.. Şimdi değiştirmeye çalıştırıyorum.. Artık daha seçici olmam lazım..

Bu arada televizyon demişken, az önce Yusufcuğun bir gününü anlatırken yazdığım, yeni keşfettiğimiz programdan bahsedeyim.. TRT'de akşamüstü saat 17:30 18:00 civarı bir program var "Gece Bahçesi" diye.. Bir türlü başından sonuna kadar seyredemediğimiz için tam başlama saatini bilmiyorum.. Yusufcuk ona bayılıyor.. Çok şirin karakterler var, onlarla birlikte zıplıyor, müzik çalınca oynuyor.. Hatta bir karakter var, "Maka Paka" galiba adı, beyaz tombik birşey, orayı burayı temizleyip duruyor.. Ben bile bayılıyorum onu izlemeye :P

Sabahları da "Elma Kurdu Nam Nam"ı seyrediyoruz oğluşumla, orada da pembiş hipopotama bayılıyor :)) Annemin neden bizimle oturup saatlerce çizgi film izlediğini daha iyi anlıyorum şimdi.. Başka çaresi yokmuş ki..

Neyse ne diyorduk, ha modelleme.. Bu da son örneği:


Dün akşam kaşla göz arasında kafasını koltuğun arkasına vuran Yusufcuğun alnına buz koydum şişmesin diye.. Ağladı tabii.. Ben de koymamı istemiyor diye ağladı zannettim.. Meğer kendi yapmak istiyormuş!! Verdik eline.. Artık yaralarını kendi sarıyor oğluşum :))


Başka, başka.. Neler vardı?

Buldum.. Her kapı çalışında "Bağbaaa.." diye koşması mesela.. Özellikle de Ozan'ın geleceği saatlerde daha heyecanlı oluyor bu koşmalar.. Kapı açılıp da baba yoğun sevgi merasimiyle karşılandıktan sonra sıra marifetleri sergilemeye geliyor.. O gün öğrendiği yeni birşey varsa onu yapıyoruz hemen oğlumla.. Örneğin dün, peçeteyi koparıp koparıp yalancıktan burun silmeyi gösterdik.. Ondan önce de bazanın kenarındaki küçük çıkıntıya basıp yatağa çıkmayı.. İki seferdir de fırında yemek yapıyorum, babasını karşılar karşılamaz elinden mutfağa çekip fırını işaret ediyor ve parmağına üflüyor :)) Fırında sıcak birşeyler varmış yani..

Fırın demişken size bir de yemek tarifi verelim son olarak.. Haftasonu da yeni sobelerimizle karşınızda olacağız efendim :))

Yemeğimizin adı, fırında oyuncak yahni :))


Malzemeler:

Bir adet kovboy ve atı.. Kovboyun, kafasına vurdukça çalıştığı keşfedilmiş ve vurula vurula kendinden geçmiş olanını tercih edin lütfen..

Bir adet bozuk hoparlör.. Bunun daha önce bahsi geçmişti, fişinden tutulup evde köpek niyetine gezdirilenlerden olacak..

Bilimum plastik mutfak alet edevatı..

Parçalanmış bir arabanın teker kısmı (Süsleme bununla yapılacak:) )

Altta kaldığı için görünmese de çizik bir CD..


Tüm bu malzemeler "çürüğe ayrılmış" bir fırın tepsisine doldurulur (Allahtan üç tane vardı benim, birini zayii ettik) ve Yusufcuk karşıdan parmağını üfleye üfleye seyrederken pişirilir :))

Afiyet olsun..