30 Ekim 2007 Salı

Yok..

Iıı ıııhh..

Biz bu kış saatine alışamadık!!

Hava kararıyor, akşam oluyor, yemeğimizi yiyoruz.. Bir bakıyoruz saat daha altı.. Eee, ne yapacağız onca saat? Yusufcuğun uyumasına daha dünyalar kadar zaman var!!



Neyse ki bu haftasonunu DVD izleyerek geçirdik.. "Cesur Civciv"i aldı babamız bize, çok eğlendik :)) Aslında çok eski bir film galiba ama biz daha yeni izledik.. Ben bayıldım ama.. Hem hikaye ve kahramanlar çok güzeldi hem de cesur civcivi aynı Yusufcuğa benzettim.. Yanakları neredeyse oğlumunki kadar şirindi :P




Spider Man 3'ü de unutmayalım tabii.. Şimdiden iki kere seyrettik.. Yok yanlış anlaşılmasın, hayranı falan değilim ben, tamamen Ozan'la ilgili bir mesele :)) Serinin birinci ve ikinci filmlerini de defalarca seyretmek zorunda kalmıştım onunla beraber.. Hımm, düşünüyorum da Yusuf'un bu kıpırcık halinde Ozan'ın büyük rolü var.. Daha küçük bir fetüsken babası yoğun Spider Man etkisinde bıraktı beybişimi :)) Eh, şimdi koltuktan koltuğa atlamaya çalışan 13 aylık bir oğlumuz var!!

Dün iki kere düştü Yusufcuk yine.. İlkinde koltuktan takla atmak suretiyle sırtüstü, ikincisinde de babasının havada ayaklarından yakalamasına rağmen başını vurmasını engelleyemediği şekilde kafa üstü!! Koltuğun yan tarafına kadar gidip resmen aşağı bıraktı kendini.. Diyorum ya hepsi Spider Man'in suçu :))

Aslında onu bu kadar suçlamak da doğru değil.. Haftalar sonra ilk defa elime alabildiğim bebiş kitabımı okudum biraz.. Yeni yürümeye başlayan bebeklerin sık düşmesinin en büyük nedenleri hem yakını uzağı gördükleri kadar iyi görememeleri hem de yükseklik algılarının gelişmemiş olmasıymış.. Bunu farketmiştim zaten, yoksa niye koltuktan aşağı yürüyerek inmeye çalışsın ki Yusufcuk? Yüksekliği algılayamıyor işte..


Neyse, kış saatine geri dönelim.. Her zaman saat beş civarı yürüyüşe ya da alışverişe gitmeye alıştığımız için dün de o saati buldu evden çıkmamız.. Tabii hava kararmıştı neredeyse.. Ama akşam demedik, karanlık demedik, parka götürdük bebişimizi.. İşte size Yusufcuğun park sefasından kareler..



Bir de dönüş yoluna ait karelerimiz var tabii ama fazla gözyaşı içerdiğinden onları eklemedim :))


..........................


Sizin çalışma masanızın çekmecesinde ne var?

Benimkinde Yusufcuk var :))


Yusufcuk pek bir entel dantel oldu bugünlerde :))

Eline kalem kağıt geçirdi mi başlıyor çizmeye, karalamaya.. Annesini modelliyor işte çocuk, ne yapsın.. Zavallı gibi iş yetiştirmeye çalışıyorum ben :((


Tabii bu entel faaliyetler biraz dağınıklığa sebep oluyor evde..
Ama inanın, aslında ben titiz ve düzenli bir insanım.. Gerçekten :))



..................


Benim oğlum iyice büyüdü artık..
Ekmek almaya bile gidiyor babasıyla..


Ben de pencereden onlara her bakışımda, bir elinde lolipopu, bir elinde ekmeğiyle oğlumu hayal ediyorum bu karede..


Babasının kucağında olmayacak artık.. Aynı oradan bakıp "Annecimm, aldım ekmeemisi.." diyecek belki bana.. Kapıyı açtığımda, yanağına kondurduğum öpücük karşılığında ekmeği verecek ve kocaman bir çocuk olarak bakacak gözlerime..

Minik meleğim benim..



.....................

Dün parktan sonra alışveriş de yaptık ve ne zamandır piyasaya çıkmasını beklediğim yeni bezlerden aldım.. Daha önce Baby Star'ın web sitesine üye olmuştum ve deneme için numune ürün göndermişlerdi eve, çok beğenmiştim.. İki paket aldım hemen.. Yeni ürün olduğu için fiyatı çok uygun.. Bir paket Prima ya da Huggies fiyatına iki paket Baby Star aldık.. Daha sonra yükselir mi bilemem ama bu ürün için bu fiyat çok iyi.. Bezler çok kaliteli ve çok güzel gerçekten..

Yusufcuğu da bütün bir akşam boyunca oyaladı.. Ben daha ne isterim ki :))


....................

Facebook çılgınlığına ben de dahil oldum!!

Çılgınlık diyorum çünkü dün gece resmen yanıyordu gözlerim artık ekrana bakmaktan.. Onu da arayayım, "Hah, bir arkadaşımı daha buldum, listeye ekleyeyim.." derken saat kaç oldu.. Yıllardır görüşmediğim insanlara ulaştım.. Henüz bir ilkokul arkadaşımı bulamasam da sevinçten zıp zıp zıpladığım anlar oldu.. Programı karıştırıp kurcaladıkça kalkamadım başından :))


.....................


Minik düğme çiçekleri yapmaya devam ediyorum :)) Dün beş renk iplik daha aldım, şimdi kırmızılara başladım.. Bitirebilirsem hepsini, yarın bebiş görmeye giderken onları takacağım inşaallah.. Sadece kendime değil, hediye olarak da yapıyorum.. Baktım tuttu, ticaretine falan başlarım artık :P Cidden kitap yazmaktan daha kolay.. Ve daha eğlenceli olduğu da kesin :))


Yusufcuk uyandııııı...

Gitme vakti..

Daha Zehra'nın sobesini yazacaktım ama ben :((
Zehracım, yarın yazsam kızmassın di mi?

26 Ekim 2007 Cuma

Tam üç gündür birşeyler yazabilmek için oturuyorum bilgisayar başına ama ne mümkün.. Yusuf paşa asla izin vermiyor.. Bir de benim "çalışmaya çalışmam", ev ve el işlerine dalmam sebebiyle ya birkaç kişiyi okuyup çıkıyorum ya da yorumlara onay verip kapatıyorum sadece :(( Şimdi uyuyor küçük bey, hemen gelişmeleri aktaralım bari :))

Geçen hafta dolu dolu geçti.. Yusufcuk Allah'a şükür kabakulağı atlattı ama zirve noktasında bir huysuzluk hakim kendisinde.. Üst dişlere baktım, kabarıklık falan yok.. Sebebi nedir anlayamadım..

Eksik olmayan bomba haberlerimizden biri daha.. Haftasonu Yusufcuk kayboldu!


"Nasıl yaniii ?..."

Şöyle ki, öğlen yemeğinden sonra babası ellerini yıkamak için banyoya gitti.. Ben Yusufcuğu onun peşinden giderken gördüm en son.. Nasıl olsa bakan var diye rahat rahat yemeğimi yemeye başladım.. Babası da masada, benim yanımda zannediyormuş.. Ben yemeğimi yedim, Ozan da birşeylerle uğraşıyormuş, bir ara yanıma geldi, ortalığa bakınıp da Yusufcuğu göremeyince "Aaa çocuk nerede?" dedi.. O an elim ayağım dondu sanki.. "Senin yanındaydı.." dedim, "Yemekten beri hiç gelmedi ki yanıma.." dedi.. İkimiz de deliler gibi oda oda Yusufcuğu aramaya başladık.. Ses yok, çıt bile yok evin içinde.. Normalde kendi kendine oynarken bile "Aooooaaaa, liilliiiii, ekkeeee.." diye söylenir bücürüm.. Her yere baktım, tam mutfağın önünden geçerken "Hah buldumm!!" ampülü yandı kafamda.. Beyefendiyi şu pozisyonda bulduk..



Bizim küçük hafiye sürekli kapalı tuttuğumuz balkon kapısının aralık olduğunu farketmiş ve atmış kendini özgürlüğün kollarına.. Hava soğuk, taşlar buz gibi.. Ama Yusufcuğun umurunda değil, deliler gibi aşağıda oynayan çocuklara bağırıyor, elini kolunu oynatıp taktikler veriyor :)) Allah'ım Allah'ım.. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.. Boyu şimdilik yüksek balkon demirine tırmanacak kadar uzun değil ama yaza doğru tel kapılardan alıp monte ettirmek şart kapı açık olduğunda çıkamasın diye.. Kabus teorilerime bir de "Ayy, Yusufcuk balkona tırmanıp düşerse.." cümlesini eklemek istemiyorum..

Bugünlerde düşmeler arttı yine zaten.. Yeni bir döneme girdik çünkü, koltuklara kendi başına çıkabiliyor artık.. Çıkma kısmı başarılı da inme olayı biraz karışık.. İki kere koltuktan direkt yürüyerek aşağı inmeye çalıştı ve oldukça acı dolu deneyimler yaşadı.. Ya yüksekliği algılayamıyor ya da aceleciliğinden dolayı yatıp ayaklarını sarkıtarak inecek fırsatı olmuyor :)) Aynı yatağa çıktığında yaptığı gibi koltuklarda da zıplıyor ve tabii dengesini çabucak kaybedip labut gibi devriliyor :)) Bir de eğilip arkada ne varmış diye bakması yok mu öldürüyor beni.. Artık Yusufcuğu 2 saniye ( tam tamına 2 saniye ) yanlız bırakmam bile -Allah korusun- büyük bir tehlikeye sebep olabilir.. Düşmeden inmeyi öğrenene kadar kuyruk vaziyetinde gezmeye devam edeceğim!!


........................

Slinge bir türlü alıştıramadığımız Yusufcuk için yeni bir yöntem geliştirdi babası..
Sırt çantasında bebe :))

Babası sırtına taktığı çantanın içine koyuyordu Yusuu tüm uyarılarıma rağmen.. Sonuncusunda, koyduktan takriben iki dakika sonra benim tiz çığlıklarım eşliğinde baş aşağı yere çakılmaktan döndürdük kendisini.. Ozan'a demiştim ama ben.. "Yusufcuk arkanı dönebileceğin bir bebek değil.." diye.. Bir kez daha tecrübe ettik.. Gözümüzün önünde bile düşüp duran, tehlikenin hudutlarında gezen bir bebeği, sırtta taşımak hayal gibi..


......................


Haftasonu YATAŞ'a iade edeceğimiz yatakodamızın yerine yeni bir takım bakmaya gittik.. Bir tane de beğendik ama bilin bakalım ne oldu? Biz iade işlemi başlatıp, yatakodasını sökmeleri için YATAŞ ekibini çağırınca adamlar bizim eksik şifonyer ve dolap kapağıyla çıkageldiler.. Ellerinde olmayan, fabrikanın yeniden üretmesi için bekledikleri şifonyer nasıl olduysa ellerine geçmiş.. Anlamadım ben bu işi.. Bu takımı gerçekten çok beğenerek aldığımız ve yeni bir kriz dönemi daha yaşamak istemediğimiz için kabul ettik.. O odayı bir kez daha kurup yerleştirecek vaktim yok!! Yaptıkları terbiyesizlik yanlarına kar mı kaldı bilmiyorum ama mecburdum :((


.......................


Yusufcuk artık mutfak tezgahına rahatça uzanıp ucu kenara yakın birşey varsa alabiliyor.. Çok daha fazla dikkat etmemiz lazım.. Hatta kapanmayan mutfak kapımızı tamir ettirip kilitlememiz lazım.. İki gün önce bulaşık makinasını açmaya çalışırken parmaklarını sıkıştırdı.. Ondan önce de yine mutfakta duran çamaşır makinasını kapatmış.. Saatler oldu ben çamaşırı atalı, bekliyorum yıkansın da asayım, bir baktım ses yok makinede, çalışmıyor.. Düğmelere basmayı, ocak düğmelerini çevirmeyi çok seviyor.. Allah'tan çocuk kilidi var ocağın, sabitliyorum düğmeleri, yoksa havaya da uçururdu bizi bu bücür :))


........................


Şimdilik bu kadar.. Aslında daha yazacak çok şey vardı, başlarken aklımdaydı hepsi ama unuttum.. Çok ara verince böyle oluyor.. Hazırlanmam lazım ayrıca, komşumda toplanacağız bugün, apartmanımıza yeni taşınanlarla ( üç aile ) tanışacağız.. Giyinip süsleneyim, akşama görüşürüz :))

21 Ekim 2007 Pazar

Bugün Hakkari'de on iki cennet fidanının tohumu düştü toprağa..
Yürekleri yandı anaların.. Feryatları semaya ulaştı..
Titredi sema.. Sağanak sağanak rahmet yağdı, anaların gözyaşlarına karıştı..

Ozan belki anlayamadı Yusufcuğa yemek yedirirken neden engelleyemediğimi gözyaşlarımı..
Ama ben o anaları anladım..
Sanki bana da ulaştı acıları,
onlarla ağladım..

Rabbim iyi ki ahiret var, mahşer var.. Rabbim iyi ki Sen varsın..
O yüreklerin yarasını ancak Sen sararsın..

Bu insaniyetten uzak, "Kahhar" ismine layık mahlukların hakkından ancak sen gelirsin..
Anaların yüreği yanmasın Allah'ım.. Kır insanlığa uzanan şerli ellerini onların..

İyi ki hesap günü var Allah'ım, iyi ki hesap günü var..

Ve büyük mütefekkirin dediği gibi, "Zalimler için yaşasın cehennem.."

- Cennet kapılarında annelerine şefaat edecekleri günü bekleyen tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet, arkalarında bıraktıkları tüm sevenlerine de dayanma gücü diliyorum.. -

19 Ekim 2007 Cuma

- Canım MP'cim hamile.. Tebrikler canım.. Sana sağlıklı bir hamilelik, kolay bir doğum ve hayırlı bir evlat diliyorum Allah'tan.. Bir de tahmin yapalım hadi.. Bebiş kız bence :))


- Bir diğer hamilemiz de Yeşim teyze.. Onun bebişi için de aynı tahmini yapıyor ve ona da aynı şekilde dua ediyorum.. İkinizin de hayırlı haberlerinizi alırız inşaallah..


- Ciddi ciddi çalışmaya başladım.. Serdim masanın üstüne kitapları, kağıt-kalemleri, iki gündür fırsat buldukça oturuyorum başına.. Kitabımın iki sayfası hazır.. Bu hızla gidersem önümüzdeki 4. yılın sonunda kitabı bitirebilirim ama benim sadece 2 ayım kaldı!! Durum vahim ötesi yani.. Yusufcuğun günün 20 saatini uyuyarak geçirmesini sağlayacak taktikler üzerinde çalışıyorum, her türlü teklife açığım :P

Bu sebebten İstanbul'a gitme işi de yattı tabii.. Bayrama kadar bu kitabı bitirip teslim etsem başka birşey istemem.. Çok bunaldım yaaaaaaa :((


- Küçük armutu merak edenler için not.. Ama atom karınca bir türlü sabit durmuyor.. Doktorun dediğine göre üç-dört güne kadar tamamen iyileşmiş olacakmış inşaallah.. Çok şükür ki ağır geçirmedi.. Gece ( vallahi abartısız ) 10-15 uyanmaya bir de gündüz ağır tempo eklenseydi mahvolurdum ben!!


- Mirzacık ve annesi de iyiymiş.. Göbişi düşmüş bugün tatlımın.. Büyüyor halasının kuzusu..

- Yusufum artık bebek değil tamamen çocuk oldu gözümüzde.. Yaptıklarına hayret etmeye devam ediyoruz.. Biliyorum her çocuk yapıyor aynı şeyleri, hepsi aynı aşamalardan geçiyor ama insan titreyerek kucağına aldığı fındık kadar bebeğinin gün gelip de büyüdüğünü, kendi yemeğini yemeye çalıştığını, adım adım takip ettiği annesinin kucağına atıldığını, babasını coşku çığlıklarıyla karşıladığını görünce hayret ediyor işte..

Bugünlerde ayna gibi Yusufcuk.. Ne yaparsak ya aynısını ya da biraz eksiğini ( ama daha şirinini ) yapıyor hemen.. Tam anlamıyla modelleme döneminde.. Hareketlerimizi taklit ediyor..

Ben elimi ağzıma kapatıp öksürüyorum, numaradan o da öksürüyor ağzını yarım yamalak kapatıp..

Elimle "Gel pisi pisi.." yapıyorum, o da çağırıyor küçük pisileri :))

Ben secde ediyorum, o da ediyor.. Ama eskisi gibi, popiş havada ters "v" değil artık.. Yeni stilimiz boylu boyunca seccadeye uzanmak :))

"Hadi ellerimizi yıkayalım.." dediğimizde iki elini birbirine süre süre geliyor arkamızdan banyoya kadar..

Babası fincana değip "Ay cıss, sıcak sıcak.." diyerek parmağına üflüyor, o da hemen kendi parmağına üflüyor sıcak birşeye dokunmuş gibi..

Ben başımı örttüğümde ya da balkondan arabasını aldığımda anlıyor dışarı çıkacağımızı, kapıya gidiyor hemen..

Dün akşam öpücük attı kendince komşumuzun kızı Melis'e..

Az önce de baktık ütüyü almış eline, halıları ütülüyor itinayla, aynı benim tuttuğum gibi tutarak..

Yeni kelimeler de eklendi ayrıca evimize ama daha tam olarak ne anlama geldiklerini çözemediğimiz için yazmıyorum.. Onları ayrıca listelerim inşaallah ilerde..


- Yusufcuğun hareketlerimizi taklit ettiğini anlatınca aklıma sevgili Didem'in bugün okuduğum yazısı geldi.. Oğlu Bora'ya iftarın ne olduğunu anlatmadıkları halde onun gözlemleriyle bunu çözdüğünü ve "Yemek bozmak.. Amin amin okunur, Didem yemek yer.." şeklinde tanımladığını yazmış.. Ona yorum yazdım ama buraya da eklemek istedim düşüncelerimi..

Bu çok güzel birşey bence ama çok da sorumluluk yüklüyor anne babalara.. Ortaokuldan beri unutamadığım bir söz var.. "Çocuklarınız işaret ettiğiniz yere değil, ayak izlerinizin gittiği yere gider.." Anlatmaktan çok yapmak önemli yani.. Tertemiz fıtratları, bilgiye hazır zihinleri bizim tasarrufumuza verilmiş ve biz şekillendirmeye çalışıyoruz onları.. Doğru davranıp onlara doğru örnek olmak ne kadar önemli.. Hem bu dünyada hem de ötelerde gurur duyacağımız, alnımızın akıyla göstereceğimiz bir evlat yetiştirmenin sorumluluğu çok ağır.. Rabbim yardımcımız olsun.. Bizi onlara doğru örnekler haline getirsin ve hayırlı insanlar yetiştirebilmeyi nasip etsin..


- Sevgili Archi'nin bu yazısına da değinmeden geçemeyeceğim.. Harika tek kelimeyle.. Yorum yazacaktım, baktım söylediklerim onunkilerle aynı vazgeçtim, size buradan tavsiye etmek istedim..

( Bu arada Archi'cim, ben biliyordum valla Myanmar'ın nerede olduğunu.. STV'deki "Ayna" programında seyretmiştim daha önce.. Haberler için de aynı kanalı tercih ederim ben.. Kendilerine tavsiye ettiğim ve önyargısız olarak izleyen herkesten de aynı tepkiyi aldım, "Diğerlerinden çok farklı, haber gerçekten.." )


- YATAŞ tarafından tam bir buçuk ay geçmesine rağmen tamamlanmayan yarım yamalak yatak odamızı iade ediyoruz.. Bugün görüştük.. Yarın da gidip yeni bir yatak odası bakacağız inşaallah.. Bu sefer hiç kasmayacağım kendimi.. Rahat davranmaya ve hırs yapmamaya karar verdim.. Varsın bir süre daha yemek masam gardırop görevi görsün, kazaklarım Yusufcuk tarafından halıların üzerinde hamur gibi yoğrulsun.. Beklemeyi öğrenmeliyim :))


- Bugünlerde çok kırılgan, çok duygusal, çok da alınganım bu arada.. Lütfen kimse beni üzmesin!!

16 Ekim 2007 Salı

Tahminimiz doğruymuş.. Kabakulak olmuş Yusufcuk :((


Peki neden?

Doktorumuzun teşhisi, üç hafta önce vurdurduğumuz MMR aşısından kaynaklandığı yönünde.. Bu üçlü aşının içinde kabakulak aşısı da var ve bazı bebeklerde komplikasyon olarak hastalığı tetikleyebiliyormuş.. İremle konuştuk akşam, karakuzu da aynı Yusufcuk gibi aşıdan on yedi gün sonra kabakulak geçirmiş, onlara da aynı şeyi söylemiş doktorları.. ( Bu arada, karakuzu bugün ufak bir kaza geçirmiş ve alnı yarılmış.. Dört dikişle dönmüşler eve.. Geçmiş olsun minnoşumuza, Allah beterinden saklasın..)

Şu anda beklemedeyiz.. Kabakulak için spesifik bir ilaç yok.. Sadece yüksek ateş olursa şurup veriyoruz.. İki gün sonra kontrole gideceğiz inşaallah tekrar..

Bu arada, aşıdan kaynaklanan kabakulak mı olduğunu anlamak için ayrıntılı tahlil yapıyorlarmış Hıfsısıhha'da.. Aşıyı ihbar edip sağlık ocağının incelenmesi gerekiyormuş bir problem var mı diye.. "İsterseniz gidin.. Ben aşıdan kaynaklanan kabakulak olduğuna eminim, kuluçka süresi günü gününe uyuyor, immuglobin bakılsa bile hastalıktan mı aşıdan mı olduğu ayırdedilemeyecek şimdi.." dedi doktorumuz ama çok kan alıyorlarmış, kıyamıyorum Yusufcuğa.. O şiş boğazıyla dakikalarca ağlasın istemiyorum.. Gitmeyeceğim galiba.. Ama sağlık ocağıyla ilgili ne yapılması gerekiyorsa onu halletmem lazım..

Bugün daha iyi anladık ki Yusufcuk doktorunu tanıyor ve o daha yaklaşmaya başlar başlamaz eliyle uzaktan itme hareketi yapıyor.. Bugün hem o hem ben hem de doktorumuz ter içinde kaldık hastanede..


Yapılan müdahale: Küçük ışık yardımıyla ağzının içine ve boğazına sadece bakma, kulağını inceleme..

Müdahale şekli: Anne kişisi yarı yatar yarı oturur pozisyonda ağlamaktan sakinleştirilemeyen Yusufcuğu yüzü yukarı bakacak şekilde kucağına alır.. Sol eliyle iki elini ve bacaklarını sıkıca kavrar, sağ eliyle başını sabitler ve sıkıca kendine bastırır.. Doktor, elinde ufacık bir aletle kurtcuk gibi kıvranan Yusufcuğa yaklaşır ve ağzını açmaya çalışır - zira Yusufcuk ağzını açmadan çığlık atmaktadır başına gelecekleri bildiğinden - Anne kişisi bebeği daha sıkı kavrar, yanaklardan ufak bir sıkıştırmayla ağız açılır, kontrol yapılır.. Anne oturmayı geçmiş resmen yatağa uzanır kucağına yapıştırdığı Yusufcukla birlikte :)) Kulak muayenesi için Yusufcuk yan çevrilir.. Doktor bir kez daha eğilir.. Yusufcuk bağırmakta, anne "Ay şimdi katılacak.." diye sayıklamakta, baba ise doktorun da üstünden görünen yüzünü şekilden şekile sokarak Yusufcuğa şirinlik yapmaktadır..


Şimdi gel de bu çocuğa kan tahlili yaptır..


.........................


Gelelim bayrama..

Yusufcuğun bayram serencamını anlatmaya "extreme" yolculuğumuzdan başlamak en iyisi olacak galiba.. Öyle ki Ozan eve varır varmaz, armudun sapı, vitesin düzü-otomatiği demeden hemen bir araba almaya ahdetti :))

Sair zamanlarda en ufak bir "çıt" sesine uyanan Yusufcuk, yola çıkacağımız sabah ben onu kucaklayıp gezdirdikten, altını bile değişitirdikten sonra ancak üstünü giydirirken uyandı.. "Niye rahatımı bozdunuz yaa.." diye de bize epey bir kafa tuttu uyku sersemi cırtlak sesiyle :)) Neyse hemen hazırlanıp çıktık, otobüsümze rahat rahat bindik ama Yusufcuk mızmızlanmaya başladı.. Oturduğumuz koltuk ve çevresinde kurcalanmadık yer kalmadığından oyalamak da pek mümkün olmadı ve serenat başladı!! Babası alıp kucağında gezdiriyor, ben emzirmeye çalışıyorum - ki uyusun - yok.. Huyudur Yusufcuğun, farklı bir yerdeysek, yanımızda başkaları varsa, birileri konuşuyorsa ne emer ne uyur.. Keşfedilecek herşeyi son noktasına kadar keşfetmeden rahat etmez içi.. Yine öyle oldu.. Uyutamadık bir türlü.. Hatta iş o dereceye geldi ki babasını bile istemez oldu, kendini yere atıp yürümeye çalışıyor.. Elinden tutup yürütüyoruz koridorda, onu da istemiyor.. Sağa sola sallana sallana giden otobüste kendi başına yürüyüp etrafı karıştıracakmış beyefendi!! Tam dört saat bu hengameyle geçti..

Sonra devreye, hala kendisinden "Allah razı olsun.." diye diye bahsettiğimiz host abimiz girdi.. Kucakladı Yusufu, hem oynattı, hem gezdirdi hem de isteyen yolcuların kucağına Yusufcuğu götürmek suretiyle firmanın servis yelpazesini genişletti.. Bir ara ikinci kaptanın uyuduğu bölmeye bile gittiler ziyarete :)) Böylece Ozan da ben de, Yusufcuk ağladıkça yan yan bize bakan yaşlı amca da derin bir "ohh" çektik..

Şimdi aşağıdaki fotoğrafa bakıp bana kızmayın.. Çok kısa bir süre oradaydı Yusufcuk ve çift şerit-tek yön yani karşıdan aracın gelmediği, sollamanın riskli olmadığı güvenli bir mevkideydik o anda ve Yusufcuk deli gibi ön tarafı gösterip ağlıyordu.. Sadece susması için izin verdik kısa bir süre.. Pişmanım ama başka türlü susturamadık ki küçük beyi.. Otobüsten atılıp köye kadar yürüyecek mecalim yoktu gerçekten..


Tek derdi orayı görebilmekmiş meğer.. İki dakika sonra bir baktık, muavinin kucağında sızmış Yusufcuk!! Aynı şey bugün de oldu.. Saatlerce uyumadı uyumadı, hastane dönüşü kucağımda oynarken bir anda koluma düştü kafası.. "Küt" diye uyumuş meğer oynarken :)) Kendi kendine uyumayı öğreniyor mu ne :P

Neyse, bunun son otobüs yolculuğumuz olması için dua ede ede köydeki evimize vardık :)) Zaten arefe günü gittiğimiz için o gün biraz dinlenmeyle, biraz hazırlıkla geçti.. Anlamadık bile..

Bayram sabahı Yusufcuğu giydirip süsledik, Ozan'ın dedesinin evindeki bayram kahvaltısı için köy içine indik.. Yusufcuk bayramda da geleneğini bozmadı ve kahvaltı etmek yerine oynamayı tercih etti.. Tavukların olduğu yere bakan pencereyi keşfettikten sonra ise onu oradan almak pek mümkün olmadı :))



Bu arada, şu önemli noktaya parmak basmayı da unutmayalım tabii.. Bir günün bayram olması, o gün yaramazlık yapılmayacağı anlamına gelmez..

Bayram da olsa dolaplar karıştırılır...
Şekerlik bir güzel devrilir..


O şekerliğin kapağıyla hızlıca koşulur, koşulur...

Hatta öyle hızlı koşulur ki anne fotoğraf çektiğinde sanki duran Yusufcukmuş da dönen çevredeki eşyalarmış gibi görünür :))


Ama bazen bayramda mutsuz da olabilir çocuklar :((
Annaneleri yanlarında yoktur çünkü..


Hemen "Hımm, ne yapsam?" diye düşünülür..
Ufak bir telefon görüşmesi meseleyi halleder :))


Bayram demek, en çok da büyükleri ziyaret demektir..
Yusufcuk da anne ve babasının elinden tutar, harçlık toplamaya gider..


Sonra...
Bahçede oynanır..
Özgürlüğün tadı çıkarılır..

Minik böcük ve karıncalar incelenir..



Bayram ziyaretlerimiz bitince "Eve dönmeden önce bir de piknik yapalım.." dedi Ozan.. ( Aaa, ne garip :P ) Gezdik dolaştık, güzel bir yer bulduk.. Sonra da bu sezonun en güzel mahsülünün fotoğrafını çektik..

Tarladan sofralara abi, geeelllllll :))



Yusufcuk babannesiyle ateşin başında ısındı..



Dönüşte önce Kütahya'ya uğradık, Yusufcuğun orada askerlik yapan amcasını görmeye.. Babaannemiz hüzünlendi biraz.. "Havacı" amcası, "fiuuuuvvvv fiuuvvvv" diye havalarda uçurdu meleğimi.. Birlikte yemek yedikten sonra yola devam ettik hemen çok geçe kalmamak için.. İyi yapmışız.. Hem Yusufcuk arabada huysuzlanıp ateşlenmeye başladı ( meğer kabakulakmış ) hem de bayram dönüşü çok yoğundu tarfik.. Işıklarda, gişelerde metrelerce kuyruklar vardı..


.........................


Allah'a şükür çok güzel bir bayram geçirdik ama üzücü şeyler de olmadı değil.. Ağzımda hala onların nişanesi üç kocaman uçuğum var :((

Bayram sabahı annemi aradım ama açmadı telefonu uzun uzun çaldırmama rağmen.. Meğer hastanedelermiş.. Arefe gecesi minnoş Mirza'm hastalanmış.. Rengi koyulaşan idrarına kan da eklenmeye başlamış.. Sabahı zor etmişler, bayramı hastanede karşılamışlar maalesef.. Küçücüğüm kum döküyormuş.. Dayılarında varmış kronik böbrek rahatsızlığı, genetikmiş galiba.. Üç günlükken başladı onda da!! Allah'ım şifa ver yavrucuğa ve tüm hasta yavrucuklara..

Ertesi gün yine aradım, yine hastanedeler ama bu sefer Ece için gitmişler.. Doğumu epidural sezaryendi, epiduralin etkisini atamamış vücut.. Baygınlaşmaya, dayanılmaz bel ve başağrıları çekmeye başlamış, yatırmışlar hastaneye.. Ağır ilaçlar verdikleri için bebeği de emzirememiş o gün.. Annemler kaşıkla beslemişler yavrumu hasta hasta.. ( Biberon alıp annesini emmeyi reddetmesin diye )

Şimdi ikisi de evdeler ve iyilermiş.. İlaçlar iyi gelmiş Mirza'ya, hastaneye yatmasına gerek kalmamış.. İdrarında kan da yokmuş artık, bitmiş galiba kum dökmesi ama anladığım kadarıyla ara ara yaşanacakmış bu.. Halasının kuzusu, kıyamam ben ona.. Şifa ver Rabbim.. Şifa ver benim tatlış yeğenime..


(Hem Yusufcuğa hem de Mirza'ya dua ederseniz çoook mutlu olurum..)
"Hasta pisi"m ateşli..

Kulağının altındaki kocaman şişlikle küçük bir armuta dönüşmüş durumda..

Galiba kabakulak olmuşuz.. Babamız gelip bizi hastaneye götürecek birazdan..

Akşama bayram maceraları yerine, doktor maceramızı okuyacaksınız sanırım..

Üzgünüm :((

15 Ekim 2007 Pazartesi

Bayram şekeri Yusufcuk evine döndüüüüüü :))

Anlatacak çok şey var.. Fotoğrafları yüklemem lazım ama önce çooook önemli bir uyarı :

"kuaybenur@yahoo.com" adresim hacklendi!! Bu adresten mail alırsanız lütfen açmayın ya da bana mail atmak isteyen olursa lütfen "hotmail" hesabımı kullansın.. Accounta erişemiyorum maalesef :(( İnşaallah kötü amaçla kullanılmaz, hem ben hem de başkaları üzülmez..

İnşaallah herkes çok güzel bir bayram geçirmiştir diyorum ve ayrıntılar için sizi yarın aynı saatte buraya bekliyorum :))

Şimdi babaanne ve dedeye meyve hazırlamam lazım.. İlgi bekleyen hasta pisimi de unutmayalım tabii.. Üşütmüşüz hafiften, nazdan geçilmiyor küçük bey..

10 Ekim 2007 Çarşamba


Yusufcuk uyuyor..
Ben de yatağın üstüne hazırladığım giysileri valize yerleştirmeyi boşverdim, geçtim hemen bilgisayar başına.. Ne de olsa akşama çok var daha :))

Yarın sabah köye gidiyoruz inşaallah.. Yusufcuğun ilk bayram tatili bu.. Geçen sene Ramazan bayramında kırkımız bile çıkmamıştı daha.. Kurbanda da kışın en soğuk günlerine denk geldiği için hiçbir yere gidememiş, evde geçirmiştik bayramı üç kişilik minik aile olarak.. Ama bu bayram, tam bir bayram şekeri olacağız inşaallah..

( Bayramdan sonra da minnoş yeğeni görmek için direkt İstanbul'a uçma planım var.. Ozan'ın anne ve babası bizimle gelecekmiş gerçi dönüşte, onlar gidince uçarım artık.. Yanlız Ozan'ın henüz planımdan haberi yok, o da ayrı konu! )

Gelelim İlker Mirza beye..
Minnoşun günü dolalı çok olduğu için dün sabah saat sekizde sun'i sancıyla doğuma almışlar gelinimizi.. Bir önceki gün telefonla konuşmuştuk, çok korkuyordu.. Ne desem boş ama ben yine de teselli etmeye çalıştım kendimce.. Doğuma girdikten sonra defalarca aradım kardeşimi, bir gelişme yok.. "Bekliyoruz.." diyor.. Kızcağız ikindiye kadar sancı çekti saatlerce.. Tam ebe çıkıp da annemlere "Bir saat içinde doğacak bebek.." dedikten sonra bir koşuşturma başlamış doğumhanede.. İlker Mirza biraz tombiş, annesi de biraz minnoş olunca, bizim bebiş sıkışmış doğum kanalında ve solunumu da tehlikeye girmiş.. Annemi aradım hemen, ağlıyordu.. "Şimdi sezaryene alıyorlar, doğunca haber veririz.." dedi.. Bekliyorum bekliyorum haber yok.. Aklıma binbir türlü şey geldi.. Böyle durumlarda da hep en kötüyü düşünür ya insan.. Dedim ki "Kesin bebeğe birşey oldu, sütüm kesilmesin diye bana haber vermiyor bunlar.." Neyse ki haber geldi o anda.. Meğer hastanenin asansörü bozulmuş ve yirmi dakika da asansörün önünde kıvranmış kızcağız, ameliyata geç girmiş.. Allahtan ki her ikisi de iyi ve sağlıklılar şu anda.. Ama çok korktuk hepimiz doğum haberini alana kadar..

Anlattıkları kadarıyla lokum gibi bembeyaz, tombiş bir yeğenim varmış.. Çok da usluymuş maşaallah.. Emip kocaman bir "gark" yapıyor, sonra da uslu uslu, uzun uzun uyuyormuş.. "Hiç Yusufcuk gibi değil.." diyor annem.. Biz ilk gece sabahı edene kadar akla karayı seçmiştik hastanede.. Koridorları çınlatmıştı Yusufcuk!!

Halasının kuzusu, akıllı bebeğim benim.. Nasıl merak ediyorum seni bir bilsen.. En güzel bayram hediyesi oldun bize..

...............

Herkese iyi bayramlar diliyorum şimdiden..
Dönüşte en tatlı bayram şekerinin yeni haber ve fotoğraflarıyla karşınızda olacağız inşaallah..

Bayramda mutlu olmak, ( özellikle çocukları ) mutlu etmek duasıyla..

Hayırlı bayramlar..
Hala oldum..

İlk yeğenim, bembeyaz tontiş bebeğim "İlker Mirza"m.. Hoşgeldin halacım.. Hoşgeldin ailemize..

Sen mışıl mışıl uyurken çooook uzaklardan gelmenin yorgunluğuyla, halan meraktan ölüyor burada bilesin :))


( Ayrıntılar sonra artık.. Yeni geldik iftar davetinden, Yusufcuğu uyuttum güç bela, hemen yatmam lazım zira harfleri bile bulanık görüyorum şu anda.. )

9 Ekim 2007 Salı


Ağlayasım var benim..
Hem de hüngür hüngür ağlayasım var..

Dünden beri bu küçük çingene kızı gitmiyor gözümün önünden..

Yusufcuğa su içirmek için oturduğumuz bankta yanımıza gelen ve azarlanma pahasına olsa bile sadece birkaç dakika kendisinin hiç sahip olamadığı ve belki de hiç olamayacağı güzel bir oyuncakla kaçamak kaçamak oynamaya çalışan küçük çingene kızı..



Onca fotoğraf çekmeme rağmen hiç bakmadı yüzüme.. Düşündüğü tek şey, bu renkli oyuncağın düğmelerine bastıkça çalan melodileri dinleyebilmekti çünkü.. Belki de hayatında ilk defa..

Yüzü aydınlıktı küçük çingene kızının..
Az ötede kaldırıma oturmuş, bir yandan en fazla iki-üç aylık görünen bebeğini emzirmeye çalışan bir yandan da dilenen annesine inat, aydınlıktı..

Kir içindeydi eli yüzü.. Ama gözleri çakmak çakmaktı..

Şampuan ve bebek yağı kokan oğlumun aksine, toz ve egzoz kokuyordu küçük çingene kızı..
Ama yüzü gülüyordu..

Karnı açtı belki.. Ya da öğretildiği gibi avucunu açıp benden para istemesi gerekiyordu..
Ama oyuncağa uzanmıştı minik eli..

Masumiyet, minik gözlerinde en saf haliyle duruyordu..

Ve ben o anda çok derinden birşeyler hissettim..
Suçluluk gibi.. Nankörlük gibi.. Çaresizlik gibi.. Merhamet gibi..

En az yavrum kadar çok oyuncağı olsun isterdim bu küçük çingene kızının..
Onun gibi sıcak bir yatağı, güvenli bir yuvası, çeşit çeşit kıyafetleri olsun isterdim..
Karnını doyurabilmek için, annesinin önüne serdiği ve üzerinde birkaç madeni paranın parıldadığı mendilden daha fazlası olsun isterdim..

Onun ve onun gibi nice küçük çingene kızının hayatını değiştirebilmek için elimden birşeyler gelmesini isterdim..


Ağlattın beni minik el..
Kocaman bir burukluk bıraktın yüreğime..
Bu kadar mutlu olacaksan, ne oyuncaklar getiririm sana..
Ama daha fazlası lazım senin için..
Çok daha fazlası..

7 Ekim 2007 Pazar

Şok..

Şooookkk..

Şoooooooooookkkkkk...

Bu haber kimsede yok :p


"Türkiye'nin megastarı kim?"


İşte son günlerde ortalıkta dönen sorunun cevabı..

"Yusufcuk" :P
Üstünde "Mega Star" yazan eşofmanıyla evin içinde salınışını görmeden, lütfen itiraz etmeye kalkmayınız !

.....................

Bugünlerde bir acaibim ben.. Hatta "bir acaib" değil "çok acaib"im!!

Dün minnoşumla hazırlandık ve Ramazan'ın başından beri haftasonu klasiğimiz haline gelen kitap fuarı gezimizi gerçekleştirdik yine.. Ben evden çıkmadan kafamda "bir taşla üç kuş" vurmuştum aslında ama Kızılay'a gidince kuşlardan birinin uçtuğunu farkettim.. Bu ne demek.. Az sonra :P ( İyice magazin kılıklı oldum ben yaa, valla izlemiyorum sakın suizan etmeyin.. Fragmanlar beynimize beynimize işlemiş sadece..)

Birinci kuş: Artık babasının hasretine dayanamayan ve kapının yanına oturup "baağğğğbaaa, baaa, bağğğğbbbb, bbbaaabiiii.." diye sayıklayan Yusufcuğun özlemini dindirmek..

İkinci kuş: Bloguyla yeni tanıştığım ama çok beğendiğim, yorumuyla beni bana hatırlatan ve bu haftasonu kitap fuarında olacağını yazan sevgili Rabia ile tanışmak..

Üçüncü kuş: DVD'yi Kızılay'da kamerayı aldığım mağazanın yetkili servisine bırakmak..

Peki ne oldu?
"Eee, DVD nerede?" sorusu ancak oraya gittiğimde gündeme geldi ve televizyonun üzerinde unuttuğum şimşek gibi çaktı kafamda!! Ya bir insan bu kadar mı hafıza özürlü hale gelir doğumdan sonra yaa.. Geçenlerde annemin doğumgünü vardı Yusufcuğunkinden hemen sonra.. Birkaç gün önce oturuken aklıma geldi, "Hiğğğ, unuttum anneşin doğumgününü, hemen aramam lazım.." dedim.. Telefonu elime aldım, o anda da zaten aramış olduğumu hatırladım.. Dakikalarca güldüm kendi halime..

Markette unuttuğum ve ancak uyarılınca almayı hatırladığım kredi kartı ya da para üstlerini, tuzsuz yemeklerimi, birşey almak için evden çıkıp da onu değil başka birşey alarak eve dönüşümü ve kapıda saçımı başımı yoluşumu anlatmıyorum artık.. Geçen gün de Yusufcuğun arabasını unutmuşum hatta kapının önünde ve gece boyunca nasıl olduysa çalınmadan durmuş orada çok şükür.. Başka birşey için kapıyı açınca gördüm!!

Bunun bir çaresi var mı sizce?

Neyse.. Yusufcuk babasına kavuştu, ben Rabia ile tanıştım.. Teyzesi Yusufcuk için kitabını imzaladı ve ayaküstü sohbet ettik biraz.. O hengamede fotoğraf çekmeyi de unutmuşum yanlız, sonradan aklıma geldi ama geri dönüp de ne kadar hafıza özürlü olduğumu ispat etmek istemedim :P Gerçi doktor olmasına bir TUS kalmış bir insan anlardı halimden ama çok meşguldü zaten, tekrar rahatsız etmek istemedim.. Tevafuken aynı semtte oturduğumuzu anladık, tekrar görüşmek için sözleştik zaten.. O zaman bol bol fotoğraf çekeriz tatlı Rabia teyzemizle.. ( Gerçekten çok tatlı ama yaa! )

Yusufcuk babasına, babası da Yusufcuğa doyup iş "illallah" aşamasına gelince :)) biz oğluşumla camiye girdik, oradan oraya koşup enerjisini biraz atsın diye.. O da hemen öyle yaptı zaten..

"Bu fotoğrafta Yusufcuk ne yapıyor, anlamadım.." diye üzülmeyin, ben de anlamadım..
Ama sanırım boğazını sıkmakla meşgul, tam emin değilim :))



Bu renkli pencereleri de çok sevdi minnoşum, aşağı bakıp amcalara bağırmaktan arta kalan zamanlarda hep onlarla oynadı parmaklarını sokup sokup :))


..............

Son olarak da iki gündür beni düşündüren bir fotoğraf..
Daha dün..

Miyk miyk ağlayan, ancak ben gezdirirsem gezen, gösterirsem gören, kucağımdaysa mutlu, değilse ağlayan Yusufcuk..

Artık elimi tutup küçük bir adam gibi geziyor yanımda..
Onun minik adımlarına uydurmaya çalıştığım her adımımda şükrediyorum ve bu kadar çabuk büyümesine, artık benim onu istediğim yere götürmeme değil de onun beni istediği yere çekiştirmesine hala inanamıyorum..

Ne zaman büyüdün meleğim?

Daha dün değil miydi ayakta bile duramayışın..
Daha dün değil miydi?

3 Ekim 2007 Çarşamba

Hımm, nereden başlasam?


İlk şoku atlattım, önce onu belirteyim :)) Daha o gece iyiydim aslında ve bu DVD hadisesi çok büyük muhasebelere itti beni.. Kısaca özetlemek gerekirse :


* Hırs yaptığım, çok istediğim, mükemmel olması için özen gösterdiğim her konuda "aksiyle imtihan olduğumu" bir kez daha anladım.. Yatak odası da doğum günü de üstüne fazla düştüğüm konulardı, her ikisinden de acı bir tecrübe hatıra kaldı bana maalesef :((

*İkincisi, "Madem kötü birşey olacaktı, iyi ya görüntülere olmuş, ya meleğime olsaydı.." diye düşündüm.. O kadar üzüldüğüme üzüldüm..

* Son olarak da bu "görüntü, kayıt, sonradan izleme, keşke deme" vs. meseleleri çarışım yapa yapa aldı beni, taa ahiret günü muhasebesine götürdü.. O gün karşımıza çıkacak, belki de çoktaaan unuttuğumuz ama o gün bizi ya çok sevindirecek ya da kahredecek görüntüleri düşünüdüm.. Her anımızın kaydedildiğini, bazı görüntülerin biz istesek bile silinme imkanının olmadığını hatırladım.. Hatırladım diyorum çünkü hayatın akışına kapılmış sürüklenirken, sadece günü kurtarmayı düşünürken ne çok şeyi unutmuşum ben!! Ahirette yüzümü aydınlatacak, yoluma ışık tutacak kayıtlar biriktirmek için endişelenmeyi bile.. Çok yazık, çok yazık bana..


Neyse.. Bu bir vicdan muhasebesi ve hepsini buraya aktarmama imkan yok zaten.. Sadece, bu farkediş çok etkiledi beni, onu paylaşmak istedim..

Günlük moduna geri dönelim..

....................

Bu fotoğraf, üç gün önceye ait..

Oturdum kara kışta kalmış gibi bir güzel giydirdim meleğimi evin içinde çünkü bu güzel hediyeleri siz de görün istedim..


Canım Tubamın paşasına ördüğü takım..


Ellerine sağlık Erikcim.. Tek kelimeyle harika olmuş.. Hele o paketi açar açmaz yüzüme çarpan mis gibi koku mest etti beni.. Bir de güzel parfümlemiş arkadaşım hediyesini :))


Yusufcuğuma da güzel bir not yazmış.. Sakladım teyzesi, merak etme..

.....................


Bu fotoğraf da kitap fuarından meleğimin odasına aldığım postere ait..
Dağıstan Çetinkaya çizmiş.. Çok beğendim..
Sağ üstte, "Kitap oku, kanatlansın hayallerin" yazıyor..
Zaten bu poster de tam anlamıyla kanatlanmış hayallerin resmi :))


Haftasonu çok güzel bir gün geçirdik İrem ve karakuzusuyla.. Önce kitap fuarına gittik ve biraz abartıp tam bir buçuk saat gezdik minnoşlarla :)) Sonra da onların evine gidip kocaman bir kavanoz turşu kurduk..


İşte size fuardan kareler..





Yusufcuk o gün tam onlamıyla bir enerji topuydu..
Meraklı bakışlarla pıtır pıtır gezdi standların arasında..
Kucağıma gelmek istemedi hiç..




Kendisine kitaplar beğendi, onları bir güzel inceledi.. Hatta babasına da yardım etti :))
Bazı şanslı müşteriler fişlerini Yusufcuğun elinden aldılar :P

Yanlız o kadar kalabalıktı ki fuar,
İrem gezmediği kısmı bile feda etti, zor attık kendimizi dışarı minnoşlar daralınca :))


Yusufcuk, gün boyunca yediği tek şey olan çubuk krakerlerle ilgili kritik yapma modundaydı..
"Hımm, kucağıma düşmüş olan yarım.. Demek ki diğer yarısını yemişim.. İki de önceden yemiştim, etti iki buçuk.. Bir de elimde var.. Onu da yersem fazla gelir yaa.. Vaz mı geçsem acaba? Kilo falan alırım sonra.. Yok yok, yemiyim bunu ben.."


Hasıl-ı kelam.. Kitapları seviyorum.. Kitap fuarlarını seviyorum..
Meleğime kitap almayı ise çoooook seviyorum..

Böyle güzel güzel okuduğunu görünce de dünyanın bütün güzel kitaplarını önüne yığasım geliyor :))

................


Yusufcuktan notlara geçelim..

*"Kulağın nerede?" deyince kulağını gösteriyor miniciğim..

* Oyuncak ya da gerçek, ne zaman bir telefon görse hemen kulağına götürüp "Ayee" diyor :)) Ben "Alo Ozann.." deyince de elinde telefon yoksa bile elini dayıyor kulağına..

* Çoraplarım ayağımda değilse getirip ayağımın üstüne koyuyor :)) Dün baktım kendi çoraplarını da giymeye çalışıyor, uğraşıp uğraşıp beceremeyince de kızıyor kendine :))

* İki gündür hava güzel diye parka götürüyorum meleğimi.. Arabasından çıkartır çıkartmaz ipi kopmuş gibi koşturup koşturup düşüyor.. Kumları alıp alıp havaya atıyor!! Ben onu salıncakların yanına götürüyorum, o sürünerek bile olsa süs havuzuna ulaşmaya çalışıyor.. Hayır bıraksam hemen dalacak içine, adım gibi biliyorum :)) Su delisi bir bebişim var çünkü..

* Son bir haftada hanemize ve bütçemize verdiği zararlar :

- Kaşla göz arasında çamaşır suyunu devirdi mutfak halısına.. Kocaman ve iğrenç bir beyaz lekemiz var artık!! İşin yoksa al eline çamaşır suyu şişesini, çiçek çizmeye çalış o lekenin üstüne ve farklı yerlere -tek olunca çok sırıtır :))- onlar da ağaracak diye bekle.. Olmadı, bayram harçlıklarımızla yeni halı alacağız artık :))

-Elindeki tencere kapağıyla fırınımı çizdi.. Elinden almasam cam da çatlamıştı garanti..

- DVD'yi bir kez daha zikredelim burada :))

- Yırttığı dergileri ve kırdığı plastik edevatı saymıyorum artık..

* Bulunduğumuz odada taşıyabileceği ne varsa kucağımızda artık.. Alıp getirip elimize veriyor, almayınca da kızıyor :)) Yuvasına yiyecek taşıyan karıncalar gibi, gidip gidip geliyor elinde ıvır zıvırla..

* Slinge alışamadı :(( Kucağıma tırmanıp içinden çıkmaya çalışıyor.. Sadece çok yakınımızdaki markete gidebiliyoruz henüz..

* "Yat annecim, koy başını yastığa.." dediğimde yatıyor artık.. Ama sadece iki saniye, hatrım için yani :))

* Ve son olarak.. Bozuk bir hoparlör var evde, uzun kablolu.. Ucundan tutup onu gezdiriyor, köpek gezdirir gibi :)) O ses çıkardıkça hoşuna gidiyor, daha hızlı yürüyor :))

..............

Bizim ruh hastası olduğundan şüphelendiğim davulcuyla ilgili de birkaç şey vardı yazacak ama Yusufcuk uyandı ve aç.. Hazır öğlen yemeği yemeye başlamışken bekletmeyeyim onu.. Hizmet kalitesi düşük diye vazgeçer falan, Allah korusun..