20 Eylül 2008 Cumartesi


Canım meleğim, iyi ki doğdun..


İki kişilik hayatımızı
kocaman bir şenliğe..

Sessiz yuvamızı,
tatlı bir nağmeye..

Beni, bir anneye..
Babanı, dünyanın en mutlu erkeğine dönüştürdün..


İkinci yaşın hayırlı olsun..
Ömrün bereketli olsun..


Anne seni hep böyle gülerken görsün inşaalah..
Bu mutluluk ona yeter..

18 Eylül 2008 Perşembe

Merakta bıraktığım için çok üzgünüm
ama yazma fırsatım olmadı bu hafta..

İstanbul'dayız bebişimle..

Tahlillere başladım.. Şimdilik hipoglisemi gibi görünüyor durum ama hala yaptırmam gereken tahliller var.. Anemi de olduğu için kandaki vitamin düzeylerine baktırmam lazım..

Tüp tüp kan vermek çok bunaltıcı ve kötü bir durum -özellikle benim gibi her enjektör gördüğünde fenalaşan biri için- ama buna da şükür.. Rabbim başka dert vermesin.. İnşaallah iyi çıkar tüm tahlillerin sonuçları.. Hormonlarla ilgili çok şüphem vardı mesela ama iyi çıktı maşaallah, bir sorun yok..İstanbul'a gelmeden bir gün öncesini hastanede geçirmeme sebep olan korkunç mide ağrılarından da eser kalmadı.. Sanırım gerginliğe bağlıydı o da.. "Acaba neyim var?" sorusu beni çok geriyor bugünlerde..

Neyse, daha fazla uzatmak istemiyorum bu sıkıcı mevzuuyu.. Farkettim ki sevmiyorum buraya böyle şeyler yazmayı.. Hep çok mutlu olduğum için değil ama buraya genelde mutlu olduğum zamanlarda yazdığım için şimdi bunları yazıyor olmak sıktı beni..

Konuyu değiştirelim hemen :))
Yusufcuk çok mutlu.. Genelde evdeyiz ve kedinin başında nöbet bekliyoruz.. Yusufcuk kuyruğuyla oynamak için ben de kedi ona birşey yaparsa engellemek için!! Gerçi bu sefer akıllandı, "koğkuom" deyip yanına yaklaşmıyor pek ama kendini tutamadığı zamanlar da oluyor tabii :P Onun haricinde hepimizin enerjisini sıfırlamakla meşgul.. Dayımız şimdiden iflas etti, annemle ben kaldık :P Halim oldukça annemle dolaşıyoruz, burada olmanın tadını çıkarıyoruz..

Haftasonunu kardeşimin evinde geçireceğiz inşaallah.. Hem Yusufcuğun doom günüsünü orada kutlayacağız, hem de ben Mirza tombikimi mıncıklayacağım bol bol..

"İgki" yaşına basmak üzere olan şımarık minik adamımdan hepinize sevgiler.. Yolu düşenleri pastamızdan yemeye bekleriz :))

11 Eylül 2008 Perşembe

Birgün birisi bana, gün gelip de oruç bile tutamayacak şekilde sağlığımı kaybedeceğimi söylese inanmazdım sanırım..


Ama oldu işte..

Salı gününden beri oruç tutamıyorum.. Tuttuğum son günün gecesi evde fenalaştım çünkü.. Ozan daha gelmemişti ve Allah'a yalvardım o an bana birşey olmasın diye.. Hem kimseye haber verecek durumda değildim hem de Yusufcuk bir başına ne yapar ne eder diye ödüm koptu.. Biraz yatarak, biraz şekerli biraz tuzlu birşeyler içerek kendime gelmeye çalıştım ama Ozan geldiğinde ondan bi ton fırça yemekten kurtulamadım.. "Ben sana tutma dememiş miydim, dayanmaz bünyen, emziriyorsun hala.." mealinde bir güzel haşladı beni.. Ama denemeden tutup tutamayacağımı bilemezdim ki :((

Çok bozuktu o gün moralim.. Allahtan Banucum iftara geldi de biraz keyfim yerine geldi.. Hakan abi üniversitenin iftarına gitmiş, Ozan da yoktu zaten.. Biz de kız kıza+Yusufcuk takıldık işte :))

Yusufcuk "Bu ne? Buğğğ?" sorularıyla zaten susuzluktan baygınlık derecesine gelmiş kızcağızı hepten bunalttı :)) İftar sofrasındaki kaşıktan tuza, peçeteden çiçeğe herşey ama herşey defalarca soruldu ve cevaplandı.. Ben sofrayı hazırlamak bahanesiyle hızla uzaklaştım olay yerinden :P

"Bağnnu"su olmadan kendi odasında oynamaya da yüreği el vermedi bebemin.. Sonunda ikimiz de onun odasına taşındık haliyle.. Bu sefer de tüm oyuncaklar elden geçmeye başladı.. Arada ne konuşabildiysek onu kâr saydık artık..

"Hakkan" amcası gelince o da nasibini aldı "oda" işkencesinden.. Gerçi o bunu işkence olarak adlandırmaz eminim, çok seviyor Yusufcuğu..


O gecenin unutamadığım, hala aklıma geldikçe beni güldüren diyaloğu ise şu:

-Yusufcum aç ağzını, bak Hakan amcan dondurma almış sana, gel vereyim..
-Donnobaaa :))

Ağzına aldıktan sonra..

-Beğendin mi annem?
-I ııı..
-Neden?
-Voğuk!!


Hakan amcası, lütfen bir daha soğuk dondurma alma çocuğuma :))



.........................



Ramazan'ın başında anne oğul parka gitmiştik..
Orada bir Yusufcuk buldum ben yine :))


Kırmızı kırmızı, çok şirindi..



..........................





- Yusuf nerdesiiin?

Her neredeyse oradan sesleniyor bana:

- Buydaaa..


Sesin geliş yönü ve şiddetine göre yer tayini yapıyorum ben de :))



..........................



Yusufcuk öğlenleri salıncağında uyumaya iyice alıştı çok şükür..
Ama bu küçük dedecik illa elinde olacak :))
Onsuz uyumuyor..




........................




Yusufcuğa birşeyi yapıp yapmayacağını sorduğunuzda alacağınız cevap:

Olumluysa : Yappin
Olumsuzsa : Yapbican

Olacaktır, bilginize :))


..........................


Yusufcuk bebekliğinden beri bizim yatağın üstünde oynamaya bayılır ama bugünlerde bunu iyice arttırdı.. Karşısında ayna da olduğu için biraz oynuyor, biraz kendini seyrediyor, biraz şımarıklık yapıyor.. Ama farkediyorum ki orada çok keyifli vakit geçiriyor :)) Bugün bisikletini bile yatakodasına taşımış, yatağın yanına parketmiş.. Canı isteyince biraz da ona bindi :))


Legolardan mama yaparken..




.............................





Yusufcuğun gece uyanma saatlerine bir de "sahur vakti" eklendi!! Bizim sesimizi duyar duymaz emzirsem de bir daha dalmıyor ve biz yatana kadar bizimle oturuyor..

Geçen gece uyandı, yalpalaya yalpalaya yataktan kalktı ve koridora koştu.. Bisikletini gördü. Hemen üstüne bindi ve ayaklarını iki yana açıp, yumurtadan çıkıp vargücüyle denize koşan caretta carettalar gibi hızlı hızlı salona doğru ilerlemeye başladı!! Gece gece öldüm gülmekten.. Gözleri bile tam açık değildi daha..

"Rüyanda mı gördün oğlum?" demedim, çünkü eminim artık rüyasında gördüğüne.. Bir gece kalkıp "mağmunum" diye ağlıyor, ertesi gece "Anne dök, lego dök.." diye.. Dün gece de "Benim ağabamm.." diye sayıklıyordu!!

Doyamıyor yavrucuk oyuna, oyuncaklarına..


............................



Ziya amca bize iftara geldiğinde "Allah bir" ve "La İlahe İllallah" demeyi öğretmişti Yusufcuğa.. O günden beri kendi kendine tekrarlıyor bebeğim "Allah biyy", "Lağ yağ yee"..

Ozan evde okuduğunda sürekli sesli okur Kur'an-ı Kerim'i.. Yusufcuk da ne zaman Kur'an'ı eline alsa ya da Arapça yazılı bir kitap görse başlıyor hemen babasını taklit etmeye.. Başını iki yana yavaşca sallaya sallaya sesli sesli okuyor :))

Canım meleğim, Ku'an-ı Kerim hep en büyük rehberin olsun inşaallah..


..........................



Yusufcuk evdeki ayak işlerini yapmaya bayılıyor.. Yemeği yerde yiyeceğimiz zaman örtüyü, ekmeği ve su şişesini götürmek onun görevi mesela.. Benim söylememe bile fırsat bırakmıyor.. Gidip koyunca da hemen gelip "Anne alkiişşşş" diyor bana.. Çok büyük iş başardı ya, alkışlamamız lazım haliyle :)) Biraz "aferincilik" var anladığım kadarıyla kanında :P


........................



İstanbul'a gitmemize dört, ikinci doom günümüze ise dokuz gün kaldı..
Çok ama çok heyecanlıyım..


.........................



Yarın benden haber beklemeyin.. Bu ve bu ciciş hanımlarla iftar ediyor olacağız Allah'ın izniyle.. Yusufcuk abileri ve Sena ablası geleceği için çok mutlu.. Ben de öyle :))

8 Eylül 2008 Pazartesi

Bu gece büyük bir hata yaptım ben..

İftara kadar burnumda tüten demli demli, karanfilli çayı - iki büyük fincan - içtiğimde saat on sularıydı!!

Sonuç: Sahur vakti bloguna yeni bir imaj yapan Kuaybe :))

Altyapı çalışmalarımız devam edecek.. Özellikle linkler ve fotoğraflar..


Beğendiniz mi bakiim?

5 Eylül 2008 Cuma

Ramazan'ın ilk üç günü güzel misafirlerle iftar edince, dün Ozan'la başbaşa yaptığımız iftar pek bir mahzun, pek bir yanlız geldi bana.. Rabbim gurbettekilere yardım etsin..

Gerçi ona bile şükretmem lazımmış.. Bugün Ozan da olmayacak galiba.. Fuar sezonu başladı.. Artık sahurdan sahura görüşeceğiz kendisiyle :P



........................




Salı günü Nezahat teyzeler bizdeydi iftara.. Nezahat teyze benim lise arkadaşım Sümeyranın ( nam-ı diğer Süme'nin ) annesi.. Ankara'ya ev tutumak için geldiğimde bana kucak açmışlardı hemen.. Evi tutana kadar üç gün onlarda kaldım ve ilk defa geldiğim bu şehirde kendimi hiç yanlız hissetmedim.. O günden beri annelik yapar bana sağolsun.. Ben de Süme iki sene önce Aydın'a gelin gittiğinden beri ona evlatlık etmeye çalışıyorum..


Eşi Ziya amca böbrek hastası yıllardır.. Nakil gerekiyordu ve Yusufcuk yeni doğduğunda Antalya'ya gittiler beraber.. Nezahat teyze, böbreğinin birini verdi eşine.. Yanlız ikisi için de zor ve geç bir iyileşme süreci geçirdiklerinden yaklaşık birbuçuk sene orada kaldılar.. Dört ay oldu onlar Ankara'ya döneli.. Ziya amca yine çok rahatsız.. O gün iftarda bile bir tabak çorbayı zor içti ve salonda ona hazırladığımız yerde istirahat etti gidene kadar..

O gün bir kere daha anladım ki, sağlıktan daha büyük zenginlik yok hayatta.. Yeri hiçbirşeyle doldurulamayacak bir boşluk sağlığı kaybetmek..



Rabbim en kısa zamanda hayırlı ve tam şifa versin inşaallah..



........................




O gece çok da büyük bir tehlike atlattık ayrıca.. Yusufcuk güzel güzel oynuyordu odasında.. Bir beni çekiştirip götürüyordu yanına, bir misafirlerimizi.. Ben çayları ikram ederken sesi kesildi bir ara.. Gidip baktım odasında yok.. Ama miyk miyk sesi de geliyor biryerlerden.. Hemen yandaki oturma odasına baktım ama orada da yok.. Ses oralardan biryerden geliyor!! Resmen bir şimşek çaktı beynimde ve odasındaki perdeyi araladım yavaşça.. Tahmin ettiğim gibi Yusufcuk açık pencereye tırmanmıştı ve bacağının biri pervazın içinde biri dışında öylece oturuyordu!!!

Dizlerimin bağı çözüldü resmen.. Sessizce yaklaşıp yavaşça kucakladım ve sonra Ozan'ı çağırdım.. O anda yaşadığım korkuyu anlatamam.. Pencere balkona açılıyor yani aşağı düşme riski yok ama ya balkona inip oradan düşseydi!! Allah'ım, ne senaryolar geçti aklımdan ard arda..

Hemen o pencerenin kolunu söktük ve cıvıl cıvıl koşup oynayan Yusufcuğun sayesinde biraz sakinleştim ama hala aklıma geldikçe ürperiyorum.. Evde bağlı ya da kilitli olmayan tek pencere orasıydı.. Önü boş ve tırmanmasına imkan vermemiştim şimdiye kadar çünkü çok yüksek.. Ama afacan fare ne yapmış yapmış, çıkmış işte!!


Rabbim bir kez daha korudu emanetini, şükürler olsun..



.........................




Çarşamba günü ise iki tatlı hanım misafirimdi.. Üniversite arkadaşım Esra ve dünyalar tatlısı minişi Leyla..

Eşlerimiz sağolsun genelde çocuk odasında bebişlerin yanında geçirdiler akşamı.. Yusufcuk, Leyla yatağına ttutunup sıralıyor diye bile arıza çıkardı çünkü :P Ama genel anlamda iyi anlaştılar.. Gelen bebek ondan küçükse, Yusufcuk daha sakin oluyor sanki :)) Büyükse rekabet de büyüyor çünkü..

Esralar Amerika'dan kesin dönüş yaptılar ve Ankara'ya yerleştiler bu yaz.. Daha ben ona bir "Hoşgeldin"e gidemeden - malumunuz pek gezdim ben bu yaz :)) - Ramazan geldi.. Biz de davet ettik onları ve çok güzel bir akşam geçirdik beraber.. Leyla'ya doyamadım ama.. Bayram dönüşü, ertesi gün onlardayım :P

Tam ben gideceğim, arkadaşlarım Ankara'ya gelip gelip yerleşiyor yaa.. Kızlar daha önce neredeydiniz bakiim :P Şimdi daha zor olacak buradan ayrılmak..



.........................




Yusufcuk içimi çok acıtan birşey yapıyor bugünlerde.. Ona kızdığımda "Ödüğ dii anne, ödüğ diii.." diye özür dileyerek ağlıyor!!

O zaman neden biraz daha tahammüllü olmadım diye kendimden nefret ediyorum işte..



........................




Rabbim Ramazan'ı hayırla ve kolaylıkla tamamlayabilmeyi nasip etsin inşaallah.. Biraz zorlanıyorum.. Bugünü tamamen yatarak geçirdim.. Yusufcuk "Anne kalk, kalk.." diye dolandı başımda.. Evi birbirine kattı hazır fırsat bulmuşken.. Gece de canıma okudu zaten.. Sahurda kalkıp "bikikkem" diye tutturdu, bisiklet turu yaptı gece gece.. Uyuduğumuzda saat yediye geliyordu!! Kaç defa emdiğini de saymadım tabii..

İmdaaaattttttttt!!!!

Artık bu gece emzirmelerini de kesmemiz lazım ama nasıl ????

2 Eylül 2008 Salı

Bu seneki Ramazanımızın ilk iftarını, ilk misafirlerimizle birlikte geçirdik çok şükür.. Yarın da misafirlerimiz olacak.. Ben İstanbul'a gitmeden ve Ozan'ın fuar mesaisi başlamadan olabildiğince çok misafir ağırlamak istiyoruz..

Kalabalık iftar sofraları kadar sevdiğim birşey yok..
( Hımm, aslında var.. Kalabalık bayram sofraları, çay sohbetleri, tandır başı, çiğdem çitlemeler, piknikler.. Ooo, bu böyle uzar gider.. )

Ozan'ın halasının oğlu, eşi ve beş yaşındaki oğullarıydı misafirlerimiz.. Aslında Antalya'da oturuyorlar ama bir süre A. abi burada kalacak. Eşi, oğulları çok özledi diye onu ziyarete gelmiş.. Biz de duyunca davet ettik.. Ben iftar için hazırlık yapmaya başladığımda saat dördü geçiyordu ve ortaya birbiriyle hiç uyumlu olmayan acaip bir menü çıktı ama Allah'a şükür yetişti herşey..

Yusufcuk ve Kaan sağolsun, pek bir diken üstünde oturttular bizi.. Abisi bisiklete biner, Yusufcuk "bikiğkeeemmm" diye ağlar, legoları paylaşamazlar, biri hangi kitabı okuyursa diğerinin canı da illa onu okumak ister!! Yine de onları birbirinden uzak tutarak idare ediyorduk ortamı.. Taa ki tam gitmelerine yakın Kaan mutfağa kusana ve ben tam ona koşarken Yusufcuk çayların durduğu sehpayı üzerine devirecek şekilde koltuktan düşene kadar!! O an dördümüz de hangisine koşacağımızı şaşırdık!! Ozan Yusufcuğu hemen soğuk suyun altına tuttu, ben kucaklayıp sakinleştirdim ve misafirimiz de benim mutfağımı temizledi!! Sonra da oturup buz gibi olan çaylarımızı içtik :P

( Yusufcuk iyi, yanmamış.. Sadece yerden bacağına biraz çay sıçramış, o kadar.. "Dayy, badağğk day, uff.." diye naz yapıyor. )

Onları kaldıkları yere bıraktıktan sonra, Ozan arabayı durdurup bir paket çıkarttı bagajdan.. Çok güzel bir hediye almış bana.. Ama ben o kıyafeti daha önce denemiştim ve olmamıştı.. Gece gece mağazaya gidip farklı birşeylerle değiştirdik.. Çok ciciş elbisem, eteğim ve gömleğim için çooooooooook teşekkür ederim canım.. Beni yine çoooook mutlu etmeyi başardın :))




............................




Biliyorum Ramazan ayındayız, hertürlü yiyecek içecek fotoğrafı sakıncalı ama haftasonu yaptığım turşu-sosu anlatmak zorunda hissediyorum kendimi :P

Ben öğrendiğimden beri her sene bolca yapıyorum bu sostan.. İster turşu gibi yemeklerin ya da kahvaltıların yanına koyabilirsiniz, isterseniz de benim gibi fırında balık ya da farklı bir yemek yaparken harç olarak üzerine bunu dökebilirsiniz.. İnanılmaz lezetli oluyor.. Şimdi hem domatesin hem de turşuluk küçük acı biberlerin tam mevsimi olduğundan anlatmak istedim.. Belki yapmak isteyen olur ve yiyip yandıkça beni hatırlar :))

Gelelim yapımına.. Domates ve biberlerimizi yıkadıktan sonra domateslerimizi rondodan geçirip ( isterseniz rendeleyebilirsiniz, aslı öyle ama çok uzun sürüyor ) büyükçe bir kapta biriktirmeye başlıyoruz.. Onlar bitince, saplarını kesip ikiye böldüğümüz minik biberleri üzerine ekliyoruz.. Yeterince tuz atıyoruz.. ( En sonunda tadarak bakabilirsiniz yeterli mi diye, hafif tuzlu olacak.) İstediğimiz kadar sarmısak soyup küçük parçalara bölüyor ve ekliyoruz.. Sıvıyağ ve sirke de ekledikten sonra ( Ben beş kilo domates için bir su bardağı yağ ve yarım litre sirke ekledim. ) iyice karıştırıp cam bir kavanoza dolduruyoruz.. Yaklaşık iki-üç hafta sonra açıp "Hımmm" diye diye yiyoruz :))


..............................


Evet yanlış görmediniz, Yusufcuk çamaşır makinesinin içinde!!
Tamamen kendi çabalarıyla :P




...........................




Bu sabah Yusufcuk "ağappabiiiii" diye ağlayarak uyandı.. Saat henüz sekiz bile değildi ve ben sadece dört saatçik uyumuştum henüz.. Bir gözüm açık bir gözüm kapalı, ayakkabıların altını sildim çamaşır suyuyla ve pijamanın altına giydirdim.. Sonra biraz sakinleşti!!

Evde giydiği ayakkabısını gösteriyorum, hayır.. İlla istediği ayakkabı olacak..
Bu çocuğun inadı kime çekti acaba :P


Bahsi geçen ayakkabı bu ayakkabıdır efendim..Bizzat Yusufcuk seçmiştir ve almıştır kendisini ve o günden beri takıntı haline gelmiştir onu giyip dolaşmak, uyurken bile çıkarmamak




.........................





"Anne eğv eğv.." :))

Minik oğluşum, günler süren itinalı çalışmaların ardından küçük arsamıza yapacağımız evin modelini çıkarttı.. Önüne bir de araba kondurdu.. Eh bana da "İnşaallah.." demekten başka birşey kalmadı :))



Minik mimarımız atölyesinde, yeni modeller üzerinde çalışırken..




Tabii kendisini herzaman orada zannetmek yanlış olur..
Arada böyle muzur işlerle de uğraşıyor!!



.............................



Şimdi gidip baktım, halıdaki çay lekesi çıkmamış ya, offfffff !!!
Ben en iyisi bir daha sileyim şunu..


1 Eylül 2008 Pazartesi

Bir Ramazan yazısı yazmak için oturdum aslında bilgisayarımın başına ama baktım ki yazacaklarım -daha doğrusu içimden geçenler- geçen senekiyle aynı, en iyisi o yazıyı buraya kopyalayayım dedim.. Hem bu sayfayı daha sonradan oluşturduğum için o yazı arşivde yok, bulunursa iyi olur :))


13 Eylül 2007


" Ne az önce geçen ve "Üç taynesi onn yeğğtele.." diye bağırmak suretiyle bücür cadımı uyandıran pijamacı ne de 3. kattaki Emine teyzenin aşağı döktüğü bir kova suyla nokta nokta lekelenen camlarım.. Hiçbirşey moralimi bozamaz bugün..

Ramazan'a kavuştuk çok şükür..

Sabahtan beri çocukluk oruçlarım var zihnimde.. O günlerdeki gibi kıpır kıpır içim..

Herkesin vardır bir ilk oruç hikayesi.. Çoğu benzer belki birbirine ama hepsi çok özeldir ilk oruçların.. Kimi parayla satın alınır ( Ama babam bizim oruçları hiç satın almadı, baktı ki üç bücür var, alsa pahalıya patlayacak kendisine, başka bir taktik kullandı ), kimi "dikişli" olur, kimi tastamam.. Ama hiç çıkmaz insanın içinden o ilk orucun tadı..

İlkokula yeni başlamıştım sanırım ilk orucumu tuttuğumda.. Annemleri, yalvara yakara beni de sahura kaldırmaları için ikna etmiştim.. Kardeşlerime hava atmayı da ihmal etmemiştim tabii " Ben artık büyüdüm, sahura kalkıp oruç tutacağım.." diye.. Canım annem, bizim evde bir sahur klasiği olan yumurtalı ekmek yapmıştı galiba.. Yedim, yedimmmm.. Midem su dolu balona dönene kadar da su içtim, annem "İyi iç bak, susarsın.." dedikçe..

Sabah kalktığımda kardeşlerim kahvaltı yaparken ben sabırla öğle ezanını bekliyordum.. Çünkü annemin anlattığına göre çocukların orucu "dikişli" olurdu ve öğle ezanı iftar edilirdi.. Bu iftar aynı zamanda sahur da olurdu ve akşam ezanına kadar orucun kalan kısmı tutulurdu :))

Öğle vakti iftarımı yedim bir güzel :)) Yine göbişim şişene kadar su içtim ve akşama kadar sokaklarda koşup oynadım.. Vaktin nasıl geçtiğini anlamadım bile ama akşam iftar sofrasına oturduğumda o kadar büyümüş, o kadar güçlü hissediyordum ki kendimi, hep oruç tutmak istedim.. Bu sefer babam girdi devreye.. Çocukların bir Ramazan'ın başında, bir ortasında, bir de sonunda oruç tuttuklarını, anne-babaların bu 3'ün yanına bir "0" koyduklarını ve böylece 30 gün oruç tutmuş olduklarını anlattı :)) Ben de razı oldum tabii, n'apalım kurallar öyleydi :))

Sonraki senelerde kardeşlerim de eklendi iftar ve sahur sofralarına.. Artık dikişsiz olmaya başladı benim oruçlarım.. Babamın her sahur sonrası mutlaka okuduğu ve bizim o zamanlar yarı uykulu gözlerle dinlediğimiz "üç hadis" ışıttı sabahlarımızı.. Hep canımız ne çektiyse onunla süsledi iftar sofralarımızı annem..

Şimdi bunları hatırladıkça gözlerim doluyor ve ben de oğlumun ilk orucunun hayalini kuruyorum.. Onunla yapacağım sahurları iple çekiyorum.. O da benim gibi, sırf Allah istedi diye aç kalmanın ve sonra iftarda içilen bir bardak suyla ferahlamanın tadını yaşasın istiyorum.. Dikişli oruçlarının ardından bizimle iftar sofrasına oturup ellerini Yaradan'a açtığında, onun küçücük avuçlarına sağanak sağanak yağacak rahmetten biz de nasipdar olalım istiyorum..

Bugün Ramazan..
"İlk oruç" kuşları uçuyor miniklerin..

Bugün Ramazan..
Ruhları, açlıkla arınıyor büyüklerin..

Mübarek olsun.. "




İçim yine o günkü gibi kıpır kıpır.. Bu yıl -inşaallah- oruç da tutacağım için daha da heyecanlıyım.. Gündüz emzirmelerini tamamen kestik artık.. Sadece gece uyuturken ve sabaha kadar kalktıkça dört-beş kere emziriyorum.. Ramazan'da sahurdan sonra da emzirmeyeceğim için kolayca oruç tutabileceğimi düşünüyorum.. İnşaallah zorlanmam..

Herkese hayırlı Ramazanlar..


.................................



Dün sezonun son pikniği diyerek gittiğimiz piknik, yeni bir dönemin başlangıcı olacak gibi.. Ozan ve Hakan abi, bir dağda iftar ve bir de gece çadırda konaklama planı yaptılar bile ayaküstü!! Banuyla bana da "Bizi eve bırakın da siz ne isterseniz onu yapın.." demekten başka çare kalmadı :P

Bazı kişilerin canı çektiği için (:P) bu sefer güveç fotoğrafı falan yok size.. Sadece birkaç güzel kare var.. Oysa ben uyarı yazısı da yazmıştım di mi ama.. Hem bilerek bakın, hem sonra "Canım çekti, çok fenasın.." deyin.. Olmaz ki ama cicim :P


İlk konuştuğumuzda, okuldaki işi bitmediği için gelemeyeceklerini söyleyen ama güveç lafını duyunca tüm işlerini jet hızıyla halleden Banucum ve eşi Hakan abi

O gün elinden biberonunu düşürmeyen Yusufcuk..
Yürüyüşe bile biberonuyla katıldı kendisi :P
Yeni bir "bağımlılık dönemi" mi başlıyor ne?



Akşamüstü, kırda muhabbet keyfi..



Yemek sonrası, odun ateşinde çay hazırlıkları..




Sanatsal bir çalışma :P



Pikniğe gitmekte geciktiğimiz için mecburen karanlığa kaldık ama bu mecburiyet ateş başında güzel bir çay keyfi ve muhabbete dönüşünce hiçbirimiz şikayetçi olmadık.. Tadı damağımızda kaldı bu pikniğin..

Havalar güzel olursa, Ramazan'dan sonra bir daha deneyebiliriz.. Tabii Ozanların dağda iftar planı bir şakadan ibaret değilse.. Yoksa eminim bu haftasonu yine orada olacağız :))


Tekrar herkese hayırlı Ramazanlar..
Dua ederken bizi de hatırlayın olur mu..