31 Aralık 2007 Pazartesi

2007'nin son günü yazıyorum ama bir yeni yıl yazısı değil bu.. Zaten yeni yılı hiç kutlamam ben.. Zannedildiği gibi "Hristyan adeti olduğu için, içki içildiği için.. vs" sebebiyle değil.. Daha farklı benim sebebim.. Anlayamadığım için neyi kutladığımızı.. Ölüme biraz daha yaklaşmamızı mı? Ömrümüzün kocaman bir dönemini daha geride bırakmamızı mı? Bir öncekinden pek de farklı olmayacak ertesi güne ulaşmayı mı? Neyi kutluyoruz sabaha kadar? Yaşlanmaktan, ölümden ödü kopan korkan bizler, bizi ona daha da yaklaştıran bir süreci neden kutluyoruz hiç anlam veremem.. Kaldı ki illa bir eylem gerekiyorsa her yıl başında, bence bir kutlama değil de bir sorgulama olmalı bu.. Koca bir yılı nasıl geçirdiğimizi, bir sonraki yıl için nelere niyet ettiğimizi sorgulamalıyız tombala oynamak yerine.. Ama dediğim gibi "bence".. Bu kelime herşeyi açıklıyor zaten.. Farklı düşünenlere saygı duyuyorum elbette ama hiçbirşey ifade etmiyor benim için yılbaşı, şifonyerimin üzerindeki takvimi yenilemekten başka..

......................

Diğer sayfayı artık şifreledim.. "Minik melek" sadece minik meleğime has olacak bundan sonra.. Yusufcuk ara ara afacanlık yaptıkça size anlatacağım ama, merak etmeyin :))

......................

Misafirlerimizden ikisi gitti, sadece Fethi dayımız kaldı bizimle.. O da misafir sayılmaz zaten.. Şu anda "dayı"lıktan "dadı"lığa terfi etmiş vaziyette, Yusufcuğu oyalıyor.. Çalışmam lazım diye kandırdım onu :)) Aaa, bu arada çalışmak demişken, merak eden arkadaşlar olmuştu, yazmayı unuttum ben.. Yola çıkacağımız akşam ödemeyi yaptı bana yayınevi.. Tehdidim işe yaradı demek ki :P Onca emeğim boşa gitmesin ve ne kadar süreceğini bilemediğim bir süre yeni yayınevi aramakla uğraşmayayım diye kabul ettim ama hakkımı helal etmiyorum hala, o ayrı konu.. Boş yere o kadar üzdüler beni.. Şimdi yeni planım, sadece yaptıkları ödemeye karşılık gelecek kadar sayfayı teslim etmek, geri kalanını da yeni ödemeyi alana kadar vermemek.. Kesinlikle güvenmiyorum ben bu adamlara..

......................

"Siyah Süt"ü okumak istiyorum en kısa zamanda, çok methetti herkes..

......................

Üç gündür elektrik idaresi oyun oynuyor bizimle resmen.. Bir gidiyor bir geliyor elektrikler.. Dün çamaşır makinesinde çamaşırlar, bulaşık makinesinde bulaşıklar bekledi saatlerce yarım yıkanmış bir şekilde.. Toplamda sekiz saat falan yoktu galiba elektrik.. Kombi de çalışmayınca ev buz gibi oldu ve zaten hasta olan Yusufcuğu lahana gibi kat kat giydirdim.. Bir de açtık birkaç ritmik müzik, hoplattık durduk.. Maksat hareket etsin, ısınsın yavrucak :)) Hani akıllı uslu durağan bir bebe olsa, al yanına yat yatağa.. Sıcacık mis gibi uyu.. Yooookk.. Yusufcuğa uymaz bu.. Gerçi dün akşamüstü tam bir buçuk saat uyumuş, tabii ben de.. Uyandığımda saate baktım, inanamadım.. Yusufcuğu öptüm öptüm teşekkür ettim evdekilerin şaşkın bakışları altında :P Ne de olsa büyük lütuf benim için o kadar uzun bir uyku..

....................

Uzattım yine.. Biraz da çalışayım bari, Fethi'ye ayıp olmasın :P

28 Aralık 2007 Cuma

Merhaba..

Buradayız artık..

Yeni bir eve taşınanların heyecanı sardı şimdi beni..
Ne yazacağımı şaşırdım :P

Fırsat buldukça düzenleyip zenginleştireceğim inşaallah sayfayı ve bu haftasonunu da atlattıktan sonra son hız yazmaya başlayacağım.. Linkleri de yorumlar geldikçe eklerim yine.. Eski sayfadan copy-paste yapacak vaktim bile yok :(

Yusufcuğu özlerim diye düşünenler endişelenmesin.. Ondan da bahsedecğim sık sık.. Göremeseniz de haber alacaksınız yani minik melekten.. Hayatımın çoğu ona tahsis edilmiş durumda zaten.. Bahsetmesem abes olur :))

Ozan'ın amcasının oğlunun yanısıra en küçük dayımız da gelecek bu akşam bize.. Kalabalık ve hareketli bir hafta sonu bekliyor bizi.. Güzel geçer umarım.. Tabii sizinki de..

Hem sayfamı hem de sizi çok özledim ben yine..
Tek tek okuyup gelişmeleri öğrenmem lazım.. Gel gece geeel, Yusufcuk çabuk uyuuuu :))
Arkadaşlar sizi şöyle alalım :))

Bu, bu sayfadaki son yazım şimdilik..
Artık yeni yazılarımız "www.kuaybenur.blogspot.com" da olacak.. (GÜNCELLEME: Bu adres artık kullanımda değildir - 2009 ) Yusufcuğun sayfasına devam edip etmemeyle ilgili kararım kesinleşmedi.. Belki de oğluşumun günlüğü için eski, sararmış yapraklarla kaplı deftere geri döneriz.. İki sayfayı birden idare edecek vaktim olup olmayacağı konusu hala kesinlik kazanmadı kafamda.. Ama buraya yazmaya devam etsem bile bu sayfa sadece ailelerimize ve bizzat tanıdığımız birkaç arkadaşa açık olacak.. Ben yeni sayfada biraz Yusufcuktan biraz havadan sudan bahsederek yazmaya devam etmeyi düşünüyorum..

Şimdilik bu kadar..
Dün misafirlerimizle aynı anda otobüsten indiğim ve evi hala toparlayamadığım için birkaç gün molaya ihtiyacım var.. Yüksek bayram temposunda dinlenmekten çok yoruldum zaten.. Üstüne bir de Yusufcukla başbaşa uzuuuuun bir yolculuk eklenince kendimi hiç iyi hissetmemeye başladım.. Yemek yapıp hemen uyumayı düşünüyorum Yusufcukla beraber..

Hoşçakalın..

24 Aralık 2007 Pazartesi

Bayramdan küçük notlar:

- Bayram sabahına Yusufcuğun midesindekilerle yıkanarak başladı annesi!! Allahtan üstünde bayram cicileri değil de pijamaları vardı :P Hafif de ateş eklenince bu duruma anne, yolda-molada kar oynamalarına yordu bu durumu ama Yusufcuğun başka bir sürprizi vardı.. Kendisine verilecek harçlıkları karşılıksız bırakmayı gururuna yediremeyen Yusufcuk biri alttan biri üstten olmak üzere iki yeni küçük diş hediye etmişti anne-babası ve tüm sevenlerine..

- Yusufcuk Mirza kardeşle tanıştı bayramın ilk günü.. Tatlı kuzenine niçin "akan yanak" lakabı taktıklarını yakinen görmüş oldu.. Mirza ne tarafa dönse tombiş yanakları da o tarafa doğru akıyordu çünkü :))

- Hava çok soğuk olduğu için kurbanlığı göremedi Yusufcuk.. Zaten annesinin onun "fışkırttıklarını" temizlemekten babasıyla gidecek fırsatı da olamazdı!! Oysa annesi onu koçun üzerine bindirip fotoğraf çekecekti.. İyi ki gitmedi.. Anneye belli olmazdı, yapardı valla :))

- Çok çok bayram ziyareti yaptı Yusufcuk.. Hopladı, zıpladı, coştu coştu oynadı.. Her müzikte popişini sağa sola salladı.. Annesinin halasını kahkaha atmaktan yerlere bile yatırdı..

- İstanbul'un trafiğinden fenalık geldi Yusufcuğa.. Annesine de tabii.. "Kaç sene nasıl yaşamışım ben burada? Nasıl dayanmışım bu trafiğe?.." dedi hatta.. Yusufcuğu arabada oyalamak için cama vurup, yaramazlık yapan Yusufcuğu almaya gelen canavar taklidi yaptı, "Vermem oğlumu sana vermeeeemmm.. Uslu duracak o.." diye kendi kendine cevaplar vererek avunmaya çalıştı..

- Yusufcuğun annesi, hiç tanımadığı bir evde yaşayan hiç tanımadığı insanlara kurban eti götürdü bu bayram.. İki odaya sığmayan çalışan altı kişinin hayatına rastladı orada.. Hasta baba, seri konuşamamanın ezikliğiyle anlatmaya çalışıyordu içindekileri.. Ama gülüyordu gözleri.. Yusufcuğun annesi bir kere daha anladı ki onu en çok mutlu eden şey, kendi vesilesiyle gülen gözlerden ona yansıyan mutlu enerjiydi.. Hep gitmeye karar verdi o eve, hep görmek istedi o gözleri..

- Yusufcuğa bayramlık almadı annnesi bu bayram.. Çok kıyafeti vardı, ihtiyacı yoktu çünkü.. Onun yerine başka bir bebişe güzel bir kıyafet hediye götürdü.. Bunu yapmayı da çok sevdi.. Bundan sonra da hep öyle yapacak inşaallah.. Kendi oğluna bayramlık alsa da almasa da bir başka çocuk da onun gibi sevinsin, bayramda cici cici giyinsin isteyecek..

( Son iki maddeyi "Oo, Kuaybe neler yapmıııışş.. Ne sevaplara girmiiişş.." densin diye yazmadı Yusufcuğun annesi.. Bizim için belki küçük olan iki ayrıntının başka hayatları tahmin edemeyeceğimiz kadar aydınlatabildiğini farkettiği ve bunu hep hatırlamak istediği için yazdı.. )

..................

* Bir süre fotoğraf eklemeyeceğim sayfaya arkadaşlar.. Esra'nın başına gelenleri okuyunca öncekileri için de ciddi ciddi endişelendim açıkcası.. Şu anda vaktim olmadığı için yapamıyorum ama eve dönünce inşaallah ciddi değişiklikler olacak sayfada.. Sanırım artık şifreli bir bloga çevireceğim ben de bu sayfayı :( Hala tam karar verebilmiş değilim ama umumi olması çok büyük problemlere zemin hazırlayabilir gerçekten.. Sadece sürekli yorum yazan, tanıdığım, güvendiğim insanlar okursa daha rahat olacağım galiba.. Bunun yanısıra yeni bir blog oluşturacağım inşaallah.. Orası şifresiz olacak ve Yusufcuktan ziyade gözlemlerimi, okuduklarımı ve paylaşmak istediklerimi yazacağım.. ( Senin düşüncelerinden bize ne?" diyenler için hatırlatma: Okumak zorunlu değildir :P )

* İkinci önemli mesele de dönüşle ve tanışmayla ilgili.. Cumartesi giderim diye düşünmüştüm ama perşembe akşamı evde olmam ve Cuma günü gelecek misafirlerim için hem Ozan tarafından birazcık (!) altı üstüne getirilen evi toparlamam hem de hazırlık yapmam lazım.. Ozan'ın yurtdışında yaşayan amcası ve oğlu ( "aile hekimimiz Pol" lakaplı kişidir kendisi, Ozan'ın has kankasıdır ) bebek görmeye geleceklermiş bize ve hemen sonrasında döneceklermiş İsviçre'ye izinleri bittiği için..

Bu durumda buluşma olamayacak sanırım.. Çünkü tek ihtimal olarak yarın akşam kalıyor ve bu çalışan arkadaşlara da eşleri problem edebilecek arkadaşlara da uymaz.. Gündüz yapalım desek, zaten en az yarı yarıya fire veririz.. "İnşaallah bir dahaki sefere.." demekten başka çare yok sanırım :(( Zaten ne yapacaksınız benimle tanışıp, cadının tekiyim işte :P

Şimdilik bu kadar.. Yeni blogumuz ve yeni haberlerimizle dönüşte karşınızda olmak dileğiyle :)) Bakalım Yusufcukla beni nasıl bir geri dönüş yolculuğu bekliyor? Benim gündemim şimdiden bu!!

21 Aralık 2007 Cuma


Küçük bayram yakışıklısından herkese iyi bayramlaaaaarrr.....

18 Aralık 2007 Salı

Bu yazı nerelere kadar uzar gider hiç bilmiyorum..
Şu anda onlarca şey var aklımda yazacak.. Yusufcuk uyanana kadar ha gayret Kuaybe :))


Önce cumartesiden başlayalım..

Haftasonu çok ama çok güzel bir blogger tanışması düzenledik.. Sevgili Özlem mail atmış bana.. Ayşe gelecekmiş İstanbul'dan, "Biz tanışacağız, sen de gelmek ister misin?" dedi.. "Tabii isterim.." dediğimi yazmama gerek yok herhalde.. Gerçi böylece yazmış oldum ya neyse :)) Cumartesi akşamüstü buluşmaya karar verdik.. Özlem gelip bizi evden aldı sağolsun ve birlikte Ayşelerin olduğu yere gittik.. Ayşeler diyorum çünkü burada, evinde misafir olduğu arkadaşı ve kızıyla gelmişti o da..

Ayaküstü heyecanlı heyecanlı başlayan tanışma faslı o kalabalıkta nihayet bulabildiğimiz bir yere oturunca masada devam etti.. Hem Ayşe hem de Özlem sayfalarına yansıttıklarından çok daha tatlı ve çok daha içtenler.. İkisini de tanıdığıma çok memnun oldum ben.. Kısacık bir süreye sığdırmaya çalıştığımız sohbetin tadı damağımızda kaldı..

Eve döndüğümüzde Yusufcuk hemen Özlem teyzesinin hediyesi olan treniyle oynamaya başladı.. O akşamı kurtardık sayende Özlemcim, çok teşekkür ederiz tekrar :))

Fotoğraftaki küçük köpek de Bera'nın Yusufcuğa hususi hediyesi.. Hani para atılıp yukarıdan uzanan metal kolla oyuncak yakalamaya çalışılan makineler var ya, ondan çekti bu köpeği Yusufcuk için.. Hatta iki tane gelmiş şansına, pembe olan da Verda'nın oldu..


Yukarıda Bera'nın "Şükrediyorum çünkü.." oyununa verdiği cevaplardan bahsetmiştim ya hani.. Birkaç örnek yazayım da ilerde tekrar tebessüm edebileyim.. ( Tamamen kendi ifadeleriyle )

- Şükrediyorum çünkü annem babam ölmedi.. Onlar olmasaydı ben yemek yiyemezdim, para ödeyemezdim, fakir olurdum..
- Şükrediyorum çünkü dünya var, kuşlar var, köpekler var.. Ayrıca hayatım iyi gidiyor :))

...................


Gelelim pazara..

Pazar günü, haftasonları için gelenekselleşen alışverişimizi yapmaya giderken yolda kurbanlıklar gördük.. Kamyonetlere doldurup satış için getirmişler.. Babamız piyasayı öğrenmek için satıcılarla sohbet etti biraz.. Bu durumda Yusufcuk da yanlarına gitmeye can attığı kurbanlıklara yaklaşma fırsatı buldu.. Koçlar çok hareket ettiği için dokunmaya cesaret edemese de onlara bakıp bakıp kahkahalar attı benim kuzucuğum.. Coştu koyunları severken.. Bayramda ne yapacak bakalım..



Eve döndüğümüzde yine herzamanki gibi aldı eline telefonu, dakikalarca "Aloo deeğdeee" modunda gezdi evin içinde.. Neyse ki yarın gidiyoruz, çocuğum kavuşacak inşaallah dedesine.. Bu aralar böyle Yusufcuk... Telefonu alıp dolaşa dolaşa dedesiyle ya da bizim bilmediğimiz hayali kimselerle konuşuyor kendince :)) Ama oturarak konuşmaması çok ilginç.. Babamız da hiç oturarak telefonla konuşmaz çünkü, hep gezerek konuşur.. Yusufcuk da onu taklit ediyor.. Telefonu eline aldı mı oturuyorsa bile ayağa kalkıp dolanmaya başlıyor :))

Bir de bu aralar kalem merakı depreşti küçük beyin.. Kütüphanenin üstünde kalemlerin olduğu yeri işaret ede ede sesleniyor bana, eğer vermezsem de verene kadar ağlıyor.. Ama yine de vermiyorum.. Peki neden vermiyorum? Çünkü şimdiden bir koltuk örtüm, bir yemek takımı sandalyem ve bir de kıyafetim çizilmiş durumda.. "Ucu kapalı ya da ucu olmayan bir kalem vermeyi dene.." demeyin çünkü verdiğim kalemi önce yerdeki dergi veya kitaplarda deniyor, yazmıyorsa yenisini işaret ediyor!! Yazmayan kalemi n'apsın afacanım :))

Başka, başka..

Reklamlardaki bebekleri gösterip "beğbee" diyor Yusufcuk.. Çok gülüyorum onun bu haline.. Kendisi bebek değil canım artık.. Onlar bebek :))

Reklam demişken.. Her ne kadar istemesem de Yusufcuk televizyona daha doğrusu reklamlara çok düşkün olmaya başladı.. Reklam müziklerini ne zaman duysa diğer odada olsa bile gelip ekranın altına kuruluyor.. "Selocan"ın "Süpyiş yaptım kötü mü oldu, bi bu bi bip..." yaptığı reklamda o da elini hemen ağzına götürüp "bi bu bi bip" yapıyor, yiyecek reklamlarında yanıma gelip "mamma" diyor, ritmik müzikli reklamlarda hemen ortama ayak uyduruyor :)) Karşısına oturup saatlerce hareketsiz izlemese, tamamen pasifleşmese, hatta gördüklerini tanımlayıp onlara uygun hareket etse bile ben yine de bu durumdan rahatsızım.. Gerçi belli miktarda televizyon seyretmenin bebeklerde olumlu etkilerinin olduğunu savunan görüşler de var - hatta Ozan'ın bir arkadaşının çocuğu var, ileri derecede zeki, özel eğitim alıyor ve okumayı dört yaşındayken reklamlardan öğrenmiş.. Söylenen kelimelerle, örneğin deterjan isimleriyle harfleri eşleştirmiş - ama hala kararsızım televizyonu hayatımızdan tamamen çıarıp çıkarmama konusunda.. Ama o zaman Derya Baykal'ı nasıl seyredicem ben :P

..................

- Kuaybe, farkındaysan yarın yola çıkacaksınız.. Bavulu artık hazırlasan diyorum..
- Hımm, tamam.. Ama gitmeden önce birkaç sorum var arkadaşlara..

İki mail aldım bu hafta, ne zaman geri döneceğimizle ilgili.. Bayramı annemlerde geçirdikten sonra minnoş melek ve ben bir hafta daha İstanbul'da olacağız inşaallah.. İsteyen arkadaşlarla ufak bir tanışma günü düzenleyebiliriz.. Ama arabamız olmayacağı ve hava da tahminen çok soğuk olacağı için bizim gidebileceğimiz yerler çok kısıtlı.. İstanbul trafiğinde dur kalk- dur kalk Yusufcukla bir minibüs macerasını hayal bile edemiyorum :P
Tahmini olarak gidebileceğimiz yerler Kadıköy, Üsküdar, Maltepe ve belki İKEA olabilir..(Babam sağolsun, kandırırım artık ) Hangisi olsun? Ortak biryer belirlersek mailleşelim.. Birgün de Avrupa yakasında olacağız inşaallah ama o gün sanırım "kapsama alanı dışında" olacağım.. Zira hala kuzusu Mirza'ya ayırdım o günü tamamen.. Kendisini öpücük yağmuruna tutmayı planlıyorum tüm gün.. Tam bir poğaça yanak olmuş benim yeğenim :))

Ben artık gideyim.. Eşyalar beni bekliyor.. Cicilerimizi koyalım bavula, bayramda çok el öpeceğiz inşaallah bu sene.. Harçlıklarımızı şimdiden hazırlayın bakalım :))

17 Aralık 2007 Pazartesi

Merak etmeyin buralardayım..

İyiyiz..

Sadece çok yoğun ve çok güzel üç gün geçirdik çok şükür.. Hala da devam ediyor yoğunluğumuz.. Az sonra da bir arkadaşa çay içmeye gideceğiz.. Gece uzun uzun yazmayı düşünüyorum inşaallah..

Güzel bir blog tanışması, aşama aşama çiçek yapımı, kurbanlıklarla kaynaşan Yusufcuk.. Daha neler neler.. Bizden ayrılmayın :P

( Bu arada marifetli bir iş yaptım, çiçekli böcekli bir şablon bulup onu kaydetmeye çalıştım.. Hem sayfa hem de yazılar kapkara oldu, rengi de birtürlü değiştiremedim.. HTML falan anlamam da ben :)) Tekrar eski düzene dönelim dedim, bir de baktım tüm linkler, tüm sayfa ögeleri silinmiş.. Zamanla normale dönmeyi umuyorum :)) Ezberimde olan linkleri ekleyeceğim inşaallah bu gece.. Diğerlerini de yorum geldikçe eklerim tek tek..
Ah ben ahh.. )

14 Aralık 2007 Cuma

Dün akşam S. Bey'in sekreterine son bir not bıraktım artık aramalarını beklemediğime ve kitabı başka bir yayınevine satacağıma dair.. Buna rağmen hala arayan olmadı!! Demek ki adamlar çoktan vazgeçmiş benim haberim yok..

Akşam Elife Hoca'yla konuştuk telefonda.. Kendisi bu piyasanın ustalarındandır, sayısını bilmediğim kadar çok kitabı var emek emek yazdığı.. Elimdeki kitabı yazmamı da bir nevi ona borçluyum aslında.. Onun kütüphanesinden üç-dört poşet dolusu kitap taşımıştım eve yazmaya başlamadan önce.. Türkçe kitabı yazarken en önemli ve en çok zaman alan mesele temalara uygun metinler bulabilmek.. Bunu halledince olay nispeten hafifliyor, metinlere uygun etkinlikler tasarlamak ve testler yazmak kalıyor geriye.. Bana çok yardımcı olmuştu Allah razı olsun.. Sadece kitaplarla değil, motive edici konuşmalarıyla göndermişti beni eve ve sonra hızla yazmaya başladım zaten.. Akşam olayı anlatınca "Sen buna üzüldün mü yoksa? "dedi bana.. Öyle bir tavırla söyledi ki o an boş yere üzüldüğümü bir kez daha anladım.. Baştan bu olayın içinden sıyrılmak şükretmem gereken birşey belki de.. Çok daha ciddi boyutta mağdur olabilirdim.. İhtimalleri düşündükçe "Çok şükür.." diyorum şimdi..

Bayramdan sonra ilk işim birkaç yayıneviyle görüşmek olacak inşaallah.. Eminim seneye hazırlık olarak etkinlik kitabı yazdırmak isteyen yayınevleri vardır.. Piyasada bu alanda açık çok çünkü.. "Hakkımızda hayırlısı.." diyerek bu konuyu kapatmak istiyorum artık.. Düşünmek ve boş yere kendimi üzmek istemiyorum..

..................

Boleromuz nihayet bitti arkadaşlar..

Ama son halinden önce, dün kaldığımız yerden devam edelim yapım aşamalarına..
Kalan iki çiçeğimizi de ana parçanın diğer tarafına ekliyoruz.



Daha sonra yapraklı olan sırt kısmına değil, ön tarafa gelecek parçanın iki yanına düz zincir çekerek iki bağ yapıyoruz.. Bunların ucuna da çiçeklerimizle aynı renkte iki küçük çiçek daha ekliyoruz..
Bağların uzunluğunu siz ayarlayabilirsiniz.. Fiyonk yapacak kadar olması lazım..


Böylece boleromuz tamamlanmış oluyor...

Benim için işin zor kısmı bundan sonra başladı.. Tahmin ettiğim gibi Yusufcuk asla ama asla böyle bir meselenin içinde yer almak istemedi ve bir kare bile fotoğraf çekemedim..
"Ne yapsam?" diye düşündüm ve minnoşumun düz bir bodysini manken olarak kullanmaya karar verdim..


Ama hem çok sönük kaldı bu sunum hem de bana boynu olan bir manken lazım ki nasıl giyildiğini gösterebileyim.. Body üzerinde olmadı..

Ben de hemen bazanın altında, karanlıkta uyumakta olan bebeğimizi çıkardım :))
Hani bir zamanlar bizde misafir kalan ve Yusufcuğun hışmına uğrayan Salih bebişi kurtarmak için aldığımız bebeği.. Ama Yusufcuk onun canlı olmadığını anlayıp, orasını burasını sıkıştırdığında hiçbir tepki alamayınca önce kafasını gövdesinden ayırmış, sonra da bir kenara atıvermişti! O günden beri uslu uslu - ve haline şükrederek - bazanın altında bekliyordu bu bebek..

Neyse..

Gelelim boleronun nasıl giyildiğine..

Önce bebişin iki kolunu geçiriyoruz..
Yeşilli arka kısmı üstte olacak şekilde tutmamız lazım tabii..


Sonra tüm parçayı bebeğin sırtına doğru geçiriyoruz..
Önde sadece çiçekli bağcıklar kalacak.


Arkada kalan yaka kısmını kendi içine doğru yuvarlayıp istediğimiz ölçüye gelince öndeki bağcıkları da bağlıyoruz ve işteee.... Boleromuz hazır :))


Bir de yandan görelim..
Arkası da böyle duruyor..


Yanlız bu bebek üzerindeki sunum da hoş görünmedi gözüme ve tekrar "Ne yapsam?" diye dolanmaya başladım evin içinde.. Aklıma Yusufcuğun daha önce darmadağan ettiği yün yumağı geldi :)) Ucundan ip koparıp koparıp çiçek yaptığım bu çilekeş yumak, bu sefer de peruk oldu bize :))
Böylece bebişimiz de konsepte uyumlu hale geldi..


Bolero bebişe göre biraz büyük olduğundan yandaki çiçekler falan tam açık durmadı ama sanırım nasıl birşey olduğu belli olmuştur..

Beğenenler hemen bebişlerine örmeye başlasın bakalım..

Ben bunu tatlış Atikeme ördüm.. Şimdi sırada Rana bebişiminki var.. Ama onu daha farklı süsleyeceğim inşaallah.. Zaten süsleme tamamen kişiye kalmış.. Benim gördüğüm model böyle değil aşağıdaki gibiydi..


Bu benim kendi bolerom.. Kayınvalide-gelin ortak yapımı :)) (Benim katkım sadece ortadaki çiçek ama farklı bir görünüm verdim fena mı :P) Biz kenarları çiçekle değil de altı tane düz zincirle zikzak yaparak birleştirdik.. Süslemeden düz dikenler de var.. Tercih size kalmış..


..................


Biraz da ev dekorasyonuyla ilgili önerilerde bulunalım :p

Eğer sizin de tekli koltuklarınız beybişiniz tarafından atlama sahası olarak kullanılıyorsa,
onları yan yatırabilirsiniz..

Tamam belki böyle yaparak geleceğin "potansiyel" bir bungee jumpingcisinin gelişimine ket vurmuş olabilirim ama böyle yapmasaydım ben geleceğin "kesin" kalp hastası olacaktım..
Bütün gün "Hiiiğğğ..", "Ayyyhh.." diye diye Yusufcuğu havada yakalamktan, ben daha sakinleşmeden, kalbimin çarpıntısı geçmeden aynı sahneleri tekrar tekrar yaşamaktan iyice paranoyak oldum..



Neyse ki Yusufcuk bu yeni koltuk modelimizi çok sevdi.. Aralara girip girip çıkıyor.. Aslında sırtı yaslamak için tasarlanmış bölgede zıp zıp zıplıyor.. Hatta böyle daha kolay sürükleyebildiği için oyun alanını istediği yere taşıyabiliyor :)) Ben de karşıdan bakıp rahat rahat çiçek işleyebiliyorm :P

Yanlız evde görünümü altüst olan tek yer salon değil.. Yatakodamız da estetik planını kaybetmiş durumda.. Sebebi mi? Yusufcuk anne ve babasının yanında yatmaya geri döndü.. Gece defalarca kalkıp kalkıp onun odasına gitmek işkenceye dönüştüğü için yatağın ve komidinlerin yerini değiştirip kocaman bir yer yatağı yaptım bebişime.. Kendi yatağı odasında duruyor ve gündüzleri orada uyutuyorum, geceleri bizimle yatıyor yine.. Böylesi daha kolay yaa..

.................


Dün Ozan gelince "Nasıl yazdın o kadar şeyi?" dedi bana sayfaya bakıp.. Bugün yine döktürmüşüm.. Boşluk başıma vurdu galiba :P Benim hemen yeni kitap projelerine açılmam lazım :)) Hayır ben yazarken zevk alıyorum da, size yazık di mi?

13 Aralık 2007 Perşembe

Sanırım büyük bir "Seviye"sizlikle karşı karşıyayım!!

Haftasonu yayıneviyle görüştüğümde kitabın ana bölümünün bittiğini ve testleri yazdığımı söylemiştim.. Bayramda İstanbul'a gideceğimiz için, yola çıkmadan ödeme yapılmasını rica ettim - ki sözleşmede ilk ödemenin Ekim'de olacağıyla ilgili madde vardı ama ben o zaman kitabı tamamlamadığım için bunu talep etmemiştim, hakkım yok, bitince alırım diye.. Neyse.. Muhatabım S. Bey, "Siz yazdıklarınızı teslim edin bize.." dedi ama ben ücreti almadan kitabı teslim etmeyeceğimi söyledim.. Bunun pek mümkün olmadığını, bu kitabın seneye okutulmak için yazdırıldığını ve kitap basılıp satılmadan, yani kendileri para kazanmadan bana ödeme yapmalarının çok zor olacağını falan anlattı!! Ödeme yapılmadan kitabı teslim etmeyeceğimi tekrar ettim ve bana muhasebeyle görüşüp bana döneceklerini söyledi..

Beş gündür bu adamdan haber bekliyorum onlarla çalıştığım için kendime kahrede kahrede.. Defalarca aradım, sekreterine not bıraktım, defalarca "Tamam arayacak.." dediler ama hala arayan yok.. Akıllarınca beni oyalıyorlar sanırım.. Oysa artık ödeme için değil, kitabı kesinlikle ama kesinlikle onlara teslim etmeyeceğimi söylemek için aramalarını bekliyorum.. Bayram dönüşü kalan birkaç testi de tamamlayıp başka bir yayınevine satacağım inşaallah.. Ama bunu bile söyleyebileceğim bir muhatap yok karşımda..

Ben mi hep böyle sahtekar insanlarla karşılaşıp imtihan oluyorum yoksa hepsi böyle de karşıma çıkacak başka alternatif mi kalmıyor çözemedim gitti..

....................


Bu sıkıcı iş meselesini bir kenara bırakıp cicik yünlerimize dönersek..

İşte karşınızda meşhur bolero :))

"Bu da ne?" demeyin.. Şimdilik atkıdan bozma birşey gibi görünebilir ama sonucu beğeneceğinizden eminim..

Eni sırt uzunluğunda, boyu giyecek kişinin dört karışı yüksekliğinde olan bu parçayı ördükten sonra sıra çiçekleri yapmaya geliyor..

Biliyorsunuz çiçek olmadan olmaz :))
Heryer çipçiçek olmalı ki gözümüz gönlümüz açılsın..

Dört tane çiçek yapıyoruz boleronun kenarları için..
Sonra onları aşağıdaki gibi ana parçayı ikiye katlayıp iki kenarı birleştierecek şekilde ekliyoruz. ( İsterseniz dikerek, isterseniz tek zincirle birleştirerek )


Benim bolerom bir bebek için olduğundan iki çiçek yetti.. Burada ölçü, kenarı yarısına kadar kapatmak.. Yani üstte sadece kol girecek kadar boşluk kalacak.. Yetişkinler için dört çiçek gerekir sanırım..


Sonra ana parçanın sırta gelecek kısmına - örgüyü kestiğimiz tarafa, orası daha güzel duruyor çünkü - yaprak benzeri birşey yapıyoruz..


Aynı ilmeğe üçlü trabzanla üç kere batıp dolduruyor, dört zincir çekip batıyor ve sonra yine battığımız ilmeği üçlü trabzanla üç kere dolduruyoruz..





Sırt kısmı tamamlandıktan sonra diğer kenara iki çiçek eklemeye geliyor sıra..

Ama benim bolerom bu aşamada kaldı..

Tamamlanmış ve Yusufcuğa giydirilmek suretiyle sunulmuş halini yarın eklerim inşaallah..
Çok ilginç bir giyim şekli var çünkü..

Yanlız dua edin Yusufcuk uslu dursun da güzel fotoğraflayabileyim.. Bere de değil ki bu Sabahnur gibi topa geçireyim :)) Mecbur canlı bir konu mankeni lazım.. Ama en olmadı bir body üzerinde göstermeye çalşırım..


( Aysuncum, senin için bir de çiçek yapıp fotoğraflayacağım merak etme.. )

Şimdilik bu kadar.. Benim biraz oğlumla oynayıp sakinleşmem lazım zira şu dakika itibariyle uyandı kendisi.. Mıkır mıkır sesler geliyor yatağından :))

10 Aralık 2007 Pazartesi

Morali bozuk bir şekilde yazmayı hiç sevmiyorum ama kaç gündür yazamadım.. Başka çarem yok.. Moralimi bozan mesele bugün kesinleşirse daha sonra anlatırım açık açık.. Yayıneviyle büyük bir problem yaşıyoruz da.. Elimde kalabilir yazdığım kitap.. Daha tamamlayamadım ama bu problem çıkınca yazmayı bıraktım tamamen.. Şevkim kırıldı resmen, elim kaleme gitmiyor :((

Kendimi örgüye vurdum tamamen :P Tabii Yusufcuktan arta kalan sınırlı dakikalarda.. Dün evine döndü babaannemiz ve yine başbaşa kaldık beybişimle.. Rahata alışmışım galiba.. Dün Yusufcuk akşamüstü uyuyakaldığında ben de zor attım kendimi yatağa.. Tüm gün süren ağır tempo yormuş beni, hamlamışım :))

Boleroya nihayet başladım.. Bayram için bebişine ya da kendine yeni bir cici arayanlar hemen iki düz iki ters lastikten oluşan ana parçayı örmeye başlasın :)) Ben ortalama bir yaşında bir bebek için 84 ilmekle başladım ama ölçerek de sayıyı ayarlayabilirsiniz. Yünün kalınlığına göre değişir çünkü.. Örgünün eninin sırtı tamamen kaplaması gerekiyor.Boyu da giyecek kişinin dört karışı kadar olacak. Dümdüz dikdörtgen bir parça yani.. Yapım ve süsleme aşamalarını da tek tek göstereceğim inşaallah..



( Tamam kabul ediyorum, bu örgü işini abarttım biraz, evin heryeri yün doldu ama gerçekten negatif enerjimi alıyor.. Çerçeveden saate heryer çiçeklerden, örgüden nasibini almaya başladı.. Yakında Ozan'ı ya da Yusufcuğu da kaplayacak ve çiçeklerle donatacak bir "nesne" örmekten korkuyorum :P Ama ondan önce Yusufcuğun odası için harika bir projem var..)



................


Babaannemiz gitmeden bir gün önce yine ufak bir park kaçamağı yaptık biz.. Nadir güneş ışıklarını yakaladık, "İyi ki gelmişiz.." dedik.. Minnoşumu kaydırdık.. Salıncakta salladık.. Ama daha çok, o oradan oraya koştururken peşinden koştuk.. Daha önce de yazmıştım ya, yürümeyi tamamen bıraktı, sadece koşuyor.. Gitmek istediği yere bir an önce varmak, ellemek istediği şeyi hemen mıncıklamak için sanırım.. Tabii biz her an arkasında olduğumuz için "Şunlar beni yakalamadan yapacağımı yapayım hemen.." düşüncesi de neden oluyor olabilir bu duruma :)) Yaramazlık yapacağı zaman önce yüzümüze afacan afacan bakıp sonra hemen koşmaya başlıyor çünkü.. Belki bakmasak ya da arkasından gitmesek o da acele etmek zorunda hissetmeyecek kendini :P Yavaş yavaş, tadına vara vara kemirecek mesela sokakta bulduğu yarı çürümüş bir mandalina kabuğunu!!

( Bu arada aşağıdaki yazıya bazı arkadaşlar "Şekerli şeyler verme.." diye yorum yazmış ya, bu Yusufcuğun şekerli şeyler yememiş hali arkadaşlar.. Ben hala ne hazır meyve suyu ya da şeker ne de çikolata vermiyorum Yusufcuğa.. İkram edildiğinde bile alıyorum elinden.. Zaten yemesi gereken sağlıklı hiçbirşeyi yemiyor, bari zarar verecek olanlardan koruyayım diyorum.. )

Bu arada..
Babaannesi buradayken çarşafta sallanark uyumaya alıştı Yusufcuk yine.. Dün gece uyuturken akla karayı seçtim.. Umarım hemen salıncağına uyum sağlamaya başlar yoksa yandım ben!!

.....................

Şimdi gelelim sevgili Özlem'in sobesine..

Şimdiye kadar ne olmayı, hangi meslekleri yapmayı hayal ettim?


İlkoulda astronotluktan öğretmenliğe, "İyi çene var sende yakışır.." iltifatları (!) sebebiyle avukatlıktan müdürlüğe (:P) her türlü meslek vardı hayallerimde.. Ama en çok "Doktor olacağım.." diyordum soranlara.. Çünkü babam "Sen ilk müslüman hanım doktorun ismini taşıyorsun, çok yakışır sana.." diyordu..

Ortaokula gelince işin rengi değişti.. Hep sınıfın en yüksek notlarını almama rağmen matematiği ( daha genel anlamıyla sayısal dersleri ) sevmediğimi ve bunlarla değil de "okumak"la vakit geçirmek istediğimi farkettim.. Daha o yıllarda tüm dünya klasiklerini, Türk masal ve romanlarının çoğunu okumuştum zaten.. Öyle ki, hep anneler çocuklarına "Kitap oku.." der, benim annem "Yeter kızım, bu kadarı da fazla.. Gözlerin altı numara olacak, zaten bozuk.." diyordu.. Altı yaşında gözlükle tanışmış bir insan olduğum için annemin kaygısına hak veriyorum aslında çünkü herkes yatar, ben ya koridordaki gece lambasının ışığında ya da yorganımın içinde el feneriyle okurdum kitaplarımı.. Küçük prensesin devin elinden nasıl kurtulduğunu ya da Küçük Prens'in kuzusunu nasıl taşıyacağını öğrenmeden uyumam mümkün değildi..

Bir yazar olmaktı o zamanlar hayalim..
Çocukları çok mutlu eden kitaplar yazan bir yazar olmak..

Liseye gelince bir gerçekle daha yüzleştim.. ÖSS denen bir duvar vardı bu ülkede ve onu aşmadan "diğer tarafa" geçmek mümkün değildi.. Bir süreliğine vazgeçtim hayallerimden ve mutlaka ama mutlaka üniversite okumaya karar verdim.. Bunda, ortaokulda beni istediği kolejde okutmak için arabasını satan babamın ve "Ben istediğim halde siyasi olaylar yüzünden okuyamadım, sen gerçekleştir hayallerimi.." diyen annemin büyük payı var tabii.. En çok onlar için okuyacak ve benimle gurur duymalarını sağlayacaktım..

Okulumda sözel sınıfı açılmadığı için mecburen eşit ağırlık öğrencisi oldum ve matematikle yine uğraşır (!) hale geldim ama bunda da bir hayır varmış.. Benim alanımda çözülen her matematik sorusunun katsayısı sözelcilerinkinden fazlaydı ve bu sayede sözel tercih yapmama rağmen çok daha yüksek bir puan aldım.. Matematiği bu yüzden kısa bir süreliğine de olsa sevdim :P

Lisede en büyük hayalim psikoloji okumaktı.. Hani olur ya, duvarlara istediğin bölümü yazan levhalar asarsın sınava hazırlanırken.. Bizim sınıfta da vardı hepimizin bir levhası ve "Boğaziçi Psikoloji" yazıyordu benimkinde kocaman kocaman.. Akımları inceliyor, muayenehaemin hayalini kuruyordum.. Hatta bir merkeze gidip oradaki psikologlarla görüşme bile yapmıştım alanımı belirlemek için ve parapsikolojide karar kılmıştım!! "Peki neden psikoloji istiyordum?" diye soruyorum şimdi kendime.. Cevabı var ama çok içimi acıtıyor.. Çok özel benim için.. Yazmasam daha iyi sanırım.. İnsan istese de anlatamıyor demek ki bazı şeyleri..

Neyse, kuru üzümden okunmuş kaleme, kardeşlerimin dualarından yolda tekrar ede ede ezberlediğim Cevşen'e kadar hertürlü techizatla sınava girdim ve elhamdulillah iyi bir puan aldım.. Bana yarı şaka yarı ciddi "Bence sen sınava girme, eve gidip çeyizini işlmeye başla çünkü seninle ilgili hiç umudum yok.." diyen bir hocamı iyice morarttıktan sonra - asla bir öğretmene karşı bu ifadeyi kullanmak istemezdim ama çok daha ilerisini duymayı hakeden bir insana karşı kendimi bu kadar frenliyor olabilmem aslında takdir konusu.. Başka konularda da haddi olmayan pekçok müdahalesini gördüm kendisinin - sıra tercihlere geldi.. Tüm kağıdı en yüksek puanlı olandan başlayarak psikoloji bölümleriyle doldurdum ama birtek Boğaziçi'ne yetmiyordu puanım.. Ve ben o sırada sınav sistemi yeni değiştiği için edebiyat tercihi yapabileceğimi bilmiyordum.. Dershanede bir hocam tercihlerimi kontrol etti ve "Sözel puanın tercih ettiğin yerlere göre çok yüksek, yazık etme puanına, Boğaziçi Edebiyat yazalım, sen başla, orada hem çift dal hem de yatay geçiş hakkın var, sonra istersen bölümünü değiştirirsin.." dedi. İstemeye istemeye razı oldum aslında ama şu anda dua ede ede anıyorum onu.. Düşünüyorum da, eğer psikolog olsaydım şu genç yaşımda hastaların dertlerine ağlaya ağlaya, içim şişe şişe göçerdim bu dünyadan.. ( Özlemcim bu kısım senin için ikinci baskı oldu, kusura bakma.. )

Çok şükür kazandım ve edebiyat okumaya başladım.. Ama hiçbir zaman bölümümü değiştirmeye yeltenmedim.. Hem çok keyif aldım okurken hem de ard arda ders bırakan, temel dersleri bile geçmek için sabahlayan psikoloji öğrencisi arkadaşlarımı gördükçe halime şükrettim.. Okulun eğitim dili ingilizce olduğu halde bizim bölümün bazı dersleri Türkçeydi ve bu büyük avantaj sağladı benim gibi evli olarak okuyan birisine.. Hiç kolay geçmedi o yıllar çünkü, daha da ağırını düşünemiyorum.. ( Evet evli okudum ben, sınavı kazandıkta sonra evlendik ve öyle başladık okula Ozan da ben de ama bu çoook uzun bir konu, es geçelim şimdi.. )


Şimdi yaptığım işi çok seviyorum.. Yazmak çok güzel.. Test yazarken bile herhangi bir cümle yerine çocukların içini şenlendirecek, onlara küçük de olsa yeni ufuklar açacak cümleler seçmeye çalışıyorum.. Hayal güçlerine dokunmaya çalışıyorum.. "Kırmızı arabanın freni patladı.." cümlesindense, "Anneme kırmızı bir kır çiçeği hediye ettim.." demeyi tercih ediyorum sıfatları anlatırken.. Çünkü biliyorum, okuduğumuz her cümle iz bırakıyor ruhumuzda.. Çocuklar için güzel cümleler kurmak isityorum.. O cümlelerle düşünüp o cümlelerle konuşsunlar istiyorum..

Hala en büyük hayalim, iyi bir çocuk yazarı olmak.. Ünlü değil, iyi.. Bir çocuğun bile hayatına dokunmak, onun hayalini güzelleştirmek çok önemli benim için.. Çok klasik olacak belki ama bir çocuk dünyayı değiştirebilir çünkü.. Ben buna inanıyorum..

Tabii bu aralar bir de yün ve tasarımla ilgili bir meslek hayalim var :P Allahtan ki ikisi birlikte yürüyebilecek işler :)) Birinden yorulunca diğerine geçiyorum..


Neyse.. İyi ki moralim bozuk.. Olmasa ne kadar yazardım Allah bilir..


Son not: Biletlerimizi aldık.. Arefe günü İstanbul'dayız inşaallah..

8 Aralık 2007 Cumartesi

Bunaldımm..


Yoruldummm..


Patlamak üzereyimmm....


Şu kitap bittiği an üzerimden bir dağ kalkacak sanki..

Yoğunluk, yazacak zaman bırakmasa da güzel günler yaşıyoruz çok şükür.. Yusufcuk hem büyüyor hem de gittikçe daha da hareketleniyor.. Ben her defasında daha fazlası nasıl olabilir diye düşünüyorum ama oluyor..

Artık sadece kulaklarını değil -kırparak- gözlerini, -çekerek- burnunu, -kocaman açarak- ağzını ve -kafasına vurarak- aklını (:P) gösteriyor benim oğlum :)) Bestesi ve güftesi kendisine ait şarkılar mırıldanıyor, aktğında kendi burnunu kendi siliyor, "çak bi beşlik" oynamayı biliyor.. Yürümüyor.. Dur duraksız koşuyor.. Koştukça düşüyor.. Düşünce hemen acıyan yerini göstere göstere bana geliyor ağlamaklı.. "Anne öpmüş geçmiiişş.." yapıyoruz, kanıyor :))

Bense çoğu zaman masanın başında, orada değilsem de yünlerimin arasında kaçamaktayım..
Son stres mamülüm aşağıdaki saat.. Konu mankenimiz yine renksiz İKEA saat :)) Çevresini lastik ördüm ( bir düz bir ters ) ve birkaç çiçekle de süsledim.. Oturma odam daha güzel artık.. Sırada yatakodası için başladığım kırmızılıyı bitirmek var :)) Bir de tabii bolero.. Örüp aşama aşama fotoğraflayacağım inşaallah.. Çok güzel ve çok ilginç çünkü.. Ama ne zaman? Allah bilir..



( Özlemcim, bir sonraki yazım soben için olacak inşaallah, şimdi yetiştiremedim.. )

4 Aralık 2007 Salı

Tamam Sümüklücüm kızma.. Geldim işte :))

90 sayfa tamamdır.. Kaldı 30 sayfa.. Onu da bayrama kadar yetiştiririm Allah'ın izniyle..

Bu arada.. Kitapla ilgili soru soran arkadaşlar vardı.. Kamuoyu açıklamamızı yapalım hemen :P

Yazdığım kitap benim kişisel bir kitabım değil.. Dört yazardan oluşan bir ekip kitabı. İlköğretim 4. sınıf için derslere yardımcı, etkinlik ve testler içeren bir kitap. Ben sadece Türkçe bölümünü yazıyorum. Anlayacağınız, öğrencilerin etütlerde test çözerken hayır dua ede ede andıkları (!) yazarlardan biriyim :))


....................


Sonraya kalırsa yazmayı unutabilirim.. Önce birkaç haber ve kutlama..

Canım Erik'im mucizesine kavuştu çok şükür.. Şimdi sırada kaç bebiş olduğunu öğrenmek var :)) Rabbim hayırla ve sağlıkla kucağına alıp öpe koklaya büyütmeni nasip etsin Tubacım..

1 Aralık'ta tombiş Berk'imiz, bugünde fındık Zeynep Erva'mız doom günü şekeri oldular :)) Her ikisine de hayırlı uzun ömürler diliyorum.. Anneciklerine de sevgiler yolluyorum, muk mukk..

......................



Aşağıdaki fotoğraflar bir iki gün önceki alışveriş maceramızdan.. Ben ve zavallı "poz" çabalarım.. Anlaşılan uzun bir süre Yusufcukla doğru düzgün bir anne-oğul fotoğrafımız olmayacak.. Asla ama asla kucakta durmuyor çünkü artık.. Adımını basmadığı bir milimetrekare alan kalsın istemiyor.. Kucağımıza alır almaz basıyor çığlığı, atıyor kendini yerlere.. Puset de tamamen çıktı zaten hayatımızdan..



Bu arada, alışveriş merkezinin yılbaşı süsleri de zor kurtuldu Yusufcuğun elinden..
Yüksek gayretimden ötürü beni tebrik etmeleri lazım :P
İki saniyede tüm emeklerinin boşa gitmesi işten bile değildi..




......................


Kayınvalidem geldiğinden beri en çok yaptığımız şeylerden birisi "katmer" ve "bükme" partisi düzenlemek :)) Genellikle aile arasında oluyor ama iki kere misafir de ağırladık.. Biraz daha kalacak olsa eminim sayı artardı..


Şimdi sırada, hamurişi ustası babaannesinin küçük çırağı Yusufcuktan hamur açma dersleri var..

İyi hamur açmanın sırrı nedir?

İşte ayrıntılar..

Önce oklava, alttaki yaşını almış iki, üstteki yeni çıkmış üç dişle şöööyle sağlamca ısırılıp kontrol edilir.. Mazallah sağlam falan olmaz, hamur yarım kalır sonra..


Diş testini geçen oklava hazırlanan bezelere batırılır ve bezeler sündürülür..
Burada amaç oklavanın hamuru esnetip esnetemeyeceğini kontrol etmektir..


Bu test de bitince sıra hamur açılacak sofranın boş bir köşesinde
oklavanın iyi dönüp dönmediğini kontrol etmeye gelir..

"Tek tek açmak kolay, bakalım üç bezeyi bir arada açabiliyor mu?"
diye de denendikten sonra..


Sıra artık yapışmasın diye üzerine un serpilen hamuru açmaya gelir..

Küçük beze büyür, büyüüüür...


Babaannenin de yardımıyla harika bir katmer hamuru olur :))

Afiyet olsun :))
Siz bakmayın, katmerin lezzeti undadır, haşhaşın cinsindedir diyenlere..
Ben size püf noktaları verdim işte.. Bu testleri yapın, güzel olmazsa görüşelim..


....................


Unutmadan şunu da ekleyelim..

Yusufcuk yiyor demiştim ya.. Siz ona da inanmayın..
Kuru ekmeğe talim yine günlerdir :((