Vee..
Nihayet..
Karşınızda meşhur köy düğünümüz efendim :))
Nihayet..
Karşınızda meşhur köy düğünümüz efendim :))
Düğüne geçmeden önce, burada düğüne gelene kadar uygulanan birkaç adetten de bahsetsem iyi olacak galiba.. Hem sizin ilginizi çekebilir, hem de ben unutmayayım, ilerde bebeğim de okuyabilsin istiyorum..
Burada bir kız beğenilip istenmeye karar verildiğinde, önce evine gidiliyor ve aileler tanışıyor, konuşuyormuş.. Bu, işin formalite kısmı tabii.. Zaten neredeyse herkes akraba, birbirini tanımayan yok ki köyde :))
Kızın "sözü" alındıktan yani başka kimseye verilmeyeceği kesinleştikten sonra köy meydanında -pazaryerinde- "görme" denilen bir gece düzenleniyormuş.. Görmede hem köylü gelin ve damadı görüyor, kimin kiminle evleneceği artık bilinir hale geliyor hem de hediyeleşme oluyormuş.. Ortaya gerilen büyük bir çarşafa hediyeler atılıyor, sonra köylü sıraya geçiyor ve gelinle damat tek tek tüm büyüklerinin elini öpüyormuş.. İsteyen para, isteyen altın takıyormuş..
Ben bu geceyi hiç görmedim henüz, sadece anlatılanları biliyorum..
Görmeden sonra sıra nişana geliyor haliyle ve düğüne az bir zaman kala yine köyün meydanında çalgılı bir nişan töreni yapılıyor.. Daha önce birkaç nişana gittim.. Yine eğleniliyor ve takı merasimi oluyor.. Hediye çarşafı yine açılıyor ve akrabalar eteklik kumaştan nevresime, havludan tülbente birçok çeyizlik hediye atıyorlar kız evi için..
Düğün yaklaştıkça her iki evde de hazırlıklar artıyor.. Örneğin benim gözlemlediğim, her iki ev de içiyle dışıyla boyandı, bazı mobilyalar alındı, bahçelere bakım yapıldı.. Düğün yemeği için gereken alan hazırlandı..
Gelin evi de ayrıca özenilerek hazırlanıyor tabii.. "Çeyiz serme" diye bir adet var burada.. Hatta genellikle şehirlerde de uygulanıyor bu adet.. Gelin evi eşyalarıyla hazırlandıktan sonra kızın tüm çeyizi kurdelalarla, simlerle süslenip eve seriliyor ve uzun bir süre akrabalar, eş dost eve gelip çeyizi görüyor.. Akılalmaz incelikte ve güzellikte danteller, işleme perdeler, mutfak takımları, havlu kenarları, oyalı tülbentler, duvar ve kapı süsleri, minder ve döşekler bütün evi süslüyor..
Ben sadece bir gelinin evini gördüm şimdiye kadar.. Çok güzeldi..
Gelin evi de hazırlanıp düğüne sayılı günler kala "oku"lar dağıtılmaya başlanıyor köye.. Oku denilen şey bir nevi davetiye.. Aynı zamanda gelen misafirlere düğün evinin ufak bir hediyesi.. Kız tarafı genelde havlu ya da eteklik kumaş, erkek tarafı da gömlek gönderiyor oku olarak.. Bazı okuların üzerine, gelen kişiden beklenen hediye yazılıyor "Elektrikli süpürge, fincan takımı.." gibi.. Ama bu sadece çok yakın akrabalara yapılıyor tabii.. Böylece gelin evinin tüm ihtiyaçları el birliğiyle tamamlanmış oluyor..
Düğüne bir hafta kala, düğün ekmeği yapılıyor her iki evde de.. Artık çoğu düğünde hazır ekmekler ikram edilse ve yufka hiç kullanılmasa da bu adeti sürdürmeye devam ediyorlar..
Düğün ekmeğinin yapıldığı gün, özellikle yakın akraba ve komşular ellerinde ya bir kola ya da meyve suyuyla tandıra gelip hem "Bereketli olsun.." dileklerini iletiyorlar hem de "şibit, bükme, dörtköşe.." gibi ikramlardan yiyorlar.. Sabah erkenden başlayan ekmek yapımı, sohbet muhabbet derken akşama kadar sürüyor..
Düğünden iki gece önce, bazı aileler daha önce bahsettiğim "kız çıkarma" adetini uyguluyor..
Gelin yakın bir arkadaşının evine geliyor, orada eğleniliyor ve gece orada yatıyor..
Gelin yakın bir arkadaşının evine geliyor, orada eğleniliyor ve gece orada yatıyor..
(Hamilelerin, emziren annelerin ve yurtdışında yaşayanların dikkatine.. Aşağıda düğün yemeklerinden bahsedilecek ve fotoğrafları yayınlanacaktır.. Lütfen bu bölümü bakmadan, hızlıca geçiniz, üstüme fazladan kul hakkı, göz hakkı yüklemeyiniz.. Zaten yeterince var!! )
Cumartesi sabah verilen yemekle iki gün sürecek olan düğün maratonu başlıyor..
Düğün yemeği için bir gün öncesinde düve (genç inek) kesiliyor ve etler doğranıyor..İsteyen aileler koyun ya da tavuk eti de kullanabiliyorlar ama genelde düve kesiliyor, özellikle erkek evinde..
Düğün menüsü şöyle:
Tatlı olarak da helva ikram ediliyor ama onun fotoğrafını çekmemişim nasıl olduysa..
Yemekler bu metal sinilere (tepsilere) hazırlanıp gelen misafirlere ikram ediliyor..
Masalarda ve yer sofralarında onlarca aile düğün yemeği yiyor..
Düğünün ilk günü, akrabaları toplanıp bir gece önce arkadaşının evinde kalan gelini almaya gidiyor.. Uzun bir kafile, önce kızı almak sonra da evine teslim etmek için dakikalarca yürüyor.. İki ev birbirine ne kadar yakınsa o kadar iyi oluyor bu durumda :))
Görümceler, düğün evi tarafından yakın akraba kızları arasından seçiliyor ve kız çıkarmadan kına yakmaya kadar her ayrıntıda gelinin en yakını oluyor, başrol oynuyorlar..
Nedimeler gibi yani :P
Gelin eve getirildikten sonra, kız evinin önünde "gündüz kınası" başlıyor.. Çalgıcılar geliyor, oynanıp eğleniliyor yine.. Daha sonra gelinin eline ilk kına yakılıyor..
Daha önce bahsetmiştim, ben Yusufcuk uyuduğu için bu kınaya katılamadım, ancak sonuna yetiştim.. Onun için kına yakılırken fotoğrafımız yok maalesef.. Görümceler bir ellerinde kına
tepsisi, bir ellerinde kuruyemiş tepsisiyle, türkü söyleye söyleye gelmiş ve geline kınasını yakmışlar.. "Nasıl olsa gece kınasında çekerim.." diye üzülmemiştim ama orada da nasip olmadı.. Yusufcuk onbirde uyuduğu için biz eve döndük.. Kınayı gece yarımda yakmışlar!! Ancak o zaman doymuş millet oynamaya :P
Gelini alan böyle mutlu oluyor düğünde.. Kız annesi ise yarı ağlamaklı..
Gece kınası ya da bizim kullandığımız adıyla kına gecesi, köy meydanında yapılıyor çünkü gündüz kınasından çok daha kalabalık oluyor.. Akşam namazından sonra neredeyse bütün köy oraya toplanıyor ve şanslı olanlar sandalyelerde ya da kenara dizilen kamyonların kasasında yer kapabiliyor :)) Geri kalanlarsa ayakta, geceyarısına kadar kınayı izliyor!!
Yusufcuğu güzelce giydirdim kınaya giderken.. Beyaz takımı ve küçük cepkeniyle çok tatlış oldu.. Biraz oynadı biraz şirinilik yaptı.. Sonra daaa... Karanlıkta fişek gibi koşarken yere bırakılmış koca kaldırım taşını görmedi ve ayağını taktırıp beton zemini öptü!! Alnına da kocaman mor bir gül kondurdu!! Oradaki teyzeciklerden tonla fırça yedim çocuğu güzel güzel giydirip "göze uğrattım" yani nazar değdirdim diye..
Az sonra çalgıcılar "Genç çiftler dans için sahneye lütfen.." deyince, genç bir çift olarak oğluşumla ben de attık hemen kendimizi piste :P
Bir de şu küçük, çizgi film karakteri tadındaki şirin kıza yakından bakalım :))
Kucağında uyuyan kimbilir kaç kilo ağırlığındaki koca oğlu bile vazgeçirememiş onu kınayı izlemekten :))
Ertesi sabah kız evindeyiz..
Biraz hüzün, biraz telaş var evde..
Bir yandan gelen misafirler buyur edilip ağırlanıyor bir yandan da gelin hazırlanıyor..
Yusufcuk pek bir yakından incelediği gelin ablasının kucağında :))
Pazar günü de hem kız evinde hem de erkek evinde düğün yemeği veriliyor yeniden..
Yemekler bittikten sonra bu kez de erkek evinin akrabaları bir kafile halinde dizilip damadın seçtiği arkadaşının evine gidiyorlar yürüyerek.. Çünkü damat orada bekliyor ve bu da "damat çıkarma" oluyor..
Damadı almaya gidenler..
Damadın çıktığı evin önünde davullar çalınıp oynandıktan sonra sağdıçları damadı aralarına alıyor ve kafile meydana doğru yürümeye başlıyor..
O bıçak "Bu işin geri dönüşü yok!" anlamına geliyormuş :))
Kafile davul zurna eşliğinde meydana varıyor ve burada önce dua ediliyor, ardından da yine bir takı merasimi gerçekleşiyor..
Damat, evine doğru yola koyulduğunda, kız evinde "sona yaklaşma"nın ağır hüznü başlıyor yavaş yavaş.. Akrabalar toplanıyor, vedalar dillendiriliyor tek tek..
Babası dualar ede ede bağlıyor kızının al kuşağını..
Gözyaşları, neredeyse her kucaklaşmaya eşlik ediyor..
Sonunda erkek evi gelini almaya geldiğinde, kayınpeder "ille de yüzlük bangınot"u vermeyince açılmıyor gelinin kapısı..
Güzel gelin, al duvağının arkasına sakladığı gözyaşlarıyla iniyor baba ocağının merdivenlerinden..
Ve artık atına değil de son model bir gelin arabasına biniyor, gidiyor yeni hayatına doğru "Ya nasip" diye diye..
.........................
Gelin alındıktan çok kısa bir süre sonra biz de Ankara'ya doğru yola çıktığımız için gelinin kendi evine indiğinde uygulanan adetleri görme şansım olmadı.. Sormayı da unutmuşum o hengamede.. Sadece gelin giderken arabasının tekerinde kırılan küçük bardağı gördüm.. İçinde kül vardı ve "Külü gözüne.." diyerek kırdılar.. Anlamı, o külün gelinin gözünü artık bu eve kapatması, anne evine dönüşünün olmadığını bilmesiymiş.. Damadın arkasındaki bıçak gibi yani :))
Her ne kadar sembolik olsa da aslında bu adetler Türk kültürünün birebir yansıması.. Boşanmaya bizim toplumumuz kadar fazla tepki gösteren çok az sayıda toplum var.. Bu bir anlamda iyi bir anlamda da çok bağlayıcı bir etken.. Fazlaca su götürür bir konu olduğundan gece gece bulaşmaya hiç niyetim yok ama yine de bu anlayışın, aile kavramını fazlaca koruduğuna inanıyorum ben..
Umarım oldukça aydınlatıcı bir yazı olmuştur.. Ozan "Ya kim n'apsın bizim köyün düğününü, okumaz ki kimse.." dese de ben yazdım uzun uzun.. Hadi bakiim dostlar, utandırın onu :P