27 Temmuz 2009 Pazartesi

Yazamadığım uzuuuuun dönemde, birok değişiklik oldu aslında hayatımızda.. Ve ben herbirinin ardından ayrı ayrı üzüldüm yazamadım diye..

Neden yazmak istiyorum, yazamayınca neden üzülüyorum, neden birşeyler eksik kalmış gibi geliyor bana? Bu konuyu sonra irdelemek üzere bir kenara kaldırmak ve neler olup bittiğine dönmek daha iyi olacak galiba..

Neler olmadı ki bu uzun arada?

Meselaaaaa.... Ozan okulunu bitirdi çok şükür.. O da artık bir üniversite mezunu, o da artık bir nişantaşı çocuğu :P

Sonraa... Yusufcuk artık "tam kocaman abi oldu çünkü bebekley gibi bez yok altında".. Gözümde en çok büyüyen şeyi, tuvalet eğitimi meselemizi bu sene köye gidişimizde hallettik.. Daha doğrusu Ozan'ın dedesi halletti desem iyi olur.. Biraz uzun ve korku öğeleri de içeren bir hikaye bu, isteyen olursa anlatırım sonra :))

Sonra.. Birçok şehir, birçok ilçe, birçok köy gezdik bu sene.. Ozan'ın sayesinde ne kadar çok şeyi fotoğrafladım, ne kadar çok şey biriktirdim zihnimde.. Ah bir de paylaşabilseydim onları :((

Sonra.. Yusufcuk kreşini başarıyla tamamladı, karnesini aldı, yılsonu gecesinde "paytak paytak yüyüyen" ama daha çok herkesten fazla dans eden, hatta müzik bittikten sonra bile sahnede dans etmeye devam eden, kendisini indirmeye çalışan öğretmenine direnip oynamaya devam etmek isteyen bir ördek oldu :)) Şimdi de yaz okuluna gidiyor..

Sonraa... Sekizinci yılı devirip dokuzuncuya adım attığımız evililik yıldönümümüzü kutladık bu ay.. Ve ben farkettim ki arada kızsak da birbirimize, anlayamasak da birbirimizin ne demek istediğini, küssek, barışsak ve kırılsak da.. Ben değil dokuz, doksan sene daha yaşamak istiyorum Ozanla..

Sonraaa.. Bir roman yazmaya başladım ben.. Ama zihnimde.. Henüz tamamlayamadığım bir kurgunun orasından burasından fısıldayıp duruyor kahramanları.. Henüz onlarla ilgilenecek yeterli vaktim yok ama en azından zihnimde örüp duruyorum sahneleri.. Fotoğrafçılık kursu, dikiş kursu, eğitim uzmanlığı masterı ve diğer sırada bekleyen hayallerin -daha doğrusu planların- arasında ne zaman fırsat bulup da kağıda geçirebileceğim, hiç bilmiyorum..


Sonraa.. Ben bir asker ablasıyım artık.. Kardeşimi havaalanından Ağrı'ya yolcu ettiğimiz anı hala unutamıyorum mesela.. Mirza'nın, sanki uzun bir süre babasını göremeyeceğini anlamış gibi boynuna sarılıp sarılıp burnunu gömmesini, almak istediklerinde sıkı sıkı babasına sarılıp koca adamı orada hüngür hüngür ağlatışını hala unutamıyorum.. Rabbim hayırlı tezkereler versin inşaallah, şafak 50..

Sonraaa.. Yusufcuk üç yaşını tamamlamasına az bir sürenin kaldığı şu günlerde tam bir birey oldu maşaallah.. Bazen seçimleri ve kararları beni çok zorlasa da onu böyle kendine güvenli, işini bilen ve tercih yapabilen bir çocuk olarak görmek çok hoşuma gidiyor.. Artık yemeklerini tamamen kendisi yiyip kıyafetlerini ve ayakkabısını kendisi giyebiliyor.. Hatta ne giyeceğini de kesinlikle kendisi seçiyor.. İstersem aksini yapmaya çalışayım, vallahi mümkün değil!! Maalesef en bariz huylarından birisi inat.. Bu yaş çocuklarında normal olduğunu biliyorum ama bizimkinin dozajı biraz daha fazla! Ağlama krizlerimiz ve sinirden ne yapacağını bilmediği nöbetlerimiz hala bitmiş değil ve özellikle istediği şey olmadığında had safhaya ulaşıyor.. Konuşmalarına ya da hareketlerine bakarak çok büyük zannetsem de onu hala ufacık bir bebek aslında.. Bunu unutuyorum ve çok kızıyorum bazen.. Beyefendinin "Luplen bana kizma!" uyarısıyla kendime geliyorum :)) "Sen de luplen yapma dediğimi yapma.." cevabıma karşılık duyduğum cümle ise aynen şu: "Hağyiy, yapicammm"


Çocuk büyütmek zor iş vesselam..
Şimdi gece gece bu işin de felsefesine hiç dalmayayım ben.. En iyisi burada bitsin bu yazı.. Aklıma geldikçe yine eklerim birşeyler eskilerden yavaş yavaş..

Hep yazmak olmaz di mi, hazır fırsat bulmuşken bir gezineyim bakalım konu komşuda neler olup bitmiş bu aralar..

0 yorum: