31 Ocak 2008 Perşembe
Yusufcuk geceleri hala bağırarak ve ağlayarak uyanmaya devam ediyor. Bunda, iki gün önce yedinci dişimizin patlamasının da payı büyük tabii.. Üç gecedir perişanım yine.. İlk dişin 9. ayda çıktığını göz önüne alırsaak yedi aya yedi diş sığdırdık.. Ve tabii sürekli bir diş ağrısı, sürekli uykusuzluk :((
Koşuşturmaca içinde Yusufcukla ilgili kaygılarım da artıyordu bu aralar.. Her gören, "Ayy küçücük kalmış bu, geçti mi yaşını, ne kadarlık?" diye sorunca beni iyiden iyiye telaş almıştı yine.. Bir de dişi problemli olunca dün yine doktorumuzu ziyarete gittik biz.. Neşe hanım da ilk bakışta "Pek büyümemiş galiba bu bıcırık.." dese de muayene ve tartı sonuçlarından memnun kaldı.. Hem kilo almış - çok olmasa da- hem de boyu uzamış çok şükür.. "Galiba yüzü ufacık, tipi de minyon olduğu için daha da küçük görünüyor gözümüze.." dedi. Dişlerine baktı ve korkulacak birşey olmadığını, iki diş arasında çıkma zamanı olarak bir yıl bile fark olabileceğini ve bunun normal olduğunu söyledi. Dişetini yardırmaya falan gerek yokmuş yani, ben en çok ondan korkuyordum..
Ara ara başlayıp özellikle geceleri artan, sabah boğazını temizleyene kadar Yusufcuğu çok rahatsız eden öksürüğü sordum. "Solunum bulguları çok iyi, diş çıkarma sebebiyle olabilir, ilaç kullanmayın.." dedi. Diş çıkarma sırasında sekrasyon arttığı için geniz ve ciğerler rahatsız olur, öksürük başlayabilirmiş. Ben sadece ıhlamur, elma çayı ve zencefille idare etmiştim zaten ilaç kullanmamak için..
Muayeneden sonra veda ederken doktoruna hem el salladı hem de öpücük attı Yusufcuk :)) Neşe hanım bayıldı tabii..
....................
Salih bebiş ve ailesi İstanbul'a taşınacaklar :(
Tayinleri oraya çıktı.. Eşlerimiz şehirdışına çıktığında kim gelip bizimle kalacak şimdi ya.... Böhüüüüü :((
....................
Yusufcuk herşeyden çok çabuk sıkılan bir bebiş olduğu için ona oyuncak bulmada zorlanıyorum bazen.. Ne verirsem vereyim bir süre oynadıktan sonra sıkılıp kenara atıyor.. Ben de sürekli yeni oyuncaklar üretme peşindeyim bu aralar.. Al al bir yere kadar :P
Bu oyuncaklar hoşuma gitti, yapımı da kolay.. Bu haftasonu yapayım bari oğluşuma :))
Kağıt poşetten oyuncaklar
........................
İstikrarlı bir şekilde kilo almaya başladım!!
Katmere son..
Çikolataya son..
Gece öğünlerine, tostlara, "kepcuk"lu makarnaya son..
Hani emzirme döneminde doğum öncesi kiloma dönecektim ben?
.....................
Geçen hafta bir mevlide daha gittik Yusufcukla.. Bu sefer hem yanımızda babaannesi de olduğu için hem de katılanların çoğu genç ve çocuklu hanımlar olduğu için gayet rahattım :)) Demek ki önemli olan içinde bulunduğun ortammış gerçekten..
.....................
Son olarak bir dua..
Allah'ım tahammülümü arttır lütfen..
Herkese ve herşeye karşı..
( Amin )
27 Ocak 2008 Pazar
Yusufcuk reklamları seyrediyor dün akşam.. Turkcell'in tavuklu yeni reklamı çıktı.. Hani müşteri "Buralarda tavuk döner yiyebileceğim bir yer var mı ?" diye soruyor da tavuk bayılıyor ya.. İşte o.. Tavuk kendini yere attı, reklam bitti, baktık bizim küçük civciv "Hağğyy" deyip arkaya attı kendini.. Gülmekten yere yattım.. Babası "Bir daha bayıl bakalım.." deyince yine aynı sahne :)) Şimdi o tavuk çıkınca hemen ekranın karşısına koşuyor, o bayılınca bizim civciv de atıyor kendini arkaya..
Sonra..
Sabah, faciayla sonuçlanan bir hamurişi denemem oldu!! ( Bana ne oluyorsa, evde katmer, bükme ustası kayınvalidem var, ben macera arıyorum.. Ama güzel bir pazar kahvaltısı hazırlamak istemiştim, masumum :P ) Neyse.. Hamurun altına serdiğim beze un döküldü, bezi kaldırırken de yere döküldü.. Ben de mutfağa giderken "Neyse önemli değil, gırgırı getirir, gırgırlarım şimdi.." dedim.. Ben mutfaktan döndüm ki ne göreyim.. Yusufcuk gırgırı almış, unları gırgırlıyor bile!! Öptüm öptüm bitirdim akıllı miniğimi.. Maşaallah..
Daha önce de yazmıştım ya, galiba cidden çok temiz ve titiz bir insan olacak benim oğlum.. Eline ne zaman bez geçirse hemen orayı burayı siliyor, yere birşey dökülüyor, gırgırlıyor, etrafta bulunan ıvır zıvır çamaşırmakinesine ya da halı altına doldurmak suretiyle evi toparlıyor :)) Gerçi arada kazalar da olmuyor değil.. Örneğin geçen gün, 70 derecede yıkandı bir makine dolusu renkli çamaşır.. Allahtan sağ ve giyilebilir durumda hepsi :)) Sıkma sırasında falan değiştirmiş galiba makinenin ayarını, bozulmamış hiçbirisi.. Aynı şeyi şimdi bulaşık makinesine de yapıyor.. Sıcaklık ayarı düğmesi panele gömülü duruyor aslında, üstüne az basınca dışarı çıkıyor ve çevrilebiliyor.. Amam benim küçük hafiyem onu da keşfetmiş.. Minnoş parmağıyla basıp dışarı çıkarıyor o düğmeyi ve ayarı değiştiriyor!!
Dün de halının üstünde bir süre oynadıktan sonra orada durmasını gereksiz gördüğü çay süzgecini götürüp çöpe attı!! Adam bebek birşeyleri - hatta annesinin arabasının anahtarını- çöpe attığında çok gülüyordum okurken.. Aynı şeyi oğlum yapıyor şimdi.. Bundan sonra kimsenin yaramaz bebişine gümlek yok Kuaybe tamam mı :P
Yaramaz bebiş demişken.. Son bir afacanlık daha yazalım ve bitirelim bu yazıyı.. Yusufcuk annesinin tasarlayıp babaannesinin ördüğü boleroyu muhtelif zaman ve muhtelif büyüklüklerde söktü üç kere!! Tekrar tekrar ördü babaannesi alta alta kaçan ilmekleri.. Cidden hızına yetişemiyoruz biz bu minnoşun :))
Şimdilik bize müsade.. Ben bu aralar çalışacağım yine biraz.. Yayınevi ödemeyi yapmadığı için yarım bıraktığım testleri tamamlayayım bari hazır babannemiz buradayken.. Belki onu bitirince yeni bir iş alırım..
- Ay bunu yazmazsam olmaz.. Ben tam kapatacaktım bilgisayarı, babaannesi de evde olmayan babasının nerede olduğunu soruyor Yusufcuğa.. O da buzdolabının üstündeki resmini gösteriyor babasının, ona "gel gel" yapıyor.. Küçük civcivim benim :) -
23 Ocak 2008 Çarşamba
Babaannemiz geldi.. Bir süre uzun uzun yazamayabilirim.. Siz beni beklerken aşağıdaki linklerle oyalanın, canınız sıkılmasın olur mu :P
- Şirin bebiş patikleri
- Örgü oyuncaklar
- Bunlar da örgü oyuncaklar
- Bebişlere örgü "kapliş" ( yani kaplumbağa )
- Ve son olarak kırmızı bir bebiş elbisesi
Anlayacağınız ben bu işe fena takmış durumdayım!!
5 numara şişim ve kalın tığım bir uzvum olma yolunda azimle ilerliyor..
Lütfen biri beni durdursunnnnn....
18 Ocak 2008 Cuma
Tamam biliyorum daha dün gece döktürdüm uzun uzun ama yine yazmak geldi içimden n'apiim :))
Anne-oğul gezmeklere gittik biz bugün.. Babamız 3-4 gün yok evde, sıkılmayalım dedik.. Komşumuzun oğlu evlendi, biz de diğer komşularla yeni gelinin evinde okunan mevlide katıldık.. Ama eve gelince bir daha böyle bir olaya girişmemeye karar verdik!!
Neden?
Peki anlatayım..
Mevlide gelenlerin neredeyse hepsi yaşlı teyzeciklerdi. Çocuğu olan iki üç bayan vardı ama hepsinin çocukları büyüktü ve okuldaydı.. Ortamdaki tek çocuklu-bebekli kişilik bendim.. Ve böyle olacağını da bilmiyordum maalesef :((
Daha mevlid başlamadan teyzeciklerden biri tansiyon hastası olduğundan, çocuklu ortamlarda çok başının ağrıdığından, tansiyonunun fırladığından falan dem vurmaya başladı :( Moralim bozuldu benim.. Atılan taşları paylaşacağım bir kişicik daha yok ki odada.. Hayır ev de yakın değil ki bir bahane uydurup kaçayım.. Zaten komşularla beraber gittik, onlardan ayrı dönmem de ayıp olurdu..
Tanışma faslının ardından Kur'anı-ı Kerimler açılmaya başlanınca ben okuyacak kişilere Yusuf ses yaparsa rahatsız olmamalarını, hemen dışarı çıkacağımızı belirttim.. Daha genç olan bu bayanlar "Ayy olur mu öyle şey, çocuk bu, ağlar tabii.." dese de ben gardımı aldım :)) Kur'an okunmaya başladı ve telefonla oynamaktan bıkan Yusufcuk biraz "Amin" yaptıktan sonra faaliyete geçti!! Biz hemen mutfağa yollandık tabii.. Biraz orada, biraz oturma odasında oyaladım Yusufcuğu.. Ama bir yandan da kendime nasıl söyleniyorum anlatamam.. "Hani söz vermiştim ben kendime.. Hani gitmeyecektim hiçbir yere.. Hani oturacaktım evimde, ağlarsa da sadece bana ağlayacaktı Yusufcuk.." diye.. Neyse bir saate yakın böyle oynadık.. Ben ara ara kapıya gidip okunan Kur'an-ı Kerim'i dinliyorum kucağımda Yusufla, sonra benim kurtcuk kıvranmaya başlayınca yine elektrikli süpürgenin başına çöküyoruz.. Sonra bir ara baktım gözlerini ovuşturuyor Yusufcuk, hemen mutfağa gidip karnını doyurdum, sonra da ayakta, kucağımda sallaya sallaya emzirerek uyuttum.. O an nasıl şükrettiğimi anlatamam..
Hemen içeri geçip mevlidin sonuna yetiştim.. Dua çok güzeldi gerçekten.. O cümlelere el açan, "Amin" diyen insanların arasında olmaktan çok mutlu oldum.. Az önceki pişmanlığım bile geçti hatta orada bulunduğum için..
Dua bitince ikram sofrası hazırlanmaya başladı.. Ben geline yardım ediyorum, çayları dolduruyorum mutfakta.. Kapı çaldı.. Ama nasıl bir zil takmışlar daireye anlatamam.. Hani orada çalıyor ama hem alt hem üst komşu koşar kapıya "Kim o?" diye.. Tabii benim tilki uyandı hemen :(( Az önce söylenen tansiyon hastası teyze bile acıdı halime :P Yusufcuğun gözlerinin yarı kapalı olduğunu görünce hemen tekrar emzirdim ve Allah'a şükür daldı.. Ben de rahat rahat içebildim çayımı..
Yusufcuk uyanınca da eve döndük.. Ve ben bir daha asla çoğunluğu yaşlı teyzeciklerden oluşan bir gruba dahil olmamaya karar verdim.. İnsan aradan yıllar geçince unutuyor demek ki bir bebeğin nasıl büyüdüğünü ve tahammül edemiyor ağlamalarına, oradan oraya koşturmalarına.. Bir süre daha sadece bize tahammül edebilecek insanlarla görüşsem iyi olacak galiba..
....................
Kırmızı eteğimi kestim, biçtim, teğelledim. Komşum Şerife abla da makineyle dikti sağolsun.. Bugün de dayanamadım onu giyip gittim mevlide..
Gri ve kahve tonlarından oluşan teyzecikler grubu bunun için de kızmıştır bana kesin.. "Bu renk de giyilir mi canım mevlide.. Cık cık cık.." diye..
Eteği nasıl diktiğime gelirsek..
Kesimini beğendiğim bir eteği ters çevirip yere serdiğim kumaşın üstüne koydum ve dikiş payı bırakacak şekilde kenarları çizip teğelledim.. Boyunu ayarladıktan sonra kumaşı kestim ve bel kısmını açtım.. Daha sonra yanda görüldüğü gibi, kumaşın kenarlarından eteğin altına iki kat fırfır yaptım.. Şansıma kenarı hafifi kıvrımlı bir kumaşım vardı.. Dikine çizgili eteğe, bu yatay fırfır hoş durdu bence.. Aslında cep de yapacaktım iki tane, şöyle hafif yan duran ve birbirine bakan ama kumaş kaldırmadı, hoş durmadığı için vazgeçtim..
Bu ilk dikiş denemem ama Şerife abla çok başarılı olduğunu söyledi.. Onlar kalıpla falan ölçüp dikiyorlarmış. Benim tekniği çok pratik buldu :))
Yayınevi ödemenin geri kalanını yaptığında kendimi hemen bir dikiş makinesiyle ödüllendirmeyi düşünüyorum.. Böylece biraz acemiliğimi atar sonra da liseden beri kendim için çizdiğim kıyafetleri hayata geçirebilirim :))
.....................
Gelelim Yusufcuğa..
Sabahnurcum, bez bağlamanın sorun olduğu tek bebek senin fındık değil merak etme :)) Yusufcuk da kök söktürüyor bana.. O bezi bağlayana kadar neler çekiyorum anlatamam.. En son bu sabah Yusufcuğun külotlu çorabını kafama geçirmiş acaip bir şarkı söylerken hatırlıyorum kendimi!! Bazen kurt gibi kıvranıyor bazen oraya buraya bulaştırıyor pişik kremini bazen de kaçıveriyor elimin altından.. Cıva gibi bu çocuk yaa.. Tutamıyorum!
Aşağıda, bez bağlatmaya razı olsa bile kesinlikle üstünü giyinmemek için annesinin elinden kaçan Yusufcuğu görüyorsunuz..
( Oğlum, senin bu külotlu çoraplı "küçük solucan" haline bayılıyorum yaa.. )
17 Ocak 2008 Perşembe
Hasta olacağım galiba..
Gerçi bunda kombi cayır cayır yanmasına rağmen birtürlü ısınmayan evimin de payı olabilir tabii..
Ben üşüdükçe Yusufcuğu da kat kat giydiriyorum.. Her an uzaya çıkmaya hazır astronot kıvamında geziyor yavrucak :))
Bu aralar Deya Baykal'ın programında gördüğüm bu kelebekelere taktım.. Hemen bu geceden örmeye başlamayı düşünüyorum şöyle renk renk.. Perdelerime ya da düğün fotoğrafımın olduğu çerçeveye takabilirim.. Şöyle kocaman bir tane yapıp hırkamın önüne de dikebilirim tabii broş gibi.. Hoş durur sanırım..
Dün gece saat oniki ve ben ocak başındayım.. O saatte kalktım, ıspanaklı sigara böreği kızarttım!! Ama canım çekti n'apiim? ( Ay, MP'nin de canı çekicek şimdi :P ) Tabii bunda Ozan'ın bana yaşattığı heyecan dolu dakikaların büyük payı var.. Sabah gittiği İstanbul'dan uçakla dönecekti ve gece saat onbir civarı beni arayıp acil iniş yaptıklarını söyledi.. Zaten korkuyorum hava karlı, uçak tehlikeli falan diye.. Onu duyunca yüreğim hop etti.. Meğer şaka yapıyormuş komik kocacığım!! "Ya sen bilmiyor musun benim emziren bir kadın olduğumu.. Sütümü keseceksiiiinnn.." şeklinde fırçayı çektim merak etmeyin :P Sonra da midem kazındı resmen.. Hazır kavrulmuş ıspanak da olunca.. Allahtan kıyma falan değilmiş :)) Bütün gece dönecektim yatakta.. Hani çok uyuyabiliyorum ya, tatlı uykumdan olacaktım..
Uyku demişken "Ah dişler ah" demek, diş demişken de aklıma diş haritamızı yazmak geldi..
Yusufcuğun farklı bir diş çıkarma sırası var.. Önce alt ortadan biri ve sonra yanındaki çıktı.. Ama ondan sonra sıra bozuldu.. Bahsetmiştim bir ara, önce üst orta iki yerine onun yanlarındaki iki diş kabardı ( küçük vampir modeli ) ve onlar çıktı.. Sonra da üst ortadan biri.. Şimdi üstte üç diş var ve ortadaki ikiliden biri çıkmadı hala.. Altta da ortadaki ikinin yanında bir tane daha çıktı ( bayram hediyemiz ) ama diğer yan boş.. Alttaki değil de üst ortada çıkmayan diş endişelendiriyor beni.. Geçenlerde bir abla, kardeşinin çocuğunun da aynı şeyi yaşadığını ama bunun normal olmadığını, önce üst orta iki tanenin çıkması gerektiğini söyledi. Doktor yeğeninin çıkmayan dişinin olduğu yeri yarmış ve öyle çıkmış diş.. Ama ama nasıl yani yaa? Diş damağı yaramadığı için çıkamıyorsa diğerleri nasıl çıktı o zaman? Doktorumuza bir sorsam çok iyi olacak galiba..
..................
Yusufcuğun yeni yemek yeme şartı : Kesinlikle ama kesinlikle mama sandalyesinde olmayacak.. Kucağımda da olmayacak.. Aynen bizim gibi yemek masasının sandalyelerine oturacak ve çatal da onun elinde olacak!! Bu bebişlerin özgür takılması çok zorlayıcı oluyor bazen..
..................
.................
Hani Koyubeyaz'ın bahsettiği bir mesele var ya annelikle ilgili.. Bir nevii deliliğe yakın bir mertebe olduğundan bahsetmişti anneliğin.. Aynen aynen.. Örnek olarak da çocuğunun tuvaletin kapısının önünden geçerken "çişşşş" demesine sevinmeyi vermişti hani.. Okurken tam da anlayamamışım demek ki.. Bu sabah Yusufcuk bez paketini gösterip iki kere "tisss,tisss" deyince anladım.. Kendisi "tiss" diyor da çişe.. Deliler gibi sevindim sonra da hayırla Koyubeyaz'ı yadettim :))
................
Cumartesi günü babaannemiz gelecek yeniden.. Toruncukunu özlemiş :))
15 Ocak 2008 Salı
Genç bir delikanlının tabutu geçti demin..
( A. Mahir Pekşen )
Misal, Yusufcuk hala bana yapışık yaşamakta kararlı!! Yemek yapmak ya da az önce döktüğü birşeyin lekesini halıdan silmek için onu babasıyla salona kapattığımda ( muha haa haaaa - yoo ben değilim gülen, cinnet anlarımda, içimde saklandığı yerden çıkan kötü anne :P - ) "Ağğğğnnneeiiii" diye ağlıyor kapıya yapışıp.. Baktı ki açan yok, o zaman da salonun duvarında asılı kocaman düğün resmimizde beni gösterip ağlıyormuş.. Ozan anlattı dün, öldüm gülmekten..
Okuduğum kadarıyla normal ve geçici bir süreç.. Geçeceği günü bekliyorum sabırla.. Sebebi anneden ayrılma korkusuymuş. Hatta okuduğum bir yazıda, uyku problemlerinin en önemli sebeplerinden birisinin de bu olduğu anlatılıyordu. Annelerine çok düşkün bebekler sırf ondan ayrılmamak için uykuya dalmak istemez ya da uykuları hafiflediğinde annelerinin yokluğunu farkettikleri için sık sık uyanırlarmış..
Yusufcuk, beni geceleri daha az sevsen olur mu cicikim :P
Bir de bu aralar çok tatlı bir huy geliştirdi afacanım.. Ulaşamayacağı birşeyi almak istediğinde önce her yolu deniyor.. Baktı ki imkansız ( örneğin kütüphanenin üstünde duran keçeli kalemleri almak ) hemen babasının ya da benim yanımda bitiyor.. Oturuyorsak koltuğa çıkıp arkamızdan ittirerek bizi ayağa kaldırıyor, ayaktaysak da genelde dizimizden ya da bacağımızdan - eli oraya yetişiyor bebemin :) - çeke çeke bizi istediği şeyin olduğu yere götürüp "Beh beh" diye işaret ediyor.. Bu "beh beh"lerin "ver" anlamında olduğunu anladınız sanırım :))
İstediğim kıpkırmızı ayakkabıları hala alamadım ama kıpkırmızı bir etek dikiyorum kendime.. Şirin birşeye benziyor şimdilik.. Tam olarak bitince göreceğiz bakalım.. Kenarlarına da şöyle fırfır gibi birşeyler teğelledim kumaşın renginden, oh olsun :))
Iııı, şeyyyy..
Son bir uyarıyla bitirelim yazıyı.. Küçük bir bebişiniz varsa ya da olma ihtimali varsa sakın ama sakın benim yaptığım hatayı yapıp dolap kapakları ayna olan bir yataodası takımı almayın!! Sakın..
Dakikalarca o minikk el izlerini temizlemeye çalışmak ve bunun -en azından bir on yıl- sonu olmadığını acıyla farketmek çok can sıkıcı olabiliyor.. Özellikle de yağlı, diş macunlu ya da ezilmiş küçük ekmek parçaları da ihtiva eden lekeleri temizlerken :P
10 Ocak 2008 Perşembe
Araya Yusufcuğun birkaç yeni kelimesini de sıkıştıralım hemen..
Ebbe: Bebek ( Reklamlarda ya da kitaplarda her bebek görüşünde )
Mammam: Yiyecek tüm nesnelerin genel adı.. Fırının önünden geçerken afişteki ekmeğe bile "mammam" diye bağırdı annemlerdeyken :)) Duyan da yiyecek, biz esirgiyoruz zanneder!!
Ağba: Araba ( Bunu ben duymadım ama babası iki kere duymuş.. Ben genelde "ğğğaannnnn" şeklindeki motor sesi taklidine denk geliyorum )
Tatdi baa: Annesinin "bal tatlısı" oyunu ( Kucağıma çıkıp oynamak istediğinde melodik olarak söylüyor )
Mınna mınna: Anlamını çözemedim ama tekerleme gibi tekrar ediyor ve söyledikçe gülüyor :)
Bıddi bıddi: Aynı şekilde, tekerleme.. ( Bitti anlamında olamaz çünkü onu iki elini çapraz birbirine sürerek anlatıyor )
Neğğnnniiğğğğ: Uykusu geldiğinde ağzında yayarak öyle güzel ninni çekiyor ki anlatamam.. Ama bunu takriben yaklaşık bir saat daha sürüyor uykuya direniş :))
..................
Salih bebiş ve annesi evine döndü.. Bize de bu kareler hatıra kaldı o günden..
Yusufcuğun rahle-i tedrisatında Salih bebiş :)
Dersimize başlamadan önce şu televizyonun sesini kısalım bakalım..
......................
Yusufcuk "öğretme"nin yanısıra son hız "öğrenmeye" devam ediyor maşaallah.. Rabbimin bu bebişlere verdiği öğrenme sistemini hala anlayabilmiş değilim.. Birçok şeyi taklit ediyorlar tamam ama bazen öyle şeyler yapıyorlar ki, insan "Bunu kim gösterdi ona? Nasıl akıl etti ki?" diye hayrete düşüyor.. Örneğin, bayrama gitmeden önce öyle birşey yaptı ki Yusufcuk, o zaman sayfaya yazmaya korkmuştum açıkcası nazar değer diye.. Şimdi sayfa şifreli olduğu için ve sizin "Maşaallah" lafzının önemini bilen arkadaşlar olmanız hasebiyle yazmamda bir sakınca yok sanırım..
Bizim oturma odamızın kapısı kapanmıyor, kilidi de kapı dili de yok.. Orayı kullanmadığımız için pek de sorun değildi şimdiye kadar ama Yusufcuk iyice büyüyüp afet gibi dolanmaya başlayınca evde, kütüphanemizi de bilgisayarı da onun hışmından koruyabilmek için oraya bir çözüm aramaya başladık. Kapı kapanmadığı için ben kapının yanındaki üçlü koltuğu tamamen kapının önüne çektim set gibi.. Gireceğim zaman yerine itiyor, Yusufcuk ortadaysa tekrar kapatıyordum girişi.. Birgün Yusufcuk uyanıktı ama benim bilgisayarda birşeyler yazmam lazımdı ( sakın blog olmasın bu :P ) ben de Yusufcuğu kapının tam karşısına koridora oturttum, bütün odaların kapısını kapattım bir yere giremesin diye, önüne de kitaplarını, oyuncaklarını yığdım.. O oyalanırken koltuğun üzerinden atlayıp odaya girdim.. Başladım yazmaya.. Yusufcuk ara ara kapıya geliyor, koltukla kapı arasından bana bakıyor, mızmızlanıyor ama ben hiç oralı olmuyorum.. Bakıyor ki almıyorum, dönüp oynuyor sonra tekrar gelip mızmızlanıyor.. Bu arada ben iyice kaptırmışım kendimi bir ara, sonra bir baktım Yusufcuk dibimde bitivermiş!! Şaşkınlıktan ayağa fırladım o an.. "Oğlum sen nasıl girdin odaya?" diye diye hayret ettim.. Koltuğu ittiremeyeceğini anlayan Yusufcuk eğilip koltuğun arkasına girmiş.. Duvar boyunca daracık aralıkta emekleyip odaya geçmiş benim akıllı bıdığım..
Şimdi bunda ne var demeyin.. Oraya girmeyi nasıl akıl etti bıcırım daha 14 aylıkken? Daha da ötesi koltuğun arkasından odaya varılacağını ona kim söyledi? Çekmeceyi basamak yapıp şifonyere tırmanmasından daha kompleks geldi bana bu hareketi..
Gerçekten ama gerçekten hayran kalıyorum Rabbimin bu minik mucizelerine ben..
Örneğin bu aralar birşeyler yer ve yediği şeyi de beğenirse hemen elini havaya kaldırıyor, başparmağıyla işaret parmağını birleştirip "Hıımmıh" yapıyor elini sallaya sallaya.. Yediği şey çok lezzetliymiş yani :)) Bunu biz öğretmedik ona ama birinden görmüş olabilir.. Taklit bile olsa çok hoşuma gidiyor.. Sonuçta televizyon izlerken ya da uyuyacağı zaman yapmıyor, bu hareketin yemeği beğenmeyle ilgili olduğunu kavramış meleğim maşaallah..
"Getir, götür, ver, al, aç, kapat, yat, oyna, gül, zıpla.." vb komutları anlayıp uygulaması artık olağanlaştı zaten.. Şimdi onay ya da reddetme hareketlerine yoğunlaştık.. Bir soru sorduğumda eğer basitse ve anlıyorsa olumlu cevap vereceği zaman başıyla "evet" yapıyor bana.. İstemiyorsa da iki yana sallıyor kafasını "hayır" anlamında.. Bir de bu arada gözlerini kırpıştırması var ki Nes bunu iyi bilir :)) Bizzat şahit oldu :P O kadar hoşuma gidiyor ki "evet" yapışı, ikide bir "Evet mi Yusufcum?" diyorum çocuğa, kafasını şirin şirin öne sallıyor o da..
En önemli gelişmelerden birisi de artık dakikalarca konuşması herhalde.. Anlayamadığımız kelimelerle olsa da bize birşeyler anlatmaya çalışıyor ya da oyun oynarken kendi kendine konuşuyor dakikalarca.. "Abidi heyyya gıııyii bedde diii bii babağğa annneeiiği bidu dubu minne nemmii epitih epitih...." Uzayıp gidiyor.. Hele o arada el kol hareketleri ve duruma uygun mimikleri yok mu, öldürüyor beni.. Babasının deyimiyle "dilli toy" oldu Yusufcuk -öyle bir kuş varmış, bizim avcı iyi bilir!- "Konuşmaya bir başlasın kimse susturamaz bunu.." diyor..
Eh annesi de yazmaya başlayınca durduramıyor kimse onu, ona çekmiş çocuk :P
Artık yatayım ben.. Yarın inşallah yeni bir "nesne" üreteceğim çiçeklerimden, ona enerji depolamam lazım :))
8 Ocak 2008 Salı
Bilimadamlarının ( daha doğrusu bilim insanlarının ) mutluluğun on kuralını açıkladığıyla ilgili bir haberdi bu.. Mutluluğun matematiksel kurallarla yakalanmayacağını tabii ki biliyorum ama bazı ipuçları işe yarayabiliyor gerçekten.. Aslında yaptığım ama farkında olmadan yaptığım birkaç şeyi orada dinlemek mutlu etti beni.. Diğerlerini de en kısa sürede hayatıma tatbik etmeye çalışacağım inşaallah..
Aklımda kalanlar..
Şükretmek, hayatı basitleştirmek, hobi niteliğinde bir uğraş edinmek ( yünlerimi seviyorum :P )spor, dini-geleneksel ritüeller ve mutluluğu takıntı haline getirmemek..
Mutluluğu takıntı haline getirmemek en zor olanı belki de.. Çoğu zaman mutluluğun hayatın içinde olduğunu unutup onu varılacak bir hedef gibi görüyoruz ve böylece elimizde olan ve aslında bizi sandığımızdan daha fazla mutlu edecek küçük fırsat ve nimetleri görmeden geçiyoruz maalesef.. Ya da belli etiketlerle sunuluyor bize mutluluk, o etiketlere sahip olamazsak mutlu da olamıyoruz.. Bir mankenin vücut ölçülerine sahip değilsek, sağlıklı olmak bile mutlu etmiyor bizi günümüzde maalesef.. Ya da mutluluğu cebimizi doldurmasını hayal ettiğimiz tomarlarda arıyoruz boş yere..
Mutluluk başkalarının değil bizim hayatımızın ayrıntılarında gizli..
Başkalarının sahip olduklarından çok kendi sahip olduklarımızı yatırırsak masaya, eminim bize de göz kırpar..
..............
Ben bugün tatlı bir arkadaşımla buluştum ve çok mutlu oldum mesela..
Yusufcuk az önce kucağımda uyuyakaldığında burnumu onun incecik saçlarına gömüp oğlumu kokladığımda da çok mutlu oldum..
Sokağımıza baktım az önce, kar durmuştu.. Ayak izleriyle süslenmişti bembeyaz yol.. Yine mutlu oldum.. Karı "çaresizlik ya da üşümek" olarak değil de güzellik olarak algılamama sebep olan imkanlara sahip olduğum için.. Oysa yakacağım olmayabilirdi birçok insan gibi ve benim için sadece bir an önce bitmesini istediğim bir mevsim olabilirdi kış..
...............
Bazı şeyleri sadece bilmek yetmiyor sanırım.. Arada hatırlatıcı unsurlar lazım.. Sıhhatli bir günün kıymetini hatırlatan bir başağrısı mesela.. Tıpkı benim şu anda çektiğim gibi.. Bunu sürekli yaşamıyor olmak bile mutlu olmaya yetmez mi?
7 Ocak 2008 Pazartesi
"Vütti" ne demek?
Yusufcuk "vütti vüttiii" diye ağlayarak ne istiyor olabilir sizce ?
Hayır ben biliyorum da, bloga biraz gizem katmak istedim :P
Puanlama 100 üzerinden yapılacaktır.. Süre başladı.. Hepinize kolay gelsin..
İyi düşünün.. Sonra "Ama ben buraya çalışmamıştım.." demek yok :)) Kanaat notum da kıttır benim, yazmadı demeyin..
Vüttiii.....
4 Ocak 2008 Cuma
Dün bembeyazdı heryer uyandığımızda.. Gece yatmadan önce kar yağmadığı için çok güzel bir sürpriz oldu bize.. Kahvaltıyı yaptıktan sonra babamız birkaç gün sonra başlayacak finallerine çalışmak için odaya çekildi, biz de Yusufcukla kucak kucağa (!) pecereden karları seyrettik.. Sonra baktım, Ozan sıkılmış, "Haydi kartopu oynamaya çıkalım.." dedi.. Durur muyum? Işık hızıyla hazırlanıp çıktık.. Niyetimizde Yusufcuğu biraz oynatıp oradan da perdeciye gitmek vardı..
Sonra hayretle karları seyretti..
Babası eline kar verince önce biraz durgunlaştı..
Sonra da hâlâ yağan karın da etkisiyle korkup ağlamaya başladı!!
Hal böyle olunca ben gitmem gereken perdeciye yanlız gitmeye karar verdim.. Yusufcuğun eşofmanı falan da ıslanmıştı zaten.. Ozan'a itinayla teslim ettim bebişimizi, o karda ve yokuş aşağı koşar adımlarla gittim.. Gitmek zorundaydım zira Yusufcuk salon perdemizi Ayşe teyze reklamlarındaki çamaşırlar gibi "cıııığğğrrtt" diye yırtmıştı :))
Yusufcuk ilk karını oynadı molada.. Ben içerdeyken babasıyla oynadığında ağlamış ama biz güzel güzel oynadık oğlumla.. Ozan sonradan itiraf etti, kar vermiş eline, ondan korkmuş yavrucağım :))
Arefe akşamı annemlere vardığımızda Yusufcuk coştu resmen.. Dayıları elden ele gezdirince onu hafiften şımardı bücür :)) Bir de kedi var tabii evde peşinde koşulacak.. Annem de ahdetmiş gelir gelmez göbüşünü öpeceğim Yusuf'un diye, açtı öptü :)) Çok özlemişler Yusufcuğu.. Eh, arada bizim hatrımızı da soran oldu çok şükür :))
Kapıda beni bu tombiş güzellik karşıladı.. O yanaklardan itinayla ısırdım merak etmeyin :))
İlker Mirza çok uslu bir bebek maşaallah.. Sadece acıktığı zaman biraz huysuzlanıyor ama emince hemen neşesi yerine geliyor.. Biz sohbet ederken bir baktık babasının kucağında uyuyup kalmış.. Gece de sadece bir kere emmeye kalkıyor sonra sabaha kadar uyuyormuş poğaçam.. Kardeşime "Sakın kimseye anlatmayın.." diye sıkı sıkı tembihledim :P
Bayramda ziyaret edecek çok kişi vardı aslında ama hem Yusufcuk hastaydı hem de hava çok soğuktu.. Mecburi yerler dışında evde geçirdik vaktimizi.. Zaten Ozan ikinci gün akşamı köye gitti, biz de annemlerle Yusufcuğu oyalayarak oyalandık :))
Bayramın son günü İKEA'ya gittik annemlerle.. Malum her İstanbul'a gidişte uğramam lazım.. İKEA yetkilileri yoklamada yok yazar sonra :P
İKEA'dan bir Yusufcuk manzarası..
Başlarda uslu dursa da daha sonra alışveriş arabasının ne içinde ne de dışında avutamadığımız Yusufcuk bana tam anlamıyla fenalık geçirtti orada.. Annem bir ara Yusufcuğu kucağımdan atmaktan falan bahsettiğimi söylüyor!! Ben hatırlamıyorum.. Üç saat boyunca kucağımda taşıdım Yusufcuğu ve bu arada alışveriş yaptım, rafları karıştırdım, aksesuarları mıncıkladım :)) Bir tek üzerinde halka halka renkli desenler olan kumaşı inceleyemedim, aklım onda kaldı :P Yusufcuğun odasına perde dikecektim ondan.. Eve geldiğimizde belimin sağ tarafı seğiriyordu resmen..
Gitmeden önceki gün evdeki tüm seçenekler tükenince dayısının CDleriyle oyalamak zorunda kaldığımız Yusufcuktan kareler var şimdi..
Bayram sonrası aslında bir hafta daha kalacaktık Yusufcukla İstanbul'da ama misafirlerimiz gelecek olunca erkenden eve dönmek zorunda kaldık.. Özellikle Aysun, Sühendan ve Didem abladan özür diliyorum.. Görüşmek için sözleşmiştik çünkü ama elimden gelen birşey yoktu.. İnşaallah bir dahaki gelişimizde tanışmak nasip olur..
Dönüş yolculuğumuzdan bahsedecek vakit kalmadı.. Yusufcuk uyandı çünkü.. Misafirmiz Salih bebişe kitabındaki elmaları gösterip "mammam" diye anlatıyor ama uzun sürmez bu sakinlik.. Yetişmem lazım bir kaza meydana gelmeden :P Sadece şunu söyleyeyim, ayrıntıları merak edenler Ramazan bayramındaki otobüs yolculuğumuzu hatırlayabilir.. Uzun uzun anlatmıştım daha önce.. Pek de farklı değildi çünkü!!